Türkiye’nin Suriye çağrısı ve Beşar Esed’in kötücül sessizliği
Occasio data neglecta: “Verilen fırsatın ihmal edilmesi”
Güvenlik Uzmanı Tuğba KOÇ tarafından M5 Dergi Ocak 2025 sayısı için kaleme alınmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ve Suriye arasındaki gerginliği azaltmak veya iş birliği başlatmak için Esed’e defalarca çağrı yapmıştır. Ancak Esed uzlaşı için verilen fırsatı kasıtlı olarak reddetmiştir. Erdoğan’ın çağrısını görmezden gelmek olarak da değerlendirilebilecek olan Esed’in bu davranışı proaktif ihmalkarlık bağlamında da algılanabileceği gibi bu durum fırsatın yalnızca ihmal edilmesi değil, aynı zamanda stratejik bir mesaj verme amacı taşıyan bir reddediş olarak da yorumlanabilir. Bu tür bir gerilimin ise meydana gelen son gelişmeler ile iş birliği fırsatının kalıcı olarak kaybedilmesine sebep olduğu aşikardır. Peki Esed’in bu kötücül sessizliğinin arkasındaki planı neydi?
Suriye: 2010’dan Günümüze Uzanan Bir Krizin Hikayesi
Suriye, 2010 yılına kadar Baas Partisi liderliğinde otoriter bir yönetim sistemi altında varlığını sürdürüyordu. Hafız Esed’in 30 yıllık iktidarından sonra 2000 yılında göreve gelen Beşar Esed, reformist bir lider olarak görülmüşse de ülkedeki temel yapısal sorunlar çözülememişti. Siyasal özgürlüklerin kısıtlı olduğu, ekonomik eşitsizliklerin derinleştiği ve mezhepsel gerginliklerin giderek arttığı bir ortamda halk memnuniyetsizdi ve özellikle kırsal kesimlerde yaşanan yoksulluk, işsizlik ve kuraklık gibi faktörler, toplumsal huzursuzluğun temel nedenleri arasında yer alıyordu. 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede diğer Arap ülkelerine yayılan Arap Baharı Suriye’yi de etkisi altına almıştı. Tunus, Mısır ve Libya’da halk hareketlerinin sonuçları hızlı ve dinamik olmuştu. Ancak Suriye’de durum farklı bir seyir izledi. 2011’in mart ayında başlayan protestolar, Dera’da bir grup öğrencinin duvara rejim karşıtı yazılar yazması sonrası güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle patlak verdi. Bu olay yıllardır birikmiş öfkeyi alevlendirdi ve ülke genelinde protestolara yol açtı.
Suriye’deki protestolar başlangıçta barışçıl bir şekilde rejim değişikliği ve reform talebiyle başladı. Ancak hükümetin gösterilere karşı sert müdahaleleri ve muhaliflerin de silahlı direnişe geçmesiyle olaylar hızla kontrolden çıktı. 2011’in sonlarına gelindiğinde ise Suriye iç savaşı uluslararası bir meseleye dönüşmüştü. Esed rejimi, İran ve Hizbullah gibi müttefiklerinin desteğiyle ayakta kalmaya çalışırken muhalif gruplar da farklı silahlı örgütlerin desteğini aldı. Bu dönemde Suriye, farklı aktörlerin dahil olduğu çok katmanlı bir çatışma sahasına dönüştü. Özgür Suriye Ordusu, rejim karşıtı mücadelede öne çıkan bir grup haline gelirken El Nusra Cephesi ve DAEŞ gibi radikal örgütler de ortaya çıktı. Bu durum, iç savaşın sadece bir rejim değişikliği mücadelesi olmaktan çıkıp mezhepsel, ideolojik ve uluslararası güçlerin çatıştığı bir sahneye dönüşmesine yol açtı.
Suriye’deki iç savaş, bölgesel ve küresel güçlerin müdahil olmasıyla daha karmaşık bir hal aldı. İran, Esed rejimine siyasi, askeri ve ekonomik destek sağlayarak önemli bir aktör haline gelirken, Rusya 2015 yılında savaşa doğrudan müdahale etti. Rusya’nın hava saldırıları ve lojistik desteği, Esed rejiminin birçok bölgede yeniden kontrol sağlamasına yardımcı oldu. Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı ülkeler, ÖSO ve diğer muhalif gruplara destek verirken, DEAŞ’in yükselişi nedeniyle odağını terörle mücadeleye kaydırdı. Türkiye ise Suriye krizine hem insani hem de stratejik kaygılarla müdahil oldu. Türkiye, Suriyeli mültecilere kapılarını açarken sınır güvenliğini sağlamak ve terör örgütlerinin tehdidini bertaraf etmek amacıyla Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Türkiye’nin Suriye’deki varlığı, özellikle PYD/YPG’nin güç kazanmasını engelleme amacı taşırken aynı zamanda bölgedeki mülteciler için güvenli bölgeler oluşturmayı hedefledi.
