Kıbrıs’ta İki Devletli Çözüm - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Kıbrıs’ta İki Devletli Çözüm

Abone Ol 

1968 yılından bu zamana kadar devam eden ve 1977 yılından itibaren de federasyon üzerine inşa edilmiş Kıbrıs Müzakereleri her defasında Rumların çözüm istememesinden dolayı sonuca ulaşamamıştır.

Prof. Dr. Mehmet Nesip ÖĞÜN tarafından M5 için kaleme alınmıştır.

Bu kapsamda, nihayet çok defa denenmiş federasyonun artık görüşülmeyeceğini söyleyen ve bunu tüm Dünya’ya ilan eden bir Türk tarafı bulunmaktadır. Bundan dolayı, Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Tatar’ı bu yeni stratejilerinden dolayı tebrik ediyorum. Aynı zamanda, mükemmel bir uyum içinde çalışan Türkiye Dışişleri Bakanı Sn. Mevlüt Çavuşoğlu ve KKTC Dışişleri Bakanı Sn. Tahsin Ertuğruloğlu’nu da burada not etmek gerekiyor. Çünkü aynı istikamette yol alan ve aynı idealler üzerinde Kıbrıs Türk Halkının menfaatlerini koruyan iki bakan görev yapmaktadır. Bu tüm Türk Halkı için de büyük bir şanstır.

2021 Nisan ayında Cenevre’de gayri resmi 5+1 toplantıda Türk tarafı daha önce dile getirdiği iki devletli çözümü ortaya koyacak ve neden bu duruma gelindiğini muhataplarına anlatacağını düşünüyorum. Bu kapsamda yapılması gereken,Federasyonun Kıbrıs’ta neden bir çözüm olmadığı ve olamayacağı anlatılmalıdır.

Federasyon görüşmeleri, yönetim, güç paylaşımı, ekonomi, AB, mülkiyet, toprak ve güvenlik, garanti başlıkları altında yürütülmüştür. Önceki yılarda her ne kadar Birleşik Federal Kıbrıs bağlamında bir çözüme yaklaşıldığı düşünülse de, Türk tarafı ile Rum tarafı arasında çok büyük fikir ayrılıklarını olduğundan bir sonuca ulaşılamamıştır. Rumların üniter ve çoğunlukçu bir devlet yapısını istediği, Türklerin ise devlet düzeyindeki siyasi ve idari müesseselerde var olacakları, kurucu birimlerinde bağımsız hareket edebilecekleri ve kendilerini idame ettirmeye yetecek sosyal ve ekonomik kaynakları ellerinde tutacakları bir federal çözümü istedikleri  görülmektedir.

Yönetim ve güç paylaşımı başlığı ile ilgili olarak, Türk tarafı dönüşümlü başkanlık istemiş ancak Rum tarafı azınlığın çoğunluğu yönetemeyeceğini söylemiş ve ayrıca başlarında bir Türk Başkan görmek istemeyeceklerini her şeklide ifade etmişlerdir.

Ayrıca Türk olacak başkan yardımcısının önemli konularda veto hakkı olup olmayacağı da açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu başlıktaki en önemli konulardan bir tanesi de kurucu devletlerin yetkilerinin ne olacağıdır. Rum’ların domine edeceği merkezi ve federal bir yapı içerisinde yetki alanı sınırlandırılmış bir Türk devletini büyük tehlikelerin beklediği açıktır.

Toprak düzenlemesi ile ilgili olarak, Kıbrıs Ada’sı üzerinde KKTC’nin bulunduğu toprak yüzdesi %36’dır. Rum tarafı ve maalesef Türk tarafındaki bazı kesimler yapılacak düzenlemede Türk tarafına %27 toprak verilmesini talep etmekte ve Rum tarafı Maraş, Güzelyurt ve Karpaz’ı da istemekte, verilecek bu topraklara 100.000’e yakın Rum’un yerleşmesine olanak sağlayacak bir anlaşma istemektedir. Güzelyurt Kıbrıs’ın en sulak bölgesi ve narenciye merkezidir.Türkiye’den gelen suyun kullanılması ile tarıma en verimli olan Güzelyurt Bölgesinin Rum’lara verilmesi halinde KKTC’nin çok önemli hayat kaynaklarından birinin kesilmesi söz konusu olacaktır.

Ayrıca, Karpaz bölgesi stratejik ve Türkiye’nin güvenliği açısından çok kritik bir öneme sahiptir. Karpaz’ın Rum’lara verilmesi demek, denizlerde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin de Rum’lara verilmesi demektir. Bu şekilde Rum’lar, Yumurtalık ve İskenderun’daki boru hatları ve Mersin limanına giriş ve çıkışları kontrol edecek hale geleceklerdir.

Federasyonun neden çözüm olmayacağı Rum muhataplar, AB, uluslararası topluma anlatılırken aynı zamanda da içeride KKTC’de yaşayan halka da izah edilmelidir. Zira, hala Rum partilerle online toplantılar yapan, çözümün sadece federasyon olduğunu savunan ve bu görüşünden milim geri adım atmayan çok ciddi sayıda Kıbrıs Türk’ünün olduğu da unutulmamalıdır. Çünkü, dışarıya tek ses olarak cevap vermek çok önemlidir.

AB’nin, AB müktesebatına aykırı olarak GKRY’nin AB üyeliğini onaylaması dâhil olmak üzere yanlı tutumlarının anlatılması gerekmektedir.

