Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. Yılı Üzerine
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yılındayız. Çin kaynakları, bu vesileyle ülkenin başarılarına vurgu yapıyor; küresel Batılı kaynaklar ise zayıflıklarına. Bu iki farklı bakışın dengeli bir değerlendirmesini yapmak şart.
Küresel Batı’nın beklentisi, Çin’in, ekonomisini dışa açarak, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olarak, yurtdışına daha fazla öğrenci göndererek vb., er ya da geç bir piyasa ekonomisine dönüşeceği, tek partili düzenden Batılı türden ‘çok partili’ bir düzene geçeceği (bu Batılı modeli uygulayıp da rahata eren bir tane bile Asya ülkesi varsa haber etsin) gibi iyimser bir nitelik taşıyordu.
Amerikan hükümeti, ilginç bir biçimde, Sovyetlerin çözülmesinden başlayarak, Çin’e bilerek ya da bilmeyerek, Marksist bir açıdan bakıyordu!!! Temel Marksist düşünceye göre (üstünde çokça tartışma olmakla birlikte) ekonomik ilişkiler altyapısal olarak siyaset başta olmak üzere diğer tüm üstyapı kurumlarını belirliyordu. Çin’in zenginleşirken Batı tipinde bir ‘demokratikleşme’ye gitmemesi, Marksizm’i olmasa da dogmatik Marksizm’i geçersiz kılacak bir nitelikteydi.
İnsan toplumları, yalnızca belirlenimci yasalarla açıklanamaz. İnsan bilimleri, doğa bilimlerine indirgenemez. Bunun nedeni, insanın doğayı değiştirme gücü ve olasılığında yatar. İnsan toplumlarında ona etki eden devletler, şirketler, kurumlar, hak arama hareketleri vb. vardır. Maddi altyapı koşulları, bu öznelerin yaptıklarıyla etkileşimli olarak geleceğe doğru yol alır.
KÜRESEL BATI’NIN DOGMATİK MARKSÇILIĞI
Devrimin ekonomik olarak en ileri toplumlarda gerçekleşeceği savı (Marks’ın İngiltere’de devrim öngörüsünün tutmayışını anımsayalım), tam da bu nedenle yanlıştır. Bir devrimi ya da herhangi bir toplumsal gelişmeyi yalnızca gelir düzeyi, üretim düzeyi, işsizlik oranı, enflasyon vb. gibi nesnel koşullar tek başına belirlemez.
Bir de öznel koşullar vardır: Toplumsal değişimden yana ve buna karşı olan oyuncuların planladıkları ve güçleri ile kaynakları ve insanları seferber etme becerileri de etkili olur. Böylelikle, öznel özelliklerin (örneğin güçlü bir muhalefet örgütü ya da partisi) nesnel koşullara baskın çıkmasıyla, devrim beklenmeyen bir ülkede devrim olabilir ve de yokluktan kırılan, devrim beklenen ülkelerde, öznel nedenlerle, hakkını arayanlar iyi örgütlenemedikleri için devrim gerçekleşmez. İşte küresel Batı’nın Çin’le ilgili yanılgısı, yalnızca nesnel koşullara bakması, öznel özellikleri gözden kaçırıyor olmasındaydı.
ÇKP’NİN SOVYET DERSLERİ
Aslında küresel Batı’nın bu hatasında, Sovyetlerin çöküşünün büyük payı var. Orada, sosyalizm adı altında yeni bir egemen sınıf türemiş ve Sovyetlerin ortadan kalkması da dışarıdan müdahalelerden çok, bu egemen sınıfın çıkarlarından ileri gelmişti. Birçok örnekte, Sovyetlere son veren Komünist Partisi yöneticilerinin hatırı sayılır bir bölümünün, çöküşle birlikte sonradan görme yeni zengin sınıfı oluşturduğuna tanıklık etmiştik. Küresel Batı’nın Çin ile ilgili beklentisi de bu yöndeydi. Çin’in yüzünü dünya kapitalizmine dönmesiyle, ülkede yeni bir egemen sınıf oluşacak ve bunlar, “komünizm bizim çıkarımıza değil; tümüyle kapitalizme geçelim” diyeceklerdi.
Oysa ÇKP, Sovyet yenilgisinden acı bir ders çıkarmıştı. Komünizmi bırakmak yerine, onu yeniden tanımladılar. Ülkede komünizmin kurulmasına çok vardı, önce Çin kalkınmalıydı; ancak ondan sonra komünizme geçilebilirdi. Bu geçiş döneminde, Çin usulü sosyalizm uygulanacaktı. Bundan kasıt ise kamu iktisadı teşekküllerinin (KİT) stratejik amaçlarla korunduğu, fakat özel sektörün de girişimciliğe özendirildiği bir düzendi. İşte, küresel Batı’nın beklentisi, ya Sovyetlerdeki türden darbe-renkli devrim-meclisi bombalama bulamacı kanlı bir ‘Batılılaşma’ ya da bu KİT’lerin verimsiz oldukları iddiasıyla bir bir özelleştirilmesiydi.
KİT’LER VERİMSİZ Mİ?
Bu verimsizlik üstünde biraz duralım: İktisatta iki tür verimlilik kavramı vardır. Birincisi üretimsel verim, ikincisi dağıtımsal verimdir. Bir ülke üretim anlamında çok verimli olabilir, fakat kaynakların topluma dağılımında büyük bir adaletsizlik varsa, bu hem etik değildir hem de o ülkenin er ya da geç toplumsal patlama noktasına gelmesine yol açar. KİT’leri tümden özelleştirirseniz, işsizliği uçurmakla kalmayıp dışa bağımlılığınızı arttırırsınız. Örneğin, kâğıt bile üretemez hale gelip kâğıdı dolar kuru üstünden dışarıdan alırsınız. Yerli üretimi ne kadar kısarsanız, enflasyonu o kadar uçurursunuz. Ayrıca her üretim yüksek kazançlı değildir. Bu nedenle, özel sektör o alanlara girmez. Yine de o mal ve hizmet üretimlerinin yapılması gerekiyor. Örneğin, tümüyle serbest piyasacı bir ülkede, yetimhaneler açılamayacaktır. Kâr getirmez. Tümüyle özel sektöre bırakılsa besin, elektrik, su ve ulaşım mal ve hizmetlerinin üretimi sekteye uğrayacaktı. İşin gülünç yanı, Çin’e serbest piyasaya geçmesini salık veren küresel Batı, asla tümüyle serbest piyasaya geçmiyordu, geçmedi de.
Devamı M5 Dergisi Aralık 2019 Sayısında…