Joe Biden Yönetiminde ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi
Joe Biden yönetimindeki ABD bu hafta Ulusal Güvenlik Stratejisini yayınladı. Ara rapor olarak yayınlanan bu belge nedir ve bu belgede yazılanlar ne anlama geliyor? Bu yazımız yeni strateji belgesiyle ilgili bir çözümlemeyi içeriyor.
İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Fikret BİRDİŞLİ tarafından M5 için kaleme alınmıştır.
Ulusal Güvenlik Stratejisi belgeleri (NSS) White Paper (Beyaz Kitap) olarak anılıyor ve 1986 yılında yapılan bir düzenlemeyle göreve gelen her başkanın ilk altı ay içinde bu strateji belgesini yayınlaması yasal bir gereklilik olarak belirlenmiş. Bu belge, yönetimin iç ve dış politikada izleyeceği politikalar için bir strateji deklarasyonu niteliğinde. Bu nedenle belgenin içeriği hem iç hem de dış paydaşlar için büyük önem taşıyor. Bu belge sayesinde Biden yönetiminin dünyayı nasıl algıladığını ve hangi yönde politikalar izleyeceğini anlamamız mümkün.
Son yayınlanan belgeye gelince, belge “Amerika’nın Uluslararası Politikada Sahip Olduğu Avantajları Tazeleme” başlığıyla yayınlanmış. Haliyle bu belge Amerikan hegemonyasının yıpranmış olduğu ön kabulüyle başladığı için proaktif bir rapor niteliğinde diyebiliriz. Raporu genel olarak değerlendirdiğimizde bir SWOT Analizi göze çarpmaktadır. Bu kapsamda metin genel olarak küresel ve ulusal güvenlik öncelikleri başlıkları altında toplanmış, fakat raporun küresel, bölgesel ve ulusal olmak üzere üç düzeyde bir dış politika stratejisi içerdiğini görmek güç değil.
Raporun Biden imzalı ön sözünde, ABD’nin ekonomik, politik ve askeri alanlardaki küresel angajmanının Amerikan devleti ve halkının çıkarlarına hizmet ettiği ifade edilmektedir. Diğer ülkelerin ekonomik kalkınmasının Amerikan ürünleri için pazar yaratacağı, istikrarsızlığın önlenmesinin şiddet ve kitlesel göçleri engelleyeceği, dünya sağlık sisteminin güçlendirilmesinin Amerikan halkına yönelik risk ve tehditleri azaltacağı, uluslararası alanda insan haklarını savunmanın kendi çocuklarını koruma anlamına geleceği vurgulanmış. Böylelikle dünya için yaptıklarımız aslında kendimiz için yaptıklarımız anlamına geliyor denilmek istenmiş. Bu açıklama bir önceki başkan Doland Trump döneminde yayınlanan 2017 tarihli NSS’nın Amerika’ya odaklı yaklaşımına adeta bir cevap niteliğinde. Bu bağlamda belgede açıklanan strateji ve politikaları Amerika’nın geri dönüşü olarak niteleyen Başkan, bu dönüşü aynı zamanda “diplomasinin” ve “ittifakın” geri dönüşü olarak nitelemekte.
İlk kez Ronald Reagan tarafından kullanılan ve en son Donald Trump’ın 2016 seçim kampanyasında gördüğümüz “Make Amerika Great Again (Amerikayı Yeniden Büyük Yapmak)” söylemi Biden yönetimi tarafından yayınlanan bu belgede farklı bir form ve formülde önümüze çıkıyor.
