ABD'de seçim savaşları: Trump mı, Biden mı? Yoksa iç savaş mı? - M5 Dergi
MakalelerSayı 351 Ekim 2020

ABD’de seçim savaşları: Trump mı, Biden mı? Yoksa iç savaş mı?

Abone Ol 

ABD’de yaklaşan seçimler öncesinde Trump ve Biden arasındaki mücadelenin ötesinde, bu ülke için hiç de alışık olmadığımız senaryolar gündeme gelmekte. Ayaklanmaların, Pentagon merkezli Amerikan ordusunun müdahalesinin bile senaryolarda yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda tarihin en ilginç ABD başkanlık seçimlerinden birine tanık olacağımız kesin.

3 Kasım 2020 bir dönüm noktası olacak. Hem ABD’de, hem tüm dünyada. Olay, Biden mi, Trump mı seçiminin çok ötesine gidiyor. 2008’den beri süregelen ekonomik kriz, zaten çok sağlıklı olmayan ABD’nin DNA’sını bozdu. Ülkede zaten bozuk olan gelir dağılımı, çok daha ağır biçimde duvara çarptı. Trump’ın 2016’daki beklenmeyen zaferi, bunun bir sonucuydu aslında.

Sürekli sosyal adalet diyerek, hep daha çok savaş peşinde koşan Demokratlar’dan sıkılan sıradan beyaz Amerikalılar, “İşlerinizi Çin’den geri getireceğim, gereksiz savaşlara kaynak aktarmayacağım” diyen oteller kralına bir şans verdi. Öyle ya karşısında, kadın olmasına rağmen, demokrat kimliği bulunmasına karşın, Suriye, Libya ve daha pek çok bölgede savaş peşinde koşan Hillary Clinton vardı.

Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı yapan Clinton, Neoconların “Büyük Beyaz Kadın Umudu” idi. Ancak ortaya dökülen skandal e postaları ve ilişkileri onu fena halde yıprattı. Siyonist ağırlığı yüzünden zaman zaman Ziocon da denilen yönetici kesim, bu sızıntılardan Rus istihbaratını sorumlu tuttu. Ve Trump’ın seçimi Rusya’nın desteğiyle kazandığı suçlamasını hep diri tuttu. İddialar genel olarak asılsızdı ama önemli olan bu değildi.

Geçtiğimiz günlerde, 87 yaşında kanserden ölen ABD Yüksek Mahkeme Yargıcı Ruth Bader Ginsburg, sivil haklar savunucusu demokrat eğilimli bir yargıçtı. Onun ölümüyle birlikte Yüksek mahkemede Trump’a yakın yargıç oranı 6’ya 3 oldu. Yani Trump oradaki konumunu güçlendirdi. Posta İdaresi’nde yarattığı kaosu da şimdi mektupla gelen oylarda kullanacak.

Aynı Trump’ın da nefes alır gibi yalan söylemesine benzer bir şekilde, fetret devrindeki Amerika’da siyaset yalanlar ve suçlamalar üzerine kuruluydu. Pandemi sürecini felaket biçimde yöneten Trump, ülkedeki sosyo-ekonomik ve politik fay hatlarını zorlamaktan adeta zevk alıyordu. Beyaz ırkçı ve aşırı sağ söylemleriyle kendisine oy vermeyenlerin nefret nesnesi haline geldi.

Jeff Bezos, Bill Gates, Warren Buffet gibi Amerikan ultra zengin sınıfı, pandemi sürecinde servetlerine 800 milyar dolar eklerken, Amerikalılar yüzde 30’ları aşan işsizlik rakamlarıyla karşılaştılar. Bu oran 1929’daki Büyük Buhran’dan bile fazlaydı.

ABD’de geleneksel olarak siyah-beyaz karşıtlığı olarak görülen sınıfsal ayrım, artık yeni bir boyuta ulaşıyordu. Antifa (Antifascist/Antifaşist), BLM (Black Lives Matter/Siyahların Hayatları Önemlidir), PSL (Party for Socialism and Liberation/Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi) gibi sol ve muhalif örgütler uzun bir zamandır sokaktaydı. Bunlar, 11 Eylül 2001 sonrası Irak ve Afganistan işgallerinde de savaş karşıtları olarak meydanlardaydı.

2008’deki yapısal ekonomik kriz sonrası “Yüzde 99” sloganıyla sokağa inen sol veya sosyal demokratlara, ismini İngilizlere karşı Boston’daki ayaklanmadan alan “Çay Partisi” hareketi de sağdan bir izdüşüm olarak geliyordu.

Trump destekçileri ve Amerikalı solcuların ortak noktası ise mevcut kurulu düzene (Müesses Nizam/Şirketler Amerikası) karşı olmalarıydı. Öyle ki, ABD’de araştırma şirketi Harris Poll’un geçen sene yaptığı anket, 1981 ile 1996 yıllarında doğan, yani 23-38 yaş arasındaki ‘Y’ kuşağı gençlerinin yüzde 49,6’sının, yaşamlarını sosyalist bir ülkede sürdürmek istediğini ortaya koydu.

