Avrupa Birliği uluslarüstücülük mü? Federalizm mi?
Siyaset felsefesi açısından baktığımızda, AB’nin uluslarüstü kimliği, sürekli tartışma halindedir. Ekonomik bütünleşmeyi başarıyla yerine getiren AB, siyasi birleşmede ciddi sancılar yaşamaktadır. Avrupa Anayasası pek çok ülkede referandumla reddedildi. Avrupa Ordusu tartışması sürüyor. Ortak dış politika, ortak güvenlik ve savunma politikaları halen çözüme ulaşmış değil. Ayrıca AB’yi geleceğe taşıyacak lider eksikliğinin varlığı, AB’yi uluslarüstücülükten, nispeten federal doktirine doğru evirecektir.
İkinci Dünya Savaşı, hem dünya hem de Avrupa kıtası için çok yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Dünyayı sömürme yarışında kavga, önce Avrupa’da başlamıştır. İki büyük savaşın nedeni; petrolü, madeni ve tarımsal kaynakları güçlü bölgeleri paylaşım kavgasıydı. Bu kavganın bedeli, Avrupa’yı güçsüzleştirmiş ve hatta Sovyet Rusya’nın militaralist yayılmacı işgaline açık hale getirmiştir.
Çarlık Rusya’sının yıkılmasından sonra, 1922’de kurulan Sovyetler Birliği, İkinci Dünya savaşı sırasında ve sonrasında, Doğu Avrupa’yı işgal etmeye başlamış ve Batı Avrupa’ya doğru ilerleme sürecine de devam etmiştir.
Sovyetlerin yayılmacı politikasının temeli, komünizmi yaymak ve kapitalizme meydan okumaktı. Nitekim küresel kapitalizmin hamisi olan ABD, Batı Avrupa’yı olası bir Sovyet işgalinden korumak amacıyla, Avrupa’ya Marshall Yardımı adı altında ekonomik ve askeri destekler sağlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı’nın ekonomik, askeri ve sosyal alanlarda bitirdiği Avrupa’ya ABD yardımının gelmesi, Avrupa’yı askeri ve ekonomik olarak ABD’ye bağımlı hale getirmekteydi. Öte yandan ise Sovyetler Birliği’nin militaralist tutumu, Avrupa’nın, ABD-Rusya arasında sıkışıp kalmasına neden olmuştu. Tam da bu noktada Avrupa; ekonomik ve askeri olarak ABD’ye bağımlı olmamak, Sovyet işgaline ise karşı koymak amacıyla, “birleşik bir Avrupa” oluşumu için çaba içine girmişti.
AB, 9 Mayıs 2020 itibarıyla 70. Yılını geride bıraktı. Ancak bu yıl Çin’de başlayıp, dünyayı kasıp kavuran Korona virüsü, AB’de de onarılması çok güç yaralanmaya neden oldu. Siyasi entegrasyonda uzun ve sancılı bir dönem geçiren AB, temel siyasi amaçlarda başarısız olurken, ulusal düzlemde de Avrupa değerleriyle çelişen politik gelişmeler yaşadı.
1. AVRUPA BÜTÜNLEŞMESİNE ADIM ADIM
1.1. Schuman Deklarasyonu ve AKÇT
İkinci Dünya Savaşı ve Avrupa’nın korkunç yıkımının ardından, Avrupa’yı bir daha savaşmayacak şekilde bir araya getirmek üzere, dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950 yılında, bir “Deklarasyon” yayınladı. Avrupa’da kalıcı barışın sağlanması ve ekonomik çıkarların birleşmesi için, savaşın en önemli iki madeni olan kömür ve çeliğin uluslarüstü bir kuruma devredilmesini öngören bildiri imzaya açıldı.
Deklarasyon’dan alıntı:
Dünya barışı, onu tehdit eden tehlikelerle orantılı yaratıcı çabalar yapılmadan korunamaz. Örgütlü ve yaşamakta olan bir Avrupa’nın medeniyete getirebileceği katkı, barışçıl ilişkilerin sürdürülmesi için zaruridir. Kendini ele alarak, 20 yıldan uzun bir süredir birleşik Avrupa’nın şampiyonu rolünü üstlenen Fransa, her zaman temel amacı olan barışa hizmete sahip olmuştur. Birleşik bir Avrupa başarılamadı ve savaştık. Avrupa tek seferde veya tek bir plana göre yapılmayacaktır. İlk olarak de facto (fiili) bir dayanışma yaratacak somut başarılar ile inşa edilecektir.
