COVID19 ile büyük muharebeye hazır mıyız? - M5 Dergi
MakalelerSayı 351 Ekim 2020

COVID19 ile büyük muharebeye hazır mıyız?

Abone Ol 

Her ne kadar geçen yılın Aralık ayında dünyaya duyurulsa da COVID19’un ilk işaretlerinin Ekim ayında görüldüğü yönündeki bilgiler, içinde bulunduğumuz ay bu salgınla bir yılı tamamladığımızı göstermekte. Bu bir yıllık süreçte tedavi yöntemlerinden aşı meselesine kadar çok sayıda gelişme tartışıldı. Özellikle büyük ülkelerin aşı üzerinden işbirliği değil rekabet içinde olması ise dikkat çekti.

OVID19 virüsünün varlığı her ne kadar Çin Halk Cumhuriyeti tarafından 31 Aralık 2019 günü dünyaya duyurulmuş olsa da salgının yol haritası virüsün dünya üzerindeki 1 yıllık yolculuğunu Ekim ayında tamamlamaya hazırlandığına işaret ediyor. Bilim insanları henüz adı konmadan önce Avrupa’da rastlanan kimi zatürre vakalarının kaynağının COVID19 olabileceğine işaret ediyorlar. Keza Pekin yönetiminin virüse ve salgının gidişatına dair tavrını göz önüne aldığımızda, Çin Halk Cumhuriyeti’nde sürecin Aralık ayından önce başlamış olması ihtimali yabana atılmayacak kadar kuvvetli. Kuzey yarımküre tüm bir sonbahar ve kış mevsimini öldürücü olabilen bu virüsle geçirmeyi ilk kez tecrübe edecek. Türkiye’nin de ilk vakalarla Mart ayının başlarında karşılaştığını hatırlayacak olursak ülkemizin de COVID19 virüsü ile sonbahar ve kış mevsimlerinde yaşayacağı ilk tecrübe olacak.

Avrupa’daki gidişat Mart ayındaki tablodan daha tehditkâr bir manzara arz ediyor. Ölüm vakaları şimdilik mukayese edilmeyecek kadar düşük olsa da virüs hızla yayılmaya devam ediyor. Önlemler ise peş peşe yürürlüğe giriyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Brezilya’da 2021 yılının uluslararası organizasyonları için şimdiden iptal kararları alınıyor. İptal edilen 2020 Tokyo Yaz Olimpiyatlarının ne zaman düzenleneceğine ilişkin belirsizlik sürüyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin resmi açıklamasını takiben geçen 9 ayda virüsün kimliğine dair toplanan bilgilerde alınan yol ise bir arpa boyu desek abartmış olmayız. Karşımızdaki asimetrik tehdidin, hala hangi bünyede neye göre öldürücü olduğunu, kimi insanların nasıl hastalık belirtisi göstermediğini, kimilerinin bu virüsü kaptıktan sonra hastalığı nasıl hafif atlatabildiklerini ya da iyileşti denen vakaların hayatlarının geri kalanında ne gibi tehditlerle karşı karşıya kalabileceğinin cevaplarını bilmiyoruz.

Kuzey yarımküre tüm bir sonbahar ve kış mevsimini öldürücü olabilen bu virüsle geçirmeyi ilk kez tecrübe edecek. Türkiye’nin de ilk vakalarla Mart ayının başlarında karşılaştığını hatırlayacak olursak ülkemizin de COVID19 virüsü ile sonbahar ve kış mevsimlerinde yaşayacağı ilk tecrübe olacak.

SALGINDA CAN KAYBI 1 MİLYONU AŞTI

27 Eylül 2020 tarihi itibarıyla dünya genelinde COVID19 kaynaklı can kaybı sayısı 1 milyonu geçti. Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan ve Brezilya salgından en ağır şekilde etkilenen ilk üç ülke. Dünya genelinde tespit edilen vaka sayısı ise 33 milyonu aştı. Tabi bu sayıları okurken, bunların güvenilirlik oranı neredeyse yüzde 50 civarında olan testlerle tespit edildiğini aklınızdan çıkarmamalısınız. COVID19 öldürücü olduğu kadar etkilerinin matematiksel ölçümü de zor bir virüs. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’ndeki can kaybı Eylül ayının son haftasında 205 bini geçerken, Hindistan’da zaman zaman günde 1000 (yazıyla bin) can kaybı kaydedilmekte. İlkbahar aylarında salgınla yüzleşen Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ne solunum cihazı, test ve maske tedarik edilmesi uluslararası siyasetin rekabet alanı haline gelmişti. Şimdi benzer bir süreci de aşı üretiminde gözlemliyoruz.

