Kapalı Maraş’ın Açılması: Kıbrıs’ta Barışçı Ve Uzlaşmacı Değişim - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Kapalı Maraş’ın Açılması: Kıbrıs’ta Barışçı Ve Uzlaşmacı Değişim

Abone Ol 

Maraş’ın açılması ne kadar önem arz ettiğinin açıklanmasında, enerji denklemi ve siyasal değişimin doğru analiz edilmesini gerekli kılmaktadır. Meseleye bu tespitten hareketle yakından bakıldığında,  Kıbrıs Adası, stratejik konumu tarihte daima küresel güç merkezlerinin ilgi odağında ve hâkimiyet mücadelelerin sıklıkla bir ada olarak coğrafi önemini korumakta olduğu bilinen bir gerçektir.

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın tarafından M5 için kaleme alınmıştır.

’Doğu Akdeniz’de süren hidrokarbon arama faaliyetlerimizin tek amacı ülkemizin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin menfaatlerini korumaktır. Doğu Akdeniz’de ülkemizin dışlandığı hiçbir projenin ekonomik, hukuki, diplomatik bakımdan hayata geçme şansı yoktur. Gelin tarih boyunca medeniyetlere beşiklik yapmış Akdeniz’i çatışma değil, işbirliği sahasına dönüştürelim.’’

                                                                                                 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

1974 öncesi Akdeniz’in en seçkin tatil merkezlerinden biri olan ve adanın ekonomik olarak en gelişmiş şehri olma özelliğini taşıyan Maraş, 13 Ağustos 1974’te İkinci Kıbrıs Harekâtı sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. Kıbrıs Sorunu ‘nun yaklaşık yarım yüzyıllık siyasal ve ekonomik tarihinde, Birleşmiş Milletler’in hukuki arabuluculuk girişimlerine rağmen; tarafların müzakerelerinde kalıcı ve tatminkâr bir çözüme ulaşmak, Rum kesiminin uzlaşmazlığı esas alan statükocu yaklaşımları nedeni ile mümkün olmamıştır. Maraş, 1980 ve 1990’lı yıllarda defalarca masaya getirilmiş olmasına rağmen Rum kesiminin karşı çıkması sebebiyle neticeye kavuşturulmamıştır.

Bu sonu gelmeyen kördüğümü kesmeyi, Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargoları, yapılan haksızlıklara nihayet vermeyi hedefleyen Başbakan Tatar, KKTC’nin edindiği kapasiteyle, Kapalı Maraş’ı açıp ekonomiye kazandırılabilecek bir noktada olduklarına inandıklarını ve “Büyük ölçüde vakıf malı olan toprakları tekrardan ülkemize kavuşturmak hepimizin milli bir görevidir” görüşünü öne sürmüştür. Tatar, Maraş’ın ekonomiye kazandırılabilecek yönünde sürdürülen 2019’da başlatılan açılım planlamalarının, “uluslararası hukuka ters düşmeyecek” bir model oluşturulmasının gerçekleşeceği müjdesini vermiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin katılımları ile birlikte Kıbrıs’ta 46 yıl sonra Maraş bölgesi iskâna açılmıştır.

Müzakere süreçleri içerisinde Rum tarafının ortak devlet idaresini Türk toplumu ile paylaşmak istememesi ve asli paradigma olarak Annan Planı’nın Rumların olumsuz tutumundan dolayı gerçekleştirilememesi müzakere sürecinin sonuçsuz kalması ile başarısız olmuştur.

Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın tek taraflı desteğini arkasına alan Rum yönetimi, Ada’nın siyasal yönetiminin bölgenin tek hâkim sıfatı ile hareket etmesi, esasen gelinen kilitlenmedeki temel unsur olarak şekillenmiştir. Bu bağlamda, Maraş’ın açılması KKTC’nin uluslararası hukukta sonuçlar doğuracak bir devlet tasarrufuna gittiğinin göstergesidir. Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynaklar hususunda Rum kesiminin, bölgenin tek hâkimi olarak hareket etmesi ve bu kaynakları ‘milli çıkar’ olarak değerlendirmesi ve Kuzey Türk kesimini bu süreçten dışlaması bu süreci hazırlayan bir diğer önemli etkendir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın Maraş adımı ‘ılımlı politikasını’ değiştirdiğinin ve kalıcı bölünmenin ilan edildiğinin göstergesidir.

