Güvenlik Algısı ve Orantısız Tahterevalli Kuramı - M5 Dergi
Makaleler

Güvenlik Algısı ve Orantısız Tahterevalli Kuramı

Abone Ol 

11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da gerçekleşen saldırılar dünyada özellikle güvenlik konularında yeni bir çağın başlamasına neden oldu. Milat olarak kabul edilen bu tarihten sonra güvenlikle ilgili kavram ve anlayışlar değişmiştir. Bu kapsamda yeniden şekillenen Modern dünyanın güvenlik üzerine kurgulanmış algı yönetiminde de değişiklikler olmuştur.

Modern dünyanın algı yönetiminde, yanılsama ve yanılsatmanın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu, en çok da sübjektif olan güvenlik algısı için geçerlidir. Medya, bunun önemli bir unsurudur. Algı; felsefe, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin temel konularından biridir.
Bu makalede, Uluslararası İlişkiler dinamiğinde Milenyum Sonrası Değişen Dünyada yeniden şekillenen güvenlik algısı ele alınacak ve gelecek stratejilerinin belirlenmesine olan etkileri incelenecektir.

ÇOK BOYUTLU, ASİMETRİK 
GÜVENLİK ANLAYIŞLARI

Uluslararası ilişkiler epistemolojisinde yaşanan ve post-pozitivizme gidiş olarak adlandırılabilecek dönüşüm, yeni güvenlik paradigması kapsamında ele alınarak günümüz dünyasında çok boyutlu, asimetrik güvenlik anlayışlarının algılanmasına yol açmıştır.

Kısaca insanlık tarihinin geçirmiş olduğu evrelere göz atalım. Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.

İnsanlık Tarihi; Taş Devri, Bronz Çağ Devri, Tunç Çağı, Tarım Devri, Sanayi Devrimi, Teknoloji ve Bilgi Çağı (Bilişim, teknoloji) olarak çeşitli süreçlerden geçmiştir. Yaşanan tüm bu süreçlerde, avcı toplayıcılıktan tarım devrine geçilmesiyle birlikte insan toplulukları, organize olabilmeyi ve millet haline gelmeyi başarmışlardır. Millet; insanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyinde oluşturabildiği en yüksek toplumsal aşamayı ifade etmektedir. Şüphesiz ki bir millete mensup olmanın geçmişle ve gelecekle yoğun ilişkisi vardır. Birlikte yaşanan ve kuşaktan kuşağa devredilerek şekillenen ortak geçmiş, toplumların daha iyi bir geleceği birlikte inşa etme ülküsünü güçlendirmektedir.

İçinde bulunduğumuz Bilgi Çağı’nda her gün yeni yeni buluşlar yapılmakta ve son otuz yılda üretilen bilginin, önceki 5.000 yılda üretilen bilgiden çok daha fazla olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir yandan insanlığın küresel bilinç düzeyinde artış gözlemlenirken diğer yandan neyin tam olarak doğru olduğunun anlaşılamadığı, rasyonel 
doğruya ulaşabilmenin zorlaştırıldığı bir bilgi kirliliği de bulunmaktadır.

Tekrar tarihe dönelim; güneşi hiç batmayacak olan ihtişamın temsilcisi olarak tanımlanan Roma’nın yıkılışı, Avrupa’yı koyu bir karanlığa sürüklemiş ve insanlığın medeni merkezinin Doğu’ya kaymasına yol açmıştır. Türk kültür ve medeniyeti de bu tarz bir travmayı 18. yüzyılda yaşamıştır. Roma’nın çöküşünden sonra Batı’nın sürüklendiği “karanlık çağ” kendi yükseliş dinamiklerini oluşturmaya çabalarken, medeniyetin merkezi olan Doğu’daki öncülük 11. yüzyıldan başlayarak Araplardan Türklere geçmiştir. Medeniyet merkezlerindeki kayma, 17. yüzyılda tekrar Batı’ya yönelmiştir. İşte bu noktada yaşanılan her tarihsel döngüde güvenlik algılarını kimin belirleyeceğine esasında, oyunu kazananın karar verdiğini söyleyebiliriz. Dünya üzerinde yaşanan, yaşanmakta olan tüm sosyolojik ve konjonktürel gelişmelerin alt yapısında, 
bu temel kuram yer almaktadır. Ben buna; “Orantısız Tahterevalli Kuramı / Disproportionate Seesaw Theory1∗” kuramı ismini verdim.

