Enerjide Karadeniz sakin liman, Akdeniz kaynayan kazan - M5 Dergi
MakalelerSayı 350 Eylül 2020

Enerjide Karadeniz sakin liman, Akdeniz kaynayan kazan

Abone Ol 

Doğu Akdeniz’de sular ısınırken Türkiye’nin pro-aktif bir diploması ve hukuk mücadelesi yürütmesi gerekiyor. Ülkemizin deneyimli diplomatlarına ve deniz hukukçularına bu dönemde önemli görev düşüyor. Diplomasi ve hukuk atağı aynı zamanda Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlık görüntüsünden çıkaracak anahtardır. Yunanistan’ın mavi vatanımızı gasp girişimlerini, adalarımızı işgallerini ve yani başımızdaki adaları hukuku hiçe sayıp askerileştirerek milli güvenliğimiz üzerine oluşturduğu tehdidi herkes öğrenmelidir.

Karadeniz’deki doğalgaz keşfi hem Türkiye’nin bugüne kadar bulduğu açık ara en büyük miktar hem de dünya genelinde son yıllarda yapılan en büyük keşiflerden birisi. İsrail’in 2009 yılında Doğu Akdeniz’de bulduğu Tamar yatağı 280 milyar metreküp olarak keşfedildiğinde İsrail’de büyük sevinç yaratmış, o yılın denizlerdeki en büyük keşfi olmuştu. Bizim bulduğumuz 320 milyar metreküp de dünya denizlerinde bu yılın şimdiye kadarki en büyük keşfi. Hatta geçen yılın da dünya genelindeki en büyük keşfi. Dev kategorisinde sınıflandırılan bu keşifle birlikte 2019 sonu itibariyle 3.3 milyar m3 olan Türkiye doğalgaz rezervi yüz kattan fazla artarak 323.3 milyar m3 düzeyine erişti ve dünya sıralamasında 32. sıraya yükseldi.

Gazın kullanıma sunulması için denizde platform kurularak gazın çıkarılması, arındırılması ve karaya getirilmesi gerekiyor. Bu konularda birçok şirketin tecrübesi var. Büyük enerji şirketleri de genellikle kendileri değil, taşaron şirketlere yaptırıyor bu işi. Benzer şekilde bir yüklenici ile işbirliği yapılabilir veya Türkiye Petrolleri kendi de üstlenebilir. Çıkarılan gazın sülfür gibi yabancı maddelerden arındırılması ve karaya getirilmesi için boru hattı deniz tabanına boru hattı döşenmesi gerekiyor.

Keşfin Türk Akım boru hattına yakın bir noktada olmasından dolayı bölge için gerekli zemin etüdleri yapılmış olmalı düşüncesindeyim. Bu düşüncem doğruysa önemli bir avantaj. Tabii Karadeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgenin belirlenmiş ve ihtilaflı bir durum olmaması da ayrı bir avantaj. Fırtınalı bildiğimiz Karadeniz enerjide gerginliklere neden olmayan görünümüyle sakin bir liman, buna karşın Akdeniz kaynayan kazan.

Karadeniz’deki doğalgaz keşfi hem Türkiye’nin bugüne kadar bulduğu açık ara en büyük miktar hem de dünya genelinde son yıllarda yapılan en büyük keşiflerden birisi. İsrail’in 2009 yılında Doğu Akdeniz’de bulduğu Tamar yatağı 280 milyar metreküple o yılın denizlerdeki en büyük keşfi olmuştu. Türkiye’nin bulduğu 320 milyar metreküp de dünya denizlerinde bu yılın şimdiye kadarki en büyük keşfidir.

DOĞU AKDENİZ’DE SULAR SON DÖNEMDE NEDEN BU DERECE ISINDI?