Avrupa uluslarının biraraya gelmesi, Fransa ve Almanya’nın eskiden kalma muhalefetinin giderilmesini gerektirir.
Alınan her türlü eylem, öncelikle bu iki ülke ile ilgilidir. Bu amaç doğrultusunda, Fransız Hükümeti, eylemin derhal
sınırlı fakat belirleyici bir noktaya götürmesini önermektedir.
Fransız-Alman kömür üretiminin bir bütün olarak, diğer Avrupa ülkelerinin katılımına açık bir organizasyon
çerçevesinde ortak bir Yüksek Otorite’ye yerleştirilmesini önermektedir. Schuman Deklarasyonu sonrasında 1951 yılında, Fransa, Federal (Batı) Almanya, Belçika, Lüksemburg, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 Avrupa ülkesi bir araya gelerek, Paris Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’nu kurdu. AKÇT Yüksek Otoritesi’nin ilk başkanlığına da Schuman Deklarasyonu’na ilham veren, bu fikrin sahibi Jean Monnet oldu. Böylece, savaşın ham maddeleri olan kömür ve çelik, barışın araçları olmuştu.
Anlaşılacağı üzere, “yüksek otorite”ye devir aslında, yetkilerin ulus devletlerden alınıp, uluslaraüstü (supranasyonalizm) bir yapıya devri, Avrupa Birleşik Devletleri’nin de temellerini atan, o dönem için gizli özne bir kavramdı.
1.2. Ekonomik Birlikten Siyasi Birliğe
(Roma Antlaşması’ndan Maastricht Antlaşması’na)
AKÇT’nin yürürlüğe girmesinin ardından 1957 yılında, AKÇT’yi kuran ülkeler bir araya gelerek, ekonomik entegrasyonu kapsayan bir birliğin oluşmasını sağladılar. Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. AET’nin amacı, malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı bir ortak pazarın kurulması ve en nihayetinde siyasi bütünlüğe gidilmesiydi. Roma Antlaşması ile AET kurulurken, aynı Antlaşma ile Avrupa Atom Enerjisi (EURATOM) de kuruldu ve 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girdi. 1965’de imzalanan Füzyon Antlaşması; AKÇT, AET ve EURATOM birleştirilerek, Avrupa Toplulukları (AT) adını aldı.
AB’yi bir ekosistem olarak düşünürsek, ulus devletler, halklar, AB ve AB kurumları; ya yerelleşmeyi (federalizm) seçecekler, ya da kurucu antlaşmalarda kaynağını bulan ve sonradan Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın içtihadına giren, suprarasyonalizmi, Birleşik Avrupa Devleti olarak tanımlayacaklardır. Belirsiz bir AB’nin, Avrupa’yı yeni bir felakate sürüklemesi ve tarihin başına dönüşü anlamına gelecektir.
Sovyetler Birliği’nin dağılıp, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, Berlin Duvarı yıkıldı, iki Almanya birleşti ve AT, 1987’de Tek Pazar (Single Market)’ı gerçekeleştirerek, siyasal birliğin yolunu açan Maastricht Antlaşması’na doğru adım adım ilerledi. Maastricht Antlaşması, diğer adıyla Avrupa Birliği Antlaşması, ekonomik entegrasyon sürecini tamamlayan AT’yi, Birleşik Avrupa Devleti’ne götürecek, temel ilkeleri içeriyordu. Maastricht Antlaşması ile üç sütunlu Avrupa Birliği yapısı oluşturuldu. Birinci Sütun; Avrupa Toplulukları (AKÇT, AET ve EURATOM), İkinci Sütun; Ortak Dışişleri Güvenlik Politikası, Üçün Sütun ise; Adalet ve İçişleri’ydi. Parasal birlik ise ekonomik entegrasyonun son aşamasıydı.
