Doğu Akdeniz’deki Enerji Savaşları ve İsrail’in Türkiye Mecburiyeti - M5 Dergi
Makaleler

Doğu Akdeniz’deki Enerji Savaşları ve İsrail’in Türkiye Mecburiyeti

Abone Ol 

Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz ve petrol rezervleri bölge ülkeleri için jeopolitik, ekonomik, siyasi vb. birçok sayılamayacak öneme sahip. Kayda değer miktarda petrol ve doğalgaz yatakları bulunduran bölge, enerji transferinde önemli bir kavşak olmanın yanı sıra dünyadaki en geniş enerji merkezi olarak da etkisini her geçen gün arttırmaktadır.

ÖZET
2000’li yılların ortasından itibaren varlığı ortaya çıkmaya başlayan Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol yatakları bölgenin stratejik önemini artırmakla kalmamış, kıyıdaş ülkeler arasındaki ilişkilerin doğasını da değiştirmeye başlamıştır. Böylece dünya enerji arzında yeni bir tedarik kaynağı ortaya çıkarken, mevcut kaynakların pazar paylarını etkileyen bu gelişmeyle birlikte Orta Doğu barışından Libya’ya, Rusya-Avrupa ilişkilerinden Türkiye-İsrail ilişkilerine kadar birçok konu yeni dinamikler üzerinden okunmaya başlanmıştır.
Ortaya çıkan bu yeni yer altı zenginliğinin en önemli sonuçlarından biri ise bölgede ABD’den aldığı destek ve işgalci kimliği ile barışın en önemli engeli durumundaki İsrail’in doğalgaz ve petrol zengini bir ülkeye dönüşecek olmasıdır. 1948’den itibaren işgal ettiği Filistin toprakları üzerindeki hâkimiyeti halen tartışmalı olan İsrail’in kendisine bu kez deniz üzerinde yeni bir hâkimiyet ve nüfuz alanı açmaya çalışması ile beraber, sahip olduğu enerji rezervini Avrupa’ya nasıl ve hangi güzergâhtan taşıyacağı meselesi hiç şüphesiz önümüzdeki dönemde konuşulacak en önemli konulardan olmayı sürdürecektir.

Bu bağlamda kaleme alınan analizde; Doğu Akdeniz’in jeopolitik önemi ile beraber İsrail’in sahip olduğu enerji potansiyelinin ne denli önemli olduğuna dikkat çekilerek, oluşan yeni ittifaklara karşı Türkiye’nin ne tür adımlar attığına vurgu yapılacak ve enerji arzı ve ticareti konusunda İsrail’in Türkiye mecburiyeti tahlil edilecektir…

DOĞU AKDENİZ’İN JEOPOLİTİĞİ

Son zamanlarda gündemi sık sık meşgul eden Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz ve petrol rezervleri bölge ülkeleri için jeopolitik, ekonomik, siyasi vb. birçok sayılamayacak öneme sahip. Kayda değer miktarda petrol ve doğalgaz yatakları bulunduran bölge, enerji transferinde önemli bir kavşak olmanın yanı sıra dünyadaki en geniş enerji merkezi olarak da etkisini her geçen gün arttırmaktadır. Üstelik bölgede var olan geniş enerji yataklarının ekonomik ve jeopolitik etkileri sadece Akdeniz ile sınırlı kalmayıp aynı zamanda Orta Doğu coğrafyasının politik ve ekonomik dinamiklerini ve Avrupa’ya yönelik enerji ihracatını da etkiyecek potansiyele sahiptir. Fazlasıyla bunun farkına varan bölge ülkeleri ve küresel aktörler güvenlik ve enerjinin devamlılığı konusunda en çok kaynağa sahip olmak istediklerinden hareketle tüm politik güç, potansiyel, gayret ve çalışmalarını buraya odaklamış durumda. Öyle ki, bölgeden bağımsız bir konumda bulunan ABD, Fransa, Rusya ve hatta Çin bile kendilerinin olmadığı denklemler kurulmasına asla razı değil.

Doğu Akdeniz ve enerji bağlantısını kurduğumuzda bölge ülkeleri ve Türkiye’nin enerji ihtiyacı, bazı ülkelerin ise elindeki enerjiyi satmak için uygun bir hat güzergâhı ve pazar arayışı düşünüldüğünde tarafların farklı dış politikalar ve hamleler formüle ettiği görülüyor. Başka bir ifadeyle, bölge hem enerji arz güvenliği hem de enerji ticareti açısından, hem de yeni bir enerji jeopolitik merkezi olması nedeniyle çok özel bir nitelik taşıyor.
Dünya enerji tüketiminde üst sıralarda bulunan Avrupa açısından ise Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji potansiyelinin önemi, neredeyse enerji konusunda bağımlı olmaktan bir türlü kurtulamadıkları Rusya’ya olan enerji bağımlılığının bölgeden gelecek bu yeni enerji kaynağı ile hafifleyecek olmasından kaynaklanmaktadır. Rusya’nın son dönemde sıcak denizlere inmesini ve Suriye’de oldukça etkili olduktan sonra Libya’da uluslararası hukukta meşru hükümet konumunda bulunan Libya ulusal mutabakat hükümetine karşı gayrı meşru konumda bulunan Hafter’i desteklemesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Çünkü Rusya’ya göre bölgeden Avrupa’ya sağlıklı şekilde ulaştırılacak herhangi bir enerji güzergâhı, kendine bağımlı hale getirdiği Avrupalı müşterilerini kaybetmesi şeklinde okunmalıdır.

