İdlib Denklemi – Türkiye Rusya İşbirliğinin Geleceği - M5 Dergi
Makaleler

İdlib Denklemi – Türkiye Rusya İşbirliğinin Geleceği

Abone Ol 

Türkiye ile Rusya bölgede iki önemli güç olarak genellikle bir birlerine destek olmayı belirli bir çizgide tutmayı başardılar. Ancak, Soçi Mutabakatı sonrasında Rusya, sürekli İdlib konusunu öncelikli olarak gündemde tutmaya gayret etti. İdlib sorunu gündemdeyken, S-400, Akkuyu Nükleer Santralı, Türk Akımı gibi önemli iş birliği alanları Ankara ile Moskova arasında tesis edildi. Tüm bunlar, Rusya’ya İdlib sorununu hiç unutturmadı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov İdlib’de Türkiye’nin sorumlu olduğu bölgede hâlâ teröristlerin olduğunu açıkladı. Bu açıklama, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik dile getirdiği, “bölgeyi teröristlerden temizleyemiyor” eleştirisinin bir tekrarı idi. İran’ın da sürekli aynı eleştirileri dile getirmesi, aslında rejimin saldırılarının önünü açan tespitler olmuştur.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde partisinin grup toplantısında, Esad rejiminin Suriye’deki gözlem noktalarından Şubat sonuna kadar geri çekilmesini ya da Türkiye’nin konuyu zorlayacağını söylemişti. Yani bir askeri operasyon uyarısında bulunmuştu.

Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

Suriye rejimi geçtiğimiz günlerde, İdlib’de Türkiye ile Rusya’nın çabaları ile ulaşılan ateşkesi ihlal etti ve 7 Türk askerini şehit etti. Bu ölümcül saldırıya misilleme olarak, Türkiye 50’den fazla hedefi vurdu ve 76 Suriye rejim askerini öldürdü. Türkiye Rusya’yı Esad’ın kan dökmesini durdurmaya çağırdı. Ayrıca Başkan Erdoğan, “Rusya ile şu aşamada bir çatışma ya da bir ciddi çelişki içerisine girmemize gerek yok. Bunu niye söylüyorum? Biliyorsunuz bizim şu anda Rusya ile çok ciddi stratejik girişimlerimiz var” diyerek, hem tansiyonu düşürdü, hem de Moskova ile Ankara arasında kriz çıkmasını bekleyenlerin hayallerini yıktı.

İDLİB NEDEN ÖNEMLİ?

Sürekli gündemde olan, İdlib, oldukça stratejik bir konumda, Suriye’nin kuzeybatısında, Hatay’ın karşısındaki Suriye topraklarında yer alıyor. Türkiye ile 130 kilometrelik sınır komşuluğu olan İdlib’in doğusunda Halep, kuzeydoğusunda Afrin, güneyinde Hama, kuzeybatısında Lazkiye şehirleri bulunuyor. İdlib’den geçen M5 otoyolu Türkiye, Suriye ve Ürdün’ü birbirine bağlıyor. Ayrıca, Rusya’ya ait büyük askeri bir üssün bulunduğu, rejimin Akdeniz’e açılan kapısı ve kalesi olan Lazkiye’ye komşu olması, İdlib’in Suriye’deki aktörler açısından stratejik önemini tartışmasız hale getiriyor. İdlib ile ilgili, Troyka’nın Astana ve Soçi mutabakatına göre, 15-30 kilometre ağır silahlardan temizlenecek, radikal örgütler bölgeden çıkartılacak, M4 ve M5 karayolu güvenli hale getirilecekti. Ancak bölgede halen radikal örgütlerin varlığını sürdürdüğü iddiası İdlib’in Suriye sorununun çözümü için bir mihenk taşı olduğunu gösteriyor. İdlib, 2011 yılında Suriye iç savaşının başlamasından bu yana muhalefet ve hükmet karşıtı silahlı grupların kalesi olmuştu. Şu anda ülkedeki rejim güçleri tarafından son yıllarda yerlerinden edilen yüz binlerce insan dâhil olmak üzere dört milyon sivile ev sahipliği yapıyor. Türkiye ve Rusya Eylül 2018’de İdlib’i saldırganlık eylemlerinin açıkça yasaklandığı bir bölge haline getirmeyi kabul etmişti. Ancak Suriye rejimi ve müttefikleri, zikrettiğimiz anlaşmadan bu güne en az bin 800 sivil öldürerek ateşkes şartlarını sürekli ihlal ettiler.

