NATO: “Avrupa Birliği, Avrupa’yı Savunacak Durumda Değil” Peki Hangisi: Avrupa Güvenlik Mimarisi Mi? Transatlantik Mi? - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

NATO: “Avrupa Birliği, Avrupa’yı Savunacak Durumda Değil” Peki Hangisi: Avrupa Güvenlik Mimarisi Mi? Transatlantik Mi?

Abone Ol 

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg AB’de başını Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çektiği ‘’Avrupa Savunması’nda Özerklik’’ isteyen liderleri uyararak, sert mesajlar verdi…

Akademisyen Yazar Öğr. Gör. Dr. Güney Ferhat BATI tarafından M5 için kaleme alınmıştır.

Geçmiş yüzyıllarda Kıta Avrupa’sında yaşanan iç savaşlar ve yıkımlardan dolayı bir türlü istenilen birlik, beraberlik ve bütünlük kurulamamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın önde gelen akil şahsiyetlerin sinerjileriyle nihayetinde ufaktan ufağa oluşumlar başlamıştı. Bu başlangıç yarım yüzyıla yaklaşan tarihi boyunca ekonomik açıdan dünyanın en önemli aktörlerinden biri haline gelen Avrupa Birliği (AB) olarak zuhur buldu.

AB’nin günümüzde ‘uluslararası siyasetin güvenlik ve savunma’ boyutunda da söz sahibi olmaya yönelmesi, son derece dikkat çekici bir gelişmedir. Ekonomik birlik çatısıyla kurulan AB, siyasal anlamda da birlik olma yolunda fazlasıyla mesafe kat etmiştir.  Zira AB’nin küresel ölçekte bir güç olmaya çalıştığını gösteren en önemli özelliklerinden biri de 21. Yüzyılda AB’nin güvenlik ve savunma eksenindeki siyasetini konuşuyor olmamızdır. Öyle ki, ekonomik bütünleşme konusunda oldukça başarılı bir grafik çizmiş olan Birlik, hem Avrupa’da yaratılmış olan barış ve refah alanını genişletmeye, hem de bu alanın güvenlik ve savunmasının sağlanmasında daha fazla sorumluluk yüklenmeye hazır bir görünüm sergilemesidir. 

Birinci ve İkinci Dünya savaşını iliklerine kadar yaşamış Kıta Avrupa’sı, aynı acıları yaşamamak adına arayışlar içerisindeydi. Bu arayışı ise büyük patron ABD’nin şemsiyesi altındaki NATO karşılayabilirdi.

Hakeza geçmişten günümüze ve hala da Avrupa NATO’nun güvenliği ile korunmaktadır. Peki, bu nereye kadar sürecek ya da sürdürülebilir ki? Uluslararası terörizm, göç ve mülteci akınları, salgınlar ve Çin, Hindistan, Rusya, Japonya gibi ülkelerin güçlenmesi/büyümesi ve ideolojik farklılıklar gibi tehditlerin artması vesaire.

İşte bu ve bunlar gibi birçok nedenlerin yanı sıra AB’nin ABD’ye NATO üzerinden olan bağımlılığını azaltmak ya da alternatifler oluşturmanın zamanı geldi, geçiyor bile. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Avrupa’da başını Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un çektiği ‘’Avrupa Savunması’nda Özerklik’’ isteyen liderlere sert bir mesaj gönderdi. AB’nin Avrupa’yı savunacak durumda olmadığını ve AB’nin özerklik arzusuyla NATO’yu zayıflatmaması gerektiğini söyleyen Stoltenberg, Avrupa’nın ABD, Türkiye ve İngiltere gibi ‘’Avrupalı olmayan’’ devletler tarafından korunduğunun altını çizdi. 