DOĞU AKDENİZ’İN ENERJİ POTANSİYELİ

2010 yılında ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (United States Geological Survey/USGS) tarafından yayımlanan raporda, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervinin yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer olduğu tahmin edilmektedir. Bunun toplam değeri ise bugünkü piyasa rakamları ile 1,5 trilyon dolar olmakla birlikte yine toplam değeri 3 trilyon dolar olan ve 60 milyar varil petrole eşdeğer nitelikte hidrokarbon rezervinin de bölgede bulunduğu yapılan tahminler arasındadır. Bu da Türkiye’nin 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak bir miktar anlamına gelmektedir. Haliyle bölgedeki bu devasa enerji potansiyelinin farkına varan küresel aktörler ve bölgesel güçler, politik ajandalarının ilk sırasına Doğu Akdeniz bölgesi ve enerji konusunu yerleştirmişlerdir.

Bölgede her geçen gün bulunan yeni enerji yatağı ve rezervle birlikte Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin bu rezervler üzerinde söz hakkı doğmakta ve kıta sahanlıklarında yer alan bölgelerdeki rezervlere yönelik ilgili devletlerle anlaşmalara gidilmektedir. Rezervlerin çıkarılıp işlenmesi ve akabinde pazara ulaştırılması konusunda her geçen gün kapalı kapılar arkasında sıkı pazarlıklar yapılmakta ve yeni bölgesel ittifaklar kurgulanmaktadır. İsrail ve Mısır’la başlayan bu ittifaklar, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan ile devam etmiş ve son olarak gizli şekilde yürütülen Türk-İsrail yakınlaşmasıyla ise yeni bir boyut kazanmıştır.

İSRAİL’İN DOĞU AKDENİZ ENERJİ KORİDORUNDAKİ YERİ

Doğu Akdeniz’de özellikle doğalgaz konusunda en rahat konumda bulunan ülke ise mevcut şartlara bakıldığında hiç şüphesiz İsrail’dir. İsrail’in Akdeniz’deki en büyük doğalgaz sahaları olan Leviathan ve Tamar sahalarında ispatlanmış doğalgaz miktarı yaklaşık 800 milyar metreküp olmakla birlikte, bunun 1,8 trilyon metreküpe kadar çıkabileceği tahmin edilmektedir. Üstelik sadece Leviathan sahasındaki ispatlanmış 453 milyar metreküplük doğalgaz miktarı bile 25 Avrupa ülkesine altı yıl yetecek büyüklüktedir ve bu oran sadece İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde kalan doğalgaz miktarı için geçerlidir. Yakın zamanda konu ile ilgili açıklama yapan İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, bu kaynaklara ek olarak bölgede yaklaşık 2,2 trilyon metreküp doğalgaz rezervinin daha keşfedilmeyi beklediğini açıklamıştı. İsrail ve Amerika ise bölgedeki bu enerji potansiyelinin farkına vardığından beri ellerindeki bu büyük kaynağı kurgulanabilecek en karlı güzergâhtan geçirerek Avrupa’ya satma amacındalar. Böylece Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağlılığının önüne geçilecek, İsrail, Doğu Akdeniz’de eşsiz bir öneme kavuşacak ve sahadaki tüm denklemlerde Amerika’nın elini rahatlatacaktır. Kurgulanan bu proje için düğmeye basılmış ve çıkar ilişkilerine dayalı dostane söylemler eşliğinde yeni ittifak arayışlarına başlanmıştır.

İsrail ve Amerika bölgedeki enerji potansiyelinin farkına vardığından beri ellerindeki bu büyük kaynağı kurgulanabilecek en karlı güzergâhtan geçirerek Avrupa’ya satma amacındalar. Böylece Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağlılığının önüne geçilecek, İsrail Doğu Akdeniz’de eşsiz bir öneme kavuşacak ve sahadaki tüm denklemlerde Amerika’nın elini rahatlatacaktır. Kurgulanan bu proje için düğmeye basılmış ve çıkar ilişkilerine dayalı dostane söylemler eşliğinde yeni ittifak arayışlarına başlanmıştır