AŞI, İŞBİRLİĞİ DEĞİL REKABET KONUSU HALİNE GELDİ

Uluslararası toplum salgının başından itibaren arzu edilen işbirliğini sergileyemediği gibi nükleer enerji ve uzay çalışmalarında olduğu gibi COVID19 aşısının bulunması konusu da süper güçler arasında bir rekabet alanı haline geldi. Aşı üretiminde mesafe kat ettiği iddia edilen ülkeler bunu uluslararası alanda nüfuz alanlarını genişletmek için kullanma yoluna saparken, Amerika Birleşik Devletleri’nde Kasım ayında yapılacak başkanlık seçiminin silahı haline geldi. Salgın sürecini kötü yönetmekle suçlanan ve kamuoyu yoklamalarında bu nedenle rakibi Biden’ın gerisine düştüğü gözlenen Başkan Trump, seçim tarihinden önce bir aşının piyasaya sürülmesini sağlayarak, sandıkta dengeyi yeniden tesis etmeye çalışmakla itham ediliyor. Salgın ve aşı ABD iç siyasetinde bir silaha dönüşmüş durumda. Dünya Sağlık Örgütü’nün aşıların güvenilirliğine dair dikkatli olunması yönündeki çağrıları dikkate alınmıyor, 2021 yılının ilk yarısından önce etkili bir aşının geliştirilmesinin mümkün olmadığı yönündeki uyarılar kulak arkası ediliyor. “Yeni Normal” kavramını elinin tersiyle iten halk kitleleri Plasebo Etkisi yaratacak dahi olsa (Plasebo Etkisi: Farmakolojik olarak etkisiz bir ilacın telkine dayalı bir etki ortaya çıkarma hali ) aşıya ulaşarak 2019 yılındaki yaşamlarına dönme hasretiyle yanıp tutuşuyor. Bu kitleler aşı bulunsa dahi bu aşının dünya genelindeki üretim kapasitesiyle tüm dünya nüfusuna uygulanacak miktarda üretilmesinin en az 2 yıl alacağının hesabını da yapmıyor.

AŞI BULUNSA DA HERKESE ULAŞABİLECEK Mİ?

Dünya Sağlık Örgütü, SARS krizini takiben 2006 yılında Influenza Aşıları için Küresel Eylem Planı’nı yürürlüğe koydu. ( The Global Actio Plan for Inflenza Vaccines ) Bu plan doğrultusunda 2013 yılında mevsimsel grip vakalarına karşı yılda 1,5 milyar doz üretilen aşının 2015 yılında 6 milyar 400 milyon doza yükseltilmesine karar verildi. Birleşmiş Milletler dünya nüfusunu yaklaşık 7 buçuk milyar olarak tahmin ediyor. 2018 yılında Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir rapora göre ise dünya üzerinde hiçbir kaydı olmayan 1 milyar 100 milyon insan var. Yani yaklaşık 9 milyar kişinin, eğer tek doz yeterse aşılanması gerekiyor. Bu sistemin COVID19 aşısı ile beraber grip ve zatürre aşısı da üretmesi gerektiğini düşünecek olursak, gereken aşı bulunsa dahi tüm dünya nüfusuna ulaştırılması belki salgının kendisinden bile uzun sürecek.

Karşımızdaki asimetrik tehdidin, hala hangi bünyede neye göre öldürücü olduğunu, kimi insanların nasıl hastalık belirtisi göstermediğini, kimilerinin bu virüsü kaptıktan sonra hastalığı nasıl hafif atlatabildiklerini ya da iyileşti denen vakaların hayatlarının geri kalanında ne gibi tehditlerle karşı karşıya kalabileceğinin cevaplarını bilmiyoruz…