Güvenlik politikaları genelde çıkarlar (interest) ve tehditler (threats) üzerinden kurgulanır. Bu raporun dikkat çeken yönü ise çıkarlar (interest) ve zorluklar (challenges) üzerine kurgulanmasıdır. Dolayısıyla Amerikan belgelerinde görmeye alıştığımız belirli ülkeleri hedef alan klasik tehdit tanımlaması bu belgede yer almamış. Belgede otuz yerde tehdit kavramı geçerken bunların sadece birinde Kuzey Kore bir ülke olarak tehdit şeklinde tanımlanmış, diğer yerlerde ise tehdit kavramı ile ulusal ve uluslararası sorunlara atıf yapılmış. Zorluk ya da meydan okuma olarak çevirebileceğimiz “challenges” kavramı ise belgede otuz dört yerde geçmektedir. Fakat tehdit kavramının kullanımından farklı olarak bunların üçü Çin, biri Rusya, biri İran ve Kuzey Kore ile birlikte kullanılırken diğerleri otoriter devletler ve kırılgan yönetimlere yönelik kullanılmıştır. Trump döneminde yayınlanan NSS’de ise tehdit kavramı yüz dokuz defa geçerken, Cihatçı teröristler, radikal İslami gruplar, Kuzey Kore, Rusya ve Çin’in askeri varlığı da tehdit kavramıyla birlikte yer almıştı.
Belgeden anladığımız kadarıyla Biden yönetimindeki ABD’nin küresel angajmanının yumuşak ve sert gücün orantılı birlikte kullanımını içeren Smart Power (Akıllı Güç)’a dayandırıldığını görüyoruz. Bu angajmanın kapsamı ve koşulları uluslararası sistem ile bölgesel ve küresel bağlamda ele alınarak açıklanmaktadır.
Uluslararası sistem açısından ABD’nin kendisini ve başkalarını nerede gördüğü önemli bir sorudur. Örneğin Çin ve Rusya olası yenidünya düzeninde kendilerini ABD’nin karşısında yer alan, çok kutuplu bir düzenin başlıca unsurları olarak görürken, Biden yönetimi bu belgede Çin’i sadece iddialı bir devlet (assertive China), Rusya’yı ise dengesiz bir devlet (destabilize Rusya) olarak tanımlamıştır. Bu ifadelerden yenidünya düzeninde ABD’nin kendisini küresel sistemin tek hegemonu olarak gördüğü, Çin ve Rusya gibi çok kutuplu bir dünya algılamadığı düşünülebilir. Nitekim belgenin tehdit olarak tanımladığı unsurlar devletlerden ziyade küresel sorunlara yönelik.
Belgede Çin’in ismi on beş kez geçerken, Rusya’nın ismi ise beş kez geçmektedir. Bu oran Trump dönemi NSS’de Çin için otuz üç, Rusya için yirmi beşti. Çin’in bahsedildiği satırlarda Çin, “gelişmekte olan teknoloji”, “Stratejik rekabet” ve “iddialı politika” kavramlarıyla yan yana zikredilirken; Rusya “yıkıcı rol” oynayan, “istikrarsızlaştırıcı” kavramlarıyla birlikte anılmıştır. Buradan Biden yönetiminin Rusya’ya özel bir angajmanının olacağı sonucunu çıkartmak mümkün. Bunun dışında üç kez adı geçen Kuzey Kore, listede adı tehdit kavramıyla birlikte anılan tek devlettir. Böylelikle belgede ABD, Çin’i ekonomik rakip, Rusya’yı sistem içinde dengeyi bozucu bir unsur (distruptive), İran ve Kuzey Kore’yi ise oyunun kurallarını değiştirme potansiyeli taşıyan devletler olarak tanımlamıştır. Bu ülkeler arasında sadece Kuzey Kore’nin bir güvenlik tehdidi olarak tanımlanması ABD’nin askeri öncelikleri konusunda da bir fikir verebilir.
Belgede adı geçen diğer devletler ise Birleşik Krallık, Avustralya, Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada ve Meksika’dır. Bu devletler ABD’nin küresel güvenlik stratejisinin bölgesel müttefikleri olarak zikredilmiştir. Ortadoğu ile ilgili tek paragraflık açıklamada ise İsrail güvenlik taahhüdü verilen bir ülke olarak tanımlanırken, hiç adı geçmeyen Filistin’den iki devletli bir çözüm önerisi içinde zımmen söz edildiği düşünülebilir. Trump döneminde yayınlanan NSS’de İsrail’den dört, Filistin’den iki kez söz edilirken, İsrail’in bölgede sorunun kaynağı olmadığı vurgulanması oldukça yanlı bir tutumu ortaya koyuyordu. Biden yönetimi ise bu konuda Trump’tan oldukça farklı bir duruş sergilemiş oldu.