Bu sorunun cevabı enerji kaynaklarının lokasyonlarında saklı. Akdeniz’de enerji kaynakları jeolojik formasyon gereği doğu kesimde kümelenmiş, Batı Akdeniz enerji açısından fakir bir deniz. Bu nedenle Batı Akdeniz ülkeleri de Doğu Akdeniz’e göz dikmiş durumda. Son 10 yılda Doğu Akdeniz sularında yaklaşık 2500 milyar metreküp doğalgaz keşfedildi ve bunun kat kat fazlası keşfedilmeyi bekliyor.

Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumunun (USGS) 2010 yılında Levant havzası için açıkladığı tahminlerine göre tek başına bu havzada 1.7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp doğal gaz bulunmakta. İsrail, Gazze Şeridi, Güney Kıbrıs ve Lübnan açıklarındaki deniz alanını kapsayan Levant Havzası 83,000 km2 lik bir alana tekabül ediyor. Akdeniz toplamda 2,500,000 km2 , Doğu Akdeniz yaklaşık 1.65 milyon km2 bir deniz alanı kapsamaktadır. Levant havzası ise Doğu Akdeniz’in sadece yüzde 5’i kadar küçük bir kısmı. USGS de benzer şekilde bir başka havza için bulgularını açıkladı: Mısır açıklarından Güney Kıbrıs’a uzanan Nil Deltası havzası için tahmin edilen rezerv miktarı 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon metreküp doğal gaz. Bu iki değerlendirme Doğu Akdeniz’de Levant ve Nil Detası havzalarında toplamda teknik olarak çıkarılması mümkün 10 trilyon metreküpten fazla doğalgaz ve 3.5 milyar varil petrol olduğunu öngörmektedir. Levant ve Nil Deltası havzaları dışında da potansiyeli yüksek havzalar olduğu bilinmekte. Bunlardan en önemlisi Libya açıklarındaki Sirte havzası. Bilimsel literatüre Süper Havza olarak giren Sirte havzası petrol ve doğalgazda Kuzey Afrika’nın en üretken havzası olarak tanımlanıyor ve dünyanın 25 süper havzasından biri kabul ediliyor. Karadan başlayıp denize uzanan bu havzanın rezervi 48 milyar varil petrol ve 1.4 trilyon metreküp gaz olarak hesaplanıyor. Bu sahalar konvansiyonel yöntemlerle kolayca çıkarılabilecek nitelikte rezervler içeriyor.

Konvansiyonel rezervlere ilaveten Doğu Akdeniz’de önemli miktarda gaz hidrat rezervi de bulunmakta. Gaz hidratlar düşük sıcaklık ve yüksek basınç altında oluşabilen buz görünümlü kristalin katılar. Gaz hidrat yapısında su molekülleri kafes misali düşük moleküler ağırlıklı gazları içerisine hapsetmekte. Gaz hidratlar kendi hacminden 164 kat daha büyük hacimdeki gazı bünyesine hapsedebilme özelliği ile gazda büyük bir potansiyel ortaya çıkarıyor. ABD, Japonya ve Çin son yirmi yıldır gaz hidratların ticari kullanımına yönelik teknolojinin geliştirilmesi için uzun yıllardır çalışma yapmakta, birçok lokasyonda deneme üretimi gerçekleştirmiş durumda. Bu yıl Mart ayında Çin’den gelen son bilgiler ticari üretime yönelik umutların yeşermesini sağladı. Çin Enerji Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre Güney Çin Denizi’nde gaz hidratlardan günlük 287 bin metreküp üretime ulaşılarak ticari üretime başlanması için sağlam bir teknolojik temel elde edilmiş oldu. Dünya genelindeki gaz hidrat rezervlerine bakıldığında Karadeniz’de büyük bir potansiyel ile birlikte Akdeniz’de Antalya açıklarında sondaj doğrulaması yapılmış ve konfirme edilmiş rezervler olduğu görülmektedir

Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Lübnan ile proaktif diplomasi yürüterek Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanını yapacağı ikili anlaşmalarla desteklemesi deniz hak ve menfaatlerini hukuki dayanak sağlayarak savunabilmesi için gereklidir. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuvvetli ve kararlı duruşu, caydırıcılığı büyük önem taşımakta.