Salgının başından bu yana tekrarlanan bir hatanın aralıksız devam ettiğini görmekteyiz. Gerek bilim insanları gerek kamu yöneticileri COVID19’un seyrinin 100 yıl önceki İspanyol Gribi ya da yakın zamandaki SARS gibi gerçekleşeceğini söyleyerek toplumlarda yanlış beklentiler yarattılar. Havaların ısınmasıyla virüsün kendi kendine yok olacağı beklentisi kuzey yarım küre ülkelerinde aylarca kendilerini eve kapatanların yaz mevsimiyle beraber değişen bir şey olmadığını görmeleriyle derin bir hayal kırıklığı yarattı. Salgının İspanyol Gribi’ndeki gibi 1. Dalga ve 2. Dalga olarak yaşanması beklentisi de geçirdiğimiz şu günler itibarıyla gerçekliğini yitirmiş bulunuyor. COVID19 kesintisiz süren ve tedbirlere uyumla orantılı olarak pik yapan ya da düşük seviyede ilerleyen bir salgın olduğunu şu ana kadar kanıtladı. Salgının çıkış noktası olarak kabul edilen Çin’in Wuhan kenti gibi kilometrekareye yüksek yoğunlukta nüfusun düştüğü metropollerde yaşamı normal standartlarda sürdürmeye çalışmak imkansızlığını ispat etmiş durumda. İstanbul gibi merkezi ve hinterlandında 17 milyon kişinin yaşadığı, kilometre kareye neredeyse 3 bin kişinin düştüğü yaklaşan kış mevsimi koşullarında virüsün dolaşımını engellemek ya da kapalı mekanlarda bireylerin virüse yoğun bir şekilde maruz kalmalarının nasıl engellenebileceği de hala bir soru işareti. Bu şartlar altında okulları tatil etmiş olmak ya da eğitimi olağanüstü önlemler çerçevesinde sürdürmek dahi salgının yayılımını engellemek için yeterli olmayabilir. Salgının bugüne kadarki süreci metropollerimizin planlama, mimari ve ulaşım açısından salgının yayılmasına mukabele etmemiz açısından bize olumlu katkı sağlamadığını test etme imkânı verdi.

SALGINA KARŞI TOPYEKUN HARP GEREKLİ

“Topyekun Harp ( Der Totale Krieg ) ” kavramını literatüre kazandıran Alman General Erich von Ludendorff (1865-1937 ), 1. Dünya Savaşı’ndan sonraki savaşların yalnızca muharebe alanındaki askerler ve silahlarla kazanılmasının yetmeyeceğine, cephe gerisindeki imkanların da ( lojistik, ekonomi, enerji kaynakları, halkın psikolojisi vs.. ) önemli rol üstleneceğine dikkat çekmişti. Ülkemizin de bugün kış mevsimiyle beraber COVID19 ile girişeceği büyük muharebede elindeki imkanları hızla gözden geçirmesi gerekiyor. Ön cephede salgının çalışma temposuyla yıpranmış ve hedef olduğu şiddet nedeniyle motivasyonu zedelenmiş bir sağlık ordusu ile muharebeye giriyoruz.

Cepheyi destekleyecek gıda güvenliği, tedbirler nedeniyle kayba uğrayan hizmet sektörüne sağlanacak destekler, eğitimin tam kapasite sürdürülmemesi nedeniyle kayba uğrayan sektörler için vergi ve benzeri yüklerin hafifletilmesi gibi kararlar da acil şekilde planlanmalı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın Türkiye’deki iş çevrelerinin işbirliği ile Mayıs ayında hazırladığı rapor, COVID19 salgınının 2021 yılı ve devamında da etkili olması halinde küçük ölçekli işletmelerin süreci atlatma ihtimalinin çok düşük olduğuna işaret ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün de işaret ettiği gibi COVID19, 2021 yılının ilk çeyreğinde bir sağlık problemi olmaktan çıkarak küresel boyutta daha şiddetli bir sosyo-ekonomik krize evrilebilir. ( UNDP’nin Türkiye Raporu için: https://www.undp.org/content/undp/en/home/coronavirus/socio-econo-mic-impact-of-covid-19.html ) Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre küresel çapta ekonomik büyümenin 2020 yılı için yüzde 3 olarak gerçekleşmesi beklenirken, eş zamanlı olarak dünya genelinde yetersiz beslenenlerin sayısı 14 milyondan fazla artarak 80 milyonu aşacak. Bu veri bile tek başına Türkiye’yi 2021 yılında Afrika, Asya ve Ortadoğu kaynaklı yeni göç dalgalarının ve bu göç dalgalarının beraberinde getireceği sorunların beklediğine işaret ediyor.

