Lübnan, 100 yıl önceki bir hata mı? - M5 Dergi
DergiKapakMakalelerSayı 349 Ağustos 2020

Lübnan, 100 yıl önceki bir hata mı?

Abone Ol 

Geçen yüzyılın başında bağımsızlık ateşiyle heveslendirilen ve Osmanlıya karşı ayaklandırılan Ortadoğu milletleri, müttefiklerinin himayesinde bağımsız devletler kurmayı başardıysalar da gerek dış güçler, gerekse baskıcı, totaliter yönetimleri sebebiyle özgür ve bağımsız olamadılar. Ortadoğu devletleri, büyük oranda aynı soydan ve dinden gelmelerine rağmen, benzerliklerini değil farklılıklarını öne çıkarmaları nedeniyle güçlü bir siyasi yapı, ortak bir politika oluşturmayı ve olaylara yön verebilecek bir güç olmayı başaramadılar. Geçtiğimiz yüzyılda Ortadoğu’da yaşanan acıların, Türkler’in bu bölgeden çekilmesinin yarattığı otorite boşluğunun doldurulamamasından kaynaklandığı halen tartışılmaktadır. Ortadoğu’nun etnik ve dini olarak en parçalı devleti sayılan Lübnan bir devlet olarak hayata geçemedi. İç ve dış politika konularında istikrarsız görüntüsü yüzünden ülkede yabancı ülke askeri varlığı eksik olmadı.

Lübnan tarihi iç çekişmeler, bombalı saldırılar, rehin almalar değişik aktörlerin güç mücadelelerinin sergilendiği bir Ortadoğu laboratuvarıdır.

Lübnan bir devlet olarak kabul görse de hiçbir zaman bilinen anlamda bir devletin işlevlerini yürütebilecek şekilde yapılanmadı ve devlet otoritesini topraklarında uygulayamadı.

Dinsel ve mezhepsel olarak bölünmüş Lübnan’da siyasetçiler devlet görevlileri mensubu bulundukları grupların çıkarlarını önde tuttukları için merkezi bir devlet sistemi ve otoritesi sağlanamadı.

Lübnan bir devlet olarak hayata geçemedi.

İç ve dış politika konularında istikrarsız bir devlet görüntüsüyle ülkeden yabancı ülke askeri varlığı da eksik olmadı.

Lübnan’ın savaş sonrası siyasi sisteminin tabutuna çakılan son çivi olan yıkıcı bir ekonomik ve finansal kriz siyasi sistemin siyasi nüfuza bağlı ve kamu kaynaklarının, iç savaşın tarafları arasında paylaştırılmasından kaynaklanıyor. Lübnan siyaseti bir türlü bir tür elitler kartelini yıkamıyor. Ülkede çıkarların paylaşımı söz konusu olduğunda bölgesel dinamikle bağlantılı olan ve aşılamaz gibi görülen siyasi farklılıklar, arka plana itiliyor.

Bu ülkedeki siyasetçiler ve gruplar bütünleşmek yerine kendilerini diğer gruplara karşı güçlendirebileceğini düşündükleri yabancı ittifaklar arayıp ayrışmalara yol açtılar. Örneğin Lübnan, İsrail ile savaş durumunda iken bile, iç savaş koşullarında dahi bazı gruplar İsrail ile işbirliği içinde olmuş ve İsrail tarafından desteklenmişti.

I. Dünya savaşı sonunda Osmanlı topraklarından koparılan ve Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın başına geçmeyi umduğu Büyük Suriye devleti, Fransız mandasına bırakılınca hayal olarak kalmıştı. Lübnan’da bu topraklardan ayrılarak Hristiyanların yönetime egemen olduğu ayrı bir devlet olarak kurulmuştu. İşte bu zaman diliminden beri yönetimde ve ekonomik hayatta geçmişten gelen ayrıcalıklarını kullanan küçük bir azınlık pastadan büyük payı aldı. Müslümanlar, özellikle Şiiler nüfus olarak en büyük grup olmalarına rağmen siyasi ve ekonomik hayatta bunun karşılığını alamadılar.

