Geleceğin teknolojisi: İnsansız Jet - M5 Dergi
KapakMakalelerÖne ÇıkanRöportajSayı 351 Ekim 2020

Geleceğin teknolojisi: İnsansız Jet

Abone Ol 

Kasım ayının başında SAHA EXPO var. Pandemi sürecinde hem sanal hem de gerçek iki fuar olarak gerçekleştirilmesi planlanan, ancak son gelişmeler üzerine reeli ertelenen SAHA EXPO için görüştüğümüz SAHA Istanbul Genel Sekreteri Ilhami Keleş, M5’e sanal fuarı, perde arkasını anlatmakla kalmadı, savunma sanayinin geleceğine ilişkin çok çarpıcı ipuçları verdi. Keleş’in açıklamalarının dikkat çeken sözlerinden başında “Inşallah F-35 olmaz” diyerek geleceğin insansız taarruzi jet uçaklarında olduğuna yönelik sözleri geldi.

Türkiye savunma sanayii hamlelerini ilerlettikçe, bu alanda-ki firmalar ve yapılanmalar öne çıkmaya başladı. Bunların başında da SAHA İstanbul gelmekte. Bu yıl hem gerçek hem de sanal olarak planlanan, ancak giderek artan Covid-19 vakaları nedeniyle gerçek fuarın 10-13 Kasım 2021 tarihine ertelenen SAHA EXPO fuarının sanalı 9 Kasım 2020-9 Nisan 2021 tarihleri arasında sanal olarak gerçekleşecek. Biz de bu çerçevede bilgi almak için SAHA İstanbul Genel Sekreteri İlhami Keleş’in kapısını çaldık. Hem SAHA EXPO’yu konuşmak hem de SAHA İstanbul kümelenmesini konuştuk. Keleş ile İnsansız Taarruzi Jet Uçağı’ndan 2 yıl sonra eğitim hayatına başlaması planlanan Temel Bilimler Üniversitesi-ne kadar çok sayıda önemli konuyu konuştuk. Keleş, SAHA İstanbul’un çok sayıda çalışmasını aktarırken, savunma sanayiinin gelişen ivmesini ve hangi zorluklarla karşılaştıklarını da aktardı.

M5- Savunma Sanayii alanındaki gelişmelerle beraber bu sektörde bulunan çok sayıda firmayı barındıran Kümelenme modelleri de öne çıkmaya başladı. Saha İstanbul’da bunlardan biri. Sanal fuar da yapacaksınız. Bu çalışmalardan biraz bahsedebilir misiniz? Saha İstanbul’un yeri ve önemi nedir?

Saha İstanbul Türkiye’nin en büyük kümelenmesi ve Avrupa’nın da ikinci büyük kümelenmesi.

Bizden bir büyük küme Airbus’ın kurduğu Aerospace Valley kümelenmesi.

Espriye vuracak olursak eskiden otobüslerin arkasında “Tek rakibim Türk Hava Yolları” yazardı. Biz de “Tek rakibimiz Airbus” diyebiliriz. Bizim kümelenmemiz savunma ve havacılık kümelenmesi.

SAVUNMA SANAYİİ BAŞKANI DEMİR YÖN VERDİ

Hikayeniz nedir peki?

Çıkış noktası, bölgesel uçakların yerli üretim olarak yapılması için oluşturulan bir küme. Cumhurbaşkanımızın Başbakan iken TÜSİAD’da yaptığı “Ben araba yapmak için babayiğit arıyorum” cümlesinden sonra İstanbul Ticaret Odası’nda, “Biz vaktiyle uçak yapmış-tık, uçağı düşünelim” mantığından hareketle bir çalışma başlatıldı. Hoca-lara görev verildi, raporlar hazırlandı. O rapor Sayın Erdoğan’a da sunuldu ve tamamen bölgesel uçak, yani 35-56 koltuk sayısında yolcu taşıyabilen, örneğin Kahramanmaraş’tan kalkıp Samsun’a giden, şehirlerarası otobüs gibi çalışacak uçakların üretimine yönelik bir çalışma öne çıktı. Savunma Sanayii Başkanımız, Türk Hava Yolları Teknik’in genel müdürlüğünden gelen bir hocamız. Başkanımız, “Ben Ankara’ya gittim gördüm. Ankara OSTİM’e sıkışmış durumda. Burada namütenahi bir teknoloji var. İri, güzel firmalarımız var. Dünyaya da entegreler. Bu yeteneklerini savunma sanayiine de kazandırmamız lazım. SAHA sadece havacılıkla kalmamalı. Ayrıca Deniz Kuvvetleri’nin projeleri de bu bölgede yürüyor. Dolayısıyla sizin temanıza savunmayı da katmanız lazım” deyince biz SAHA olduk. Yani Savunma Havacılık olduk.

Hangi alanlar üzerine yoğunlaştınız? Nasıl bir gücünüz var?