ORANTISIZ TAHTEREVALLİ KURAMI

Modern dünyanın algı yönetiminde, yanılsama ve yanılsatmanın söz konusu olduğunu, bunun da en çok subjektif olan güvenlik algısı için geçerliğinden söz etmiştik. Güvenlik konusundaki algı yönetiminde yanılsama ve yanılsatmayı yönetecek aktör, yukarıda ifade etmiş olduğum “Orantısız Tahterevalli Oyunu”ndaki ağır olan taraf yani Başat aktörlerdir. Medeniyet merkezindeki tahterevalli üzerinde yaşanan kayma, dünyayı kimin istediği şekilde yönlendirebileceğine ve dolayısıyla da insanlığın algılarını kimin kontrol edebileceğine karar verir.
İnsan beyninin bir zafiyeti bulunmaktadır. Bu zafiyet; insan beyninin gerçekle kurguyu ayırt edememesidir. Algılarımızı yönetmeye çalışanlar, bu zafiyeti kullanır. Algı konusu; felsefe, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin de temel konularından biridir. Gerçeklik ya da doğrular, çeşitli yanılsamalarla değiştirilir ve sanal bir alan yaratılır.
Algı yönetimi gerçekler, yansıtma, yanıltma ve psikolojik operasyonların bir bütünüdür.
Sosyal medya da modern ve karmaşık dünyamızda bizlere güvende olduğumuzu ya da olmadığımızı hissettiren önemli bir argümandır. Kişi kendini ve dış dünyayı, öğrenmeler sonucu edindiği paradigmalar penceresinden algılar. Paradigmayı; eğitim, bakış açısı, dünya görüşü ya da kök düşünce diye tanımlayabiliriz.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI GÜVENLİK YAKLAŞIMLARI

SSCB’nin dağılmasıyla;
∙ İki kutuplu yapıdan çok kutuplu yapıya geçilmiş,
∙ Soğuk Savaş’ın statik yapısı sona ermiş,
∙ ABD, dünyanın tek süper gücü konumuna gelmiş,
∙ Uluslararası sistem ve alt-sistemler dinamik bir yapı kazanmaya başlamıştır.

Yeni fırsatların yanı sıra yeni riskler, tehlikeler ve tehditler de bu süreçte yeniden şekillenmiştir.

Bu yeni süreçte simetrik tehdit algılamalarından asimetrik tehdit algılamalarına geçiş yaşanmıştır.

Günümüzde Batı’nın kudretinin zirvesinde olması, Batılı olmayan medeniyetlerin “Ecdat ve Mezhep Fenomenine” dönüşüne neden olmaktadır. Bu da Japonya’da Asyalılaşma, Hindistan’da Hindulaşma ve Orta Doğu’da laiklik karşıtı köktendincilik duygularını canlandırmaktadır. Dünyada yaşanan gelişmeler beraberinde yeni güvensizlik ve belirsizlik ortamlarını getirmiştir. Güvenlik kelimesi en basit tanımıyla; tehditler, kaygılar ve tehlikelerden uzak olma hissi anlamına gelmektedir. Bu noktada da modern dünyanın güvenlik kuramlarında birtakım revizyonist gelişmeler belirmeye başlamıştır. Bu çalışmalarda global düzeyde inisiyatif alarak öne çıkan belli başlı iki okul bulunmaktadır.

BARIŞ VE ÇATIŞMA ARAŞTIRMA MERKEZİ

Bu okullardan birisi, Kopenhag Okulu’dur. Bu okulun önde gelen kuramcıları ise Barry Buzan ve Ole Waever’dir. Kopenhag Okulu’nun temeli; 1985’te Kopenhag Üniversitesi’nde “Barış ve Çatışma Araştırma Merkezi”nin kurulmasıyla atılmıştır. Diğer okul ise Galler’de lokasyonu bulunan Aberystwyth Okulu’dur. Bu okulun önde gelen kuramcısı ise Ken Booth’tur. İşte günümüz dünyasının kaotik ortamında güvenlik konusu hakkında ortaya konulan kuramlar; Batı dünyasında yer alan bu iki global okulda, genel olarak bu üç Batılı akademisyen tarafından ortaya konulmaktadır. Dolayısıyla modern dünyada yeni güvenlik kuramlarıyla ilgili çalışma yapmakta olan akademisyenlerin çoğu bu kuramcıların fikirlerinden istifade etmek durumunda kalmaktadır. Bu da günümüzde güvenlik konuları hakkında fikir üretimi ve akademik araştırmalarda, Batı endeksli politikaların global düzlemde yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

Güvenlik kelimesi en basit tanımıyla; tehditler, kaygılar ve tehlikelerden uzak olma hissi anlamına gelmektedir demiştik. Güvenliği uluslararası ilişkiler disiplininde kavramsal açıdan ilk ele alan Arnold Wolfers’a göre güvenlik; kazanılan mevcut değerlere yönelik bir tehdidin olmaması halidir. 1990’larda güvenlik kavramına yeni bir açılım getiren Barry Buzan; güvenliği, devletlerin ve toplumların tehditlerden kurtulma arayışları ve bağımsız kimliklerini ve işlevsel bütünlüklerini koruma yetenekleri olarak tanımlamaktadır. Richard Ullman ise farklı bir yaklaşımla güvenliği, bir ülkenin vatandaşlarının hayat standardı ve kalitesinin devlet tarafından garanti altına alınması olarak yorumlamaktadır. Tüm bunlar günümüzde güvenlik konusunun geçmişten ve gelecekten farklı olduğunu göstermektedir.
Bir zamanlar dünya politikasının görünümü de bugünkü gibi değildi ve gelecekte de muhtemelen böyle olmayacaktır. Bir başka deyişle dünyada var olan siyasal durum, yani siyasal birimler, bunlar arasındaki ilişkiler ve bunun sonucu doğan yapılar, farklı dönemlerde farklı biçimler almış ve gelecekte de alma potansiyeline sahiptir.

