Kimin Sınırları Kimin Güvenliği? Avrupa Birliği'nin Sınır Dışsallaştırma Politikası - M5 Dergi
MakalelerSon sayı

Kimin Sınırları Kimin Güvenliği? Avrupa Birliği’nin Sınır Dışsallaştırma Politikası

Abone Ol 

AB, kendi güvenliği ile ilgili olan bir konuda başka aktörlere yetki devrederek, dış sınırını kendi topraklarından uzağa, Türkiye’ye, Fas’a, Mısır’a, Rusya’ya genişleterek, aslında kendi egemenlik haklarının bir bölümünden vazgeçmiş gibi görünmektedir. Fakat AB kendi güvenlik politikasını, kendi coğrafi sınırlarını üye olmayan ülkelere dışsallaştırarak aslında göçe güvenlikçi yaklaşımı sonucunda ortaya çıkabilecek olan bu insani sorumluluktan kaçmayı hedeflemektedir.

 

Avrupa Birliği Adalet ve İçişleri politikasının dış boyutu hükümetler arası bir iş birliği alanı olarak kurulup, zaman içinde Avrupa Birliği’nin (AB) iç güvenlik konularını üye olmayan ülkeler ile beraber çözmeyi amaçladığı bir politikaya evrilmiştir. Bu politika, AB’nin kişilerin ve ürünlerin hareketini yönetmeye çalıştığı coğrafi kontrol hırsının önemli bir parçası olmuştur. Schengen süreci sonrasında iç sınırların eski anlamını yitirmesi ve üye olmayan ülkelerin dış sınır güvenliği politikasına dahil edilmesiyle aslında AB’nin bir iç meselesi olan sınır güvenliği ve göç, bir dış güvenlik konusu haline gelmiştir.

SINIR GÜVENLİĞİ DIŞSALLAŞTIRMASI KAVRAMI VE AB

AB özelinde sınır güvenliği dışsallaştırması kavramı AB’nin çoğunlukla Avrupa Komşuluk Politikası ülkelerini kendi iç güvenlik meselesine dâhil ettiği bir dışarıdan yönetişim politikasını ifade etmektedir. AB, kendi kural ve politikalarını üçüncü ülkelere, uluslararası örgütlere ve özel şirketlere devretmekte fakat uzaktan kumanda ile sınır ötesindeki göç hareketlerini kontrol etmeye ve yönetmeye devam etmektedir.

Dışsallaştırmanın siyasi hedefi göçü henüz kaynağındayken engellenmesidir. Pratikte ise bu politika ülkelerin kontrollerini kendi dış sınırlarının ötesine genişletmesi, böylelikle göçmenlerin kendi topraklarına adım dahi atmasının önüne geçmektir. Yani bir ülkenin kendi sınırı ötesinde göçü engellemek veya azaltmak için yaptığı her pratik aslında bir dışsallaştırma pratiğidir ki bu uygulamalar ikili ve çoklu bağlantılar, bölgesel ve uluslararası anlaşmalar ile mümkün hale gelir. Teknoloji transferi, sınır güvenliği personelinin eğitilmesi, geri kabul anlaşmaları, sınır ötesinde kurulan gözaltı merkezleri dışsallaştırma pratiklerine örneklerdir.

DÜNDEN BUGÜNE DIŞSALLAŞTIRMA POLİTİKA VE PRATİKLERİ

Dışsallaştırma politikasının 1920’lerde ilk kez Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulandığı düşünülmektedir. Fakat Avrupa’ya bu uygulama Birleşik Krallık’ın 1969’daGeçiş İzni Sistemi’ ile gelmiştir. Birleşik Krallık bu sistemi aile birleşiminin yönetimini dışsallaştırarak Hindistan’dan kendi topraklarına göçü engellemek için uygulamıştır. Her ne kadar bu sistem başlangıçta uygulamada nötr olan bir idari araç olarak oluşturulduysa da kısa sürede ülkeye girişleri önemli ölçüde azaltan bir kota uygulaması halini almıştır. Bu tarihten itibaren de dışsallaştırma politika ve pratikleri Avrupa ülkeleri tarafından farklı yöntem ve şekillerde uygulanmaya devam etmiştir. 1980lerden itibaren ise Avrupa hükümetleri dış sınırlarını korumak konusunda artan şekilde kaygılı bir tutum sergilemekte, topraklarına göçü engellemek için çeşitli güvenlik politikaları geliştirmektedir. Geleneksel sınır ve göç politikalarının yeni ‘ulus aşırı tehditleri’ önlemede işlevsizleştiği, bu sebeple yeni politikaların benimsenmesi gerektiği fikri Avrupa hükümetleri tarafından benimsenmeye başlamıştır.