SAHA’nın üç teması var. Bunlar savunma, havacılık ve uzay. Savunma dediğimiz zaman, açılımında kara, deniz, hava var. Yelpaze geniş. Biz de başlangıçta Kuzey Marmara diye kurulduk. Bu bölgedeki sanayiyi savunma sanayiine kazandıralım dedik. Ama tabii ki SAHA durduğu yerde durmadı. Şu anda 22 şehirde, 46 değişik sektörde, 517 tane firması olan Avrupa’nın ikinci büyük kümesine dönüştük. Bu firma-arın içerisinde ASELSAN, ROKETSAN, TAİ, MKE, ASFAT, büyük tersaneler gibi firmaların, 16 tane üniversitenin içinde olduğu bir küme. Hatta Kocaeli Sanayii Odası da oda olarak SAHA’nın üyesi.

ANA KRİTERİMİZ YERLİ VE MİLLİ FİRMA OLMAK

Yani firma olması şart değil.

Sanayii Odası ve üniversiteler de üye. Bizim şöyle bir yapımız var. Biz sadece hizmet sektörünü bünyemize almıyoruz. Üretici olacak, mühendislik firma-sı olacak, üniversite olacak gibi… Ana kriterimiz de yerli ve milli olmak.

Yerlilik ve milllik kriteriniz ne peki? Sonuçta firmalar çok sayıda ortaklı iş yapabiliyor.

Bizim yasalara göre yüzde 51’i yerliyse, yerli sayılıyor. Fakat SSB, yerli ve millilik konusunu öncelemeye tazyik olunca hülle firmalar doğmaya başladı. Örneğin yabancı bir firma, yerli bir işbirlikçi buluyor, onunla 51-49 firma kuruyor. Al sana Türk Malı diyorlar. Bu tür hülle şirketlerle mücadele ettikçe onlar da SAHA’ya gelerek bu mücadeleyi kırmaya çalıştılar. Milli duruşumuzu korumak için Genel Kurul’da yerli hisse oranını 55’e çektik.

Bu firmalarla hangi çalışmaları yapıyorsunuz?

İşin bir tarafı firmalara network sağlamak gibi işler.

Örnek gösterebileceğimiz proje veya projeler var mı?

Mesela ROKETSAN ile BOEING ile bütün firmalarımızı bir araya getirdik. Çok büyük çaplı buluşmalar bunlar. Yine kara araçları özelinde SSB’nin araçlarını üretecek 5 firmayla bütün firmalarımızı bir araya getirdik. Bu tip B2B/B2C networkler için çalışmalar yapıyoruz. Artı olarak, fuarlarımızın içinde de benzer buluşmaları yapıyoruz. Devam eden çalışmalarımız da var. Şöyle bir şey de var. SAHA’dan önce Ankara’nın “kim, ne yapıyor” pek fazla haberi yoktu. Yüzlerce firma var çünkü. SAHA şunu yapıyor: İhtiyacı firmalara duyuruyor. Böylece o özel ihtiyacı kimlerin ürettiğinden, üretebileceğinden haberi oluyor, bu firmalar da ana yüklenici firmalar da neler olabileceğini öğreniyor. SAHA böyle bir köprü kuruyor. Bir mobil iletişim sistemimiz de var. Yani aplikasyon . Esas iletişim organımız orası. Duyurular, zaman tüneli, anket vs. var.

SAHA’ya özel aplikasyon mu?

Evet, özel. Sisteme üye olmanız gerekiyor. Google play veya Apple Store’dan indirebiliyorsunuz. Oradan da sadece üyelerimiz, sisteme giriyor. Şimdi bir yazılım hazırlatıyoruz. Orası ihale portalı gibi. Bildiğimiz anlamda ihale değil. Kim, neye ihtiyacı varsa onu söyleyecek, firmalar da teklif verecekler. Rakamsal teklif değil. “Ben şu yeteneğimle bu ihtiyacı karşılarım, temasa geç” diye ve o teklif verenlerin gözükmediği, sadece ihtiyaç sahibinin görebildiği, özel iletişime geçilebilecek bir uygulama. Ayrıca firmayı firmaya kırdırmamak için de kimin neye teklif verdiği de görülmeyecek. Ancak iletişim de hızlanacak. O devreye girdikten sonra 365 gün 24 saat faaliyette olacak.

Türkiye’de toplam kaç küme var?

Savunma Havacılık olarak OSSA var, ODTÜ’nün var, İzmir, Bursa, Eskişehir’de de var. Ayrıca Savunma Sanayii Başkanı Elazığ Sanayii Odası liderliğinde bir küme oluşturdu.

Kümeler arası iletişim var mı?

Aslına bakarsanız çok yoğun olmuyor. Fakat biz Bursa ile güzel çalışıyoruz. Eskişehir ile de güzel çalışmaya başladık.

BÜYÜMEMİZİ KONTROL ALTINA ALMAYA ÇALIŞIYORUZ

Aranızda tatlı bir rekabet var mı?

