Teşkilat-ı Mahsusa’dan MİT’e Türk istihbarat geleneği
“Yeryüzünde tek bir Türk istihbarat mensubu dahi kalsa, yeni bir devlet kurmaya muktedirdir”
Güvenlik Uzmanı Tuğba KOÇ tarafından M5 Dergi Temmuz 2024 sayısı için kaleme alınmıştır.
Çökmekte olan bir imparatorluğun küllerinden genç bir cumhuriyet kurmaya niyetli ve kudretli gençler, bugün Teşkilatı-ı Mahsusa efsaneleri olarak bildiğimiz kahramanlar, yavaş yavaş ancak azimli bir şekilde bir yol izlemekte ve bugünün Türk istihbarat geleneğinin temellerini atmaktaydılar. Bu yolun takipçisi olan bugünkü görünmez kahramanlar ise iyi istihbaratın güçlü bir dış politika ve uluslararası güç getireceğinin bilincinde olarak tek bir sistemi kendilerine metot olarak belirlemişlerdir: Gelenek.
Türk devlet geleneği, Orta Asya’daki Türk boylarından başlayarak günümüz Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar uzanan geniş bir tarihsel süreci kapsar. Bilindiği üzere devlet geleneği, bir ülkenin istikrarını, sürekliliğini ve kimliğini korumasında kritik bir rol oynar. Bu gelenek toplumun devlete olan güvenini ve sadakatini artırarak toplumsal bütünlüğü sağlar. Esasen Türk devlet geleneği tarih boyunca yaşanan çeşitli dönüşümlere rağmen güçlü bir kurumsal yapı ve devlet yönetimi anlayışı oluşturmuştur ve Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme sürecinde de önemli bir rol oynamıştır.
Türk istihbarat geleneği ise uzun ve köklü bir geleneğe dayanır. Bu gelenek Osmanlı imparatorluğu döneminden başlayarak cumhuriyet dönemine kadar uzanan süreçte farklı evrelerden geçmiştir. Osmanlı döneminde ve sonrasında istihbarat faaliyetleri daha çok Teşkilat-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti ve MAH gibi yapılar aracılığı ile yürütülmüştür. Bu dönemde istihbarat faaliyetleri hem iç güvenliği sağlamak hem de dış tehditleri önceden belirlemek amacıyla yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde ise Millî İstihbarat Teşkilâtı kurulmuş ve modern istihbarat teknikleri benimsenmiştir. MİT, Türkiye’nin güvenliği ve çıkarlarını korumak amacıyla yurt içi ve yurt dışında faaliyet göstermektedir. Teşkilat özellikle Soğuk Savaş döneminde terörle mücadele ve uluslararası casusluk faaliyetleri gibi çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu dönem sıkıntı çekilen tek dönem değildir. Teşkilat kimi zaman imkansızlıklarla kimi zaman insan kaynağı sıkıntısı ile kimi zaman ise finansal zorluklarla sınanmıştır. Fakat sonrasında, özellikle askeri yönetimin kontrolünden çıkması ve sivilleşmesi neticesinde, en önemlisi eski MİT Başkanı Hakan Fidan’ın katkıları ile, güçlü bir yönetime kavuşmuştur. Bu hususta yenilenen ve güçlendirilen MİT kanunun etkisi ise tartışılmazdır.
Bir İstihbarat Efsanesi: Teşkilat-ı Mahsusa
Genel olarak Türk istihbarat geleneği ülke için stratejik konumu nedeniyle her zaman önemli bir rol oynamış ve sürekli olarak geliştirilmektedir. Modern dönemde ise teknoloji ve dijitalleşme ile birlikte daha sofistike yöntemler kullanılmaktadır. Bu noktada günümüz Türk istihbarat teşkilatının dönüm noktası olan Teşkilat-ı Mahsusa geleneğinden bahsetmek gerekmektedir zira tarihler ya da teknolojiler gelişse de önemli olan teşkilat mensuplarının sahip olduğu ruhtur. Teşkilat-ı Mahsusa, Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı sırasında kurduğu gizli bir istihbarat ve özel harekât birimidir. Teşkilat Osmanlı İmparatorluğu’nu dış tehditlere karşı koymak ve iç güvenliği sağlamak amacıyla kurulmuştur. Aynı zamanda imparatorluğun sınırları dışında yaşayan Müslüman halklar arasında direniş hareketlerini desteklemek ve teşvik etmek gibi stratejileri de vardır. Bu bağlamda özellikle Arap coğrafyasında, Balkanlarda ve Kafkasya’da aktif rol oynamıştır. Teşkilatın operasyonları genel olarak askeri, istihbari ve propaganda faaliyetlerini içermekteydi. İmparatorluğun yenilgi sürecinde ise Mustafa Kemal Atatürk gibi öncüler ile birlikte Teşkilat üyeleri Kurtuluş Savaşında yer almış ve modern Türk istihbaratının temelleri atılmıştır. Teşkilat Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde önemli bir rol oynamış ve çeşitli gizli operasyonlarla savaşın seyrini etkilemiştir. Bu durum tarihsel olarak ise Türk istihbarat geleneğinin gelişiminde önemli bir yere sahiptir.