Bu bağlamda Nye ve Welch, dünya politikasının üç temel biçim aldığını ifade eder:
a. Otoritenin temasta olduğu ve dünyanın büyük bölümünü denetim altında tuttuğu “dünya imparatorluğu sistemi”,
b. Bağlılıkların ve siyasi yükümlülüklerin öncelikle siyasi sınırlar tarafından belirlenmediği “feodal sistem”,
c. Görece bütünlüklü olan fakat üst bir yönetimi bulunmayan devletlerden meydana gelen “anarşik devletler sistemi”.

Nye ve Welch’in söz ettiği bu dünya politikası biçimleri, kronolojik olmaktan ziyade kuramsaldır. Çünkü onlara göre örneğin, anarşik devletler sistemi MÖ 5. yüzyılda Çin ve Hindistan’da ya da eski Yunan’da da görülmüştür. Eleştirel Kurama göre güvenlik; aktörlerin yaptıklarına, beklentilerine ve aktörler arası etkileşime bağlı olarak algıda şekillenen bir olgudur ve sübjektif bir nitelik taşır. Eleştirel kuramın önde gelen kuramcılarından Cox, Linklater ve Habermas’a göre küresel güvenliği tehdit eden güncel sorunlar;

a. Batı toplumlarının aşırı tüketimcilik modelinin ve endüstrileşmenin yarattığı çevresel felaketler,
b. Sosyal çatışmalardaki ana faktörlerden eşitsizlik sorunsalı,
c. Uluslararası finansal sistemdeki çöküntü,
ç. Güç ve bilgi ilişkisi çerçevesinde insanlığın tekil bir medeniyet olarak ele alınma riski ve buna bağlı olarak bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması ve
d. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi örneğinde olduğu gibi güçlülerin güvenliğinin ön planda olmasıdır.

Güvenlik konusundaki genel dünya politikasına ilişkin bu yaklaşım, elbette yanlış olmamakla birlikte, bize tarihsel değişimi, bunu belirleyen etkenleri ve bu çerçevede “uluslararası ilişkiler” denilen özel dünya politikası biçimini yeterince açıklamamaktadır. Bu nedenle biz burada, dünya politikasının aldığı farklı biçimleri ve bu çerçevedeki değişimi belli bir tarihsellik içinde birtakım değişim ölçütleri çerçevesi içerisinde ele alacağız. Ancak daha önce insan psikolojisinde güvenliğin önemini daha iyi anlamak maksadıyla Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisine bakacağız.

MASLOW’UN İHTİYAÇLAR 
HİYERARŞİSİ VE GÜVENLİĞİN ÖNEMİ

Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi, Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayımlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir.

Maslow’a göre, birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise kişilik gelişmişlik düzeyi de gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde olacaktır. Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi, bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz ve bir üst seviyeye geçmeye ihtiyaç duymaz.. İnsan, yaşaması için gerekli duyduğu fiziksel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendisini güven altında hissedeceği emin bir ortamda bulunmak ister. Aşağıdaki tabloda Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi yer almaktadır. Bu tabloda da görüldüğü gibi kişi, temel fizyolojik ihtiyaçlarını ve güvenlikle ilgili ihtiyaçlarını karşılamadan bir üst düzeye sevgi ve ait olma seviyesine çıkamaz. Günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insan, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinim hissetmez. Tablo 2’de de detaylı olarak görüldüğü üzere güvenlik ihtiyacı, sosyal ihtiyaçlardan daha öndedir. Bunlar;
a. Gelir getiren bir iş ve güvenliği,
b. Gelir ve kaynakların güvenliği,
c. Fiziksel güvenlik / şiddet, suç ve saldırılara 
karşı güvenlik,
ç. Ahlaki ve fiziksel güvenlik,
d. Aile güvenliği,
e. Sağlık güvenliği.

Maslow’a göre psikologların yapması gereken, bireyin kendini gerçekleştirme (self-actualization) aşamasına gelmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmasına yardım etmektir. İnsanın öncelikle fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Kişinin güvenlik ihtiyacı, maddi bir gereksinimdir. Kişi öncelikle maddi gereksinimlerini karşılamadan kendisini geliştiremez.

20. yüzyıl, dünya tarihinin en kanlı yüzyıllarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Bu tehlikeli ve kaotik dünyada kendimizi güvende hissetmek için neler gereklidir? İnsanların kendilerini emniyetli ve güven altında hissetmeleri için;
a. Günlük hayatın yaşamsal bir parçası olarak gıda 
ihtiyaçları karşılanmalıdır.
b. Giyinme ve barınma ihtiyaçları karşılanmalıdır.
c. Öncelikle istikrarlı bir gelirlerinin olması gerekir.
ç. Tehlike, risk ve benzer ortamlardan uzak 
durabilmeleri gerekir.
d. Suçlardan ve suçlulardan korunmalıdırlar.
e. Gelecekle ilgili endişelerinin olmaması gerekir.
f. Psikolojik olarak kendilerini güvende hissetmelidirler.
Tüm bu sıralamış olduğumuz verilerden sonra savaş ve güvenlik ikilemine vurgu yapmamızın gerekli olacağını düşünüyorum. Zira bir yandan güvenliğe ihtiyaç duyuyoruz ve bir yandan da kendimizi sürekli güvensizlik sarmalına doğru itiyoruz.

