Görülmeden Görebilmek... - M5 Dergi
Makaleler

Görülmeden Görebilmek…

Abone Ol 

Yıllarca vatan hizmeti için üniformasıyla dağlarda görev yapmış askerlerle, yıllarını ekolojiye vererek dağlarda hayvanları gözleyen biyologların ortak yanı nedir?

BİR BİYOLOĞUN GÖZÜNDEN KAMUFLAJ

Sanayi Devrimi’nin başladığı 19. yüzyıl İngilteresi’nde yaşayan Biston betularia typica isimli güve, Sanayi Devrimi’nin etkileri gözlenmeye başlayana kadar açık renkli bir güve olarak bilinmekteydi. Koyu kahverengi ile beyaz renklere sahip deseni sayesinde, yaşadığı bölgedeki ağaçları kaplayan likenler ve üzerinde avcısından saklanabiliyordu. Türün daha sonra B. betularia carbonaria adlı alt türünün yaygınlaşmaya başladığı gözlendi.

Aradan vakit geçtikçe sayısı artan koyu renkli bu alttürün neden birden bu kadar yaygınlaştığı bilim insanları arasında sorgulanmaya başlayınca bir çalışma yürütülerek oldukça ilginç bazı sonuçlara ulaşıldı. Sanayi kirliliğinden kaynaklı olarak ölen likenler ve renkleri koyulaşan ağaçların üzerinde kuşlarca fark edilen B. b. typica alt türü, eskisine oranla daha fazla av olmaya; koyu renkli olan B. b. carbonaria alt türü ise daha fazla gizlenme olanağı bularak popülasyon içindeki sayısını yükseltmeye başlamıştı.

Bir biyoloğun kamuflaj nedir sorusuna vereceği en basit yanıt herhangi bir canlının doğuştan gelen özellikleri veya çevreden edindikleriyle kendisini avcılarından gizlemesi olacaktır. Doğadaki kamuflaj örnekleri, silueti ve şekli gizlemekten termal izi saklamaya kadar geniş bir çerçevede rastlanabilmektedir. Dahası bu durum yabanda, ölüm kalım meselesi olduğundan bu konuda uyum sağlayamayan canlılar da ortadan kalkacaktır.

ASKERİ ANLAMDA KAMUFLAJIN TARİHÇESİ

Kamuflajın askeri alandaki kullanımı elbette oldukça eskiye dayanmaktadır. İlk avcıların kendilerini otlarla, çamurla veya kille gizlemeye çalışmalarından hayvan dışkılarıyla kokuları taklit etmeye kadar varan farklı yöntemler tarih öncesinden beri mevcuttur.

Ancak bu yöntemlerin belirli bir sistematiğe dökülerek askeri çarpışmalarda aktif olarak kullanılması, şivalrinin yıkılması ve taktik pragmatizmin savaş alanlarına hâkimiyetiyle başlamıştır. Özellikle 1700’lerin sonundaki Amerikan Devrimi’nde, Kızılderililerden öğrendikleri tecrübeleri İngiliz askerleriyle çarpışmalarda uygulayan Amerikan milisleri, savaş alanlarında düzenli olarak kullanılmaya başlanan keskin nişancı ve kamuflaj taktiklerini de sistematikleştirmişlerdi.

Modern taktiklerin önünü açan bu süreçte 1846 yılına gelindiğinde, daha önce savaş alanlarında parlak kırmızı üniformalarla boy gösteren İngiliz askerleri Afganistan’da artık, haki ve kum rengi üniformalar kullanmaya başlamışlardı.

Kamuflajın tüm ordularca sistematik kullanımı ise Birinci Dünya Savaşı’nda askerlerin sahada aradıkları çözümler üzerine gelişecekti. Hava kuvvetleri kavramının ortaya çıkmasıyla beraber mevzileri ve büyük askeri ekipmanları gizleme ihtiyacı duyan ordular, bölgenin renklerini kullanarak kamufle olmaya çalışıyorlardı. Bu noktada Fransız Ordusu, Batı Cephesi’nde onlarca ressamı görevlendirmiş ve büyük askeri ekipmanlarla gözcülerin kıyafetleri gibi taktik malzemelerin boyanması emrini vermişti. Daha sonraları bu ressamlardan en az 15’i Almanlar tarafından öldürülecekti. İngiliz ordusu ise bu konuda daha yavaş bir gelişme sergileyerek 1916 yılına kadar hiçbir şey yapmamış; 1916 yılında bir saha subayının gayretleriyle kendi kamuflaj çalışmalarını, yine ressamlarla başlatmışlardı.