1980lerdeki üçüncü genişleme ile beraber AB Kuzey Afrika’daki Akdeniz ülkeleriyle komşu olmuş, göçü sınır ötesinde engelleme ve yönetme politikasını yerleştirmeye başlamıştır. AB dışsallaştırmasının Avrupa Komşuluk Politikası ile başladığı düşünülse de Barselona süreci dışsallaştırma politikasının izlerini taşımaktadır. 1995’e gelindiğinde Barselona Süreci ile AB Güney’den Kuzey’e göçü yönetmek için sistemik ve kapsamlı bir politika benimsemiştir. Barselona Deklarasyonu ile taraflar düzenli siyasi diyalog ile ekonomik, finansal, sosyal, kültürel ve insani alanlarda daha çok iş birliğini amaçladıklarını taahhüt etmiştir. Bu taahhütün arka planındaki düşünce yakın iş birliği yoluyla Güney Akdeniz’den gelebilecek olan göçü sınırlamaktır. Deklarasyonda göç ve hareketliliğin bu iş birliğindeki merkezi rolü açıkça belirtilmiş, ‘göç baskısının’ engellenmesi için üye olmayan
ülkelere ekonomik yardım ve eğitim programları düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. 1999 Amsterdam Anlaşması,
Tampere Konseyi (1999), Seville Avrupa Konseyi (2002) Avrupa Komşuluk Politikası (2003), Akdeniz İçin Birlik (2008), Stockholm Programı (2009) ile kademeli olarak artan siyasi ve ekonomik iş birliği yoluyla göç ve sınır güvenliğinin üye olmayan ülkelere dışsallaştırılması politikası yerleşmiştir.

2010lara gelindiğinde Arap Ayaklanmaları’nın başlamasıyla beraber AB göç politikasında güvenlikçi yaklaşımın en belirgin örneklerini vermeye, üye olmayan ülkeleri de kendi sınır güvenliği politikasına dahil ederek devam etmiştir.

Dışsallaştırma politikası başlangıçta nötr olan bir idari araç olarak oluşturulduysa da kısa sürede ülkeye girişleri önemli ölçüde azaltan bir kota uygulaması halini almıştır. Bu tarihten itibaren de dışsallaştırma politika ve pratikleri Avrupa ülkeleri tarafından farklı yöntem ve şekillerde uygulanmaya devam etmiştir.

DIŞSALLAŞTIRMA POLİTİKASI VE GERİ KABUL ANLAŞMASI

Türkiye ve Yunanistan arasında 2016 yılında imzalanan Geri Kabul Anlaşması da dışsallaştırma politikasının bir unsurudur. Bu anlaşma ile Ankara başta Suriye vatandaşları olmak üzere milyonlarca göçmenin ‘geçici koruma statüsünde’ kendi ülke sınırlarında kalmasını taahhüt etmiştir. Bu bireyler Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince sebebiyle mültecilik başvurusunda bulunamamaktadırlar. Fakat anlaşma ile AB’de de mülteci statüsü verilmeyen sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilmesi kararlaştırılmıştır. AB ise bu işbirliği kapsamında Türkiye vatandaşlarına vizesiz seyahat, AB-Türkiye arasındaki Gümrük Birliği anlaşmasında geliştirmeler, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde yeni fasılların açılması ve Mali Yardım Programı kapsamında göç yönetiminde sorumluluk paylaşmak için Türkiye’ye üç yılda altı milyar Euro aktarması gibi taahhütlerde bulunmuştur.