Belgenin bölgesel angajmanı içinde Amerikan stratejisinin kilit bölgeleri Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika olarak zikredilmiştir. Bu kapsamda ABD’nin bölgesel politikaları Ortadoğu için tansiyonu düşürmek, Güneydoğu Asya için bölgesel işbirliğini geliştirerek ekonomik rakibi olan Çin’i çevrelemek, Afrika’da ise mevcut uygulamalara devam etmek şeklinde özetlenmiştir.
ABD’nin küresel stratejisi içinde uluslararası örgütlere yoğun bir vurgu yapılmıştır. ABD sponsorluğunda kurulan uluslararası düzenin önemli bir unsuru olarak görülen uluslararası örgütler arasında BM, NATO, Dünya Ticaret Örgütü öne çıkmaktadır. Bu örgütlerin yetersizliğinden bahisle BM ve Dünya Ticaret örgütü için kurumsal bir reformdan, NATO için modernizasyondan söz edilmektedir. Biden yönetimi diğer uluslarararası örgütler içinde yer almayı ABD’nin küresel liderliği için zorunlu görmekte ve bu yönde iradesini Paris İklim Sözleşmesine yeniden katılma kararıyla ortaya koyduğunu vurgulamaktadır.
ABD 1990 sonrası oluşan sistemik boşluğa işaret edercesine uluslararası sisteme yeniden bağlanmak sadedinde algılanan tehditleri nükleer silahlar, silahların kontrolü, yeni askeri teknolojiler olarak sıralamış ve bu konuda Rusya ile yeni bir START anlaşması, yeni askeri teknolojiler konusunda ise Çin ve Rusya ile diyalog çağrısı yapmaktadır. Nükleer silahların azaltılması konusunda Amerikan liderliğini zorunlu bir koşul olarak gören Biden yönetimi Kuzey Kore tehdidine karşı Güney Kore ve Japonya ile omuz omuza çalışacaklarının sinyalini vermektedir.
Biden yönetimi, çıkarlar ve küresel sorunlar karşısında ABD’nin askeri gücünü sorumlu ve sınırlı biçimde kullanmayı vaat ederek bu belgede diplomasiyi öne çıkarmaya çabalamıştır. Bu kapsamda son teknoloji ürünlerin Amerikan askeri yeteneğini ve güvenliğini geleceğe taşıyacağı ifade edilirken, bu teknolojilerin etik ve normatif çerçevede kullanıma sunulacağına vurgu yapılmıştır. Bu açıklamalar Amerikan güvenlik stratejisinin gücün akıllı kullanımına (Smart power) dayandırılacağını hatıra getiriyor. Trump yönetimi ise güvenlik stratejilerini realizme dayanarak açıklamıştı.
Bunun yanı sıra ABD’nin sonu olmayan savaş ve çatışmalardan kaçınmak istediği, Afganistan’da yürütülen operasyonlara işaret edilerek anlatılmış, fakat bununla birlikte ABD’nin Hint-Pasifik bölgesi ve Avrupa’da güçlü askeri varlığını koruyacağı, Ortadoğu’da ise gerekli miktarda asker bulunduracağı ifade edilmiştir. Bu vurgulamanın ardından sözü edilen Amerikan askeri varlığın terör örgütlerinin bağlantılarını kesmek ve İran’ın saldırgan tutumunu caydırmak amacına hizmet edeceği vurgulanmıştır. Amerikan askeri kapasitesi ilgili diğer bir açıklama ise özel operasyon gücü ile ilgilidir. Bu kapsamda Amerikan özel operasyon gücünün kriz yönetimi, anti terör ve konvansiyonel olmayan operasyonlar için kullanılacağı açıklanmaktadır.