Türk askerlerinin şehit edilmesi ise bardağı taşıran son damla olarak görülebilir. Ateşkesin sürdürülebilirliğinin kalmaması, Türkiye’nin yeni ve büyük bir göç dalgasının muhatabı olacağı anlamına geliyor. Bu durum artık Türkiye’nin tek başına kaldıracağı bir yük olmaktan çıktığı için, sınırların açılması ile AB de büyük bir göç tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor.

REJİM NEDEN TÜRK ASKERLERİNİ HEDEF ALDI?

Rejim İdlib’e yönelik hamleleri, Rusya’nın ve İran’ın tam desteğini sağlayarak yapıyor. Konjonktürdeki değişim de Esad için bir avantaj görülüyor. Gerçekten de özellikle AB’nin tutumu eskisinden oldukça farklı. “Esad’ın devrilmesi” AB ülkeleri için bir hedef olmaktan çıkmış durumda. ABD’de Trump ile Suriye’de ikircikli bir politik çizgi izlemeye başladı. Rejim muhalifleri adeta kendi kaderleri ile başbaşa bırakıldı. Türkiye dışında muhalifleri destekleyen ciddi bir güç bulunmuyor. Oral Çalışlar’ın Posta gazetesindeki makalesinde altını çizdiği gibi, muhalifler ellerindeki toprakları korumakta zorlanıyorlar ve inisiyatifi kaybetmiş durumdalar. Rejim açısından İdlib, Suriye’nin geneline hâkim olması bakımından önemli. Rusya, İran ve bazı vekâlet güçlerin desteği sayesinde rejim muhalefete karşı ciddi mesafeler kazandı. Ancak karşısında önemli bir engel var: Türkiye.

Türkiye, Rusya ve İran’ı, Esad üzerinde etkinliklerini kullanmaya zorlayabilir ve güvenli bölge tesisi ile Astana ve Cenevre süreçlerinin işlevsel hale getirilmesini sürdürülebilir bir politikaya dönüştürebilir. Bu durum, Esad rejiminin Türkiye ile imzalamış olduğu Adana Protokolü’ne uygun hareket edeceği bir konjonktüre yol açacaktır. Şu an için Esad rejimin yıkılması gibi bir durumun olmadığı genel olarak kabul edildiğine göre, Türkiye’nin bekası ve menfaatlerine uygun olan çok yönlü diplomatik ve somut adımlarla askeri süreç desteklenmelidir.

Rusya ve İran, Türkiye ile Astana sürecini birlikte götürürken, İdlib’deki Heyet-i Tahrir Şam gibi terörist odaklanmalar konusunu sürekli gündemde tutarak, aslında Şam’ın operasyonlarına kamuoyu desteği sağlıyorlardı. Gerek Rusya, gerek İran açısından Esad vazgeçilmez bir ortak olarak halen önemini koruyor. Bunu bilen Esad tabiri caiz ise bir poker oynadı. Başkan, Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretinden dolayı ve Rusya’nın rahatsızlığını da fırsat bilerek, Türkiye’nin gözlem noktalarına intikal eden askerlere saldırdı ve Mehmetçik kanı döktü. Esad’a göre bölgede yalnız kalan Türkiye karşılık veremeyecek, diplomatik tepki aşamasında kalacak ve böylelikle moral olarak muhaliflerin çözülmesi hızlanacaktı. Bu durum, bölgede rejimin hâkimiyeti mutlak olarak ele geçirmesini sağlayacak ve Afrin’in düşmesini de beraberinde getirecekti. Böylelikle, kartlar açıldı ve rejim tarafından kanlı poker oyunu başlatıldı. Ancak karşısında bir oyun bozma dehası olan Başkan Erdoğan vardı. Kartlar açıldığı ile kaldı ve Türkiye’nin cevabı derhal geldi. Üstelik bu cevap, diplomatik değil, askeri bir cevap olmuştu. Suriye hedefleri Türk ordusu tarafından vuruldu. Zor oyunu bozdu.

TÜRKİYE – RUSYA İŞBİRLİĞİ TEHLİKEDE Mİ?