Lübnan’ın ayrı bir devlet olarak kurulmasındaki tarihi rolünün etkisini sürdürmeye çalışan başta Fransa olmak üzere İtalya ve İspanya gibi ama birde sessiz ve derinden ülkede faaliyet gösteren ABD ve İngiltere’de bulunuyor. Halen dahi AB ülkeleri doğu Akdeniz’in Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundaki bu bölgede nüfuzlarını artırma gayretleri içindedir.

Geçen yüzyılın başında bağımsızlık ateşiyle heveslendirilen ve Osmanlıya karşı ayaklandırılan Ortadoğu milletleri, müttefiklerinin himayesinde bağımsız devletler kurmayı başardıysalar da gerek dış güçler, gerekse baskıcı, totaliter yönetimleri sebebiyle özgür ve bağımsız olamadılar.

İsrail’in kuruluşunda dahi ortak bir yol haritası bile çıkaramayıp İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunda bir oldubittiye dönen İsrail meselesiyle de başa çıkamadılar ve yüz binlerce Filistinli, mülteci konumuna düştü.

Ortadoğu devletleri, büyük oranda aynı soydan ve dinden gelmelerine rağmen, benzerliklerini değil farklılıklarını öne çıkarmaları nedeniyle güçlü bir siyasi yapı, ortak bir politika oluşturmayı ve olaylara yön verebilecek bir güç olmayı günümüze kadar başaramadılar.

Geçtiğimiz yüzyılda Ortadoğu’da yaşanan acıların, Türkler’in bu bölgeden çekilmesinin yarattığı otorite boşluğunun doldurulamamasından kaynaklandığı halen tartışılmaktadır.

Ne var ki bir devir kapanmış ve yeni Türk devleti Ortadoğu mirasını devralmamıştır.

Ortadoğu’nun etnik ve dini olarak en parçalı devleti sayılan Lübnan, diğer Ortadoğu devletleri gibi petrol gelirine sahip değil. Ekonomisi büyük oranda tarım ve turizme dayanmaktadır. Türkiye dışında bölgedeki ikinci laik devlet olması Lübnan’ı Ortadoğu’da farklı bir yere konumlandırıyor.

BEYRUT PATLAMASININ OLASI YANSIMALARI

Meydana gelen Beyrut ‘patlaması’ bütün Ortadoğu’yu bütün jeopolitiği etkileyecektir.

2015 yılında hükümetteki yolsuzlukların atık endüstrisini iflas ettirmesinin ve başkentin toplanmayan çöp yığınları içinde boğulmasının ardından gerçekleşen protestoların aksine, bu patlama ile Lübnan halkı daha kızgın. Bu sefer gösteriler yalnızca Beyrut’ta değil, ülkenin diğer bölgelerine de yayılacak ve mevcut siyasilerin istifalarını getirecektir.

Lübnan’ın savaş sonrası siyasi sisteminin tabutuna çakılan son çivi olan yıkıcı bir ekonomik ve finansal kriz siyasi sistemin siyasi nüfuza bağlı ve kamu kaynaklarının, iç savaşın tarafları arasında paylaştırılmasından kaynaklanıyor. Lübnan siyaseti bir türlü bir tür elitler kartelini yıkamıyor.

Ülkede çıkarların paylaşımı söz konusu olduğunda bölgesel dinamikle bağlantılı olan ve aşılamaz gibi görülen siyasi farklılıklar, arka plana itiliyor.

Örneğin Suriye’deki savaşta taraf olan Hizbullah, Esad rejiminin siyasi olarak ayakta kalmasını sağladı ve İran’ın desteğiyle güçlendi; aynı şekilde Hariri ailesinin siyasi ve ekonomik sermayesi en azından veliaht Muhammed Bin Selman’ın yükselişine kadar Suudi Arabistan’daki bağlantılarından beslendi. Buna karşın hem Hariri’nin partisi hem de Hizbullah koalisyon hükümetine katıldılar. Bu elitler koalisyonu, mezhep dışı muhalefet partilerine yerel ve ulusal düzeyde parlamentoya girme şansı tanımayıp, karmaşık bir çoğunluk sistemiyle yerlerini sağlamlaştırıp, söz sahibi oldular.