Ne var ki bu işi daha bilimsel bir sistematiğe dökenler ise Almanlar olmuştu. Ekspresyonist bir ressam olan Franz Marc ile anlaşan Alman ordusunun kamuflaj çözümü, doğal renkler kullanmaktan ziyade bütünlüğü bozan yüksek kontrastlı renk kümeleri kullanmak olmuştu. Bu teknik bireyin etkin gizlenmesinden ziyade görülmesi durumunda siluetini ve şeklini gizleyerek düşmanın bütünlüklü bir yapı görmesini engellemeyi amaçlıyordu. Aynı dönemde gözcü noktaları için uygulanan kamuflaj tekniklerinin arasına ise morfolojik kamuflaj örnekleri de girmeye başlamış ve söz konusu mevziler, ölü ağaçlara veya kayaç yapılarına benzetilerek gizlenmeye başlamıştı.
Kamuflaj yarışı, deniz kuvvetlerinde de hızlanmıştı. Gri-beyaz ve mavi renklerin hakim olduğu, martıları andıran kamuflaj paternlerinden Almanların 1916’da kullanmaya başladıkları görsel bozucu paternlere kadar birçok yöntem denenmişti. Bunlardan en ünlüsü ve denizdeki çarpışmalarda belki de en çok işe yarayanı yine ressamların marifetlerinden olan Dazzle kamuflaj paterniydi. Bu paternin en büyük özelliği, geminin siluetini bozması ve uzaklığı ile hareket doğrultusunu fark etmeyi zorlaştırmasıydı.

İkinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde artık büyük güçlerin tamamı ya kamufle olabilen doğal tek renk üniformaları ya da yeni geliştirilen kamuflaj paternlerini kullanmaya başlamışlardı.

Dönemin kamuflajlarının ortak özelliği ise doğal şekilleri ve renkleri aynı anda taklit etme çabasıydı. Alman ordusu 1937 yılında meşe yapraklarını taklit eden bir kamuflaj paternini denemeye koymuş, Amerikan ordusu ise Pasifik Cephesi’nde Bezelye Paterni (Pea Pattern) denilen başka bir ürünü kullanmıştı.

Savaşın sonunda hazırlanan raporlarda ise ortaya çıkan önemli bir sonuç vardı. Savaş boyunca geliştirilen paternler mevzi almış, durağan bir askeri gizlemeyi başarırken hareket halindeki bir askeri gizleyemiyorlardı. Bu durum, görsel bozucu paternlerin henüz üniforma düzeyinde geliştirilememiş olmasından kaynaklıydı.
Dünya Savaşlarından sonraki süreçte çeşitli çalışmalar gerçekleştirilse de modern orduların kullandıkları kamuflaj paternleri çoğunlukla İkinci Dünya Savaşı’ndaki paternlerin geliştirilmiş birer versiyonları olmaktan öteye geçmedi ve yaklaşık 50 yıl boyunca kullanılmaya devam etti. Ancak 1997 yılında Kanada ordusunun başlattığı bir çalışma ile Dijital Kamuflaj Patern Ailesi ortaya çıktı. Dijital kamuflajların esas çalışma prensibi, ilk bakışta sadece pikselleştirilmiş kamuflaj paterninden ibaret görünse de aslında bilgisayar algoritmalarının yarattığı mikropaternlerin üst üste bindirilerek kullanılmasından müteşekkildi.

Bunların yanında şüphesiz ki kamuflaj alanındaki en büyük gelişmelerden birisi de uzaktan algılama yöntemleri olmuştu. Uydular veya diğer görüntüleme teknikleri sayesinde doğal renkler daha iyi yakalanmaya başlanmış ve Multicam benzeri çoklu ortam kamuflaj paternleri ortaya çıkmıştı. Ancak kamuflaj paternlerinin geliştirilmesinde halen doğadan örnek almak ve “biyomimikri” dediğimiz doğayı taklit etme yöntemlerini kullanmak birincil metot olarak kendini sürdürmekteydi.

BİYOMİMİKRİ VE MODERN KAMUFLAJ PATERNLERİ

Kamuflaj; en basit tanımıyla, çevreyi veya hali hazırdaki özellikleri kullanarak bireyin veya nesnenin gizlenmesidir. Bu gizlenme şekli morfolojik, kromatik, termal ve hatta sosyal dahi olabilir. Sosyal kamuflaj diyebileceğimiz olgu her ne kadar istihbarat görevlilerinin konusu olsa da buna da doğada rastlamak mümkündür. Moleküler düzeyde bile gözlenebilen bu olguyu en güzel virüs ve bakterilerle açıklayabiliriz. Mikroskobik bu canlılar, bizim hücrelerimizin kimliklerini moleküler uzantılar aracılığıyla taklit edebilir ve vücut içinde çeşitli hücrelere bu yolla giriş yaparak çoğalabilir.