İKİYE BÖLÜNMÜŞ BİR AMERİKA

Trump’ın son iki yılına bakıldığında ABD’nin hiç olmadığı kadar ikiye bölünmüş durumda olduğunu görüyoruz. Hele George Floyd isimli siyahinin polis tarafından acımasızca kameralar önünde öldürülmesi bardağı taşıran damla oldu.

ABD’de yüzlerce kent ve kasabada sokak çatışmaları başladı. Bu kez siyahlara, beyaz solcular da katıldı. Trump yanlıları, özellikle siyahların haklarını savunan BLM hareketinin Soros tarafından desteklendiğini ve bu grupların diğer ülkelerdeki gibi renkli devrim peşinde olduğunu savundu. Ancak bu iddialar fazla bir karşılık bulmadı.

Sadece beyaz Trumpçı gruplar silahlanmaya ve ortaya çıkmaya başladı. Silah taşımanın anayasal bir hak olduğu ülkede, ağır silahlı protestocuların Valilik binasını bastığına da tanık olduk. Veya iki grup arasında silahlı çatışmaların çıktığını, polislerin de olaylara ateşle katıldıklarını ve taraf tuttuklarını da seyrettik.

Bunun öncesinde Trump’ın anayasal kurumlarca görevden alınması için girişimleri, medyanın Trump ile (Trump’ında “ana akım” medya ile) boğuşmasını da izledik. Hatta, demokratlara yakın bir yapıdaki FBI, Pentagon ve CIA’den darbe girişimleri beklentisi bile gündemdeydi.

3 Kasım 2020’de ABD’de başkanlık seçimi yapılacak. Cumhuriyetçilerin adayı mevcut Başkan Donald Trump, Demokratların adayı ise Barack Obama’nın yardımcısı Joe Biden. Yüzde 50’ye yakını (Pandemi sonrası elliyi geçmesi gayetle muhtemel) “sosyalizme sıcak bakarım” diyen genç ve işsiz Amerikalı seçmenin sosyalist Bernie Sanders’e verdiği destek, müesses Demokrat nizamın sisi arasında kayboldu. Daha doğrusu Sanders kayboldu ve Biden’a destek sözü ile ortamdan seyreldi.

Biden yaşlı bir politikacı. Trump ondan biraz daha genç. Biden, Trump’ı Rusya’dan destek almakla suçluyor. Trump, Biden kazanırsa Çin’in de kazanacağını söylüyor. Her ikisinin ortak noktası ise, İsrail’in çıkarlarına sonuna kadar hizmet sözü vermeleri. Yani seçimin sonucu ne olursa olsun kazanan Netanyahu olacak.

İşin latifesi bir yana, son anketlerde (24 Eylül 2020/Financial Times) Biden yüzde 50.4, Trump ise yüzde 43.2 oy alıyor gibi gözüküyor. Bunun delege sayısına izdüşümü ise daha farklı. Joe Biden 255 delege, Donald Trump 143 delege alıyor. Kazanmak için 270 delege gerekiyor. Teksas, Florida, Georgia, Pennsylvania, Arizano ve Kuzey Karolina gibi eyaletlerde durum belirsiz. Ama çok daha önemli bir nokta var ki, asıl o 3 Kasım sonrası ABD’de bir iç savaşa kadar yükselen çatışmaların başlangıcı olabilir.

BİDEN SEÇMENİ MEKTUPÇU

CNN anketine göre Biden destekçilerinin yüzde 53’ü mektupla oy kullanacak. Trump seçmeninin ise sadece yüzde 22’si mektup seçeneğini tercih ediyor. Trumpçıların yüzde 66’sı doğrudan sandığa gidecek. Biden taraftarlarından sadece yüzde 22’si bizzat oy kullanacak.

Trump’ın son aylarda iki önemli gündem maddesi vardı. Bir tanesi Yüksek (bizdeki Anayasa Mahkemesi ile Yüksek Seçim Kurulu’nun birleşimi) Mahkeme’deki üye yapısı, diğeri ise Amerikan Posta İdaresi’nin özelleştirilmesi tartışmaları.

Geçtiğimiz günlerde, 87 yaşında kanserden ölen ABD Yüksek Mahkeme Yargıcı Ruth Bader Ginsburg, sivil haklar savunucusu demokrat eğilimli bir yargıçtı. Onun ölümüyle birlikte Yüksek mahkemede Trump’a yakın yargıç oranı 6’ya 3 oldu. Yani Trump oradaki konumunu güçlendirdi. Posta İdaresi’nde yarattığı kaosu da şimdi mektupla gelen oylarda kullanacak.