Lübnan’da Beyrut ‘patlaması’ öncesi bir yandan İran ile İsrail arasındaki gizli savaş, diğer yandan Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri mahkemesi ve Hizbullah’ın suçlanması gündemdeydi.

Geçtiğimiz haftalarda ise İran, çeşitli üretim, sanayi ve enerji noktalarını hedef alan bir dizi gizemli patlamalara tanıklık etti. Suriye’deki tesisleri saldırıya uğrayan İran’ın 100 gün içerisinde Suriye’nin 8 bölgesinde en az 25 tesisi hedef alındı.

Lübnan’daki patlamanın Hariri suikastı davası ertelenmeden bir gün önceye denk gelmesiyle büyük bir siyasi bölünme, ekonomik kriz ve Hizbullah üzerindeki baskı sebebiyle olaylar karmaşıklaştı. Lübnan’da ‘gizli bir savaşın’ yürütüldüğünü söylemek ülke dinamikleri düşünüldüğünde gerçekçi olacaktır. Lübnan’da yaşanan bu büyük olay ciddi kural değişikliğine yol açacak. Patlama sonrası insani ve tıbbi yardımlar alınarak önceden belirlenmiş yaptırım ya da koşullardan uzak ekonomik yardım dahi alınarak hükümet üzerindeki tecridin kaldırılması ilk adım olacaktır.

ABD Başkanı Donald Trump’ın görev süresinin sona ermesiyle İsrail’in, İran’ın Suriye’deki stratejik konumunu zayıflatmak hatta önlemek adına büyük saldırılar başlatmak için acele ettiği de anlaşılıyor.

Lübnan’daki patlamanın Hariri suikastı davası ertelenmeden bir gün önceye denk gelmesiyle büyük bir siyasi bölünme, ekonomik kriz ve Hizbullah üzerindeki baskı sebebiyle olaylar karmaşıklaştı.

Lübnan’da ‘gizli bir savaşın’ yürütüldüğünü söylemek ülke dinamikleri düşünüldüğünde gerçekçi olacaktır.

Lübnan’da yaşanan bu büyük olay ciddi kural değişikliğine yol açacak. Patlama sonrası insani ve tıbbi yardımlar alınarak önceden belirlenmiş yaptırım ya da koşullardan uzak ekonomik yardım dahi alınarak hükümet üzerindeki tecridin kaldırılması ilk adım olacaktır.

Aynı Batılı ülkeler, bu olayı Hizbullah üzerindeki baskıyı güçlendirmek, uluslararası bağımsız soruşturmalar talep etmek için kullanmaya çalışacak olup yolsuzlukla mücadele, reformlar ve bu felaketin sorumlularını bulma için baskı da yapacaktır.

Lübnan’da kısa vadede siyasi güçler arasında yakınlaşma yaşanabilecek ancak daha sonra farklılıklar yeniden ortaya çıkacaktır. Ve gene geçmişte olduğu gibi Lübnanlılar bölgedeki büyük değişikliklere yetişemeyip ülkelerine yeni bir rol icat edemeyecekler. Lübnan’da karar mekanizmalarını ele geçirenlerin Lübnan’ı yönetecek kapasitede olmadıkları ya da başka yol haritalarına göre hareket ettikleri aşikâr.

100’üncü yıldönümünde Lübnan iradesi bağlanmış, kurumları bitkin, kendisini dış güçlerin emellerinden ve iç güçlerin maceralarından koruyacak temellerden yoksun. Ortadoğu’da Lübnan’ın rolü ve önemi başkalarının onlara hediye ettiklerinden başka bir şey değildir.

Edebiyat, musiki ya da düşüncelerin etkileşime girdiği topraklardan çıkıp bir dini, mezhebi laboratuvar, bir patlayıcı deposuna dönüştü.