Maraş’ın açılış törenlerine iştirak eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek durumundayız. Bugünkü attığımız adım ve süratle yapılan çalışmalarla yeni bir süreç başlamıştır. Maraş için yeni bir süreç başlamıştır. Buranın gerçek sahipleri bellidir. Gerçek sahiplerine kavuşacağı günü beklemektedir. Maraş kendi asıl sahiplerine kavuşmuştur.” değerlendirmesinde bulunmuştur. Kıbrıs uyuşmazlığının bir mihenk taşı olarak tanımlanan Maraş’ın açılması, çözümsüzlüğün arkasında ortaya koyulan dayatmalara karşı esasen; Kıbrıs meselesinde önemli bir değişimin, farklı bir yaklaşım döneminin başlangıcındaki kritik hamle olarak nitelendirilebilir.

Bu çerçevede, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise, Bize yakışan doğru bir adımdı. Buradaki mal ve mülk sahipleri gelebilirler. Kendilerine iade edebiliriz. Bu şekilde burası açılacaktır. Bizim yolumuz barış, güvenlik yoludur” demiştir.

Bu tarihi açıklamalar ışığında meseleye yeniden dönecek olursak, kanaatimizce, Maraş’ın açılması KKTC’nin siyasi ve ekonomik hayatında, önemli bir değişimin başlangıcıdır. Ada’da uyuşmazlık, çatışma ve gerginlik seçeneği yerine, barışçı ve uzlaşmacı zemine dayalı bir iş birliği modelini öne alan bir yaklaşımla, Maraş sakinleri ve mülk sahiplerini hukukun üstünlüğü ve hakkaniyete dayalı esaslar üzerinde atılacak adımlar; Kıbrıs meselesinin çözümü konusunda çok önemli bir yolu da açabileceği varsayılmaktadır. 

DOĞU AKDENİZ’DE SİYASAL GELİŞMELER VE ENERJİ PROJELERİNİN KİLİT ADA KIBRIS’A ETKİLERİ 

Maraş’ın açılması ne kadar önem arz ettiğinin açıklanmasında, enerji denklemi ve siyasal değişimin doğru analiz edilmesini gerekli kılmaktadır. Meseleye bu tespitten hareketle yakından bakıldığında,  Kıbrıs Adası, stratejik konumu tarihte daima küresel güç merkezlerinin ilgi odağında ve hâkimiyet mücadelelerin sıklıkla bir ada olarak coğrafi önemini korumakta oleduğu bilinen bir gerçektir. Ancak, Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Arap Baharı ile bölgede yerinden oynayan taşlar ve en önemlisi teknolojideki yeni gelişmelere bağlı olarak, enerji politikalarında yeni bir sürece girmiştir.   İsrail ve Mısır’ın deniz yetki alanlarında yeni gaz rezervlerinin ortaya çıkmasının hemen ardından, Kıbrıs; süratli bir şekilde  uluslararası enerji şirketleri ile Rus gazının tekelinden uzaklaşmak isteyen Avrupa Birliği’nin öncelikli gündemi haline gelmiştir. Esasen, Doğu Akdeniz diğer adıyla Levant Havzası ; Türkiye, Mısır, İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye, KKTC ve GKRY’nin ortak deniz alanlarını paylaştığı kıyı bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Levant Bölgesi, sahip olduğu jeo-stratejik konumu sayesinde tarih boyunca siyasi ve ekonomik olarak Akdeniz coğrafyasının en kritik noktalarından biri olmuştur. 