Türkiye-Suriye İlişkileri ve Erdoğan’ın Çözüm Çağrısı
Suriye krizine yönelik siyasi çözüm arayışları bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. Cenevre Görüşmeleri ve Astana Süreci gibi uluslararası platformlarda yapılan müzakereler taraflar arasındaki derin ayrılıklar nedeniyle Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen somut bir ilerleme kaydedememiştir. Sonuç olarak 2010 yılından bu yana Suriye, bölgesel ve küresel güçlerin mücadele sahası haline gelmiş, milyonlarca insanın hayatını etkileyen büyük bir insani ve siyasi kriz yaşamıştır. İç savaşın neden olduğu yıkım, sadece Suriye halkını değil komşu ülkeleri ve uluslararası toplumu da derinden etkilemiştir. Peki Suriye’deki istikrarın sağlanması için kapsayıcı bir siyasi çözüm sağlanmasında Türkiye’nin rolü ne olacaktı?
Türkiye’nin Suriye krizine müdahil olma nedenlerinden biri sınır güvenliğini ve ulusal çıkarlarını korumaktır. PYD/YPG’nin Fırat’ın doğusunda güç kazanması ve sınır boyunca bir terör koridoru oluşturma riski, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı (2016), Zeytin Dalı Harekâtı (2018) ve Barış Pınarı Harekâtı (2019) gibi askeri operasyonlarına zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte Türkiye, Suriye krizine yönelik diplomatik çözüm arayışlarında önemli bir rol üstlendi. Astana Sürecinde ise Rusya ve İran ile iş birliği yaparak, Suriye’deki çatışmaların azaltılması ve siyasi bir çözüm bulunması için çaba sarf etmiştir. Ancak Suriye krizinde bu hususta en büyük başarılardan biri Türkiye’nin en önemli stratejik aktörü olan Milli İstihbarat Teşkilatına aittir. Teşkilat özellikle Suriye’nin kuzeyinde terör örgütünün lider kadrolarını hedef alan başarılı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Bu tür operasyonlar hem sahadaki güç dengelerini değiştirmiş hem de örgütlerin liderlik yapılarında kırılmalara yol açmıştır. Bununla birlikte, MİT’in Suriye’deki terör örgütlerinin Türkiye’ye yönelik tehditlerini önceden tespit ederek özellikle örgütlerin lojistik hatları, finans kaynakları ve lider kadrolarının hareketlerini sürekli izlemesi Türkiye’nin izlediği proaktif stratejinin bir göstergesidir. MİT ayrıca Astana süreci dolayısıyla diplomatik gelişmelerin güvenlik boyutunda aktif olarak yer almış, sahadan elde ettiği bilgileri karar alıcı mekanizmalar ile paylaşmıştır. Bu durum özellikle ateşkes ve çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması gibi kritik kararların alınmasını kolaylaştırmıştır.
Bu süreçte Esed yalnızca kendi liderliğini koruma kaygısıyla hareket ederken bölgesel diplomatik fırsatları göz ardı etmiş ve bu durum Suriye’nin geleceği için şimdiden ağır maliyetlere yol açmıştır. Ülkedeki çatışmaların uzamasına ve bölgesel dengenin kırılgan hale gelmesine neden olan bu ihmal durumu bölgesel istikrarı tehlikeye soksa da Türkiye’nin bölgesel gücünde ya da sorun çözümünde önemli bir aktör olması hususunda bir değişikliğe sebep olmamış, aksine ABD ve diğer ülkelerin temsilcilerinin artan ziyaretleri, Türkiye’nin Suriye’nin yeniden inşası ve güvenliğin sağlanması konusundaki ehemmiyetini bir kez daha ispatlamıştır. Türkiye ile doğrudan temas yerine Rusya ve İran aracılığıyla iletişim kurmayı tercih eden Esed, Erdoğan’ın bölgenin güvenliği ve istikrarı için defalarca yaptığı çağrıları karşılıksız bırakmıştır. Nitekim bu ihmal sonucunda, Kasım 2024 tarihinde Hey’et Tahrir el-Şam liderliğindeki muhalifler önemli şehirleri ele geçirmesi başlamış ve 7 Aralık günü Şam’ın düşmesi ile de kriz sonuçlanmaya başlamıştır. Türkiye, bölgesel çatışmalarda taraflar arasında arabuluculuk yaparak barış süreçlerine doğrudan katkıda bulunurken sivillerin korunması, insani yardımların ulaştırılması ve mülteci krizinin yürütülmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Fakat burada esas olan nokta bölgede artık Türkiye masada ya da sahada olmadan sorun çözümünün ya da müzakere süreçlerinin yürütülemeyeceğinin anlaşılmasıdır. Türkiye, Asya, Avrupa ve Ortadoğu arasında köprü görevi gören benzersiz bir jeopolitik konuma sahiptir. Bu konum, enerji yollarının kesişiminde yer alması, NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturması ve Karadeniz ile Akdeniz’i birleştiren bir ülke olması açısından stratejik bir avantaj sağlamaktadır. Türkiye’nin bu minvalde yürüttüğü çok yönlü dış politikası ve istihbarat diplomasisi hem ülkenin güvenlik kaygılarının giderilmesi hem de bölgedeki aktif rolü açısından çok önemli olup bölgenin geleceğinde ne kadar söz sahibi olacağının da önemli bir işaretidir.,
M5 Dergi Ocak 2025 sayısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
https://www.kopernikkitap.com.tr/m5-dergisi-sayi-402-ocak-sayisi