Çin'in Aşil Topuğu Hong Kong - M5 Dergi
Makaleler

Çin’in Aşil Topuğu Hong Kong

Abone Ol 

Donald Trump’ın ABD Başkanı olmasıyla bu süper gücün Irak ve Afganistan’daki görece başarısızlığına bakanlar, Washington’un emperyal gücünün çöküşe geçtiği yanılsamasına kapılmaktan kendilerini alamadılar. Ancak ABD’nin müesses nizamı, Trump’ın başkanlığının ikinci yılında hem kabineyi hem de Ulusal Güvenlik ekibini daha önce görülmemiş düzeyde şahin isimlerle tahkim etti. Bu ekip şimdi, çıkarları ABD ile çelişen her ülkeye kendi topraklarında sorun yaratmaya odaklanmış bir performans sergiliyor.

Bir futbol tabiriyle Washington’daki stratejinin temeli oyunu rakip yarı sahaya yıkmak üzerine kurulu. Bu oyundan Türkiye, Almanya, Hindistan, Rusya, İran ve Venezuela fazlasıyla nasibini alan ülkeler. Çin Halk Cumhuriyeti’ni ise bu listede maruz kaldığı baskının çeşitliliği nedeniyle ayrı bir yere koymak gerekiyor.

Türkiye medyasında sebep-sonuç ilişkileri bağlamında Hong-Kong’da Haziran ayı içerisinde neler olduğunu algılamamızı sağlayacak yeterli bilgiye erişim mümkün olmadığından, bir özet yapacağım.


JEOPOLİTİK HAMLELERİ
ENGELLEYECEK MAYIN VE DOĞU TÜRKİSTAN

Bir yandan Huawei markası hedef alınan, diğer yandan Ticaret Savaşı ile kuşatılan, Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu’nda ABD ve müttefikleri tarafından çembere alınmak gayretinde olan Pekin yönetimi, Washington’daki şahinlerin ve Londra’daki müttefiklerinin sahasına yıktığı çok karmaşık bir problemle yüzleşmeye çalışıyor bu günlerde. 1997 yılında İngiltere’den devraldığı Hong Kong, bugün Çin’in jeopolitik hamlelerini engelleyecek bir mayına dönüştü.

Çin içerisindeki farklı etnik grupların ve Pekin yönetiminin totaliter düzeninden hoşnut olmayan muhalefet topluluklarının harekete geçirilmesine yönelik çabalar bir süredir yoğunluk kazanmıştı. Bunun en somut örneği, Doğu Türkistan’da yaşayan Müslümanlara yönelik baskıların uluslararası toplumun gündemine taşınması oldu. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun mesajlar yayımlayarak yakından ilgilendiği Doğu Türkistan meselesinde Pekin üzerinde istenen baskı henüz kurulabilmiş değil.

Bunun en önemli sebebi, Orta Amerika’da istikrarsızlaştırdığı ve sefalete mahkûm ettiği ülkelerin vatandaşlarını Meksika sınırında göz yaşartıcı gaza boğan, bu insanları ülkesindeki toplama merkezlerinde insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlayan, Filistin Devleti’ni ve onun Müslüman nüfusunu Orta Doğu haritasından silmek için ayrıntılı planlar yapan, Orta Doğu’ya yönelik askeri harekâtları “Haçlı Seferi” olarak niteleyen Başkanlar tarafından yönetilen ABD’nin, aniden Doğu Türkistan’daki Müslümanların dini özgürlükleri için duyduğu endişenin hiçbir surette ikna ediciliğinin olmaması.

Başına ödül koyduğu bir terör liderinin Washington Post gazetesine makale yazmasına göz yumacak kadar ikiyüzlü insan hakları ve terörle mücadele anlayışı olan bir ülkenin Doğu Türkistan halkı için gerçekten endişelendiğine dünyada inanan herhangi bir topluluk ya da devlet de bulmanın mümkün olduğunu söyleyemeyiz. Tabii ABD’nin bu ikiyüzlü politikası, Çin Halk Cumhuriyeti’nin “ideolojik sapma” içerisindeki Doğu Türkistanlı vatandaşlarını kamplara kapatarak “yeniden doktrine” ettiği gerçeğini değiştirmemekte.

Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cingping, bölgede kurdukları düzenin uluslararası toplum tarafından eleştirilemeyeceğine ve içerde de etkili bir muhalefet olmadığına duyduğu inançla yabancı gazetecileri Doğu Türkistan’ı ziyarete çağırmakta beis görmüyor.

Açıkçası, bir milyardan fazla vatandaşını yüz tanıma sistemiyle izleyerek, davranışlarına göre puanlayacak düzeye ulaşmış bir rejimde halinden memnun olmadığını dile getirecek bir vatandaş bulmak da kolay olmasa gerek.

Keza bu konuda söz söyleyebilecek olan İslam ülkeleri de Türkiye’nin bir yılda ithal ettiği kadar petrolü bir ayda ithal eden Çin’e karşı seslerini yükselterek müşteri memnuniyetine halel getirmek istemiyorlar.

Dediğimiz gibi Doğu Türkistan meselesini kaşıyan ancak bundan beklediği sonucu alamayan ABD ve İngiltere’nin yüzlerini 2014’ten bu yana giderek hareketlilik kazanan ve güçlü bir muhalefet potansiyeli barındıran Hong Kong’a döndükleri anlaşılıyor. Her protesto eyleminde 7 buçuk milyonluk nüfusunun en az bir milyonunun sokağa indiği Hong Kong, Pekin yönetimi çevresindeki kıskacın daraltılması açısından ideal şartlar sunuyor.

“TEK ÜLKE-İKİ SİSTEM”

Hong Kong, emperyal güçlerin Çin topraklarında hâkimiyetlerini tesis ettikleri Birinci Afyon Savaşı’nın ardından 1842 yılında Britanya’nın kontrolüne bırakıldı. 1898 yılına gelindiğinde Hong Kong’un 235 adayla beraber 99 yıllığına Britanya kontrolüne terk edilmesi anlaşmaya bağlandı. 1970’li yıllar Hong Kong’un “Asya Kaplanları” arasına katılmasıyla ekonomide çağ atladığı bir dönem oldu. Yüksek teknolojiye dayalı üretim ada toplumunun kaderini değiştirecek süreci başlattı.

Tayvan Geçidi’nin hemen güneyinde, Güney Çin Denizi ile Malakka Boğazı’na hakim noktadaki Hong Kong, etkili bir deniz ticaret merkezi olmanın ötesine geçerek Asya-Pasifik’in teknoloji devlerinden biri haline geldi. 1982 yılında gelindiğinde Çin ve İngiltere, Hong Kong’un anavatan topraklarına geri dönüşü için müzakerelere başladı. 1984’te Pekin yönetiminin “Tek Ülke-İki Sistem” olarak Hong Kong için ortaya koyduğu formül kabul gördü. Bu formül, Hong Kong’daki kapitalist ekonomik sistemin Pekin yönetimi altında da muhafazasını sağlayacak ve demokratik siyasi sistem de 50 yıl devam ettirilecekti.

Devamı M5 Dergisi Temmuz 2019 Sayısında…

Etiketler
Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close