DİLEMMA; SAVAŞ VE 
GÜVENLİK, GÜNÜMÜZ SAVAŞLARI

Günümüzde güvenlik hakkında yazılmış birçok kitap ve makale bulunmaktadır. Bu kitaplarda yer alan tanımlarda güvenlik için özetle; “tehditler, kaygılar ve tehlikelerden uzak olma hissidir” veya “kazanılan mevcut değerlere yönelik bir tehdidin olmaması” halidir denir.

İnsanlık tarihi, savaşların ve şiddetin tarihidir. Özellikle son yüzyılda savaşların küreselleştiği, savaş ve çatışma ortamlarının sivillerin yaşadığı metropollere ulaştığı, nereden gelebileceği belli olmayan asimetrik tehditlerin fazlalığı ve çeşitliliği, güvenlikten bahsetmenin anlamsızlığını ortaya koymakta ve her geçen gün bu konuyla ilgili revizyonist uygulamalar gündeme getirilmektedir.

Günümüzde savaş ve şiddet tüm dünyanın gündemindedir. 5 bin yıllık insanlık tarihinin yalnızca 292 yılı savaşsız geçmiştir. İnsanlar M.Ö. 3600 yılından bu yana birbirleriyle 14 bin 361 kez savaşmışlardır. Bu savaşlarda 3 milyar 640 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Günümüzde savaşlar dördüncü nesil savaşlar olarak adlandırılmaktadır. Dördüncü nesil savaş, harp ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, savaş alanı ile emniyetli bölgenin aralarında bulanık hatların olması olarak nitelendirilmektedir. Savaşlar ve şiddet olayları zaman zaman katliamlara, sürgünlere, göçlere ve asimilasyonlara yol açmıştır. Bundan ötürü insanlar derin acılar yaşamışlardır. Yaşanan acıların her bireyde ve toplumda farklı travmatik etkileri ve buna bağlı olarak da farklı tepkileri olmuştur.
Risk ve Güvenlik Parametreleri;
a. Güvenliğin ucu açık bir kavram olduğu,
b. Birine güvenlik anlamına gelen, diğerine güvensizlik anlamına gelebileceği,
c. Günümüzde güvenlik paradigmasının Batı merkezli olarak kurgulandığı görülmektedir.

Dolayısıyla Batı merkezli olarak kurgulanan yenidünya sisteminde Doğu’da yer alan ülkelerin zayıf ve karmaşa içinde bırakılması için sıklıkla manipüle edildiği görülmektedir.

Dünya tarihinin biraz da savaşların tarihi olduğunu söylemiştik. Şimdi biraz da savaşların tarihine göz atalım.

Savaşın Evrimi;
a. Tarih öncesi savaş,
b. Antik çağlarda savaş,
c. Orta Çağ’da savaş,
ç. Barutlu silahlarla savaş,
d. Sanayi Çağı’nda savaş,
e. Günümüzde savaş (Dördüncü Nesil Savaş)

Dördüncü Nesil Savaş: En basit tanımı, esas hasım tarafların bir devlet olmayıp onun yerine şiddetli bir ideolojik ağ olduğu herhangi bir savaşı içermektedir. Bu terim, terörizme ve asimetrik savaşa benzerlik göstermesine rağmen çok daha kapsamlıdır. Karmaşık ve uzun dönemli, terörizmi kullanan, toplumun algılarını istediği şekilde yöneten, milli olmayan veya milli sınırları aşan hüviyette ve toplumların kültürüne ve değerlerine doğrudan tecavüz eden bir mahiyette tezahür eder.

Tüm bu açıklamaların ışığında bu kez karşımıza, alt konu başlığımızda kullandığımız Dilemma (ikilem) kelimesi çıkar. Günümüz insanlığı, tüm bu karmaşa ve asimetrik tehditler altında yaşamak zorunda kaldığı kaotik ortamda kalıcı barışı nasıl tesis edebilecektir?

Sosyal ve ekonomik adalet olmadan ve sefalet yok edilmeden barışın tesis edilemeyeceği söylenir. Yine sefaletin olduğu yerde safahattan bahsedilemez denir. Oysa uygulamada öyle mi?

Küreselleşen savaş ve çatışma ortamlarında, tehdidin nereden gelebileceğinin şüphesiyle yaşamak zorunda kalan insanoğlu için güvenlikten bahsetmek anlamsız değil midir? Tüm bunlar günümüzde güvenlik yaklaşımlarını öznel ve göreceli bir doğaya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi Soğuk Savaş sonrası güvenlik yaklaşımları güvenlik kavramını genişletmiş ve derinleştirmiştir. Güvenlik anlayışları, klasik güvenlik paradigmasını sorgulamaya başlamıştır. “Kim için, ne için, nerede, nereye kadar ve nasıl güvenlik?” soruları çerçevesinde alternatif güvenlik çalışmaları gündeme gelmiştir. Bu kapsamda, devlet merkezli realizmin klasik güvenlik parametreleri sorgulanmıştır. Eleştirel, postmodern, feminist ve konstrüktivist kuramlar öne çıkmıştır. Peki, yaşanan bunca karmaşaya rağmen hayatta kalmak ve neslini devam ettirmek nasıl mümkün olabilecektir. Zira tarih bize göstermiştir ki organize olamayan zayıf kavim ve milletler, tarih sahnesinden silinmiştir. İnsanoğlunun geçirmiş olduğu tüm süreç ve evrelerde hayatta kalma becerisini sergileyen millet ve kavimlerin sadece iyi liderler tarafından organize edilmiş olarak yönetilen millet ve kavimler olduğu görülmektedir. Organize olmuş güç ve kudret, hayatta kalabilmenin temel şartıdır. Zira tabiat kurallarının temel alındığı hayatta kalma becerisi hümanizme ihtiyaç duymamaktadır. Yeryüzü ve gökyüzü, hümanist veya romantik olamayacak kadar realist ve acımasızdır.