İlla ki vardır. Zaten firmalar arasın-da bir kısıt yok. Mesela bize üye olan bir firma OSSA’ya da üye olabiliyor. Kimseyi zorla getirmiyorsun, zorla da tutmuyorsun. Mesela biz çok hızlı büyümeyi frenlemek amacıyla web sayfamıza bir online kabul süreci koyduk. Orada bizim algoritmamız geri planda bir puanlama yapıyor. Sorular soruyoruz, soruların karşılığında ağırlıklı puanlar veriliyor. Eğer belirlediğimiz eşik aşılmamış ise firmaya yönelik “Kusura bakmayın buradan ileri geçemiyorsunuz” yazısı çıkıyor. Orayı geçebilenlere de bir takım sektörel sorular, yapabilecekleri ile ilgili sorular sorulmaya devam ediyor.

Yani elemeli kabul yapıyorsunuz.

Evet. Çünkü öbür türlü kümeden çıkıp odaya dönüşme riskimiz var. Bu ne-denle büyümemizi kontrol altına alma-ya çalışıyoruz. SAHA’nın ne yaptığına dönecek olursak, biz başka bir STK’yız. Alışıldıklardan değiliz.

YEDEK YÖNETİCİLERİMİZ KOMİTELERDE AKTİF

Sizi farklı kılan ne?

Doğrudan netice, proje odaklı yürüyoruz. Bunu da şöyle kurguladık. Mesela biz Yönetim Kurulumuza aday belirlerken bile hep kraliçe arı seçmedik. Kraliçe arı da var, işçi arılar da var. Burada tamamen liyakat esasına dayalı bir yapılanma oluşturduk. İkincisi, bizim yedek yönetim kurulu üyelerimiz aynı zamanda komite başkanı. Onlar daha çok çalışıyorlar. Ve bizim teknik komitelerimiz sahanın mutfağı. Sürekli bilgi akışı var ve olay sadece bilgi değil. Yetinmiyoruz. Bizim komitelerimiz 15’er kişi. Bir yedek yönetim kurulu üyemiz başkan, bir gözlemci, bir üniversiteler-den hoca, 12 tane de firmalardan kişi var. Bir de genişletilmiş komite var. O alandaki bütün firmalar, genişletilmiş komitenin üyeleri. Bir tarafta işin mutfağında çalışacaklar, öbür yandan da o çalışmaların içinde olup nimeti paylaşacak bütün firmalardan oluşan genişletilmiş komiteler var.

Biz Avrupa’ya bağlıyız. Avrupa’nın da European Aerospace Quality Group (EAQG) diye bir yapısı var. Bunun altında 12 tane ülke bulunuyordu. Türkiye yoktu. Türkiye olmayınca, mutfağa girmemiş oluyoruz. Girmediğimiz zaman, o kalite süreçlerinin oluşmasına katkı sunmamış, sadece emir alıp, aldığı emre göre kendini şekillendirmek zorunda kalan bir yapı ortaya çıkıyor.

Komiteleri neye göre oluşturdunuz?

Komitelerimizi platformlara göre değil, sanayiciye, sanayiye göre yapılan-dırdık. Elektrik-elektronik komitemiz, yazılım dijital dönüşüm komitemiz, test sertifikasyon komitemiz, malzeme-malzeme şekillendirme komitemiz, makine ve diğer üretim ekipmanları komitemiz var. Bir de MİHENK var. Onu ayrıca anlatacağım. Bu komiteler tamamen işin mutfağı. Toplanıp dağıl değil, sürekli kendi sektörlerine göre bir şeyler, ürün, raporlar üretmek zorundalar. Üretmezlerse değiştiririz. Çünkü komiteler bir şey üretmezse bütün yük sekreteryaya kalır. Sektörün sorunlarını bilen ve çözüm üretebilecek olan onlar. Dolayısıyla çalışmak ve proje üretmek zorundalar, ki bu tarafı beslesinler.

Mihenk ne peki? Mihenk taşından mı geliyor?

(Gülerek) Hayır. Milli Havacılık En-düstri Komitesi’nın kısaltması. Ama kısaltması güzel denk geldi. Dünya havacılık otoritesi var: International Aerospace Quality Group. Havacılık Uzay Kalite Grup. Bütün havacılık uzay kalitelerini yönetiyorlar. Onun altında coğrafya kategorileri var. Biz Avrupa’ya bağlıyız. Avrupa’nın da Europe-an Aerospace Quality Group (EAQG) diye bir yapısı var. Bunun altında 12 tane ülke bulunuyordu. Türkiye yoktu. Türkiye olmayınca, mutfağa girmemiş oluyoruz. Girmediğimiz zaman, o kalite süreçlerinin oluşmasına katkı sunmamış, sadece emir alıp, aldığı emre göre kendini şekillendirmek zorunda kalan bir yapı ortaya çıkıyor. Ama biz havacılıkla ilgili birçok yetenek kazandık, birçok şey yaptık, bizim de artık oralarda olmamız gerekiyor. Bunun için onların bir yapısı var. O yapı da şu: Havacılık endüstrisini toplayacaksınız, bir oluşum oluşturacaksınız. Yani havacılığa platform üreten yetenekleri toplayacaksınız. Bunlara hizmet etmek durumunda olan kamuyu da bunun güdümüne vereceksiniz. Avrupa’nın mantığını rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun mantığına benzetebiliriz. Kamu, endüstriye hizmet için var, o halde endüstri kendisine yeterince hizmet edilip edilmediğini kontrol edecek bir pozisyonda olmalı. Biz o yapıyı kurup, 13. ülke olarak Türkiye’yi oraya monte ettik. Türkiye şu anda EAQG’nin kanalına girmiş oldu