Bu minvalde Türk gayrinizami harp geleneğinden bahsetmek gerekmektedir. Bu strateji, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih boyunca düzenli ordu dışında uyguladığı askeri sistem ve taktikleri kapsar ve çeşitli dönemlerde ve coğrafyalarda farklı şekillerde kendini gösterir. I. Dünya Savaşı sırasında kurulan Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı’nın gayrinizami harp geleneğinin de önemli bir parçasıdır. Teşkilat hem yurtiçinde hem yurtdışında önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Kurtuluş Savaşı döneminde ise Türk gayri nizami harp geleneği önemli bir rol oynamıştır. İşgal altındaki Anadolu’da, düzenli orduya ek olarak, yerel halktan oluşan milisler ve çeteler, işgalci kuvvetlere karşı düzensiz savaş yöntemleri ile direniş göstermiştir.
Zaman içerisinde teşkilat-ı mahsusa geleneği isim değiştirecek ancak fıtrat aynı kalacaktır. Özellikle 1980’lerden itibaren PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda gayrinizami harp taktikleri önemli bir rol oynamıştır. Dağlık bölgelerde ve sınır ötesi operasyonlarda gerilla taktikleri ile mücadele edilmiştir. Yaşanan kayıplara, verilen şehitlere rağmen Türk istihbaratı artık nasıl bir yol izlemesi gerektiğini ve çağın teknolojisini bu mücadelede başarılı şekilde kullanmayı yakın zamanda öğrenecekti. Kısacası, Türk gayrinizami harp geleneği, seneler sonra MİT Başkanlığı sayesinde hızlı hareket kabiliyeti, esneklik, bilgi toplama ve düşman hatlarının gerisinde operasyon düzenleme gibi temel strateji ve taktiklerini güçlü bir savunma sanayi, nitelikli personel ve teknoloji ile birleştirerek dış politikada önemli bir aktör haline gelerek önemli bir istihbarat diplomasisi süreci yürütecekti.
Mısır’ı Geri Almaya Çalışan Teşkilat-ı Mahsusa’dan ASTANA Masasındaki MİT’e
Mısır’ı İngiliz işgalinden kurtarmak ve Osmanlı kontrolüne geri almak İmparatorluğun en önemli hedeflerinden biriydi. Teşkilat, Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’daki yerel liderler ve halklar arasında Osmanlı İmparatorluğu’na bağlılığı teşvik etmek ve İngiliz karşıtı direniş hareketlerini desteklemek amacıyla çeşitli operasyonlar yürüttü. Ayrıca yürütülen propaganda faaliyetleri ile de bölge halkının Osmanlı’ya olan desteğini artırmaya çalıştı. Bu amaçla dini ve milli duyguları harekete geçirerek İngiliz işgaline karşı bir direniş ruhu oluşturmayı hedefledi. Süveyş Kanalı ise Mısır’ı geri alma stratejisinin kilit noktalarından biriydi. Osmanlı ordusu, 1915 yılında Süveyş Kanalı’na yönelik bir harekât düzenledi ve teşkilat bu harekatta önemli bir rol oynayarak yerel halktan destek sağlamaya çalıştı. Ancak Teşkilatın tüm çabalarına rağmen harekât başarıya ulaşamadı. 1916 yılında başlayan Arap İsyanı da Osmanlı’nın bölgedeki kontrolünü zayıflattı. Sonuç olarak Osmanlı Mısır’ı geri alamadı.
