Türk-Ermeni İlişkilerine Düşürülen Gölge: 1915 Olaylarından Holokost Yaratmak
Soykırımda, sürgündekinin aksine, bir grubun yeryüzünün bir yerinden başka bir yerine zorla intikal ettirilmesi değil, yeryüzünün hiçbir yerinde o grubun varlığının istenmemesi durumu söz konusudur.
‘Suçların suçu’ soykırım, belirli bir milli, etnik, ırksal ya da dini grubun üyelerini yok etmeye yönelik ‘hususi niyet’ (‘dolus specialis’) ile gerçekleştirilmesi sebebiyle insanlığa karşı işlenen diğer suçlardan ayrılmaktadır.
Soykırımda, sürgündekinin aksine, bir grubun yeryüzünün bir yerinden başka bir yerine zorla intikal ettirilmesi değil, yeryüzünün hiçbir yerinde o grubun varlığının istenmemesi durumu söz konusudur.
Yok etme niyeti doğrultusunda hareket eden şahıslar, öncelikle zihinlerinde soykırımı meşrulaştırırlar. Hedef aldıkları grubun üyelerinin yaşamayı hak etmediklerine, en temel insan hakkı olan yaşam hakkına sahip olmadıklarına inanarak onları değersizleştirirler. O gruba ait insanları insan olarak görmezler; genetik olarak bozulmuş bir yaratık, bir hayvan ya da alt-insan olarak görürler.
PAUL ROSCOE’NUN TEORİSİ
Savaş antropolojisi ile ilgilenen Dr. Paul Roscoe’nun ‘savaşta insanlıkdışılaştırma teorisi’ni teyit edercesine Holokost (Şoa) boyunca Naziler Yahudileri ‘fareler’, Ruanda Soykırımı boyunca Hutular Tutsileri ‘hamam böcekleri’ olarak adlandırmışlardır.
Alt-insan olarak görülen Yahudilerin soyunu kırmak, Nazi bürokratlar için sorgusuz sualsiz itaat edilen rutin bir görev addedilmiştir. Benzer şekilde, binlerce Bosnalı Müslüman’ın öldürülmesinde rolü olan Radovan Karadžić’in sağ kolu Biljana Plavsić, Bosnalı Müslümanları “genetik olarak deforme olmuş materyaller” olarak nitelendirmiştir.
Her yeni nesille beraber durumun kötüleştiğine, kendi düşünce ve davranış stillerini uyguladıklarına, bunun onların genlerinde olduğuna dair ırkçı tabirler kullanmıştır. Ona göre, Sırp genleri taşıyan Bosnalıların genleri, İslam’ı benimsedikten sonra bozulmuştur.
YUNUS EMRE’NİN TOPRAKLARINDA IRKÇILIK ARAMAK
Ruanda, Nazi Almanyası ve eski Yugoslavya’daki vakalarda resmi devlet politikalarında göze çarpan ırkçılık, “Yaradılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü” dizesiyle hoşgörüyü ve insan sevgisini aşılayan Yunus Emre’nin topraklarında hiçbir zaman var olmamıştır.
Buna rağmen çok sayıda araştırmacı 1915 yılında (Ermenistan Dışişleri Bakanlığı 1915-1923 dönemine vurgu yapmaktadır) Osmanlı Devleti’nin sistematik bir biçimde ve kasıtlı olarak Ermenilere soykırım yaptığını öne süren kitaplar ve akademik makaleler kaleme almışlar, belgeseller ve filmler yapmışlar, üniversitelerde dersler vermişlerdir.
Ermenistan’ın resmi görüşü de Jöntürklerin Pantürkist bir ajandaya sahip oldukları, sözde Ermeni Soykırımı’nı 1911-1912’den itibaren programladıkları, Birinci Dünya Savaşı’nı bunu gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullandıkları yönündedir. Bu bakış açısı, iki komşu ülkenin birbirlerine ne denli ‘yakın ama uzak’ olduklarını gözler önüne sermektedir.
Türkiye ile Ermenistan arasında fiziksel olarak Berlin Duvarı benzeri bir duvar yoktur. Fakat Ermenistan’ın zihninde Türkiye’ye karşı bir duvar örülü durumdadır. Ermeniler bu topraklarda -Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ve modern Türkiye’de- her daim toplumsal hayata renk katan, ticarette, zanaatta, mimaride, bürokraside, sanatta iyi işler başarmış insanlar olarak görülmüşlerdir ve halen de öyle görülmektedirler.
Osmanlı yöneticilerinin, kendi vatandaşları olan Ermenilerin tamamının ya da bir kısmının ‘yok edilmesini’ emreden bir talimat verdiklerine ilişkin hiçbir somut delil mevcut değildir. Fakat Türkiye -mahkeme kararı olmadan- meclis ve senatolardaki oylar üzerinden soykırımcı bir devletin mirasçısı ilan edilmiştir.
Devamı M5 Dergisi Kasım 2019 Sayısında…