Biz bu işi yapıncaya kadar Türkiye AS 9100 belgesi veremiyordu. Verebilmek için Türkiye Akreditasyon Kurumu’nun (TÜRKAK) bir sertifikasyon yetkisi akredite etmesi lazım. Ama TÜRKAK’ın bu akreditasyon yetkisini alabilmesi için bizim gibi bir kurum tarafından denetleniyor olabilmesi lazımdı. Biz o çatıyı oluşturduk. Bizim üzerimizden Avrupa TÜRKAK’ı denetler duruma geldi. Dolayısıyla biz denetler duruma geldik. Belki de Türkiye’de bir ilk: Bir sivil kurum, kamuyu denetleyecek hüviyet kazandı. Bu sayede TÜRKAK bizim bu firmalara yetki verebilir hale gelebiliyor. Onun için de Türk Loydu’nu ve TSE’yi başlangıçta görevlendirdi. Türk Loydu üzerinden daha hızlı ilerliyoruz. Türk Loydu personeline eğitim-ler alıyor, denetçiler bulmaya çalışıyor. Bu arada TÜRKAK kendisi eğitimler alıyor. Eylül’de bir eğitimi daha başladı. Kadro oluşturuyor vs. Dolayısıyla biz entegre oluyoruz. Önümüzdeki Ocak ayında denetleme talep edeceğiz. O denetleme aşaması da bittikten son-ra artık AS 9100 belgesi verebilir hale geleceğiz ve bu durum aslında milyonlarca dolar anlamına geliyor. İşin mad-di boyutunun ötesinde siz de artık bir 19otorite oluyorsunuz. Şimdi bir şey olduğu zaman duyuruyoruz, herkesten katkı istiyoruz. Katkılar sunuluyor ve en sonunda olgunlaşınca bir durum, “bu bir kriterdir” diyebiliyoruz.

SAHA’nın temel odaklandığı alan alt sistem ve sistem üreticisi firma ve firma grupları oluşturmak.

Ne tür sıkıntılar yaşıyorsunuz?

Temel sıkıntı şu: Bizim firmalarımızın büyük çoğunluğu parçacı. Fakat biz parçacı firmalarımızla dünyaya açılamıyoruz. Yani bir Seattle’a gittiğiniz zaman, Boeing’e “bizim şöyle bir firma var, çok iyi mil çekiyor, çok güzel CNC makinesi var” deseniz, bir kıymeti yok. Onu o firma çekmiyor, makine çekiyor. Biz alt sistem ve sistem üreticisi istiyoruz. Yani içinde tasarım, mühendislik, yazılım, entegrasyon vs. bütün bunların içinde olduğu ve para kazandıran bir sistem kurmaya çalışıyoruz. Mil çekmek para etmiyor.

Bu sözünü ettiğiniz alanlarda zayıf mıyız hala?

Maalesef hala zayıfız. Firmaların entegre bir şekilde çalışıyor olması gerekiyor. Ya birileri o riski alacak, ‘ben bu alt sistemi üretiyorum” diyecek. Ya da bizim gibi tamamen non profil, hiçbir şekilde ticaretin içinde olmayan, bu işi lead edebilme potansiyele erişmiş yapıların bu işi organize etmesi lazım.

Önceden nasıl oluyordu?

Doğrudan mal alımı şeklinde yapılıyordu.

İnşallah F-35 işi olmaz. Çünkü gayya kuyusu gibi. Içine daldığınız zaman bizim savunma sanayii kaynaklarımızı iliklerimize kadar sömürme potansiyeli çok yüksek. Ama biz o enerjiyle çok daha farklı alanlarda çok daha hızlı yol alabilme potansiyeline sahibiz.

Mesela vatandaş olarak sorayım, Sa-vunma Sanayii İcra Komitesi gibi ya-pılar bulunuyordu. Bu koordinasyonu sağlayamıyor muydu?