Cumhuriyetçi milletvekilleri, avukatlar ve valiler şimdiden postayla gelen oyları geçersiz ilan etmek için harekete geçti. 3 Kasım gecesi erken sayımlarda doğrudan kullanılan oylara göre Trump önde olacak. Mektupla gelen oyların sayılmasıyla birlikte Biden’ın öne geçmesi bekleniyor. Burada bir takım teknik sebepler ileri sürülerek Biden oyları çöpe atılacak. Özellikle de kritik eyaletlerde bu yapılacak. 2013’ten bu yana Trump’ın atadığı bölge savcıları ve hakimleri itirazları göğüsleyecek ve olay Yüksek Mahkeme’ye intikal ettiğinde Trump’ın 6-3 üstünlüğü işi bitirecek. İşte Trump’ın kurduğu kazanma planı bu şekilde.

Postayla gelen oyların sayımının durdurulması ve Yüksek Mahkeme’nin kazanan olarak Trump’ı ilan etmesi işi bitirecek mi? İşte bu oldukça şüpheli bir çıkarsama olur. Oğul Bush’un benzer bir şekilde, babası tarafından atanan Yüksek Mahkeme Yargıçları tarafından şaibeli Florida seçimleriyle Başkanlık koltuğuna oturtulması benzeri bir durum var ortada.

SEÇİM SONRASI KAOS

Ama bu kez toplum öylece seyretmeyecek. Zaten patlamaya hazır bombaya benzeyen öfkeli kitleler bu sonuçla birlikte sokağa fırlayacak. Trump’ın buna karşı planı da kanun ve düzen (Law&Order) sloganıyla hazırlanıyor. “Terörist” olarak adlandırdığı muhaliflerine karşı askeri ve ulusal muhafızları sahaya indirmeyi hedefliyor.

Sokaktaki kızgın kalabalık ise yine orduyu göreve çağırarak “darbeci” Trump’ın indirilmesini isteyecek. Pentagon ne yapar bilinmez ama ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley’nin, pandemi sürecinde askeri sokağa indirmek isteyen Trump’a verdiği dolaylı yanıt hala hafızalarda.

Efsane kovboy John Wayne’e de benzetilen Milley, o dönem kuvvet komutanlıklarına gönderdiği memorandumda, “Biz Amerikan ordusu olarak sadece Anayasa ve Amerikan Halkına bağlıyız” mesajı vermişti.

ABD’de saygın bir isme sahip olan New Yorker dergisine göre, Oval Ofis’te protestoculara karşı askeri görevlendirmek isteyen Trump ile buna karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Milley arasında sert tartışma yaşanmıştı.

Kavgayı dergi muhabirine aktaran bir yetkili, “Beyaz Saray’da bir kabadayı var, ona karşı bir kabadayı lazımdı” yorumunu yapmıştı. Sonuçta, Washington’a 10 bin asker isteyen Trump bu talimatını uygulatamadı.

İşin ilginç tarafı, tartışma sonrası Savunma Bakanı Mark Esper de Trump’ı desteklemekten vazgeçti ve Milley’nin tarafını tuttu. Yani Pentagon, Trump’a karşı açık tavır aldı. Eski asker, yeni Demokrat Massachusetts Milletvekili Seth Moulton da bunun öncesinde, 7 Nisan’da çok ilginç bir tweet atmıştı.

Moulton’un tweet’i şöyleydi: “Irak savaşının en karanlık günlerinden bugüne yani Trump’ın en büyük hata yaptığı günlere kadar -güvenilir kaynaktan duydum- hiç bu kadar çok sayıda genç subayın ayaklanma sesini duymamıştım…” Yani bu tweetin Floyd ayaklanması öncesi atılmış olması çok enteresandı.

“Genç Subaylar Rahatsız” türünden bir tweet. Demokratlar, sözünü ettiğimiz 3 Kasım senaryosunda, senatoda da çoğunluğu alamayacak ve “azil” çağrıları işe yaramayacak.

Yani sokak gösterilerine karşı demir yumruk politikası uygulamaya hazırlanan Trump’ın arası belki yargıyla iyi ama, askerle çok iyi değil. Hatta Biden’ın Trump’ın hukuksuzluklarına karşı Pentagon’a güvendiği yönünde pek çok söylemi de oldu.

Anayasayı delmeyi seven, başkanlık emirleriyle kongre ve senatoyu baypas z yaparak ülke yönetme tarzıyla sistemin tepkisini çeken Trump, seçim sonrası aynı orduyla, Venezuela, İran ve Çin’e karşı büyük bir harekât da planlıyor. Ancak 2021’de iç cephede onu daha büyük savaşlar bekliyor.

Ekonomik kriz, gelir adaletsizliği, doların küresel rezerv olarak tahttan inişi, siyasal bölünmüşlük ve anayasa tanımazlık, zorba Trump’ı kuşkusuz daha otoriter bir tavra itecek.

Türkiye açısından bakıldığında ise, Biden veya Trump’ın seçilmesi çok anlam ifade etmiyor. ABD’nin Türkiye’ye Güneydoğu ve Mavi Vatan’da yeni bir Sevr dayatma planları, parti değil devlet politikasıdır. O yüzden ABD’de yaşanacak kaos belki de Türkiye için yeni bir fırsat olabilir. Bunu zaman gösterecek.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close