Antalya açıklarında konfirme edilmiş rezervler Avrupa Birliği’nin araştırma sonuçlarına dayanmaktadır. Avrupa Komisyonu Doğu Akdeniz’deki gaz hidrat potansiyeline ilişkin araştrmalara 2002 yılından beri çok sayıda bilimsel araştırma projesi ile destek vermiştir. Metan sızıntısının olduğu denizaltı çamur volkanlarının da incelendiği Hydramed projesi araştırmalarından elde edilen bulgular içerisinde en büyük potansiyelin Anaximandor Dağları olarak adlandırdıkları havzada bulunduğu görülmektedir (bkz. Şekil 2). Bu havza Türkiye’nin anakarasına çok yakın bir bölgede Antalya açıklarından Kızılhisar adasına uzanan bir alanı kapsamaktadır (bkz. Şekil 3). Kızılhisar adası son günlerde basında adını sıkça duyduğumuz Yunan ismiyle nam-ı diğer Meis adası. Kaş’a yaklaşık 2 km uzaklıkta bulunan 7.3 km2 yüzölçümüne sahip Kızılhisar adasının Yunanistan’a uzaklığı yaklaşık 580km. Bu ada günümüzde basında gündeme gelmesi Yunanistan’ın adaya asker yığmasıyla gündeme gelmektedir. Yunanistan bu yığmayı gündüz vakti üniformalı askerleri feribotlarla adaya taşıyarak adeta bir şov niteliğinde yapmaktadır. Yunanistan’ın bu adımı adanın gayriaskeri statüde olmasını gerektiren devir şartını ihlal etmektedir. Bu adanın statü durumunu mercek altına almakta fayda var. Türkiye, 1923 Lozan Antlaşması’nın 15. Maddesi ile o dönem İtalya’nın işgali altında bulunan Kızılhisar dahil olmak üzere toplam 14 ada üzerindeki haklarından İtalya yararına vazgeçer. Anlaşmada adalar ismen yer alırken adacıklar ismen yer almamakta, bağlı adacıklara atıf bulunmamaktadır. Devredilmeyen ada, adacık ve kayalıklar elbette Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Kızılhisar Adası’nın batısında yer alan Kara Ada ve doğusunda yer alan Fener Adası da bunlar arasında yer almakta olup Türkiye’nin egemenliği altında olan adalardır. Türkiye’nin egemenliği altındaki tüm adalara sahip çıkması, Yunan işgalini acilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gündemine taşıması gerekiyor.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmediği için adaların kaderinin belirlendiği 1947 Paris Konferansı’na davet edilmezken bu konferansta Kızılhisar dahil 14 adanın egemenliği İtalya’dan alınarak Yunanistan’a verilir. Paris Anlaşması’nın 14. Maddesine göre bu adalar gayri askeri statüde bulunmakta, kolluk kuvveti dışında silahlı kuvvet bulundurulamaz. Yunanistan bugün Kızılhisar adasına asker çıkartarak adanın egemenlik devir şartını ihlal etmektedir. Boğazönü Adaları (dört adet) ve Saruhan Adaları (beş adet) eklendiğinde Ege Denizi’nde gayri askeri statüde olması uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınarak Yunanistan’a devredilmiş toplam 23 ada bulunmaktadır. Bu adalara ilişkin son durumu geçtiğimiz aylarda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar açıkladı: 23 adanın 16sı silahlandırılmış. Türkiye’nin milli güvenliği üzerine ciddi tehdit oluşturan bu sorunu Türkiye’nin acilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gündemine taşıması gerekiyor.