GÜNÜMÜZDE GÜVENLİK

Brauch’a göre güvenliğin anlamı genel olarak belirsiz ve esnektir. Kavramsal dörtlü kuralına göre güvenlik, istikrarlı barış ve bölgesel kalkınmayla doğrudan ilgilidir. Ancak aşağıda da görüldüğü üzere 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin ortaya koyduğu yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi” dünyanın yeniden şekillenmesine yol açmıştır.

ABD, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında “NSS-02” adında, 17 Eylül 2002’de resmileşen “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni hazırlamıştır. Adı geçen stratejide 4 ana başlık oluşturulmuştur. Buna göre;
a. Önleyici Savaş,
b. Askeri müdahale ve öncecilik, (ön alma)
c. Yeni karşılıklılık, (misliyle karşılık vermek / nispi şiddetinde müdahale)
ç. Demokrasiyi yayma. 
(yumuşak güç / soft power)

ABD’nin ulusal güvenlik anlayışında, 11 Eylül 2001 sonrası konvansiyonel ve nükleer tehdidin yanı sıra kitle imha silahları ve söz konusu silahları kullanan, devlet dışı aktörler yani terör örgütleri, yine ABD’nin bakış açısıyla “haydut devletler” ya da “başarısız devletler” öncelikli tehdit haline gelmişlerdir. Öyle ki 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından toplanan NATO Olağanüstü Zirvesi’nde terör öncelikli tehdit algılaması kapsamına girmiştir. Yani ABD, ulusal güvenliğini NATO zemininde dost ve müttefikleri çerçevesinde küreselleştirmiştir.

2002’deki Afganistan işgali bu tehdide dayandırılmış, uluslararası kamuoyunda kabul görmüştür. ABD, Eylül 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi kapsamında uluslararası hukukta yer almayan “önleyici savaş” kavramını, Afganistan ve Irak işgali dâhil, uluslararası pek çok operasyonda ulusal güvenliği açısından meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmaktadır.

Dolayısıyla güvenliğin temel parametreleri bu gelişmeler ışığında değişmiştir. Günümüzde klasik güvenlik anlayışından yeni güvenlik anlayışına geçiş yaşanmaktadır. Güvenlik paradigması, küreselleşmeyle birlikte ulusal ve uluslararası güvenlikten küresel güvenliğe doğru uzanan geniş bir düzlemde değişim ve dönüşüm yaşamaya başlamıştır.

Yeni sistemde güvenlik, tek bir aktör tarafından sağlanamayacak kadar karmaşık, çok boyutlu ve karşılıklılık içeren bir hal almıştır. Güvenlik kavramsal çerçevede hem tehdit ve saldırı unsurlarını hem de savunma, önlem ve caydırıcılık öğelerini birlikte içerir. (Millî Savunma ve Güvenlik Enstitüsü, Stratejik Vizyon Belgesi, 2014: 1-2) Güvenlik algıda şekillenir ve sübjektif bir kavramdır. Örneğin, ABD’nin Orta Doğu’da güvenliği sağlaması, İran için güvensizlik ve tehdit unsuru olabilir. Ancak başka bir Orta Doğu ülkesi Suudi Arabistan içinse bölge ülkelerinden gelebilecek tehditlere karşı bir güvenlik şemsiyesi ve güç unsuru olabilir.

Günümüzde klasik güvenlik paradigmasının temel ilgi alanı, devletlerin bekâlarına yönelik tehditlerle mücadele etmek amacıyla geliştirmeleri gereken askeri imkân, kabiliyet, kapasite ve stratejilerdir. Soğuk Savaş dönemi güvenlik paradigması, “güvende olma durumu” yerine “güvende olmama durumu” üzerine inşa edilmiştir. Yani güvensizlik ekseninde kurgulanmıştır. 11 Eylül sonrası asimetrik tehdit algılamalarına geçişi simgeleyen yeni bir güvensizlik ve belirsizlik ortamını beraberinde getirmiştir. Klasik dost-düşman ayrımı, geçmişte belirli sınırlar içinde algılara yerleştirilmişken bugün, dost ve düşman tanımının yapılması daha zorlaşmaktadır.

Klasik güvenlik yaklaşımları, günümüz kriz ve kaoslarını yorumlamada ve kronikleşmiş sorunlara çözüm üretmede yetersiz kalmıştır. Klasik güvenlik paradigmasının temel araçları, güvenliğin tesisi ve mevcut düzenin korunmasında işlevselliğini kaybetmeye başlamıştır.