Bu maddelerin çoğunluğu bu yazının yazıldığı tarih itibariyle gerçekleşmemiştir. Bu gelişmeler üzerine belirli aralıklarla Türkiye ‘AB anlaşmaya uymaz ve projelere ortak olmazsa’ Avrupa ile sınırları açacağını ve göçmenlerin geçişine izin vereceğini duyurmuş, fakat anlaşmanın imzalandığı tarihten Şubat 2020’ye kadar bu gerçekleşmemiştir. 27 Şubat tarihinde İdlib’de Türk ordusuna yapılan ve insan hayatı adına çok ağır sonuçlar doğuran saldırının ardından Türkiye ülkesindeki göçmenlere ‘Avrupa’ya geçişlere engel olunmayacağı’ bilgisini vererek binlerce insanın Avrupa’ya doğru harekete geçmesinin önünü açmıştır.

TÜRKİYE’DEN AB’YE GÖÇMEN AKINI

Türkiye topraklarındaki göçmenlere Batı sınırlarını açtıktan sonra AB yöneticileri Türkiye’nin anlaşmaya aykırı davrandığını, göçmenlerin hayatlarını tehlikeye atan politikalar uyguladığını iddia etmişlerdir. Türkiye sınırları açarak göçmenlerin Avrupa’ya geçişine izin verirken bu insanların Bulgaristan ve Yunanistan sınırında güvenlikçi önlemlerle karşılanacağını elbette öngörebilirdi. Fakat bu durumun, AB’nin ve üye ülkelerin insan hakları ihlallerindeki sorumluluğunu Türkiye’ye yüklediği iddiası açıkça hatalı ve eksik bir iddia olacaktır. AB Türkiye’nin sınırları serbest bırakmasının hemen ardından Frontex’in acil müdahale güçlerini sınırlara yönlendirmeye hazır olduğunu ve ‘yasal olmayan’ geçişlere izin verilmeyeceğini bildirerek güvenlikçi bir tutum sergileyeceğini açıkça ortaya koymuştur.

Yunanistan ve Bulgaristan’dan göçmenlere tepki çeken uygulamalar Yunanistan ve Bulgaristan sınırına ilerleyen göçmenlere sınır bölgelerinde silah, göz yaşartıcı gazlar, gaz bombaları kullanılması, suçlu gibi muamele ederek tutuklaması, yaralama veya ölümle sonuçlanan eylemlerde bulunulması, göç eden kişilerin mallarına eşyalarına el koyması, ayrımcı muamelede bulunulması, Yunanistan’ın sığınma taleplerini bu olaydan kısa süre sonra askıya alması, sınır bölgelerinde yalnızca güvenlik personelinin bulunması ve koruma başvurularıyla ilgilenilmek üzere sivil bir alan oluşturulmaması İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Cenevre Sözleşmesi’nin çeşitli maddelerine açıkça aykırıdır.

Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta, dışsallaştırmanın hem bir yetki hem de sorumluluk devri girişimi oluşudur. AB kendi güvenliği ile ilgili olan bir konuda başka aktörlere yetki devrederek, dış sınırını kendi topraklarından uzağa, Türkiye’ye, Fas’a, Mısır’a, Rusya’ya genişleterek, aslında kendi egemenlik haklarının bir bölümünden vazgeçmiş gibi görünmektedir. Fakat AB kendi güvenlik politikasını, kendi coğrafi sınırlarını üye olmayan ülkelere dışsallaştırarak aslında göçe güvenlikçi yaklaşımı sonucunda ortaya çıkabilecek olan bu insani sorumluluktan kaçmayı hedeflemektedir.

Şubat ayından itibaren Yunanistan sınırında yaşanan ve insan güvenliğini tehdit eden önlemler ve AB hükümetlerinin sorumluluk üstlenmeyen ifadeleri de bu duruma bir örnek oluşturmaktadır. AB dışsallaştırma ile güvenlikçi göç politikalarının ortaya çıkardığı uluslararası hukuka aykırı durumlar ile arasına bir sınır koymak istemekte, bunun yolunu da üye olmayan ülkeleri bu politikaların uygulayıcısı olmaya ikna etmekte bulmaktadır.

Devamı M5 Dergisi Mart 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close