Onların yaptıkları da vardır. Bir tanesi ben yönettim. Kamunun, firmaların ti-cari işlerine girebilme refleksi çok faz-la yok. Dokusuna uygun değil. Bizim gibi STK’lar daha uygun. Bizi burada şanslı kılan, farklı sektörleri bir çatı altında toplayabilmek. Mesela STK denildiği zaman örneğin Kompotizçiler Derneği vs. anlaşılıyor. Orada kompozitçiden başka kimseyi bulamazsınız. Ama bir sistem dediğiniz zaman iş kompozitçiyle bitmiyor. Kompozit o sistemin belki yüzde üçü veya beşi. Biz o tip konsorsiyum yapılanmalarını kurabiliyoruz. Ayrıca devlet belki konsorsiyumlar kurabiliyor ama biz bir tık daha öteye geçip, o konsorsiyumlara firma kurdurabiliyoruz. O firmaya destek alıyoruz, müşteriyi o firmaya ortak ediyoruz, o firmayla dünyaya çıkıyoruz. Ayrıca o firmayı oluştururken o firmanın paydaşlarının büyüklüğü küçüklüğü bizi hiç ilgilendirmiyor. Sadece oradaki iş payları kadar o firmaya ortak olabiliyorlar. Bu da bizim ortaya koyduğumuz bir mantalite. Mesela 11 ortaklı bir firma kurduk. Onların içinde A firması var, belki oradaki firmaların tamamını satın alabilecek güçte ama A firmasının payı oradaki iş kadar. Öbürleri için de geçerli. Bizim için önemli olan işe odaklanma. Ne olursa olsun. Bütün yeteneğinle o işi bitirme-ye odaklanacaksın ve oradaki işin kadar pay alacaksın.

NŞALLAH F-35’LERİ VERMEZLER

Milli Muharip Uçak konusunda da sorular sormak istiyorum. Malum F-35 ile ilgili ABD arasında bir gerilim var. Türkiye’ye ait uçaklar verilmiyor.

(Araya girerek ve gülerek) Çok iyi yapıyorlar. İnşallah vermezler.

Türkiye bu süreçte Milli Muharip Uçak (MMU) için çok şey öğrendi diyebilir miyiz?

Evet, Milli Muharip Uçak ile ilgili çok şey öğrendik. Belki bu HÜRJET üzerinden öğrendiklerimizi sahaya taşımış olacağız. Bunun için HÜRJET çok kıymetli bir proje, güzel bir eşik. İşin o tarafı bize çok şey katıyor olacak. Fakat inşallah F-35 işi olmaz. Çünkü gayya kuyusu gibi. İçine daldığınız zaman bizim savunma sanayii kaynaklarımızı iliklerimize kadar sömürme potan-siyeli çok yüksek. Ama biz o enerjiyle çok daha farklı alanlarda çok daha hızlı yol alabilme potansiyeline sahibiz. Yani o F-35’ler envantere girdiği zaman bize oluşturacağı katma değer ile ona harcadığımız enerjiyle farklı alanlarda oluşturacağımız sistemlerin katma değeri, yön eylem araştırması bilimiy-le tartıldığı zaman, ibre benim dediğim gibi olacak. Milli üretimlere ayırabile-ceğimiz o kıt kaynakların F-35’e oluk oluk akması benim içimi yakar.

GELECEKTE YÜZDE 65 İNSANSIZ TAARRUZİ JET UÇAĞI OLACAK

Peki olmadığı zaman MMU süreci nasıl işletilir? Artı olarak şuraya da gelmek istiyorum: İnsansız Muharip Jet Uçağı planlamamız var mı?

İncelediğim bir kaynağa göre, 2030 yılında taarruzi hava gücünün yüzde 65’i insansız olacak. Yüzde 65 ABD gibi bir ülke için korkunç bir rakam. O bile taarruzi insansız hava gücünün yüzde 65’ini insansıza taşıma derdinde ise ve insansız hava araçlarında onlarla denk bir trendi yakalamış bir Türkiye’nin enerjisini hala insanlı sistemlere bu kadar vakfediyor olup, bu taraftaki gelişmeyi göremeyip, enerjiyi yüzde 35’lik bir gelecek için yüzde 65’lik bir enerjiyi feda etmesi doğru hal tarzı olmaz.

İnsanlı ile İnsansız hava taarruzi araçları arasındaki fark ne?

İnsansız olduğu zaman, o uçağı bir biyolojik organizmanın ihtiyaçlarından bağımsız bir şekilde havada tutabilirsiniz. 24 saat, 48 saat vs. Pilotu tutamazsınız. Pilotun uykusu gelecek, yorulacak, ihtiyaçları olacak vs. Ama insansızın böyle bir derdi yok. Örneğin Bayraktar’ı gönderiyorsunuz 48 saat havada kalabiliyor. Ayrıca insan vücudunun bir takım kısıtlamaları var. Mesela insanlı bir uçakta 9 G hızın üzerine çıkamazsınız. Çünkü beyindeki bütün kan çekiliyor. 9 G’nin üzerinde bir manevra şansı yok. İnsan biyolojisi buna imkan vermiyor. Ama insansız da böy-le bir sınır yok. Sınırsız hız ve manevra. Soluma ihtiyacı da yok. Öyle olunca istediğiniz irtifaya çıkabiliyor. İnsanın konforu için gerekli ekipmana da ihtiyaç yok. Mesela ne koltuk fırlatma, ne iklimlendirme, bir sürü gösterge yığma vs. gibi ihtiyaçlarınız yok. Ayrıca en önemlisi düştüğü zaman insan kaybetmiyorsunuz. Sadece paranızı kaybedersiniz. Doğrudan bilgisayar uçuruyorsunuz. İnsan hata yapabilir ama o hata yapmıyor. 3 tane yedekli sistem var. Kokpit tekliyse tek, ikiliyse pilot ve silahçı uçuyor. Başlarına bir şey geldiğinde geçmiş olsun. Ama insansız da üç yedekli sistem var. Biri sorun yaşadığında diğeri devreye giriyor. Dolayısıyla bu kadar imkân sunan ve geleceğin sistemi olan bir yapıya kaynak ayırıp oralarda trendi yakalamak varken bütün enerjiyi 5. Nesile yöneltmenin mantığı yok.

