Analiz: "ABD sonrası bölgesel sistemin temelleri" ve Çin'in politikası - M5 Dergi
DünyaÖne Çıkan

Analiz: “ABD sonrası bölgesel sistemin temelleri” ve Çin’in politikası

Abone Ol 

Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme mutabakatının imza törenine Çin’in ev sahipliği yapması, ‘ABD sonrası bölgesel sistem’in son göstergesi oldu.

ABD Başkanı Joe Biden’ın geçen yıl Ortadoğu’ya düzenlediği ziyaret küçük çapta olmasına rağmen bazı zaferlere tanıklık etti.

ABD ekim ayında İsrail ile Lübnan arasında yıllardır süren bir deniz sınırı anlaşmazlığını çözüme kavuşturan dönüm noktası niteliğinde bir anlaşmaya aracılık etti.

Biden yönetimi, Bahreyn, Mısır, İsrail, Fas, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD’yi içeren Negev Forumu’nu kurarak bölgesel entegrasyonu teşvik etmek için çaba sarf etti.

Ayrıca İsrail ile Washington’un Ortadoğu’daki ortakları arasındaki savunma iş birliğini geliştirmeye yönelik girişimleri oldu.

Bu adımlar, Washington’ın bölgedeki önceliklerine işaret ediyor: İsrail’in daha geniş Ortadoğu’ya entegrasyonu, bölgesel çatışmalarda gerilimin yükselmesini engellemek ve İran’ı kontrol altına almaya yönelik ortak çaba.

Biden önce İran’ı düşündü. Kadınlar liderliğindeki protesto hareketinin sürmesine rağmen Tahran, Körfez Arap komşularıyla -önce BAE ardından daha önemli olan Suudi Arabistan ile- imzaladığı normalleşme mutabakatları yoluyla bölgesel ve uluslararası izolasyonundan kurtuldu.

Irak ve Umman Sultanlığı, yıllar boyunca Suudi Arabistan ile İran arasında temel ve derin diyaloglara ev sahipliği yaparak katkıda bulundular.

Gelgelelim mart ayında normalleşmenin bitiş çizgisini geçmesini sağlamaktaki belirgin Çin rolü birçok kişiyi şaşırttı, ABD’nin Ortadoğu meselelerinde azalan önemine dair halihazırda yaygın olan algıları ve yorumları alevlendirdi.

Bu arada, İran’ın nükleer yetenekleri gelişmeye devam ediyor. Biden yönetiminin en önemli önceliği olan İran ile nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma umutları neredeyse tamamen yok oldu.

Daha da kötüsü, Ukrayna savaşının ortasında Rusya’nın Tahran ile bağları derinleşirken, Moskova nükleer diplomaside daha az aktif bir rol oynadı.

Ama belki de Amerikan çıkarları için daha endişe verici olan, yurt içi tüketim için indirimli Rus petrolünden yararlanan bazı Körfez ülkeleri dahil olmak üzere Rusya’nın Washington’ın en yakın bölgesel ortaklarına, petrol ihracatının devam etmesiydi.

İthal edilen ucuz Rus petrolü küresel fiyatların yükseldiği bir zamanda söz konusu ülkelere kendi üretimlerini daha fazla ihraç etme olanağı tanıyor.

Buradaki etmen kâr maksimizasyonu olsa da, Washington’un bölgesel müttefiklerinin Rus petrolü ithal etmesinin etkisi, Batı’nın Moskova’ya yönelik yaptırımlarının etkisini sınırlamak oldu.

Batı’nın itirazlarına rağmen Körfez dışındaki Arap ortakları da Rusya ile iş yapıyor.

Son zamanlarda ABD istihbaratı, Rusya’nın bazı ülkelerden mühimmat ve teçhizat temin etme girişimine ilişkin belgeleri sızdırdı.

Bu şüphesiz Washington’daki politika yapıcılar için bir endişe kaynağı.

Bu arada İsrail’de mevcut hükümetin politikaları İsrail tarihinin en tehlikeli kargaşa dönemlerinden birini ortaya çıkardı ve bu da İsrail’in bir demokrasi olarak geleceğiyle ilgili belirsizliği artırıyor.

İsrail içindeki huzursuzluk, Batı Şeria’da ve İsrail’in kuzey ve güney sınırları boyunca bir ayaklanma gibi görünen olaylarla aynı zamana denk geldi.

Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan 2006’daki savaştan bu yana Lübnan topraklarından İsrail’e yapılan en büyük roket saldırısı da bu olaylardan biriydi.

İsrail hükümetinin Kudüs’te attığı provokatif adımlar İsrail’in ilişkileri normalleştirdiği Arap ülkeleri ile ilişkilerine olası etkileri ile birlikte bölgesel gerilimi daha da artırabilir.