ABD’nin yeni ulusal güvenlik strateji belgesinde en çok vurgu yapılan konulardan biri de metinde yirmi üç kez tekrarlanan demokrasidir. Bu kavram Trump dönemi NSS’de sadece altı kez kullanılmıştı. Demokrasinin küresel bir kuşatma altında olduğunu öne süren Biden yönetimi, demokratik ulusların dışarıdan gelen otoriter güçlerin düşmanca tutumu ile tehdit edildiğine dikkat çekmektedir. Buna göre antidemokratik güçler toplumların zayıf yönlerini, yanlış ve kasıtlı yayılan enformasyonu ve yolsuzluğu bir silah gibi kullanarak toplumları bölmekte, uluslararası kuralları ve hukuku aşındırarak otoriter yönetimi bir alternatifmiş gibi sunmaktadır. Bu ifadeler anlam genişliğine sahip olmakla birlikte akla ilk elden Amerikan seçimleri ve İngiltere’nin Brexit sürecinde Rusya’ya yönelik yapılan suçlamalar ile Rusya’nın Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelere olan müdahaleleri ve Çin’in Konfüçyüs Enstitüleri üzerinden yürüttüğü kamu diplomasisi faaliyetlerine yönelik ithamlar gelmektedir. Bu açıklamaların hemen ardından bu gidişatı tersine çevirmenin ABD’nin ulusal güvenliği için zorunlu olduğuna dair oldukça iddialı ifadeler yer almaktadır.
Demokrasi bağlamında yapılan açıklamalardan bir diğeri de insan hakları ihlalleridir. Bu konuda Hong Kong, Sincan ve Tibet’ten söz edilerek Çin’le ticaret yapma adına Amerikan şirketlerinin bu değerleri kurban etmesine izin verilmeyeceği bu konularda ABD gibi düşünen ülkelerle birlikte çalışılacağı açıklanmaktadır. Bu sadetten olarak Tayvan’ın da Çin’e karşı destekleneceği açıkça ifade edilmiştir.
ABD Strateji belgesinde Pandemi’ye de yer ayrılmıştır. COVID-19 salgınının tüm devletleri kendi dışlarındaki dünyadan izole ederek ulusal ve yerel trendleri güçlendirdiği ve bu durumun tüm ülkeleri aslında daha az güvenli ve daha az müreffeh hale getirdiğine işaret edilmiştir. Bu kapsamda yolsuzluk, eşitsizlik, kutuplaşma, popülizm ve liberalizme aykırı uygulamaların özgür toplumlar için bir tehdit oluşturduğu dile getirilmektedir.
Gelişen teknolojilerin de kendine yer bulduğu belgede, elektrikli araçlar gibi temiz teknolojilere yatırım yapılacağı, biyolojik tehditler ve enfeksiyon hastalıklarına karşı ABD’nin küresel sağlık konusunda liderlik edebileceği medikal teknoloji alanına yatırım yapılacağı ve bu alanda tedarik zincirine ağırlık verileceği ifade edilmiş. Bu konuda yapılan vurguların satır aralarında COVID 19 Pandemisinde ABD’nin sergilediği kötü performansın pişmanlıklarını hissetmek mümkün.
ABD strateji belgesinde iç politikaya yönelik açıklamalar ekonomi ve sosyal sorunlar üzerine odaklanmıştır. Bu kapsamda Biden yönetimi refahın tabana yayılması, orta sınıfın genişletilmesi, göçmen karşıtı politikalara son verilmesi daha önceki yönetimin bu alanlarda insanlık dışı uygulamalarının kabul edilemeyeceği gibi konulara vurgu yapmıştır. Diğer bir dikkat çekici konu ise pandeminin toplumsal tabandaki zayıflıkları ortaya çıkardığı konusudur. Bu nedenle Biden yönetiminin ekonomi politikasında büyük şirketlerin karlarından ziyade refahın tabana yayılmasını hedef aldığını, makroekonomik göstergelerden ziyade ailelerin geçim koşullarını iyileştirmeye ve orta sınıfı genişletmeye odaklanacakları ifade edilerek bunun ulusal güvenlik açısından daha önemli olduğu öne sürülmüştür.