Maastricht Antlaşması; Avrupa Anayası, Tek Avrupa Vatandaşlığı, Tek Dolaşım (Schengen), NATO’dan bağımsız Avrupa Ordusu kurulması, Ortak Dış Güvelik ve Savunma Politikaları gibi bir devleti oluşturan unsarları hayata geçirerek, Avrupa Birleşik Devletleri’ni var etmeye çalıştı. Kısacası Roma Antlaşması ekonomik birliği, Maastricht Antlaşması ise siyasi birliğe giden yolu hazırladı. Bu haliyle AB’nin iki anayasası vardır dersek yanılmayız. Roma Antlaşması Birinci Anayasa, Maastricht Antlaşması ise İkinci Anayasa.
2. AB DEĞERLERİ: KRİZDEN ÇATIŞMAYA NEVROTİK TRAVMA MI?
AB, 9 Mayıs 2020 itibarıyla 70. Yılını geride bıraktı. Ancak bu yıl Çin’de başlayıp, dünyayı kasıp kavuran Korona virüsü, AB’de de onarılması çok güç yaralanmaya neden oldu. Siyasi entegrasyonda uzun ve sancılı bir dönem geçiren AB, temel siyasi amaçlarda başarısız olurken, ulusal düzlemde de Avrupa değerleriyle çelişen politik gelişmeler yaşadı. 11 Eylül Saldırıları ve Arap Baharı ile birlikte; Milliyetçilik, ırkçılık, İslamofobya, Avrupa uluslarında yükselen değer haline geldi. Brexit ile İngiltere’nin AB’den ayrılması, küresel ekonomik kriz ve en son da Mart-Mayıs döneminde yaşanan pandemi, AB’nin geleceğini bütünüyle tartışmaya açtı.
Dünyanın görünmez düşmanı Korona, AB’nin değerlerini de altüst etti. İspanya, İtalya, Fransa, Almanya’da kritik eşik aşıldı ve ölümler arttı. Sosyal izolasyonla birlikte, ekonomik ve toplumsal travma öylesine arttı ki, AB kurumsal düzlemde olaylara sadece dışardan bakabildi. Çözüm üretemedi. AB, üye ülkeleriyle, hatta kurucu üye ülkelerle, dayanışmayı ve işbirliğini sağlayamadı. AB adeta akıl tutulması yaşadı ve her ülke Korona’yla kendisi mücadele etmek zorunda kaldı. Nitekim AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen “özür” diledi hatta AB, üye ülkeler için Korona’yla mücadelede kullanılmak üzere, “yardım fonu” oluşturdu. Ancak tepkileri engelleyemedi ve AB bayrakları çeşitli AB ülkelerinde yakılmaya başlandı. Fransa Frexit’i konuşuyor. İtalya ve İspanya Brüksel’i ağır şekilde eleştiriyor. Değerler Avrupası çökmek üzere. Yüksek gelişmişlik düzeyi, sanayi ötesi toplum, entelektüel birikim, toplumsal refah, demokrasi, insan hakları ile çevrelenmiş, mülteci akınından izole “steril bir AB yaratmak” hayal oldu.
Dünyanın görünmez düşmanı Korona, AB’nin değerlerini de altüst etti. İspanya, İtalya, Fransa, Almanya’da kritik eşik aşıldı ve ölümler arttı. Sosyal izolasyonla birlikte, ekonomik ve toplumsal travma öylesine arttı ki, AB kurumsal düzlemde olaylara sadece dışardan bakabildi.
Değerler Avrupası’nda “Siyasal Birlik” örselendi. Konvansiyonel ruhla, sonsuz barışa ve dayanışmaya atıfla kurulan AB, elitistleşti ve AB halklarından kopuk bir dünya kurdu. Ancak şuanda Korona gerçeği ile hayel dünyasından uyandı. Şimdi Ne Olacak? Uluslarüstücülüğe (Suprarasyonalizme) evrilme aşamasındaki AB, üye ülkelerden yetki ikamesi (subsidiarite) isteyebilecek mi? Yoksa federal yapı modelinde, temel politikalar haricinde, her AB üyesi, AB’den bağımsız mı hareket edecek?