Günümüzde güvenlik paradigmasının Batı merkezli kurgulanması, toplum güvenliği kavramından Batı toplumlarının güvenliğinin anlaşılmasına yol açmıştır. Benzer şekilde 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin kendi ulusal güvenliğini küresel güvenlikle özdeşleştirerek Afganistan ve Irak’ta binlerce sivili öldürmesi, klasik güvenlik anlayışının indirgemeci, ben-merkezli ve tekdüze boyutunu göstermektedir.
Ayrıca iletişim devrimiyle birlikte bireylerin güvenliği, savaş ve çatışmalar dışında da her an her yerden gelebilecek tehditlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Bugün Şangay’daki bir hacker Silivri’deki bir bilgisayara saldırıda bulunabilmekte ya da GDO’lu bir ürün dünyanın bir diğer bölgesindeki insanların genetik kodlarını etkileyebilmektedir. Kimliğin ve kültürlerarası önyargının güven(siz)lik üzerindeki etkisine ilişkin örnekleri, 1990’dan günümüze kadar geçen süreçte Balkanlar, Afrika, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu gibi dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan etnik çatışmalarla çoğaltmak olasıdır.

NASIL BİR GELECEK VE SONUÇ

Hissikablelvuku, eski dilde olabilecekleri hissetmek anlamına gelir. Yani bir çeşit öngörü demektir. Günümüz dünyasında güvenliği nasıl yorumlamamız veya nasıl algılamamız gerektiğiyle ilgili konuları yukarıda gördük. İnsanlık tarihi savaşların tarihidir demiştik. Ve maalesef insanlık tarihi süresince yaşanmış ve halen yaşanmakta olan savaşların hepsinin ortak melodisi öldürmektir. Savaşları daha çok öldüren ve daha çok yıldıran taraf kazanır. İnsanoğlunun yapmış olduğu bütün silahlar, mühimmatlar, geliştirmiş olduğu savaş teknolojileri ve yetiştirmiş oldukları askerler veya teröristler hepsinin ortak amacı daha çok öldürmektir. Savaş ve barış her zaman kendi içinde bir paradoks yaşar.

Yukarıdaki tabloda Dünya Tehdit Haritası yer almaktadır. Son üç senenin haritası incelendiğinde dünyanın her geçen sene boyunca daha emniyetsiz, güvensiz ve daha tehdit dolu bir hale geldiği görülmektedir.

Birleşmiş Milletler kendini “adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş” olarak tanımlamaktadır. Temel hedefi de savaş belasından gelecek nesilleri korumaktır (Secretary General’s Reports on the Protection of Civilians in Armed Conflict, https://reliefweb.int/report/world/report-secretary-general-protection-civilians-armed-conflict-s2018462-enarru).

Temel kuralı da hepimiz bir ötekinin güvenliği için sorumluluk paylaşmamız gerektiği gerçeğidir. BM; “Daha güvenli bir dünya için daha çok sorumluluk paylaşmalıyız” der. BM’nin bu samimi ifadelerine rağmen günümüzde güvenlik paradigması maalesef Batı merkezli olarak kurgulanmıştır. Oysa tüm insanlık için güvende olmak hissi ve algısı çok önemlidir ve temel soru; “çatışma bölgelerinde yaşamak zorunda kalan acı çeken insanlara güvenlik hissi nasıl verilebilir?” şeklinde olmalıdır. Özellikle Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya ve benzeri diğer şanssız yerlerde.

Bir Rus Atasözü; “Ebedi barış sadece bir sonraki savaşa kadar sürer” der. Bir Somali Atasözü; “Sorunlarını barışla çözemeyen savaşla da çözemez” der. Yine bir Yahudi Atasözü; “En kötü barış en iyi savaştan daha iyidir” der. Görüldüğü gibi esasında tüm insan kültürlerinin doğasında savaşa karşı haklı olarak bir karşı koyma vardır. Ancak tüm bu karşı koymalara rağmen savaş, her seferinde kontrolsüz olarak patlak verir ve gelişir.

Savaş olmaksızın da her gün 30.000 çocuk kıtlık nedeniyle ölmekte ve bu rakam yılda 11 milyonun üzerine çıkmaktadır. 2.8 milyar insan günlük 2 doların, 1,2 milyar insan ise 1 doların altında yaşamaktadır. 2000 yılının sonunda 22 milyon insan AIDS nedeniyle ölmüştür.

Teoriler ışığında güvenlik, savaş, barış ve çatışma çözümleri üretmeye çalışan BM halen merkezi bir role sahiptir ve etkinliğinin arttırılmasına yönelik girişimlerde bulunmaktadır.Medeniyet merkezlerindeki kayma güvenlik algılarını belirler demiştik. Gücünün zirvesinde olduğu söylenen Batı’nın uygarlık ve insanlık adına samimi olarak adaleti tesis etmek istemesiyle dünyada güvenlik mümkün olabilir. Fakat acaba Batı, bunu istemekte midir? Zira 1700’lerde yaklaşık 1000 senenin sonunda eline geçirmiş olduğu dünya hâkimiyetini bırakmaya hiç de niyeti yok gibi görünmektedir.
Bu kapsamda algı yönetimi operasyonları da genellikle hükümetler arasında, hedef ülke ve vatandaşları arasında ulusal ve uluslararası arenada yürütülmektedir.