 

TPAO’nun Ruhsatlı Arama Parselleri

Nitekim, Doğu Akdeniz’de 2008 senesinden bu yana yapılan enerji keşif çalışmaları, önemli miktarda petrol ve doğalgazın keşfedilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu keşifler sayesinde, Doğu Akdeniz, potansiyel açıdan mühim bir enerji transferi merkezi dönüşmüştür. Bölgede yeni keşfedilen petrol rezervleri ve doğalgaz yatakları, bu enerji kaynaklarının paylaşımının yanında deniz alanlarının paylaşımını da gündeme getirmiştir. Bu durum karşısında Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler arasında yaşanan deniz alanlarına ilişkin anlaşmazlıklar, bölgede tansiyonun yükselmesine neden olmuştur.

Keşfedilen yeni hidrokarbon kaynaklarıyla  birlikte , Arap Baharı Suriye ve Libya iç savaşları ile başlayan yeni istikrarsızlıklar ve Akdeniz’de Kıbrıs adasının açıklarında bulunan yeni enerji kaynaklarının keşfi; kıyıdaş devletlerin enerji politikalarında farklı uyuşmazlıkları ve uluslararası hukuk prensipleri çerçevesinde çözüme kavuşturulamamıştır.

İkinci değişim olarak, Kıbrıs Adası; askeri deniz üsleri elde etmek, silahlanma faaliyetleri için pazar elde edebilmek enerji kaynaklarından pay alabilmek maksadı ile hareket eden ABD, Rusya, AB ve Çin’in çıkarlarının çatıştığı bölge olarak, uluslararası paylaşım ve rekabet sorunlarının hareketlendiği, kritik bir jeopolitik sürüklenme içine girmiştir.  

Türkiye-KKTC’nin Ruhsatlı Arama sahaları  

Akdeniz’de Kıbrıs’ı çevreleyen alanda, dört önemli enerji sahası ortaya çıkmıştır. Bunlar: “Afrodit: Kıbrıs Adası’nın güneyindeki saha, Leviathan: Kıbrıs Adası ile İsrail arasında (Afrodit’in güneydoğusunda) kalan saha, Nil: Kıbrıs Adası ile Mısır arasında kalan saha, Herodot: Kıbrıs Adası ile Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan sahadır”. Keşfedilen ve keşfedilmeyi bekleyen bu hidrokarbon kaynakları ile Doğu Akdeniz, küresel enerji haritasında yeni bir kırılma noktası olmuştur. 2 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan, İsrail ve GKRY arasında “EastMed” şeklinde isimlendirilen Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı’nın inşası için 6 milyar dolar tutarında bir anlaşma yapılmıştır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki aktif politikaları, Türkiye’yi devre dışı bırakan girişimlerin ivmelenmesi ile sonuçlanmıştır. Atina, Tel-Aviv (Kudüs) ve Lefkoşa, daha önceden açıkladıkları üzere Atina’da bir araya gelmişler ve Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya Akdeniz altından yapılacak boru hattı ile iletimi için 6 milyar dolarlık bir anlaşma akdetmişlerdir. 20.yüzyılda enerji kaynaklarının uluslararası sistemde güç mücadelelerini belirlemesi ile Doğu Akdeniz’in dolasıyla Kıbrıs’ın da önemi mevcut sistem içerisinde bir hayli artmıştır.

Özellikle küresel güçlerin enerji kaynakları için Ortadoğu’yu cazibe merkezi olarak görmeleri ve Doğu Akdeniz’in jeopolitik anlamda Ortadoğu coğrafyasının kontrolü noktasında kilit rol oynaması, dolaylı yönden Kıbrıs adasının da önemini büyük bir ölçüde etkilemiştir.

Öte yandan, dikkat edilmesi gereken bir diğer hayati unsur; Kıbrıs’ın aynı zamanda, Orta Asya ve Kafkaslar’daki enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara ulaştırılması noktasında, İskendurun Liman’ını denetleyebilme imkânına sahip olan, bu güzergâhtaki deniz ticaretinin düğüm noktasıdır. 