Salgınlarla “Topyekûn Harp” konusunda Doğu Asya ülkelerinin tecrübelerini yol gösterici nitelikte. Çin Halk Cumhuriyeti, Güney Kore, Tayvan ve Vietnam, 2003 yılındaki SARS ( Severe Acute Respiratory Syndrome ), 2009-2010 yıllarındaki H1N1, 2014-2015 yıllarındaki MERS ( Middle East Respiratory Syndrome ) salgınlarının bilgi birikimlerini 2020 yılındaki COVID19 sürecinde hızla hayata geçirdi. 4 ülke özellikle SARS salgınını takiben kamu sağlığı sistemlerini reformdan geçirerek, geleceğe hazırlandılar. 17 yıllık hazırlık devresi, özellikle Güney Kore ve Tayvan’ın bir yandan virüsün tedavi süreciyle bir yandan da toplumun kontrolünün sağlanmasında eş zamanlı harekete geçmelerini mümkün kıldı. Doğu Asya’nın 4 ülkesi, Avrupa ve ABD’nin aksine enerjilerini ve vakitlerini karantina sürecini yürütmeye harcamak yerine ekonominin çarklarını yeniden döndürmeye yönlendirebildiler. Çin Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Güney Kore ve Tayvan SARS’ın ardından salgınları teknoloji yardımıyla izlemeyi sağlayacak altyapıyı kurdular. Virüse yakalananlar hızla tespit edildikleri gibi temas ettikleri kişilere de dijital takip sayesinde filyasyon ekibi kullanılmasına gerek kalmadan ulaşılabildi. Test ve teşhislerin hızlandırılması için laboratuvar ağı oluşturulurken, bu ağı işletecek insan kaynağına yatırım yapıldı. 2009’da Vietnam merkezi bir veri tabanı oluşturarak her tür virüs vakasını gerçek zamanlı olarak takip eden bir sistem oluşturdu. Bu sistem kamu sağlığı, teknoloji ve epidemiyologlardan oluşan ekiplerle desteklendi.

Malezya, Hong Kong, Çin Halk Cumhuriyeti, Güney Kore ve Tayvan’da kurulan salgın komuta kontrol merkezleri, olası bir salgında karar vericilerin bir kaos ve karmaşa ile karşı karşıya kalmasını önledi.

SARS tecrübesi Doğu Asya ülkelerine, ekonomik istikrar ve güvenliğin temininde kamu sağlığının korunmasının önemini gösterdi. 2016 yılına kadar ülke bütçelerinden sağlık hizmetlerine ayrılan pay istikrarlı bir şekilde artırıldı. Bu istikrarlı planlama ve teknolojiye dayalı altyapının sabırlı bir şekilde inşa edilmesi, COVID19 salgının başlangıcında verilerin kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılmasıyla birleşince, bahsi geçen ülkelerde devlet ve toplum arasında salgınla mücadeleye karşı etkili bir dayanışma, sinerji ortaya çıktı.

Türkiye’nin de salgının sağlık düzeyinde gündeme getirdiği problemlerin yan etkileriyle mücadele etmesi için benzer bir sinerjiye ihtiyacı var.

Avrupa’nın düzensiz göçmenlere karşı duvarlarını yükseltmesiyle beraber, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin metropollerinin yalnızca salgından değil, göç dalgalarından kaynaklanan güvenlik problemleriyle de yüzleşmeleri gerekecek. 2020 yılının son iki ayında COVID19 meselesini bir sağlık probleminin ötesinde değerlendirecek önlemler için kalan zamanımızı iyi kullanmamız gerekiyor.

ABD’deki başkanlık seçimi, Yukarı Karabağ çevresinde gelişen çatışmalar, Lübnan’da kurulamayan hükümetin tetiklediği ve Paris’e kadar uzanan çatışma ortamı, İran üzerinde artarak süren baskı, İsrail’in Körfez bölgesi ve Afrika’daki Arap ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmesini takiben gelecek yeni hamleler, Doğu Akdeniz-Suriye-Libya üçgenindeki çatışma potansiyeli halihazırda Türkiye’yi doğrudan etkileyen jeopolitik gelişmelerin kısa bir listesi. Tüm bunların kesişim noktasında virüs kaynaklı bir krizin olumsuz sosyo-ekonomik etkilerinin önünün kesilmesi için elimizdeki kısa zamanı verimli kullanmak için hala fırsatımız var.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close