Toffler’e göre Üçüncü Dalga, sanayi sonrası toplumudur. 1950’lerden bu yana çoğu ülke, bir İkinci Dalga Toplumundan Üçüncü Dalga Toplumu olarak adlandırdığı şeye doğru ilerlemektedir. Bunu açıklamak için birçok kelime tanımlar (süper-sanayi toplumu) gibi kendi ürettiği ya da (Bilgi Çağı, Uzay Çağı, Elektronik Çağ, Global Köy, Teknetronik Çağ, tekno-bilimsel devrim) gibi başkalarının tanımladığı terimleri kullanır. Günümüzde belirli derecelerde bireyselleşme, ayrışma, bilgi-tabanlı üretim ve değişimin hızlanması, Toffler’ın anahtar ilkelerinden biri olan “değişim doğrusal değildir ve geriye, ileriye ve yana doğru gidebilir” şeklinde ifade edilmektedir. Burada Batı’nın manipülasyonlarıyla Doğu’nun nasıl geriye gittiği de açıklanabilir.

Güvenlik kültürü, dünyamızda güvenlik sorunlarının farklı kültürler arasında nasıl ele alınması yollarını ifade eder. Genellikle insanların güvenliği konusunda paylaşılan tutum, bulundukları toplumun inanç, algı ve değerlerini yansıtmaktadır.

BM Sözleşmesinde; “Biz, Birleşmiş Milletler’in halkları, büyük ve küçük tüm ulusların, tüm erkek ve kadınların eşit haklara sahip olduğunu ve insan kişiliğinin onur ve değerlerine ve temel insan haklarına saygı duyduğumuzu teyit ederiz” denmektedir.

Fakat Huntington’un da belirttiği gibi; Çatışmalar Batı Medeniyetleri ile diğerleri arasında olacaktır. Huntington’a göre; Batılı olmayan medeniyetlerin üç tercih hakkı vardır. Bunlar;
a. Kendilerini izole etmeleri ki bu çok zordur.
b. Batı medeniyetini kabul etmek.
c. Batılı olmayan tüm diğer güçlerin Batıyla mücadele edebilmeleri için ekonomilerini ve askeri güçlerini birleştirmeleri gerekir.

İşte tam da bu yüzden Batı’nın bu birleşmeyi mutlak surette durdurması gerekmektedir. Medeniyet merkezindeki kayma, dünya üzerinde yaşanmakta olan siyasi manipülasyon ve çatışmaların nedenini teşkil etmektedir. Burada da uluslararası demokrasi hakkındaki kirli sır devreye girer. Bu sır, Batılı ülkelerin demokratik olduklarına ve her zaman dünyada mağdur halkların yanında durduklarına dair ortaya koydukları söylemdir. Oysa toplumsal benliğe yerleşmiş mağduriyet hissi, umutsuzluk ve sahip olamama duygusu insanları daha fazla güvensizlik sarmalına itmekte ve Batı’dan uzaklaşmalarına yol açmaktadır.

Sonuç olarak; 1700’lerden itibaren medeniyet merkezindeki kayma Batı lehine olmuş, SSCB’nin dağılmasıyla iki kutuplu yapıdan çok kutuplu yapıya geçilmiş, simetrik tehdit algılamalarından asimetrik tehdit algılamalarına geçiş yaşanmış ve BM Güvenlik Konseyi örneğinde de olduğu gibi, güçlülerin güvenliği ön planda olmuştur.

Küresel güvenlik konularına ilişkin politikalarda hegemon aktör(ler) belirleyici bir role sahip olmuş ve ezcümle; Modern dünyada güvenlik algısı 2018 senesi itibarıyla Batı eksenli kalmaya devam etmiştir. Bu makalede; Uluslararası İlişkiler dinamiğinde Milenyum Sonrası Değişen Dünyada yeniden şekillenen güvenlik algısını ele almaya ve gelecek stratejilerini belirlemeye çalıştım. Oysa rasyonel olarak milletler arasında karşılıklı işbirliğine dayalı samimi bir işbirliği etik olarak tesis edilemediği sürece kalıcı bir barışın kolay kolay sağlanılamayacağı anlaşılmaktadır.

Bir Afrika atasözünde; “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları yer. Kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir” der. Bu bağlamda belirli bir teknoloji, medeniyet ve bilinç düzeyine ulaşmış olması düşünülen insanoğlunun; ya hep birlikte kolektif bir barış ve refah için ortaklık arayışına girmeleri ya da geleceklerini Afrika atasözünde söylendiği üzere suyun akışına bırakmaları gerekir.

1 Bu kuramı ilk defa; Yunanistan Atina Harokopio Üniversitesi’nde, 23-26 Ağustos 2017 tarihinde düzenlenen Uluslararası “The Migration Conference 2017 / (TMC 2017)’da “Establishing Feeling of Security for the People Who Suffer from Conflict” başlıklı bildirimde sundum ve deklarasyonunu yaptım.