Biden yönetimi her halükarda Ortadoğu’daki askeri çatışmanın yatıştırılmasını memnuniyetle karşıladı, Riyad ile Tahran arasında Yemen gibi ülkelerde çözümün önünü açabilecek müzakereleri açıkça destekledi.

Çin iki tarafın anlaşmaya uymasını sağlama sorumluluğunu yüklenirken, ABD’nin kaybedecek çok az şeyi, dahası belki kazanacağı çok şey var.

Çünkü Ortadoğu’daki istikrar, Washington’un dikkatini Hint-Pasifik bölgesi ve Ukrayna’daki savaş başta olmak üzere daha yüksek öncelikli alanlara odaklama gücünü pekiştirebilir.

Biden yönetiminin stratejisinin mihenk taşı olan Washington’ın bölgesel ortaklıkları büyük baskı altında.

Özellikle Suudi Arabistan ile ilişkiler hala esnek değil. Öz çıkarların gerektirdiği politikaların OPEC aracılığıyla petrol arzı üzerinde belirli yansımaları bulunuyor.

OPEC, Rusya’nın da dahil olduğu bir grup petrol üreticisi ülkeden oluşan bir örgüt. Tahran’a yönelik girişimlerindense bahsetmiyoruz bile.

Geçen hafta sonu Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Cidde’de Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun bin Zayed al-Nahyan ve Hindistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Ajit Dual ile Hindistan ve dünyaya bağlı daha güvenli ve müreffeh bir Ortadoğu bölgesine yönelik ortak vizyonlarını geliştirmek için bir araya geldi.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın ofisinden yapılan açıklamaya göre Sullivan, Sudan’dan tahliyeleri sırasında Suudi Arabistan’ın Amerikan vatandaşlarına sağladığı destek için Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ne teşekkür etti.

Washington ve müttefikleri arasındaki bir diğer gerilim alanı, ABD’nin karşı çıktığı Suriye konusundaki bölgesel çabalar.

Washington’ın bölgedeki en önemli ortağı İsrail’e gelince; Netanyahu hükümetinin Arap karşıtı kışkırtıcı söylem ve politikalarına ek olarak anti-demokratik yasama önerilerine atıfta bulunan Biden “Bu yolda devam edemez” dedi.

Beyaz Saray, Netanyahu’yu iktidara dönmesinden bu yana henüz resmi bir ziyaret için Washington’a davet etmedi.

Abu Dabi de mevcut İsrail hükümetinden duyduğu hoşnutsuzluğun sinyallerini verdi ve Netanyahu’nun geçen yıl iktidara dönmesinden bu yana onu BAE’ye davet etmeyi reddetti.

İsrail’in eylemleri, Negev Forumu dahil olmak üzere bölgesel entegrasyonu da engelledi.

Biden yönetiminin Washington’un ekonomik kalkınma, iklim değişikliği, gıda ve su güvenliği, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi kilit alanlarda bölgesel ortakları arasındaki iş birliğini genişleterek İbrahim Anlaşmaları’nı destekleme çabasına ket vurdu.

Mart ayında Fas’ın ev sahipliği yapması planlanan Negev Forumu’nun bakanlar düzeyindeki toplantısı, Batı Şeria ve Gazze’de artan şiddet olayları nedeniyle planlandığı gibi gerçekleştirilemedi.

Çalışma düzeyinde toplantılar yapılmaya devam edilse de, bölgesel ortakların üst düzey katılımı giderek azalıyor.

Keza Suudi Arabistan da Filistin ihtilafını bölgesel barışın ön koşulu olarak çözme çağrısında bulunan ve -2002’de önerilen- Arap Barış Girişimi’ne olan bağlılığının devam ettiğini ifade etti.

ABD bölgede geniş çaplı askeri varlığını sürdürmeye devam ediyor. Ortakları, füze savunma yetenekleri ve deniz güvenliği konusunda Washington ile iş birliği yapmaya istekliler.

Ancak rakip güç merkezleri arasında seçim yapmak zorunda olduklarını düşünmüyorlar.

Bu dünya güçlerinin kendi çıkarları için yarışmalarından yararlanarak tüm büyük güçlerden başarıyla istifade ediyorlar.

Bu yüzden ABD’li politika yapıcıların Washington’ın mevcut önceliklerinin ve ortaklıklarının yeniden değerlendirilmesi dahil, bölgeye yönelik bazı yeni yaklaşımları dikkate almaları daha akıllıca olabilir.

Zira pek çok gözlemciye göre Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme mutabakatının imza törenine Çin’in ev sahipliği yapması, ‘ABD sonrası bölgesel sistem’in son göstergesi oldu.

Kaynak: Independent

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close