ABD’nin komşuluk politikasında Kanada ve Meksika’ya özel bir vurgu yapılarak bu ülkelerle eşit düzlemde karşılıklı saygı esasına dayalı bir ilişki geliştireceklerine işaret edilmiştir. Ayrıca yoksulluk, resesyon ve ekonomik krizle baş etmeleri için Latin Amerika ülkeleri ve Karayiplerle işbirliğinin artırılacağı açıklanmıştır.
Sonuç olarak Biden yönetimindeki ABD’nin demokrat başkanlarda sıklıkla görüldüğü gibi uluslararası politikaya Amerikan değerleri ve yumuşak gücü üzerinden angaje olacağına dair bir söylemi benimsediği anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Amerikan askeri varlığının korunması ve gelişen teknolojiler yoluyla etkinliğinin artırılması gücün akıllı kullanılması konseptine yerleştirilmiş. Benzer söylemleri şiar edinmiş olan Obama yönetiminde Amerikan askeri varlığının söylemlerin aksine nasıl artarak yoğunlaştığı hatırlandığına Biden yönetiminin bu açıklamalarına da ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor.
Bu belgede demokrasi konusunda yapılan çok sayıda vurgu dikkat çekmektedir. “Özgür ulusların” otoriter yönetimler tarafından tehdit edildiği iddiası ABD’nin Avrupa’da yaşanan otoriter gelişmeler konusunda taşıdığı kaygıyı gözler önüne sermektedir. Popülizm, liberalizm karşıtlığı ve otoriterleşme eğilimlerini tersine çevirmek için ABD’nin büyük gayret göstereceği vaadi ise ABD’nin diğer devletlerle olan ikili ilişkilerdeki tutum ve önceliklerinin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir fikir verebilir. Fakat bunun hangi ülkeler için ne anlam ifade edeceği zaman içinde görülecektir.
Biden yönetimi Çin’in bölgedeki askeri etkinliğinin farkında olmakla beraber onu daha çok ekonomik alanda bir rakip olarak görmesi Çin’i çok kutuplu bir yapının unsuru olarak kabul etmediğini gösterir. Bu bağlamda ABD, Çin’in ekonomi üzerinden meydan okumasını Çin’i insan hakları, bireysel özgürlükler ve demokrasi alanında sıkıştırarak karşılamayı planladığı, ASEAN ülkelerinden bazıları ile geliştireceği ilişkiler üzerinden Çin’i çevrelemeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan Hindistan’ın bölgesel bir güç olarak Amerikan stratejinde büyük önem taşıdığı fark ediliyor. Bununla beraber Pakistan-Hindistan ekseninde yaşanan gerilimler ve Hindistan yönetiminin antidemokratik uygulamaları karşısında ABD’nin nasıl bir strateji izleyeceği bir soru olarak ortada.
Biden yönetiminin Rusya’ya karşı tutumu ise ortada uygun araçlar olmaması nedeniyle bir çevreleme politikası içermiyor. Çin’i ekonomik bir güç olarak hesaba katan ABD, Rusya’yı ise teknolojik ve askeri bir güç olarak dikkate almayı ve bu yönde stratejiler geliştirmeyi yeğliyor.
Geçen zaman Rusya’nın ekonomik açıdan ABD için baş edilebilir bir güç olduğunu ortaya koymuştur. Rusya’nın askeri varlığını ise “baş ağrıtıcı” olarak tanımlaması ve Nükleer silahlar konusunda yeni bir START anlaşması ile diyalog hedeflemesi ABD’nin Rusya’ya yönelik angajmanının askeri teknoloji üzerinden olacağı anlamına gelebilir. Bu açıdan Rusya’dan askeri teknoloji satın alan ülkelere yönelik ABD’nin bir tutum içinde olacağı tahmin edilebilir.
Son söz olarak Biden yönetimindeki ABD’nin küresel meydan okumalara karşı demokrasiyi bir silah olarak kullanmayı hesapladığı görülüyor fakat bu mücadelede demokrasiyi nasıl “teçhiz” edeceği! ise merak konusu.