KAYNAKÇA
Ayoob, Mohammed (1995) The Third World Security Predicament: State Making, Regional Conflict, and the International System. London: Lynne Rienner Publisher.
Bernhardi, Frederick V. (2003) On War of To-Day: Principles and Elements of Modern War. New Delhi: Natraj Publishers.
Brauch, Hans Günter (2008) Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18 (Yaz 2008), s. 1-47. Ankara: Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği Yayınları.
Brauch, H. Günter, Spring Ú. Oswald, Mesjasz, C., Grin J., Kameri-Mbote P., Chourou B., Dunay P. Ve Birkmann J. (2008), Coping with Global Environmental Change, Disasters and Security Threats, Challenges, Vulnerabilities and Risks. New York: Springer Books.
Brzezinsky, Zigniew K. (1995) Out of Control: Global Turmoil on the Eve of the 21st Century. New York: Touchstone Books.
Black, Cyrill E. (1986) Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri. (Çev.: F. Gümüş). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Booth, Ken (2007) Theory of World Security. Cambridge: Cambridge University Press.
Buzan, Bary (2007) People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era. London: ECPR Press.
Buzan, B., Waever, O. Ve De Wilde, J. (1998) Security: A New Framework for Analysis. London: Lynee Rienner Publisher.
Carr, Jeffrey (2013) Assumption of Breach: The New Security Paradigm. New York: O’Reilly Books.
Çayhan, E. Ve Güney N. Ateşoğlu (1996) Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları NATO-AB-Türkiye. İstanbul: AFA Yayıncılık ve TÜSES Vakfı Yayınları.
Eralp, Atila (2009) Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Erhan, Çağrı (2001) “ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlayışı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 56, Sayı 4, s.77-93.
Erdoğan, İbrahim (2013) “Küreselleşme Olgusu Bağlamında Yeni Güvenlik Algısı”, Journal of Gazi Akademik Bakış, Issue Year: 2013, Issue No: 12, s. 265-292.
Eisenstadt, S. N. (2007) Modernleşme: Başkaldırı ve Değişim. (Çev.: U. Çoşkun). Ankara: DoğuBatı Yayıncılık.
Elias, Norbert (2017) Uygarlık Süreci Cilt 2. (Çev.: E. Özbek). İstanbul: İletişim Yayınları.
Elmas, M. Salih (2013) Modern Toplumun Güvenlik Çıkmazı: Tehdit, Risk ve Risk Toplumu Perspektifinden Güvenlik, Ankara: USAK Yayınları.
Gömeç, Saadettin Yağmur (1997) Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü. Ankara: Akçağ Yayınları.
Hanhimaki, J., Ve Westad O. Arne (2004) The Cold War: A History in Documents and Eyewitness Accounts. Oxford: Oxford University Press.
Huntington, Samuel. (1996) The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. New York: Simon&Schuster Paperbacks.
Jervis, Robert (2001) “Was the Cold War a Security Dilemma?”, Journal of Cold War Studies Volume 3, Number 1, Winter 2001, s. 36-60.
Kafesoğlu, İbrahim (1977) Türk Milli Kültürü, Ankara: Ötüken Yayıncılık
Leysens, Anthony (2008) The Critical Theory of Robert W. Cox: Fugitive or Guru?. New York: Palgrave Macmillan.
Nye, Joseph S. Ve Welch, David (2013) A. Understanding Global Conflict and Cooperation: An Introduction to Theory and History. London: Pearson Education Limited.
Özdağ, Ümit (2014) Algı Yönetimi: Propaganda, Psikolojik Savaş Örtülü Operasyon ve Enformasyon Savaşı. Ankara: Kripto Yayınevi.
Özdal, Habibe (2016) Sovyetler Birliği’nin Dağılmasından Kırım’ın İlhakına Rus Dış Politikasında Ukrayna. Ankara: USAK Yayınları.
Özmen, C., Özmen, İ. Fethi. Ve Turhan, K. (2012) Ilımlı İslam ve Misyonerlik. İstanbul: Togan Yayıncılık.
Özmen, Süleyman (2014) Risk Analizi. İstanbul: IQ Yayınları.
Russell, J. Ve Cohn, R. (2012) Maslow’s Hierarchy of Needs. New York: Bookvika Publishing.
Semiz, Yaşar, Birol Akgün, “Büyük Orta Doğu Jeopolitiğinde İran-ABD İlişkileri”, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Sayı 9, 2005, s.163-181.
Takahashi, Saul (2014) Human Rights, Human Security, and State Security the Intersection Volume 1. London: Praeger Books.
Tansi, Deniz, (2005) “ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlayışı ve Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Strateji Eki.
Ullman, Richard H. (1983) “Redefining Security”, nternational Security, Vol. 8, No. 1 (Summer, 1983), pp. 129-153, Published by: The MIT Press.
Wolfers, Arnold (1952) “National Security as an Ambiguous Symbol”, Political Science Quarterly, Vol. 67, No. 4 (Dec., 1952), pp. 481-502, Published by: The Academy of Political Science.
Milli_Savunma_ve_Güvenlik_Enstitüsü.pdf_873c50e3-6e66-4515-91d6-3c7207597777.pdf (21.07.2018)
https://www.result-group.com/en/2017-world-threat-map/ (21.07.2018)
https://reliefweb.int/report/world/report-secretary-general-protection-civilians-armed-conflict-s2018462-enarru (21.07.2018)

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close