Kıbrıs’ta Türkiye Cumhuriyetinin Garanti ve İttifaklar Anlaşması çerçevesinde neden garantilerinin devam etmesi gerektiği, son yüzyıl içerisinde Avrupa’nın göbeğinde yaşanan onca vahşet olaylarında Avrupa ülkelerinin hiçbir şey yapmadığı ve bunun da gelecek açısından bir fikir verdiği görülmektedir.

BM Barış Gücünün 1964’ten beri Ada’da faaliyet göstermesinin bir anlamı olmadığı, 1963-1974 yılları arasında yaşanan olaylarda yeterli olmadığı, Ada’ya gerçek anlamda barış ve huzurun 1974 Mutlu Barış Harekâtından sonra geldiğinin anlatılması ve böylece ne AB’nin ne de BM’nin Ada’da güvenliği sağlayamayacağı ve garanti olamayacağı çok açıktır.

1959 Zürih Anlaşmasında ve 1960 yılında ilan edilen ve Kıbrıslı Türklerin de “Kurucu Ortak” olarak yer aldıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda yer alan “Ek I, Garanti ve İttifak Anlaşması”nda; Türkiye’nin de garantör olmasının çağa uygun olmadığı, garantörlüklerin kaldırılması gerektiği, eğer ille bir garantör olması gerekiyorsa, BM veya AB’nin garantör olabileceği gibi söylemler mevcuttur. (Burada Rum tarafının garantilerin çağ dışı olduğu söylemini hatırlamakta fayda var, Ayrıca, bir önceki Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı da tarihte o kadar olay yaşanmamış gibi garantiler tabu değildir diyerek kamuoyuna yapmış olduğu açıklamaları da buraya yazmamız gerekiyor. Zira, Türkiye Cumhuriyetinin garantörlüğü ne çağ dışıdır, ne de tabudur, zaruretten doğan bir ihtiyaç Kıbrıs Türkünün emniyeti ve güvenliğidir. Tarih açık ve seçik ortadadır.)

Birleşik Kıbrıs fikrinin Ada’da yaşayan iki farklı halkın birbirinden çok farklı oldukları, tarih boyunca kabaca ortak bir kültür oluşmasına rağmen (bu ortak kültür fikri Osmanlı coğrafyasının çoğu yerinde de kendini göstermektedir) asla bir Kıbrıslılık fikrinin oluşmadığı, esasen Osmanlı döneminden bu 1974 yılına kadar iç içe değil hep yan yana bir yaşamın olduğu, Rumlar ile Türkler arasında sosyal, ekonomik ve siyasi bir ortaklığın hiçbir zaman olmadığı (1960 Cumhuriyetinde net olarak görülmüştür), Ada’da dilleri, dinleri, kültürleri, yaşam biçimleri, algılamaları, örf ve adetleri farklı iki toplumun olduğu ve bu toplumun yan yana yaşamaktan memnun olduğu ve Güney’in çok sert bir şekilde Kilise’nin etkisi altında olduğu, bununla beraber radikal denebilecek bir yapının hakim olduğu, Ada’da kime hizmet ettiği belli bir grubun Kıbrıslılık fikrini savunduğu ama altının çok boş olduğu anlatılmalıdır. Aslında Rum tarafının konunun başından beri hep aynı yerde olduğunu, Enosis hayalleriyle tüm adaya sahip olmak istedikleri değişmeyen bir gerçektir.

KKTC’nin resmi olarak ilan edildiği 15 Kasım 1983 tarihinden önce Yunan Başbakan Andreas Papandreu Kıbrıs sorununun tüm uluslararası arenada duyulmasını sağlamak için bir haçlı seferine ve tüm dünyadaki ‘Elen’lerin çaba harcamasına gerek olduğunu ve kendisinin bunu başlattığını söylemiştir.

Bunun yanında, dönemin Rum Lideri Kipriyanu dan Papa’dan “Türklere karşı açtıkları Haçlı Seferi için destek isteyeceğini belirtmiştir. Başka bir deyişle, tarih sayfalarında okuduğumuz haçlı seferlerini Kıbrıs sorunu için dile getirecek kadar ileriye gitmişlerdir. Bu husus aslında çok önemli bir konudur. Kıbrıs konusunu yeni duyan ya da yeni çalışmaya başlayan insanlar için Rum tarafının nasıl bir ruh halinde olduklarını anlama açısından son derece önemlidir.

Bu aşamadan sonra da, iki devletli çözüme yönelik zaten Ada’da mevcut iki devletin var olduğu, BMGK’nin yanlı ve siyasi olarak almış oldukları kararların geri çekilmesi gerektiği, toprak ve mülkiyet düzenlemeleri üzerinde yoğunlaşılarak, KKTC’nin tanıtılması hamlelerinin hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, bu yazıda Türkiye Cumhuriyetinin pozisyonu, Doğu Akdeniz enerji durumu, jeostratejik önem ve Türkiye’nin önceliklerine değinilmemiştir. Ancak, daha önceki yazılarımızda değindiğimiz gibi bölgede çok güçlü, savunma sanayisinde kendi silahlarını üreten, Doğu Akdeniz’de uluslararası hukukun kendisine tanıdığı yetkilerle etkin bir Türkiye Cumhuriyeti vardır. Her olay ve durum kendi zaman ruhu içerisinde değerlendirilmelidir. KKTC Anayasası çok açıktır. 1983 yılından beri tüm devlet teşkilatlarıyla yaşayan bir cumhuriyet mevcuttur. KKTC’nin yaşatılması ilk hedef olmalıdır.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close