Milli Mücadele'de Türkiye-İtalya İlişkileri - M5 Dergi
DergiMakalelerSayı-346-Mayıs-2020Son sayı

Milli Mücadele’de Türkiye-İtalya İlişkileri

Abone Ol 

Milli Mücadele sonrasında, Türkiye ile İtalya arasındaki iyi ilişkiler istikrarlı olamadı. Türkiye 1930’lardan itibaren İtalya’nın Doğu Akdeniz’i de içine alan yayılmacı bir politikaya yönelmesini endişe ile karşılamış ve iki ülke arasındaki ilişkiler daha da zayıflamıştır. Bu yazıyı ölümcül bir virüsün yerküreyi teslim aldığı bir zaman diliminde, Mustafa Kemal önderliğindeki 23 Nisan 1920 devriminin yüzüncü yılı dolayısı ile kaleme alırken, zor günlerde asla yılmak bilmeyen bir milletin evladı olarak, tarihimize hamaset ve ideolojik bakış açılarından kurtularak yaklaşmanın, emperyalizm ile mücadele ve Başkan Erdoğan’ın işaret ettiği topyekun kalkınma için, sağlıklı bir 2023 vizyonu sağlayacağını ümit ediyorum

İtalya günümüzde Covid-19 ölümcül darbesi nedeniyle zor günler geçirmekte ve büyük bir dram yaşamakta. Hatta, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte  geçtiğimiz günlerde, İspanyol, EL PAÍS gazetesinden Daniel Verdu ile yaptığı röportajda özellikle Avrupa Birliği ile ilgili şu uyarılarda bulunmuştu.

“İtalya Başbakanı, AB’nin, vatandaşların güvenini kaybetme konusunda geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştığına dikkat çekti. Conte insanların, savaş döneminde olduğu gibi, beslenmede zorluk çekmelerini önlemek için dayanışma ve kamu desteğini zorunlu gördüğünü ifade etti”.

XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde İtalya ölümcül salgına teslim olmuş durumda ve 12. 04. 2020 Pazar günü itibari ile 156.363 Covid-19 olan hastası ile 19.899 ölü ve 34. 211 virüsü yenen kişi sayısı istatistikleri ile sanki sonu gelmeyecek bir distopyada umutsuzca çırpınmakta. Yüz sene önce ise, biz büyük bir mücadelenin içindeydik. Ulusal Kurtuluş Savaşı, İşgal devletlerine karşı Batı Cephesi’nde büyük bir azimle devam ediyor ve 23 Nisan 1920, Millet Meclisi toplantısı için son hazırlıklar yapılıyordu. İtalya ise, o günlerde emperyalist düşler
gören ve pastadan pay kapmak isteyen bir ülke olarak, yavaşça da olsa gerçekler ile yüzleşmeye başlıyordu.

Gerçekten de, XX. yüzyılın ilk yirmi yılına baktığımızda o dönemi, Osmanlı Devleti’nin varlığını korumaya, İtalya’nın ise sınırlarını genişletmeye çalıştığı bir dönem olarak değerlendirebiliriz. O yıllarda Osmanlı Devleti, Batı’nın büyük devletlerinin hemen hepsinin şu ya da bu şekilde bir kısım topraklarına yerleştiği hasta adamdı. Tüm bunlar yanında, diğer Avrupa devletlerine ek olarak İtalya’ya karşı da kendini korumak zorundaydı. Ama ne yazık ki, İtalya Trablusgarp ile birlikte Rodos ve 12 Ada’ya da yerleşmeyi başarmıştı. İtalya Dışişleri Bakanı Antonino di Sangiuliano emperyalist emellerini şu sözlerle ifade ediyordu; “Osmanlı, yakın gelecekteki muhtemel bir krizde Avrupa’daki topraklarını kaybedecektir. İtalya’nın menfaati mevcut statünün korunmasındadır. Şayet bir gün Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ve paylaşılması söz konusu olursa, İtalya da mutlaka söz sahibi olmalıdır”

Anadolu, Rodos ve 12 Ada’ya yakın olması, zengin taşkömürü ve linyit yatakları, stratejik konumu, tarıma elverişli, verimli toprakları, iklimi, doğal su kaynakları, çeşitli ağaçlarla dolu ormanları ve hayvancılığa elverişli mera ve otlakları dolayısı ile İtalya için iştah kabartıcı özelliklere sahipti.

I. Dünya Savaşı sona erdikten sonra İtalya’nın üç yönlü bir siyaset takip ettiği görülmektedir. Birincisi; Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İstanbul’a “Yüksek Komiser” olarak atadığı Carlo Sforza aracılığıyla Osmanlı Devleti ve müttefikleriyle diplomatik ilişkileri yürütmek. İkincisi; buna paralel olarak Paris Barış Konferansı’nda, haklarını garanti altına alacağı barış antlaşması imzalanmasını temin etmek. Üçüncüsü de; gizli antlaşmalarla kendisine vaat edilen bölgede işgale hazırlık mahiyetinde faaliyetlerde bulunmak.

Sinyor Sforza, İtalya’nın Türkiye’ye karşı izlemesi gereken politikanın ana hatlarını da şu şekilde öngörüyordu:

“İtalya, Türkiye’ye endüstrisi için bir pazar olarak bakmalıdır. Bunun için de Türkiye ile her iki taraf için de tatminkâr sayılacak bir barış yapmanın ve Türklerin hoşnutluğunu kazanmanın bizim için menfaatlerin en güveniliri olacağı kanaatindeyim”

Sforza, diğer Batı ülkelerinin diplomatlarının aksine, görüldüğü üzere oldukça gerçekçi bir tespit yapmıştı. Bu doğrultuda, Kurtuluş Savaşı önderi Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmüş ve fevkalade etkilenmiştir.