Biyomimikri ise doğada başarılı bir şekilde var olan olguların insan yapıları içinde taklit edilmesine verilen isimdir. Diğer bir deyişle kendini kanıtlamış evrimsel sonuçları antropolojik ihtiyaçlar için gerekirse yeniden yorumlayarak, uygulamayı araştıran bilim dallarına biyomimikri ve biyomimetik adı verilir.

Bizim burada ele alacağımız konu ise esas olarak doğada kamuflaj tipleri ve bunların modern uygulamaları olup; bunu 4 ana başlıkta incelemek mümkündür. Bunlardan ilki olan kromatik kamuflaj, ışığın görünür kısmındaki dalga boylarında ortaya çıkan renklerin kullanılmasıyla gerçekleşen kamuflaj tipidir. Canlıların hemen hemen hepsi bu basit kamuflaj yöntemine uyum sağlamışlardır. Termal kamuflaj ise daha ziyade soğuk kanlı (poikilotermal) canlılarda görülen bir özellik olsa da sıcak kanlı (homoiotermal) canlılardaki izolatif yapılar (kürk, kuş tüyleri gibi) da kısmen bu kamuflaj tipine katkıda bulunur.

Özellikle tropik bölgelerde yaşayan örümcek türlerinde görülen bu durum örümceklerin, yılanların termal algılarından gizlenmesini sağlar. Çoğu zaman eklem bacaklılar ve kafadan bacaklılar gruplarında görülen diğer bir kamuflaj türü ise morfolojik kamuflajdır. Bu canlıların vücut yapıları veya hücreleri, bulundukları doğal ortamın morfolojik yapısını taklit eder.

Yaprak şeklindeki böcekler, dal şeklindeki çekirgeler ve sürekli değişken ahtapotlar morfolojik kamuflaj biçiminin en iyi örneklerindendir. Tüm bunların yanında, özellikle avcıların iyi bildiği bir tip kamuflaj da mor ötesi (UV) kamuflajdır. Başta geyikler gibi bazı memeli hayvan türleri olmak üzere kuşlar ve eklem bacaklıların UV bandında bizim göremediğimiz dalga boylarını görebildikleri bilinmektedir. Bu durum, canlıların arasındaki av-avcı ilişkisini de etkilemekte olduğundan, özellikle kelebekler gibi bazı canlıların, bu dalga boyunda çevreye çok iyi uyum sağladıkları görülür.

Bunların yanında bazı kamuflaj biçimleri, özellikle kimyasal kamuflaj niteliğindedir. Örneğin, koku kamuflajı bu konuda akla gelecek ilk olgudur. Bu olguya doğada çok fazla rastlanmasa da evcil kedilerin dışkılarını gizleme çabası veya kokarca gibi bazı canlıları kötü kokular aracılığıyla olası hastalık kaynağı gibi davranarak iğrenme içgüdüsünü harekete geçirmesi örnek olarak sayılabilir.

Son yıllarda ortaya çıkan gelişmiş kumaş, boyama, görsel işleme, bilişim ve uzaktan algılama teknolojileri, diğer moleküler teknolojiler ile bir araya getirildiklerinde daha önceden doğada fark edilip de taklit edilemeyen birçok olgunun taklit edilmesini sağlamaya başlamışlardır. Örneğin, avcılar için geliştirilen kıyafetlerde kullanılan UV kamuflaj teknikleri hem avcı güvenliğine katkıda bulunmakta hem de avlanan hayvandan gizlenmeyi başarıyla sağlamaktadır.

Dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları, doğadaki morfolojik kamuflaj örneklerini taklit edebilmek adına ahtapot hücrelerine benzer moleküler yapıları geliştirmeye çalışmaktadır. Şekil değiştirebilen polimerler (shape shifting polimers) adı verilen bu yapıların yakın gelecekte egzoiskeletlerle beraber askerlerin zırhlarının kaplamalarında kullanılması ve askerin, bulunduğu ortamda bir ahtapot gibi jeomorfolojik ve vejetatif yapıyı taklit edebilmesi beklenmektedir.

Murat BOZBULUT
Özgür Can SÖNMEZ

Etiketler
Abone Ol 

İlgili Yazılar

One Comment

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close