Lübnanlılar yıllardır başkentlerini kaybetmiş bir halde yaşıyorlardı. Lübnanlılar ısrarla kapılarını çalan açlık, korku, bir kez daha ölüm ve kargaşa ile yüzleşti.

Mişel Avn, cumhurbaşkanlığı sarayına projesini taşımakta başarısız oldu. Görev süresinin ve aynı şekilde Lübnanlıların yaşamının 3 yılını boşa harcadı. Göreve ilk geldiğinde eski düşmanları dâhil etrafını saran geniş desteğin sunduğu fırsatı kaçırdı. Danışmanları eski komplekslerinden kurtulamadılar. Sahip olduğu birikimleri küçük savaşlarda harcadılar. Yakın çevresinden oluşan halka, nefretleri derinleştirmeye ve kinleri uyandırmaya katkıda bulundu. Lübnanlılar paralarını çalanlara karşı ayaklandıklarında ise karşılarında deneyimsiz, bağımsız olmayan, siyasi uçuruma sürüklenişi hızlandıran bir hükümet oldu.

Lübnanlı tüm görevliler ve siyasetçiler ülkeyi bir çözülme ve dağılmaktan kurtarmak için bu son fırsatı iyi değerlendirip Lübnanlılara başkentlerini iade etmelidir.

BEYRUT’TAN HAYFA LİMANI’NA GEÇİŞ

Beyrut patlaması ile Hizbullah kontrolündeki Beyrut Limanı’nın ayağa kalkması hayli zaman alacaktır. Ülkede Sünnilerin kontrolündeki Trablus limanı ise siyasi ve mezhepçi politikalar yüzünden hayli ihmal edilmiş durumda. Bu sebeple ticaret trafiği İsrail’in Hayfa Limanı’na kayacaktır. Burada kuralların değişeceği aşikâr. Birçok Arap ülkesinin İsrail’i diplomatik olarak tanımadığı ya da mesafeli olduğu düşünüldüğünde gemilerin Hayfa’ya nasıl yanaşacağı merak konusudur.

Siyasi, diplomatik ve güvenlik açısında da birçok soru gündeme gelecektir zira Hayfa Limanı’nda devasa yakıt tanklarının yanı sıra, limanda brom ve en az 12 bin ton amonyak tankları yer alıyor.

Hayfa limanındaki fabrikalarda 1500 tehlikeli alan ile 800 çeşit tehlikeli kimyasal madde bulunuyor.

Lübnan’da meydana gelen olay, tehlikeli maddelerin yerleşim yerlerinin yakınlarında yer almasının ne kadar riskli olduğunu ortaya çıkardığı gibi İsrail’de Beyrut patlamasına benzer bir olası saldırı durumunda ortaya daha da vahim bir tablo çıkacağı da beklenilmelidir.

HİZBULLAH’IN AMONYUM NİTRAT SİCİLİ

Beyrut’taki patlamanın ardından akıllara ise Hizbullah’ın amonyum nitrat ile olan geçmişi geldi.

Temmuz 2012’de Kıbrıs’ın güneydoğusunda bulunan Larnaka’daki evinin bodrum katında 8,2 ton amonyum nitrat bulunan Hüseyin Abdullah adlı bir Hizbullah üyesi güvenlik güçleri tarafından tutuklandı.

Ağustos 2015 tarihinde ise, çeşitli silah ve amonyumun keşfedilmesinin ardından Kuveyt’teki 3 Hizbullah üyesi tutuklanmıştı.

2017 yılında Bolivya makamları, Hizbullah’a ait olan büyük miktarda bir depoya baskın düzenledi. Depoda bomba üretiminde kullanılmak üzere 2,5 tonluk patlayıcı bulundu.

2020 yılına gelindiğinde Almanya, Hizbullah’ı terörist olarak sınıflandırdı. Almanya’nın güneyinde yer alan bir dükkâna düzenlenen baskında ise patlayıcı üretiminde kullanılmak üzere çok miktarda amonyum nitrat ele geçirildi.

Lübnan tarihinin en büyük faciası olarak tarihe geçen Beyrut limanında yaşanan patlama uluslarası kamuoyunda Lübnan bağlantılı amonyum nitrat operasyonlarını da tekrar gündeme getirdi.