F-35’İ ABD’NİN İSTEMEDİĞİ YERDE KULLANAMAYIZ

İnsansız taarruzi uçaklar 6. Nesil oluyor?

Öyle. Hem komünikasyon teknoloji-sinde hem bilişim altyapısı itibariyle en top sistemler kullanılıyor. Mesela F-35 meselesinde göbekten bağlanıyor. Zaten sadece ekonomisini konuştuk, reel politiğini konuşmadık. İşin reel politiğine girdiğiniz zaman, F-35’i aldığınız zaman onu ABD’nin istemediği hiçbir yerde kullanabilme şansınız yok. Sıfır…

Milli yazılım geliştirilemez mi?

Geliştirilir ama milli yazılım Milli Muharip Uçak için geliştirilir. Adamdan aldığın F-35’in yazılımını kaldır, yeri-ne millisini koy, böyle bir dünya yok. Adamlar senin lojistiğini keser, geriye hiçbir şeyin kalmaz.

F-35’lerde bağımlılık yüzde 100 mü?

Evet, yüzde 100 bağımlı hale geliyor sunuz. Burada, Kale Havacılık, TAİ bir parçasını yapıyor ama bunların bü-tünün içinde bir kıymeti var ama bir uçağı idame ettirmek için benim şu kadar firmam var, onları ayakta tuta-rım diye bir şey değil. Bence insanlı çizginin Hürjet ve MMU üzerinden yü-rümesi ama ağırlığın insansız taarruzi uçaklarına verilmesi, insansız savaş uçaklarıyla dün ANKA, Akıncı, yarın başkası ama bu ülkenin bir insansız savaş uçağı yapma potansiyeli, vizyo-nu var. Dolayısıyla o vizyonun üzerin-den yürüyüp, bu potansiyeli, enerjiyi oraya yoğunlaştırarak o tarafa doğru sevk etmekte fayda olacaktır. Öznemiz insansız uçaklar. Bu stratejik ve çok önemli bir karar.

LOBİLER ÇALIŞIYOR

Kamuoyunda F-35’in alınması gerektiğini söyleyenler var.

Bir takım lobiler harekete geçmiş durumda. Yok efendim “MMU 2029’da çıkacak, üretim süreci bilmem şu ka-dar sürecek, bizim F-16’lar eskiyecek, uçaksız kalacağız, Doğu Akdeniz de kızıştı” vs. Sanki ABD’den uçak alınca Doğu Akdeniz’de kullanabileceğiz gibi lobi yapmaya çalışıyorlar. Doğu Akdeniz’de senin ayağına dolanan Yunanistan, İsrail, Mısır. ABD’den aldığın uçağı onlara kullanamazsın. Bugün ABD Senatosu’ndan, ABD’nin ulusal çıkarlarına aykırı kullanılmasının mümkün olmadığını ispat etmeden satış izni alamazsın. Kendi çıkarı için yapıyor. Irak’ta Saddam’ın füzelerini neden kullanamadığını hatırlayın. Saddam o sistemleri aldığında, onlar en gelişmiş hava savunma sistemleriydi. Ama kullanamadı. Mesela S-400 neden bu kadar yaygara kopardı.

MİLLİ SAVUNMA SANAYİİ VARLIK YOKLUK MÜCADELESİDİR

Çünkü ABD’den bağımsız kullanabiliriz. Evet, herkese karşı kullanabiliriz. S-400’lerde de Rusya’ya bağımlısınız. Rusya babasının hayrına satmadı. Onu çevirip Esad’ın tepesine binemezsin. Onun için savunma sanayii Türkiye’nin varlık yokluk parametresi haline gelmiştir. Eğer Türkiye bu coğrafyada var olacaksa milli savunma sanayii ile var olacak. Bu kesinleşti artık. Kimsenin kaçışı yok. Tıpkı İstiklal Harbi’nde verdiğimiz mücadeleyi savunma sanayiinde vermek zorundayız.

Siz anladığım kadarıyla esas mücadeleyi yerleşik mantaliteyle veriyorsunuz.