Türkiye ve KKTC Kıta Sahanlığı 

Akdeniz, Avrupa ve Ortadoğu’yu etkileyebilmesi sebebiyle, küresel ve bölgesel güçlerin kontrol altında bulundurmak istediği ada, bu özellikleri sayesinde hem küresel hem de bölgesel jeopolitik ve jeoekonomik dengeleri etkileyebilen stratejik bir nokta olmuştur. GKRY’nin uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak Kıbrıs açıklarında deniz alanlarını ihlal etmesine karşılık, 21 Eylül 2011 tarihinde New York’ta KKTC ile Türkiye arasında ‘‘Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması’’ imzalanmıştır. Bu izne istinaden, Piri Reis araştırma gemisi, ilgili ruhsat alanında 23 Eylül 2011’de faaliyetlerine başlamıştır. Ayrıca Türkiye ile Shell şirketi arasında da Antalya, Mersin ve İskenderun Körfezi civarında ve Türkiye’nin kıta sahanlığı dâhilinde petrol ve doğalgaz aramasına dair anlaşma 23 Kasım 2011’de imzalanmıştır. Türkiye tarafından GKRY’nin uluslararası hukuka aykırı olarak MEB ilanına karşılık olarak da, BM’ye 18 Mart 2019 tarihinde gönderilen mektupta, Akdeniz kıta sahanlığını 28 derece batı meridyeni ile 32 derece, 16 dakika, 18 saniye doğu meridyeni arasındaki bölge olarak tanımlamıştır. 

Ada’nın ortak zenginlikleri üzerinde herhangi bir karar alınırken, Kıbrıs Türklerinin de bu kararların alındığı mekanizmalara dâhil edilmeleri gerektiği açıktır. Nitekim, KKTC 13 Temmuz 2019 tarihinde son derece isabetli ve zamanlı bir öneri yapmıştır.

Türkiye’nin tam destek verdiği bu öneri, Kıbrıs Türkleri’nin ve Rumları’nın, Ada’nın eşit ortakları olarak, eşit haklara sahip oldukları hidrokarbon kaynakları konusunda, gelir paylaşımı dâhil iş birliği yapmalarını ve bu kaynaklardan eşzamanlı olarak birlikte yararlanmalarını öngörmektedir. Ancak, Rumlar bu yapıcı öneriyi, 2011 ve 2012’de olduğu gibi reddetmiştir. GKRY hidrokarbon konusunu, Kıbrıs Türkleriyle paylaşması ve birlikte karar alması gereken bir unsur olarak görmemektedir.

Türk tarafı bugüne kadar Ada’nın etrafındaki hidrokarbon kaynaklarının “barış ve istikrar” unsuru haline gelmesi için çaba göstermiştir. Bu önerinin hayata geçirilmesi, bölgesel barış, istikrar ve iş birliğinin gelişimine katkıda bulunacak ve Kıbrıs meselesinin çözümü için de uygun bir zemin yaratacaktır. Bununla birlikte, Kıbrıs Türklerinin hakları garanti altına alınmadığı sürece, Türkiye Petrolleri, KKTC makamlarının kendisine verdiği ruhsat sahalarındaki sondaj ve sismik araştırma faaliyetlerini kararlılıkla sürdürecektir.

TPAO’nun Arama ve Sondaj Faaliyetleri 

Kıbrıs Adası civarında keşfedilen yeni enerji sahalarının işletilmesinde, uluslararası hukuka aykırı yöntemler benimseyen GKRY’nin girişimleri, bölgesel enerji denkleminde çatışmaların ana sebebi olmuştur.  GKRY’nin, KKTC ve Türkiye’yi saf dışı tutarak kıyıdaş devletlerle yaptığı MEB anlaşmalarında iki ülkeye ait deniz yetki alanlarını ihlal etmesi Ankara Hükümeti ve Rum Yönetimi arasında gerginliğe sebebiyet vermiştir. Ankara Hükümeti yapılan anlaşmaların uluslararası hukuk kurallarına aykırı olduğunu ve yapılan anlaşmaları kabul etmediğini bir nota ile BM üyelerine duyururken, GKRY ile MEB anlaşmaları yapan Mısır ve Lübnan’a notalar vererek, Kıbrıs konusunun Türkiye için hassas olduğunu sert bir tavırla dile getirmiştir

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close