TÜRKİYE’Yİ HAKLARINDAN MAHRUM BIRAKMAYI AMAÇLAYAN KİRLİ BİR İTTİFAK: EAST-MED BORU HATTI PROJESİ

Adına East-Med Boru Hattı denilen proje, ilk bakışta ekonomik bir anlaşma olarak görünse de aslında hem jeopolitik sınırları hem de deniz sınırlarını belirlemek üzere başlatılan girişimlerle yakından bağlantılı. Mısır, Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) başını çektiği ittifak, Ocak 2019’da Mısır’ın başkenti Kahire’de “1. Doğu Akdeniz Gaz Forumu Bakanlar Buluşması” adlı bir toplantı gerçekleştirdi. Görüşmeler böylece artarak devam etti. Ardından 20 Mart 2019 tarihinde Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail arasında 6’ıncı Üçlü Zirve Kudüs’te yapıldı. Zirve sonrası yapılan açıklamada; “ABD, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetleri; Doğu Akdeniz bölgesinde refah, güvenlik, barış ve istikrarı teşvik etme konusundaki taahhütlerini tekrarlamaları amacıyla 20 Mart 2019’da Kudüs’te bir araya geldiler” denildi. Toplantıya, sürpriz bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da katıldı. Bölgesel iş birliğinin geliştirilmesi konusunda üçlü mekanizma oluşturan ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri değiştiren bu anlaşmaya Doğu Akdeniz’de en uzun ana kara kıyısına sahip ülke olan Türkiye’nin çağırılmaması bir yana, toplantıdan Türkiye aleyhine bir mesajın çıkması, Türkiye için bardağı taşıran son damla oldu.

TÜRKİYE’NİN KARARLI DURUŞU VE LİBYA HAMLESİ

Bölgedeki kararlı duruşun yanı sıra her zaman uluslararası normlara ve hukuk kurallarına saygılı olduğunu ifade eden Türkiye’nin, ulusal menfaatlerini ve gerekli kıta sahanlığı haklarını koruyabilmek için bazı adımları ivedilikle atması gerekiyordu. Bu aşamada Türkiye’yi harekete geçiren iki önemli faktör ön plana çıkıyordu. Bunlardan ilki, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasını öngören East-Med Boru Hattı Projesi’nin Türkiye’nin hakkı verilmeyip es geçilerek yürütülmesi; ikincisi de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni küçük bir deniz sınırlarına hapsetmek için atılan adımlar.

Türkiye böylece Doğu Akdeniz’deki çalışmalarına hızlıca bir giriş yapma niyetiyle çalışmalarına başladı. Önce sondaj gemileri Barbaros Hayrettin Paşa, Fatih ve Yavuz ile bölgede çalışmalarına başlayan Türkiye, kendisine yaptırım kararı alan AB’yi de dinlemeyip Karadeniz ve Marmara’da arama yapan Oruç Reis sismik araştırma gemisinin de Doğu Akdeniz’e inmesine karar verdi.

Bununla ‘’bölgede bende varım’’ mesajını veren Türkiye, bu adımlar ile de yetinmedi. 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ile Feyyaz es-Serraj liderliğindeki Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti arasında imzalanan Deniz Yetki Alanları Anlaşması Türkiye’yi bölgede Antalya Körfezi’ne hapsetme girişimlerine adeta bir cevap niteliği taşıyor ve Türkiye dünyaya adeta ‘’bölgeden vazgeçmeyeceğiz’’ mesajı veriyordu.

Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti arasındaki anlaşmanın jeopolitik etkileri, Akdeniz’e komşu ülkeler için olduğu kadar, dünya ticaret güzergâhlarının ve bölgedeki doğalgaz kaynaklarının kontrolü, dağıtımı ve tedariki konusunda rekabet halindeki ülkeler için de oldukça önemli. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşma İsrail, Yunanistan, Mısır ve GKRY arasındaki Akdeniz’i paylaşma planlarına da ciddi bir darbe anlamına geliyor.
Bu bağlamda hiç şüphesiz bölgenin gelecekteki enerji politiğini şekillendirecek olan Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı hususunda Türkiye’nin jeopolitik çıkarları ve deniz sınırı haklarını muhafaza etmeye çalışması bölgesel güçlerin Libya’da Türkiye karşıtı bir politik çizgi izlemesine yol açmış durumda. Kaddafi sonrası dönemde ülkenin demokratik bir sisteme geçişini engelleyen Hafter işte bu sebeplerden dolayı, ABD, Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya tarafından oldukça güçlü şekilde destekleniyor. Hem Akdeniz gazı ile ilgili planları hem de Libya’nın doğusu ile ilgili hesapları şimdilik tutmayan ABD ve İsrail’de, Hafter’i kışkırtarak Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükumetine karşı desteklerini vermekten geri durmuyor.

İSRAİL’İN TÜRKİYE MECBURİYETİ

Bölgede haklarını korumak isteyen ve adil bir paylaşımdan yana olan ve oluşan kaosun ancak tüm kıyıdaşların çıkarlarının hesaba katılarak çözüleceğini düşünen Ankara ise diyalog ve işbirliği için her zaman hazır olduğunun da her defasında altını çiziyor. Üstelik bununla ilgili olarak İsrail ile gizli bir temas ta söz konusu.
“İsrail ve Türkiye doğalgaz boru hattı için müzakerelere hazır” şeklindeki haberleri basına sızdıran tarafın İsrail olması açıkça gösteriyor ki iş birliğine hevesli olan taraf Tel Aviv yönetimi. Mevcut şartlar gereği Türkiye’de bu müzakerelere hazır durumda olduğunu belli eder vaziyette. İsrail’in bu yakınlaşmaya oldukça hevesli olmasının altında yatan sebepler ise şunlar;

Devamı M5 Dergisi Şubat 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close