Stoltenberg, Avrupa içindeki “savunma özerkliği” yanlılarını uyardı. Stoltenberg, ‘’AB’nin güvenlik ve savunma harcamalarını arttırma, yeni askeri kapasite inşa etme ve Avrupa savunma sanayisinin güçlendirilmesi yönündeki çabalarını desteklenmesi gerektiğini ifade etti. Çünkü tüm bunlar Avrupa güvenliği ve transatlantik güvenliği için son derece sağlam ve olumlu izlenimlerdir. AB’nin, ‘’NATO ve ABD için daha güçlü bir ortak olmak amacıyla savunma özerkliği istiyoruz’’ gerekçesini ise tatmin edici bulmadığını söyleyen Stoltenberg, şöyle konuştu: ‘’AB nüfusunun yüzde 90’ı NATO üyesi ülkelerde yaşıyor, ancak NATO savunma harcamalarının yalnızca yüzde 20’sini karşılıyor. Ama bu sadece para meselesi değil. Bu aynı zamanda bir coğrafya meselesidir. Burada herhalde İbn-i Haldun’un ‘’Coğrafya kaderdir’’ sözlerinden esinlendi!

“Tek başına bir Avrupa ya da tek başına bir Amerika’ya inanmıyorum” ifadelerini kullanan Stoltenberg,  “Bununla birlikte İzlanda ve Norveç (AB üyeleri değil) Kuzey Kutbu’na açılan kapılarımız. Türkiye’nin güneyde Suriye ve Irak ile sınırları var. Bu bölgelerin güvenliğini Türkiye üstleniyor. Batıda ABD, Kanada ve İngiltere Atlas Okyanusu’nun iki yakasını birbirine bağlıyor. Bunların hiçbiri AB üyesi değil. NATO’yu zayıflatmaya, Avrupa ile Kuzey Amerika’yı bölmeye yönelik herhangi bir girişim, yalnızca NATO’yu zayıflatmakla kalmaz, Avrupa’yı da böler. Bir ülkenin ya da bir kıtanın bugün karşı karşıya olduğumuz sorunları tek başına çözebileceğine inanmıyorum” dedi.

AB’nin güvenlik mimarisini anlayabilmek için NATO ve İngiltere ile AB arasındaki son yıllarda gelişen olguları “Dış Politika’nın Davos’u” olarak bilinen Münih Güvenlik Konferansları’na bakmak yerinde olacaktır. Münih Güvenlik Konferansı’nın geçen yılki teması olan “Batısızlaşma” olgusunu referans alarak, bu yıl “Batısızlaşmadan Öteye” temasıyla transatlantik ilişkilerde yeni bir başlangıcın sinyallerini veren oturumun en çok dikkat çeken konuğu şüphesiz birkaç ay önce göreve gelen ABD Başkanı Joe Biden olduğudur. Atlantik’in diğer yakasındaki müttefiklerine ilk seslenişinde, ABD’nin uluslararası arenaya ve transatlantik ittifaka geri döndüğünü ilan eden Biden, Washington’un çoklu müşterek güvenlik konularının ele alınmasında Avrupalı müttefikleriyle birlikte çalışacağını belirtti. Biden, transatlantik ilişkilerin son yıllarda geçirdiği sınamaya rağmen Washington’un Avrupa ile angajmanını artırma ve “güvenilir lider” rolünü yeniden kazanma konusunda kararlı olduğunu vurguladı. Çin ve Rusya’dan gelen meydan okumaları ele alan Biden, Batı’nın Çin ile uzun soluklu bir stratejik çekişmeye hazırlanması gerektiği mesajını verdi. Çin ile çetin geçecek bu rekabette; inovasyon, fikri mülkiyet, ticaret ve teknoloji gibi alanları ön plana çıkaran ABD Başkanı Biden, Batı’nın ayrıca siber güvenlik, yapay zekâ ve biyoteknoloji alanlarında kural koyucu konumuna gelmesi gerektiğini söyledi. Rusya ile ilgili olarak, Kremlin’in Avrupa projesini zayıflatmayı ve NATO’nun bütünlüğünü bozmayı hedeflediğini belirten Biden, Rusya’nın istikrarı tehdit eden adımları karşısında müttefikler arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesinin önemine dikkat çekti.