İtalya, Batı Anadolu sahillerinin işgaline 24 Nisan’da başladı. 27 Nisan 1919’da General Battistoni’ye gönderilen emre göre işgaller, ilk aşamada Kuşadası ile sınırlandırmıştı. Ancak, Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkaracağı haber alındığında, İtalya hükümeti, deniz kuvvetlerine; Güllük, Marmaris, Bodrum, Fethiye ve Kuşadası’na kadar olan bölgenin işgal edilmesi talimatını verdi. Harekât planına göre, Kuşadası işgal edildikten sonra, Selçuk da işgal edilecek ve İzmir-Aydın demiryolu kontrol altına alınacaktı.

Antalya ile başlayıp Kuşadası’na kadar uzanan geniş bir sahayı işgal etmiş olan İtalya’nın hedefi, bu bölgeyi, en azından yarı sömürge haline getirmekti. Bunu gerçekleştirmek için halkı kendi yanlarına çekmeyi ilk öncelik olarak görmüştür. Çelebi’nin aktardığına göre, İtalyan işgalleri gündeme geldiği zaman; İtalyanların işgali altındaki bölgelerde yaşamış insanların buluştukları ortak nokta, “İtalyanların Türklere karşı çok iyi davrandıkları” olgusudur. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı dönemde Anadolu’daki, 17.900 askeriyle İtalya işgalci bir güç olarak bulunmaktaydı. Ancak İtalya ilginç bir politika izliyordu. İtalya, işgal bölgesinin Ankara tarafından kullanılmasını görmezden geliyordu. Ayrıca Roma, Antalya ve Kuşadası gibi limanların direnişçiler tarafından Avrupa ile irtibat sağlamak amacıyla kullanılmasına da ses çıkarmıyordu. Ankara hükümeti, Roma’da bir temsilcilik dahi açmıştı. İtalyanların böyle ılımlı bir politika izlemelerinin nedeni, Fransa ve İngiltere’nin politikalarından duyduğu hayal kırıklığı ile özellikle İngiliz desteği ile Yunanistan’a tüm Batı Anadolu’nun işgal ettirilmesiydi.

26 Ağustos 1922 günü başlayan Türk Büyük Taarruzu yakından takip eden İtalyanlar, Türk zaferine de alkış tutmuşlardır. İtalyan basını Anadolu’da Türk ve Yunan orduları arasındaki savaşı yakından tâkip ederek okuyucularına tarafsız haber vermiştir. İktisadî beklentilerden hiçbir zaman vazgeçmemiş olmalarına rağmen İtalyanlar, Türklerin verdiği bağımsızlık mücadelesinin haklılığına ve başarıya ulaşacağına müttefiklerinden önce inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdi.

İtalya gizli antlaşmalarla kendisine vaat edilen bölgeleri işgal etmişti. Ne var ki, İtalya, Anadolu halkının işgallere karşı silaha sarılacağını hesaplayamamıştı. Her ne kadar doğrudan İtalyanlara karşı silah kullanılmamışsa da, eninde sonunda sıra İtalyanlara da gelecekti. Öte yandan Yunanlılara karşı verilen silahlı mücadelenin başarıya ulaşması, İtalyanlar üzerinde de korkutucu ve caydırıcı bir etki yaratmıştı. Ayrıca İtalya beklediğini bulamamış, hiçbir imtiyaz elde edememiş ve giderek Ankara ile olan ilişkisi gerilimli bir hal almaya başlamıştı. Çanlar İtalya için çalıyordu, artık. Her an Mustafa Kemal’in askerleri tepelirine binebilirdi. Bunun üzerine İtalya, zorla gönderilmiş olmaktansa, kendi iradesiyle Anadolu’daki askerlerini tahliye etmeyi tercih etmiştir. İtalya, bu tahliye kararını verdiğinde, ilginçtir, Dışişleri Bakanı olarak Sinyor Sforza görev yapıyordu. Böylece, 19 Nisan 1922 tarihinde Anadolu’daki İtalyan askerleri geri çekilmeye başladı. Üç yıllık işgal sona eriyor ve İtalya ordusu, eli boş olarak Roma’ya dönüyordu.

Bizim özellikle bu yazıda dikkat çekmek istediğimiz nokta, Milli Mücadele sırasında İtalya’nın Ankara hükümetinin elini güçlendiren bazı hamleleridir. Özellikle Milli Mücadele’de Hint Müslümanlarının ve Bolşeviklerin yardımlarından bahsedilirken, İtalya’nın katkılarından pek bahsedilmez. Oysa İtalya’nın doğrudan ya da dolaylı olarak Milli Mücadele’ye katkıları olmuştur.

Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince Türk ordusunun elindeki malzemenin İtilaf Devletleri’ne teslim edilmiş olması Milli Mücadele için büyük bir handikap yaratıyordu. Düşmana karşı, savaşacak azim ve cesaret vardı, ama yeteri kadar silah yoktu. Bolşeviklerden silah alınmıştı. Bunun yanında Ankara’nın Roma temsilciliği vasıtasıyla İtalya’dan satın alınan silahlar, Antalya, Mersin ve Kuşadası gibi limanlara İtalyan gemileriyle sevk ediliyordu.

Devamı M5 Dergisi Mayıs 2020 Sayısında…

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close