Temel problem orada zaten. Milli bakabilmek. Korona’da gördük. Sağlık Bakanlığı’nın bir tane sağlık teknolojisi üreten firma yokmuş. İş yine savunma sanayiine kaldı. Haluk (Bayraktar) Bey aradı, “Bizim hızlı bir şekilde ventilatör firması bulmamız lazım” dedi. Hatta ventilatör demiş ben vantilatör anladım (Gülüyor). Hemen aklıma vantilatör firmaları geldi, onları arıyorum. Sonra anladık solunum cihazını kastettiğini (Gülüyor). Sonra çözdük. Görev dağılımını yaptık, kim neyi yapabilir diye, yetenek matrisi oluşturduk, ilgili firmaya yönlendirdik, savunma sanayii firmalarına haber verdik, testler mestler vs. çözüldü sonra. Sağlıkta neredeyse o “aaa” diye söylettikleri tahtalar bile ithal. Günün sonunda bu kadar doları neden yabancıya kaptırdık diye ağlıyoruz. Çünkü her yerde bir ithalat lobisi var. Somali’ye yardım yapıyoruz, onlara gönderdiğimiz sağlık malzemelerini bile Almanya’dan alıp gön-deriyoruz. Bizim savaşımız algılarda, beyinlerde yürüyor. Biz kaliteli ürete-biliyoruz. Mühendislikle ilgili çözemediğimiz hiçbir şey yok. Tıkandığımız yer temel bilimler.

BİZİM SORUNUMUZ MÜHENDİS YETİŞTİRMEK DEĞİL TEMEL BİLİMLER

Açabilir misiniz bu temel bilimler me-selesini. Matematikte, fizikte, kimyada, biyolojide, astrofizikte vs. tıkanıyoruz.

Mühendisliğin temeli de bunlar değil mi?

Mühendislik ürün üreten adamdır. Teknoloji bilim üzerine oturur. Dolayısıyla bilim sizin değilse, sizin üreteceğiniz ürünler artık anonimleşmiş temel bilimler olur. Ama derindeki temel bilimle olmaz. Bizim mutlaka kendi temel bilimimize sahip olup on-dan sonra kendi bilimimizi üretebilir duruma gelmemiz lazım. Onun için de üstün zekalı çocuklarımı, dahi çocuklarımızı mühendisliğe değil temel bilimlere yöneltmemiz lazım. Mühendisin dahi olması gerekmez, sonuçta ürün üretiyor. Tıp doktorunun dahi olması gerekmez, operasyonel bir iş yapıyor. Ama o dâhinin biyoloji çalışması lazım. İnsan beynini araştırmalı. Matematik çalışmalı.

TEMEL BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ KURUYORUZ

Siz bu temel bilimler için bir çalışma yürütüyor musunuz?

Temel Bilimler Üniversitesi kuruluyor.

SAHA’nın yönetiminde olup oranın mütevellisinde olanlar var. Üniversitenin bina planlamasına yukarıdan ba-kıldığı zaman E=MC2 şekli görülüyor. Şu anda E yapılıyor. E lisans tarafı. Ve yüzde 1’lik dilimden 150-160 kişiyi yüz-de 100 bursla alacağız. Burada amacımız sanayinin temel bilim ihtiyacını karşılamak. Onun için hepsi iş garantili, yüzde 100 burslu ve akıllı çocukları alacağız buraya.

Ne zaman bitmesi ve alım başlaması planlanıyor?

2022’de başlayacak gibi görünüyor. Zaten iş bununla bitmiyor. C2’yi üstün zekalıların lisesi yapmayı planlıyoruz. Rusya’da bu sistem var. Hatta Putin yılın iki haftasını bu çocuklarla geçiriyor. O kadar önem veriyorlar yani. E’de lisans eğitimi vereceğiz. M’de Temel Bilimler Araştırma Merkezimiz olacak. Benim, bu M’yi üzerinde hiçbir kurum, bürokratik hiçbir şey olmadan doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlamak gibi bir çırpınışım var. Hiç kimse girmesin oraya. O insanlara proje bile vermeyelim. Önlerine oyuncaklarını koyalım, onlar araştırsınlar, oynasınlar. Zaten çıkacaktır bir şey. Oraya 20-30 insanı oraya vakfetseniz, onlardan bir ya da ikisinin bile Türkiye’yi nereye taşıyacağını bilemezsiniz. En akıllı çocukları mühendis veya doktor yapmak, üçüncü dünya ülkelerine kurulmuş bir tuzak. Sınav sistemimiz bile zekayı değil, sınava hazırlığı ölçüyor. Türkiye birincilerine ikincilerine bakın, en zekiler değil en çalışkanlar. Mesela çocuk matematikte çok iyi ama biyolojiden nefret ediyor. Zaten matematik de-hasını biyoloji çalıştıramazsınız. Öyle olunca da Fen puanı düşük kalıyor. Belki de dereceye girmeyenler arasın-dan çocukları bulacağız.

Peki o çocukların belirlenmesini nasıl yapacaksınız?

Bütün uluslararası standartlara göre kabul edilmiş dört aşamalı bir seçme yöntemi var. Onun için bizim oturup bir yöntem geliştirmemize gerek yok. Dünyada kabul gören yerleşik bir sistem var zaten. O sisteme göre seçilebilir. Bakın bir ülkede ne kadar deli varsa o kadar da dahi vardır. Bu çan eğrisinin iki ucudur.