3. AVRUPA BİRLİĞİ ULUSLARÜSTÜCÜLÜK MÜ? FEDERALİZM Mİ?
Klikler AB’si, “yüksek otorite” kimliği (Konsey, Komisyon, Parlamento) ile üye ülkelerin ulusal yetkilerini (yasama, yürütme, yargı) elinden alırken, kurucu antlaşmalarda belirtildiği üzere esas amaç; AB’yi sonsuz barış, demokrasi, temel haklar ve özgürlükler şemsiyesi altında, Birleşik Avrupa Devleti’ne götürmekti. O nedenle de AB ve Kurumları “yüksek otorite” diye tanımlanmış ve üye ülkeler, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini aşama, aşama, AB’ne devretmişlerdir. Ekonomik ve siyasi entegrasyonun eşsiz örneği olan AB, ideolojik soya çekim ve yön kaybından dolayı, siyasi birliğin şiddetli çatırdamalarıyla, her an enkaz altında kalabilir. Birlik’in ekonomik entegrasyonu tamamlamış ve parasal birliğe geçiş yapmış olmasına karşın, siyasal birliğe gidişte güdük kalması, pragmanın geriye gitmesi anlamını taşımıştır.
O halde AB, siyasi yapısında nasıl bir gelecek kurgulayacak?
Hem devletler arası hem de uluslarüstü özelliklere sahip AB , yetkilerin devrini alamayacak konuma gelmesiyle, acaba federal bir sisteme dönüşür mü? Ekonomik entegrasyonun dokusuna zarar vermeyecek, federatif bir düzenleme, AB için asimetriğe yol açar mı? Üye ülkeler pandemi sonrası, yetki alanlarını tekrar geri kazanma yoluna mı gider? Bunları elbette zaman içinde göreceğiz.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Siyaset felsefesi açısından baktığımızda, AB’nin uluslarüstü kimliği, sürekli tartışma halindedir. Ekonomik bütünleşmeyi başarıyla yerine getiren AB, siyasi birleşmede ciddi sancılar yaşamaktadır. Avrupa Anayasası pek çok ülkede referandumla reddedildi. Avrupa Ordusu tartışması sürüyor. Ortak dış politika, ortak güvenlik ve savunma politikaları halen çözüme ulaşmış değil.
AB’nin yüksek otorite (Suprarasyonalizm) sıfatıyla, üye ülkerin elinden aldığı yetkiler (subsidiarite), üye ülke halklarına ait olan egemenlik haklarının, anayasal düzlemde, tek AB kimliğine devrini içeriyordu. Ancak AB’nin siyasi yetersizliği ve üye ülkeler ve halklarıyla yaşadığı sorunlar ve en önemlisi, mikro milliyetçiliğin egemen kılındığı AB siyaset arenası, gelecekte Birleşik Avrupa Devleti’nin kurulmasını zorlaştıracak ve hatta “Değerler Avrupası”nın daha fazla sorgulanmasına yol açacaktır. Tabi bugün, AB’yi geleceğe taşıyacak lider eksikliğinin varlığı, AB’yi uluslarüstücülükten, nispeten federal doktirine doğru evirecektir.
AB’yi bir ekosistem olarak düşünürsek, ulus devletler, halklar, AB ve AB kurumları; ya yerelleşmeyi (federalizm) seçecekler, ya da kurucu antlaşmalarda kaynağını bulan ve sonradan Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın içtihadına giren, suprarasyonalizmi, Birleşik Avrupa Devleti olarak tanımlayacaklardır. Belirsiz bir AB’nin, Avrupa’yı yeni bir felakate sürüklemesi ve tarihin başına dönüşü anlamına gelecektir. Kalıcı barışa hizmet eden 70 yıllık çaba, tarihin çöplüğünde finalize olmasın.
Çözüm üretemedi. AB, üye ülkeleriyle, hatta kurucu üye ülkelerle, dayanışmayı ve işbirliğini sağlayamadı. AB adeta akıl tutulması yaşadı ve her ülke Korona’yla kendisi mücadele etmek zorunda kaldı.