Türkiye ile Rusya bölgede iki önemli güç olarak genellikle bir birlerine destek olmayı belirli bir çizgide tutmayı başardılar. Ancak, Soçi Mutabakatı sonrasında Rusya, sürekli İdlib konusunu öncelikli olarak gündemde tutmaya gayret etti. İdlib sorunu gündemdeyken, S-400, Akkuyu Nükleer Santralı, Türk Akımı gibi önemli iş birliği alanları Ankara ile Moskova arasında tesis edildi. Hatta Libya’da dahi faklı güçleri desteklemelerine rağmen, kalıcı ateşkes için iki ülke birlikte bir tavır almayı başardılar. Tüm bunlar, Rusya’ya İdlib sorununu hiç unutturmadı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 07. 02. 2020 tarihli demecinde, Rusya ve Türkiye’nin İdlib’de sahadaki durumu istikrara kavuşturmaya çalıştığını söyledi. Lavrov ayrıca, İdlib’de Türkiye’nin sorumlu olduğu bölgede hâlâ teröristlerin hüküm sürdüğünü kaydetti. Bu açıklama, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik dile getirdiği, “bölgeyi teröristlerden temizleyemiyor” eleştirisinin bir tekrarı idi. İran’ın da sürekli aynı eleştirileri dile getirmesi, aslında rejimin saldırılarının önünü açan tespitler olmuştur. Bu çerçevede dikkat çeken bir ayrıntıyı atlamayalım.

ÖSO’nun 1 Şubat’ta Halep’in kuzeyindeki Suriye ordusuna saldırılarından birinde 4 Rus subayını öldürdüğü anlaşıldı. Bazı sosyal medya paylaşımlarına göre, 4 subayın araçları mayına çarptı ve yaralı ele geçirilen subaylar ÖSO tarafından öldürüldü. Tadef hattında Suriye-Rusya ortak kontrol noktalarından birini ele geçiren ÖSO’nun Rusya ve Suriye bayraklarını çiğnediği ana ilişkin videolar da sosyal medyada paylaşıldı. Ardından Türk askerlerine yönelik saldırı oldu. ÖSÖ unsurlarını Türkiye destekliyor, rejim unsurlarını ise Rusya. Sanki Türkiye ve Rusya arasında vekiller üzerinden sıcak bir çatışma yaşandığı izlenimi doğuran bir süreç görünse de, karşılıklı açıklamalar aksi yönde oldu ve Türkiye ile Rusya arasındaki sorun çözücü yaklaşım bozulmadı. Başkan Erdoğan’ın da altını çizdiği üzere, rejimin saldırısı ile Suriye sorunu farklı bir boyut kazandı. Rusya’nın tüm gayreti rejim ile Türkiye arasında sıcak bir çatışma olmaması yönündeydi. Moskova’nın bu politikası başarısız oldu. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiyi kopma noktasına getirmez, getirmeyecektir. Erdoğan ve Putin çetin meseleleri masaya yatırarak çözüm üretme konusunda önemli başarılara imza attılar. Moskova, Şam için Ankara ile olan stratejik iş birliğini bozmaz. Kaldı ki, Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vasiliy Nebenzya, “Moskova’nın Rus-Türk ilişkilerine nifak sokulmasına izin vermeyeceğini” açıkça ifade etti. Ancak Moskova, Şam’ı da feda edemez. Denge politikası izlemeyi sürdürecektir. Nitekim İdlib sorununun çözümü için, iki ülke heyetleri arasındaki görüşmeler süratle başlatıldı.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Türkiye’nin derdi silahlı terörist grupları desteklemek değil, kendi sınırlarını korumak. Ayrıca İdlib’deki masum sivillerin ölmesini önlemek. Bu nedenle Türkiye, İdlib’i Suriye yönetimine karşı bir alan olarak görmek durumunda. Adana protokolü dikkate alındığında, gelinen noktada Türkiye, sınır güvenliğini garanti altına almadan, İdlib’ten çıkamaz. Bu durum Türkiye’nin tekrar rejimin tehdit ve saldırıları ile karşılaşmasına neden olabilecektir. Özellikle, güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’ın da belirttiği üzere, Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak M4, M5 karayolları öne çıkıyor. Eğer rejim o çizgiyi aşar ise sorun ancak silah ile çözülebilir noktasına gelinir ki, bu kanlı bir sürecin barış umutlarını yok etmesi sonucuna yol açar. Böyle bir duruma meydan vermemek için TSK caydırıcılığını göstermeye devam etmelidir. Diplomasi alanında da daha etkin olunmalıdır. Zira unutmayalım ki, Türkiye İdlib’den çıktığı takdirde, daha sonra Afrin’den de çıkması istenecektir. Bu gelişme, Türkiye’nin göç dalgası yanında, her türlü terörist unsurla baş başa kalması sonucunu doğuracaktır. Bundan dolayı, PKK-PYD-YPG ve DEAŞ gibi terörist unsurlara karşı güvenli bir alan teşkil etmek için Türkiye bu bölgede kalmak durumundadır. Başkan Recep Tayyip Erdoğan da açıkça ifade etmiştir:

“Ülkemizin, milletimizin ve İdlibli kardeşlerimizin güvenliğini temini için yürüttüğümüz operasyonlarımızı sürdürmekte kararlıyız.”