Yıl 2017 olduğunda ise uzun süredir devam eden Suriye İç Savaşına çözüm bulmak amacıyla Kazakistan’ın başkenti Astana’da bir barış süreci başlatılmıştı. Türkiye, İran ve Rusya’nın öncülüğünde yürütülen bu süreç, Suriye’deki çatışmaların azaltılması ve siyasi çözüm bulunması için önemli bir platform olmuştur. Astana sürecinin temel amaçları arasında Suriye’de ateşkesin sağlanması, çatışmaların durdurulması, çatışmazlık bölgelerinin oluşturulması, insani yardımın ulaştırılması ve siyasi çözüm sürecinin başlatılması yer almaktaydı.
Bu süreçte MİT, yalnızca istihbarat toplayan ve değerlendiren bir yapıya sahip olmadığını, bölgesinde güçlü bir aktör olmak üzere atılımlarda bulunan bir sisteme sahip olduğunu ve devlet için önemli bir süreci de yürüttüğünü ispatlamıştır: “istihbarat diplomasisi.” PKK/KCK ve DAEŞ gibi terör örgütlerine karşı yurtiçinde ve yurtdışında etkin operasyonlar yürüten MİT, örgütlerin lider kadrolarına yönelik nokta operasyonlar ile de önemli başarılar kazanmıştır. Suriye’de etkin olan terör örgütlerine karşı yürütülen sınır ötesi operasyonlarda alınan iyi istihbarat ve geliştirilen Türk dronelarının gösterdiği başarı ise tartışılmazdır.
Bu süreçte bölgesinde istikrar isteyen Türkiye için güvenliğin her şeyden önce kendi vatandaşları ve toprakları için önemli olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra temin edilen uluslararası güvenlik ise dünya kamuoyu için sağlanacak istikrar dolayısıyla elzemdir. Astana süreci ve Türk istihbarat teşkilatının son yıllardaki başarıları, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası güvenlik stratejilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu süreç Suriye’deki çatışmaların azaltılması ve siyasi çözüm sürecinin desteklenmesi açısından kritik bir platform sağlamıştır. MİT’in terörle mücadele, yabancı istihbarat faaliyetlerine karşı operasyonlar, sınır güvenliği, kaçakçılıkla mücadele ve FETÖ ile mücadele gibi alanlardaki başarıları teşkilatın etkinliğini ve operasyonel kapasitesini ortaya koymaktadır. Bu başarılar, Türkiye’nin güvenlik politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasına önemli katkılar sağlamaktadır.
Bir devletin ayakta kalması yalnızca iyi istihbarata ulaşmakla sağlanmaz, aksine istihbaratı iyi değerlendiremeyen ya da analiz edemeyen ülkeler başarısızlığa mahkumdur. Türkiye Cumhuriyeti bu konuda son yıllarda önemli bir ivme kaydetmiş ve diğer istihbarat servislerinin bilgisine ve becerisine başvurduğu bir sisteme sahip olmuştur. İşte Süleyman Askeri Bey ve Kuşçubaşı Eşref’ler ile başlayan sözünü ettiğimiz devlet geleneği Hakan Fidan ile değişimin gerekliliğini fark etmiş ve uygulamaya koymuştur. Teşkilat bu sayede Ukrayna ve Astana’da sadece bilgi veren değil, politika uygulayan olmuştur. Örneğin, tahıl koridoru başarısı yalnızca Ukrayna’nın kaderini belirlememiş, Avrupa’nın politikalarının seyrini de değiştirmiştir. Türk devleti bu konuda istihbarat teşkilatına güvenmiş ve politikasını bu ışıkta yürütmüştür zira sahada da masada da dik duran bir istihbarat teşkilatı devlet için elzemdir, vazgeçilmezdir. Kısacası “iki bin yıl önce en gurur verici övünme cümlesi ‘Civis Romanus sum’ idi. Ben bir Roma vatandaşıyım.” Bugün ise vefakâr “Türk’tür.”
M5 Dergi Temmuz 2024 sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
https://www.kopernikkitap.com.tr/m5-dergisi-sayi-396-temmuz-sayisi