Reuters tarafından yaklaşık 5 yıl önce yayınlanan haberde (Güney) Kıbrıs’taki bir güvenlik kaynağı ülkesinin yaklaşık beş ton amonyum nitrat ele geçirerek belki de patlayıcılarla yapılması planlanan büyük bir saldırıyı engellemiş olabileceğini aktarmıştı. İsrail ise bu olayda Hizbullah örgütünün parmağı olabileceğini iddia etmişti. (Güney) Kıbrıslı yetkililer 2015 yılının Mayıs ayının sonlarında Lübnan asıllı Kanada pasaportuna sahip bir şahsın evinin bodrum katında sakladığı muhtemel patlayıcı madde olan amonyum nitratı ele geçirdikten sonra zanlının yakalandığını duyurmuştu. O zamanlar güvenlik güçleri bu kadar yüklü bir miktarın kötü bir olaya neden olabileceğini söyleyerek bunu önlediklerini belirtmişti. (Güney) Kıbrıs’a gelen ve kıyı kenti Larnaka’da ikamet eden 26 yaşındaki zanlı polisin evine baskın düzenlemesiyle yakalanmıştı.

Geminin sahibi aslen Rusya’nın uzak doğu kentlerinden Habarovsklu olduğu biliniyor. Ancak Grechushkin işlerini (Güney) Kıbrıs’tan yürütüyordu. Şirketini 2012 yılında Marshall Adaları’nda tescil ettirdi ve şirket Eylül 2014’te kapatıldı.

Rus medyasının denizcilere yönelik forum sitelerinden aktardığı haberde, Igor Grechushkin ve şirketinin faaliyetlerine yönelik tekrarlayan şüphelerin olduğunu ve bazı denizcilerin maaş gecikmeleri ve “geminin çok kötü durumu” hakkında birçok şikâyet yazdığını bildirmesi dikkat çekti. Gemi sahibinin akıbeti bilinmemekle birlikte veriler Temmuz 2013’te İspanya Sevilla’da tutuklandığını gösteriyor.

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Beyrut Limanı’ndaki patlamada 6 yıldır bir depoda tutulan 2 bin 750 ton amonyum nitratın infilak ettiğini açıklamıştı.

Beyrut Limanı’nda patlamaya sebep olan amonyum nitrat maddesi, terör örgütleri tarafından Türkiye’de de saldırılar gerçekleştirmek için kullanılmıştı. Tarımla ilgilenen çiftçilerin gübreleme amacıyla kullandığı kimyasal bir bileşen olan amonyum nitrat, aynı zamanda çok güçlü bir patlayıcı etkiye de sahip. PKK/YPG ve IŞİD gibi örgütler tarafından yapılan saldırılar sırasında da amonyum nitrat kullanılmıştı. 2016 yılındaki Ankara Güvenpark saldırısında TNT, RDX, amonyum nitrat ve balmumu karışımı 300 kilogramlık patlayıcı düzeneği kullanıldığı belirlenmiş, bu saldırıda 38 kişi hayatını kaybetmişti. Yine 2015 yılında gerçekleşen ve 100 kişinin öldüğü Ankara Gar saldırısını düzenleyenlerin de 200 kilogramlık amonyum nitrat içerikli bomba kullandıkları tespit edilince Türkiye’de 2016 yılında satışı durdurulmuştu.

ABD’nin Oklahoma şehrinde 1995 yılında gerçekleştirilen Alfred P. Murrah Federal binasının bombalanması eyleminde iki ton amonyum nitrat kullanılmıştı. Saldırıda 169 kişi hayatını kaybederken 467 kişi de yaralanmıştı.

Beyrut Limanı’ndaki üç kilotonluk patlamanın, Hiroşima’ya atılan atom bombasının beşte biri büyüklüğünde olduğu açıklandı. Amonyum nitrat kimyasal bir gübre olmasına rağmen başka maddelerle karıştırıldığında çok güçlü bir patlayıcıya dönüşebiliyor.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close