Türkiye’nin derdi silahlı terörist grupları desteklemek değil, kendi sınırlarını korumak. Ayrıca İdlib’deki masum sivillerin ölmesini önlemek. Bu nedenle Türkiye, İdlib’i Suriye yönetimine karşı bir alan olarak görmek durumunda. Adana protokolü dikkate alındığında gelinen noktada Türkiye, sınır güvenliğini garanti altına almadan, İdlib’ten çıkamaz. Bu durum, Türkiye’nin tekrar rejimin tehdit ve saldırıları ile karşılaşmasına neden olabilecektir.

Şu an için Astana süreci işlevini yitirmiş durumda. O halde, Cenevre sürecinden bahsetmek de güç olacaktır. Bizce, bazı köşe yazarlarının dile getirdiği, “Astana ve Cenevre sürecinin tekrar canlandırılması için ABD ve AB devreye girmelidir”, önermesi gerçekçi bir yaklaşım değil. Özellikle, AB için şu sıralar söylenecek tek söz, “kelin merhemi olsa, başına sürerdi” olacaktır. Şam yönetimi Moskova ve İran tarafından kontrol edildiğine göre, rejimi bu ülke üzerinden hizaya getirmek gerekmektedir. Türkiye elindeki dört önemli kartı masaya sermelidir.

• Askeri Güç; TSK’nın caydırıcı gücü bölgede kimsenin hafife alamayacağı bir olgudur. Türk ordusu eğer saldırgan bir politika izlemiş olsaydı, bulunduğu konumdan çok daha geniş bir alanı hâkimiyeti altına alabilirdi. Yayılmacı bir anlayış içinde olmadığı için TSK böyle bir çaba içinde olmamıştır. Ancak böyle bir güce sahip olduğu, bölgedeki aktörler tarafından bilinmektedir.

• Göç Meselesi; Rejimin saldırılarının devamı, tüm Avrupa’nın Suriyeli göçmenler ve teröristler ile dolmasına neden olacaktır. Çünkü AB’ye olan sınır kapıları bu sefer açılacaktır. Bu nedenle AB’de Suriye sorununun çözümü için diplomatik girimlerini arttırabilir.

• Moskova; Türkiye, Suriye’nin hamisi Rusya için şu aşamada vazgeçilmez bir yol arkadaşıdır. Türk-ABD işbirliğinin sorunlar yaşadığı dönemde, Moskova Ankara ile yakaladığı ortak zemini kaybetmek istemeyecektir.

• Tahran; İran, ambargo ve yaptırımlarla nefes alamaz haldedir ve son Ukrayna uçağının düşürülmesi fiyaskosu ile aslında henüz caydırıcı bir güç haline gelemediğini tüm dünyaya göstermiştir. İran, Suriye’yi desteklerken, Astana Sürecinde beraber hareket ettiği, Türkiye’yi yok sayamaz. Sadece Ankara ve Moskova, İran’ın bölgede iyi ilişkiler kurabildiği iki büyük güçtür.

Sonuç olarak yukarıdaki kartlar açıldığında, Türkiye, Rusya ve İran’ı, Esad üzerinde etkinliklerini kullanmaya zorlayabilir ve güvenli bölge tesisi ile Astana ve Cenevre süreçlerinin işlevsel hale getirilmesini sürdürülebilir bir politikaya dönüştürebilir. Bu durum, Esad rejiminin Türkiye ile imzalamış olduğu Adana Protokolü’ne uygun hareket edeceği bir konjonktüre yol açacaktır. Şu an için Esad rejimin yıkılması gibi bir durumun olmadığı genel olarak kabul edildiğine göre, Türkiye’nin bekası ve menfaatlerine uygun olan çok yönlü diplomatik ve somut adımlarla askeri süreç desteklenmelidir. Bu bahsettiğimiz etkin politikanın neticesi, Türkiye’nin önderliğinde bölgede barışın tesisi yolunda önemli bir eşiğin aşılması olacaktır.

Uluslararası Hukuk alanında yürürlükte olan en önemli ilkelerden olan, “denizlerin serbestisi” ilkesini ortaya atan Hollandalı hukukçu Hugo Grorius’un özlü sözüyle bitirelim.

“Devletlerarası ilişkiler yoktur, milletler arası ilişkiler vardır”.

Devamı M5 Dergisi Şubat 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close