Muhakkak ki ABD’nin transatlantik ittifaka geri dönüşü, Avrupalı müttefikler tarafından genel anlamda olumlu karşılansa da Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un konuşmalarında ihtiyatlı bir ton hâkimdi. Merkel, Biden’ın ABD Başkanı seçilmesinin etkisiyle çok taraflılığın geleceği açısından umut verici bir ortam oluştuğuna dikkat çekti. Biden liderliğindeki ABD’nin, Rusya ile stratejik silahların azaltılmasına yönelik Yeni START Antlaşması’nı uzatmasına atıfta bulunan Merkel, bunların yeni ABD yönetiminin açıklamalarını eylemlerle desteklediğini somut şekilde ortaya koyduğunu vurguladı. Öte yandan Merkel, AB ile ABD’nin çıkarlarının her zaman örtüşmesinin beklenemeyeceği uyarısında bulundu! Çin’in, AB açısından aynı anda sistematik bir rakip ve bazı konularda birlikte çalışılması gereken bir aktör olarak çelişkili konumu nedeniyle Pekin’le ilişkilerin karmaşıklığına değinen Merkel, ABD ile Çin ve Rusya bağlamında ortak bir transatlantik gündem oluşturulmasının gereği üzerinde durdu.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un konuşması ise daha şüpheci bir tondaydı. 2019 yılında tartışma yaratan “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri pek çok müttefik ülkenin tepkisini çeken Fransa Cumhurbaşkanı Macron, NATO’nun daha siyasi bir kimliğe ve yeni bir ‘Stratejik Kavram Belgesi’ne ihtiyacı olduğunu söyledi ve transatlantik güvenlik mimarisinin daha dengeli şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurguladı.

ABD’nin dikkatini Asya’ya özellikle de Çin’e yönelttiğini belirten Macron’un konuşmasında “stratejik özerklik” vurgusu ön plandaydı. AB’nin Avrupa’nın savunulmasında ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi komşu bölgelerde, gerektiğinde ABD’ye bağımlı olmadan, özerk şekilde hareket edebilecek kabiliyete erişmesinin önemine dikkat çeken Macron, bunun NATO’yu da güçlendireceğinin altını çizdi.

Sonuç olarak, bir(çok) gerçeği rahatlıkla görebiliyoruz artık. Neler mi? 20. Yüzyıldan kalma bir dünyamızın olmadığını, ABD’nin soğuk savaş dönemindeki hegemonya gücünün eskisi gibi işlemediği, dünyamızda çok taraflılığın (kutuplu) olduğunu, İngiltere’nin Brexit süreciyle AB’den ayrılmasını, (Avr)asya’nın yükselişini, Rusya’nın Akdeniz ve Karadeniz’de güçlenmesini vesaire. Bunların hepsi AB’yi daha doğrusu Avrupa’yı ziyadesiyle ilgilendiriyor. Çünkü uluslararası tehditlerin ve meydan okumaların arttığı dünyamızda hiçbir ülke/devlet ve kıta güvende değildir artık.

Bu da ister istemez ‘güvenlik ve savunma’ konusunu ehemmiyetle ele alınmasını gerektiriyor. Avrupa yukarıda da değindiğimiz gibi yüzyıllardır, birlikte bir çatı altında bütünlük içerisinde olmak için çabaladı, yol aldı ve başardı da. Velâkin bunun 21. yüzyıl ve konjonktürel gerçeği doğrultusunda güvenlik ve savunmasını da güçlendirmesinin zamanın geldiğin farkına varması. Avrupa bunu NATO’da kalarak mı? Yoksa NATO’dan uzaklaşarak bağımsız bir ordu kurarak mı başaracak bunu zaman gösterecek. Kıta Avrupa’sına ait olmadığını Brexit süreciyle bir daha gösteren İngilteresiz bir ordu nasıl işleyecek, Atlantik’in karşısı bunu kabul edecek mi gibi birçok soruyla karşı karşıya olmakla birlikte her şey muamma. Doğu Akdeniz’de yalnız bırakılan ve sürekli Yunan ve Rum tarafını haklı bulan AB, NATO’nun yükünü çeken ve güneydoğu’dan Avrupa’yı koruyan/kollayan Türkiyesiz bir ‘’güvenlik mimarisini’’ nasıl kuracak veyahut çizecektir. Ezcümle; AB güvenlik paradigmasını deneyimleriyle yol alarak mı kurgulayacak, yoksa güvenlik paradoksuyla Transatlantik’in ahengini bozmayacak şekilde yoluna devam edecek. Avrupa güvenlik mimarisi mi? Transatlantik mi? 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close