Doğu Akdeniz’de sular ısınırken Türkiye’nin proaktif bir diplomasi ve hukuk mücadelesi yürütmesi gerekiyor. Ülkemizin deneyimli diplomatlarına ve deniz hukukçularına bu dönemde önemli görev düşüyor. Diplomasi ve hukuk atağı aynı zamanda Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de yalnızlık görüntüsünden çıkaracak anahtardır. Bu kapıyı açmak için haklı davamızı uluslararası topluma her fırsatta anlatmamız, diplomasi ağı ile birlikte Türk diasporasının çalışması gerekiyor. Yunanistan’ın Mavi Vatanımızı gasp girişimlerini, adalarımızı işgallerini ve yanıbaşımızdaki adaları gayrihukuki askerileştirerek milli güvenliğimiz üzerine oluşturduğu tehdidi herkes öğrenmeli.

Türkiye için önem ve öncelik arz eden bir diğer konu Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanıdır. Birleşmiş Milletler’e bildirilen Doğu Akdeniz Türk kıta sahanlığının Münhasır Ekonomik Bölge olarak ilan edilerek Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma bildirilmesi bu bölgeye ilişkin haklarımızın güvence altına alınması ve kararlılığımızın ortaya konması açısından önemlidir. Libya ile yapılan deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasına benzer şekilde karşılıklı kıyılarımızın bulunduğu Mısır, İsrail ve Lübnan ile anlaşma yapıp Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmek daha şık olurdu ama olmadı. Mısır Yunanistan’la deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması imzaladı. Bu anlaşma bir taraftan uluslararası deniz hukukuna aykırı gözükmekte, diğer taraftan Mısır’ın kendi Mavi Vatan’ından önemli bir kayıp vermesine neden olmakta. Uluslararası hukuka aykırı çünkü kullanılan “Düz Esas Hatlar” yöntemi 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 7. Maddesi ile çelişmekte. Buna ilişkin ayrıntılar Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi tarafından açıklandı. Mısır için önemli bir kayıp çünkü Mısır Yunanistan yerine Türkiye ile anlaşma imzalasaydı yaklaşık bir Kıbrıs adası kadar daha fazla deniz alanına sahip olacaktı. Şimdi bu durum Mısır’da da vatansever aydın insanların mutlaka tepkisini çekecektir. Bu sözleşmenin Mısır’da yüksek yargıya taşınması durumunda iptal edilme olasılığı yüksektir. Esasen anlaşma Yunan parlamentosundan geçerken Mısır parlamentosundan henüz onay almamıştır. Mısır’ın hak kaybı düşünüldüğünde bu süreç uzayabilir

Türkiye’nin bu süreçte Mısır, Lübnan ve İsrail ile ikili anlaşmalar yapmak üzere diplomasi yürütmesi önemlidir. Örneğin İsrail ile bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yapması durumunda Güney Kıbrıs Rum kesiminin sözde parsellerinin büyük kısmı Türkiye ile İsrail arasında hukuki bir temelde paylaşılmış olacak, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin Mavi Vatan’ı gasp girişimlerini boşa çıkacaktır.

Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Lübnan ile proaktif diplomasi yürüterek Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanını yapacağı ikili anlaşmalarla desteklemesi deniz hak ve menfaatlerini hukuki dayanak sağlayarak savunabilmesi için gereklidir. Bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuvvetli ve kararlı duruşu, caydırıcılığı büyük önem taşımakta. Seksenüç milyon eksiksiz olarak bu milli davanın arkasında olmak hepimizin vatan borcudur.

Türkiye için önem ve öncelik arz eden bir diğer konu Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanıdır. Birleşmiş Milletler’e bildirilen Doğu Akdeniz Türk kıta sahanlığının Münhasır Ekonomik Bölge olarak ilan edilerek Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma bildirilmesi bu bölgeye ilişkin haklarımızın güvence altına alınması ve kararlılığımızın ortaya konması açısından önemlidir.

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close