Üniversitelerimizin hemen hepsinde temel bilimler var. İTÜ’sünde, ODTÜ’sünde vs. Farkınız ne olacak?

Bu bölümleri seçmelerindeki neden, mühendisliklere giremeyince işsiz kalmayıp, öğretmen olmak istemeleri. Bakın size bir olay anlatayım. Benim kuzenimin eskiden dershanesi vardı. FETÖ olaylarından sonra okula dönüştü. Dershaneler devam ederken, bir gün beni aradı, “Ağabey bende bir çocuk var, hiç çalışmadı, Türkiye ikincisi oldu. Ben ne yapayım bu çocuğu” dedi. “neye yatkın” diye sordum. “Fizik ve matematik süper” dedi. “ODTÜ Fizik’e ver işi benden” dedim. Çağırmış babasını “Birinci sıraya ODTÜ Fizik yazıyorum” deyince babası kıyameti koparmış, “Sen benim oğlumu öğret-men mi yapacaksın, Türkiye ikincisinin Fizik’te ne işi var” diye. Sonra bir özel üniversite kapmış, Ekonomi bölümüne gitmiş. Sonra çocuk kuzenimle yazışmış, “ben burada sıkıldım, buradaki çocuklar hem paralı hem de kafaları pek basmıyor, ben bunlara özel ders veriyorum, burstan daha çok para kazanıyorum” demiş. Ondan sonra oradan da sıkılıyor, Denizli’ye dönüyor, yine canı sıkılınca Pamukkale Üniversitesi’nde işletme okuyor ve şimdi Maliye Bakanlığı’nda vergi denetim gibi bir biriminde çalışıyor. Kayıp bir hayat. Gitti o çocuk. Hayatı boyunca sıkılacak. Standartının hep altında işler.

Bu pandemi sürecinde reel fuar ertelendi. Sanal SAHA EXPO ile ilgili plan-lamanız nedir?

Biz 2016 yılında çok sayıda ortağımız-la Kalkınma Ajansına bir proje verdik. Proje yönetici bizdik. Firmaların envanterini çıkarma ile ilgili bir projeydi. Günün sonunda bir sanal fuar hedefimiz var dedik. O zaman FETÖ’cülerin varlığı dolayısıyla bizim proje geçmedi. Hatta rahmetli İbrahim Çağlar kıyameti koparmıştı. O da yönetimdeydi. Sonra 15 Temmuz olunca bizim proje araya kaynadı gitti. Geçen TEKNOFEST’te bizim yanımızda BİTES Savunma vardı. Onlar da sanal gerçeklik gözlükleri getirmişlerdi. BİTES’in sa-hibi Uğur Bey’e “Benim böyle yarım kalmış işim var” deyince o da heye-canlandı. Daha ortada pandemi yokken 2019 yılının Kasım ayında biz sanal fuarın demosunu yaptık. Benim derdim 365 gün açık, benim firmalarımın yeteneklerinin, ürünlerinin tanıtıldığı bir ortam oluşturmak. Bunu dünyaya servis edebilelim. Pandemi vs. olunca sanal fuara karar kıldık. Şu anda savunma alanında dünyada tek. Ürünler incelenecek, sanal geziler yapılacak. 2016’daki vizyonumuz bizi buralara taşıdı. Aslında biz fuarı Mart’ta icra edecektik ama buraya kaldı. Çünkü insanlardaki algı iklimi bozuldu. Sanalı da öyle kurguladık ki, gerçek fuarda olan her şeyi sanalda yaşatıyoruz.

O nasıl olacak?

Gerçek fuarda ne yaparsınız? Gezer-siniz, ürünleri incelersiniz, stantlarda dolaşırsınız vs. Aynısı olacak. Danışma’dan giriyorsunuz, koridorlarda dolaşıyorsunuz, geziyorsunuz, ürünü inceliyorsunuz, sağına soluna bakıyorsunuz, yetkilisiyle konuşuyorsunuz. Orada bir tabela olacak. Sayfalar var. Bunlardan bir tanesi o istediğiniz ürüne ait PDF tanıtım broşürü. Onu indirebiliyorsunuz veya orada açıp okuyabiliyorsunuz. İlgili ürünün videosu varsa, onu izleyebiliyorsunuz. O ürün hakkında bilgi almak istiyorsanız da firma yetkilisiyle canlı görüşme yapıyorsunuz.

Eğer delegasyon veya katılımcı firmaysanız B2B veya B2C planlamasına dahil olabiliyorsunuz. Ben şu gün şu saatte şu firmanın tedarik direktörü ile görüşmek istiyorum diyorsunuz ve karşı taraf da bunu konfirme eder-se, o saat o dakika geldiğinde sistem sizi ikaz ediyor, görüşmeniz var, sizi bekliyor diye. Bu sefer canlı görüşme başlıyor. Yani gerçek fuardaki bütün fonksiyonları orada gerçekleştirebiliyorsunuz. Ayrıca sizin toplantı yapma ihtiyacınız varsa, toplantı odasına ge-çip, bunu gerçekleştirebiliyorsunuz.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close