Avrasya jeoplitiğinde Türkkiye'ye jeostrateji önerisi - M5 Dergi
DergiMakalelerSayı 349 Ağustos 2020

Avrasya jeoplitiğinde Türkkiye’ye jeostrateji önerisi

Abone Ol 

Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik vb. alanlarda bir üst lige çıkması adına etki gücünü bölgesel ölçekten küresel ölçeğe taşıması ve bunu bir uluslararası bir entegrasyon projesi üzerinden gerçekleştirmesi; jeostratejik hedeflerine ulaşmasında, mevcut bölgesel rolü ile çıkarlarını istikralı bir şekilde koruyup geliştirmesinde, son olarak bölgesel krizlerin çözümü ile bölgesel istikrarların kurulmasında önemli bir yarar sağlayabilir.

Avrasya, Jeopolitik, Jeostrateji kimimize çok bilindik gelen bu kavramlar aynı zamanda derinliği de Türkiye’de çok analiz edilmemiş konulardan meydana gelmektedir. Adettendir ki ilk olarak bu kavramları kısaca açıklamak gerekir. Avrasya; Dünya literatüründe ilk kez Prusyalı doğa bilimci Alexander von Humboldt tarafından 1849 yılında Kosmos adlı eserde kullanılan bir terim olup, jeopolitik teorilerle netleşmeye başlamış, Mackinder’in 1900’lü yılların başında geliştirdiği “Kalpgah Kuramı” ile uluslararası ilişkiler disiplinine girmiştir. Kavram etimolojik olarak Avrupa ve Asya kıtalarının birleşimini ifade etse de hem Batı ve Rusya, hem de Türkiye literatüründe farklı görüşlerle ele alınmıştır. Türkiye ve Rusya merkezli birçok Avrasyacı görüş Osmanlı’dan günümüze Yusuf Akçura, Turgut Özal Doğu Perinçek vb. birçok isimle doğrudan ya da dolaylı bir şekilde dile getirilmiştir. Ancak Türkiye’de genel olarak Avrasya dendiğinde akla ilk gelen Türkiye’nin Orta Asya yani Türkistan ile ilişkileridir.

Türkiye tarihsel olarak birçok hükümet döneminde, sürecin siyasi akışına göre bölgesel, ülkesel vb. ilişkiler geliştirmiş, bu ilişkilere yönelik kısa, orta ve uzun vadeli ölçekler ise tam anlamıyla belirlenmediği gibi hükümetlerin her birinin dış politika yaklaşımı da farklılıklar gösterebilmiştir. Birbirine çok benzetilen Turgut Özal dönemi Türk dış politikası ile Recep Tayyip Erdoğan dönemi dış politikası bile aslında yaklaşım açısından farklılıklar taşımaktadır.

“Jeopolitik” ile “Jeostrateji” genel olarak aynı kökenden türetilen kavramlar olup, “Jeo” yer yani coğrafya olup, coğrafyayı merkeze alarak siyasi, ekonomik, kültürel vb. alanlarda politika ile strateji üretilmesi anlamlarına gelmektedir. İsim babası İsveçli Rudolf Kjellen olan jeopolitik kavramı yer siyaseti olarak özetlense de, siyasi coğrafyanın devletlere sağladığı avantaj ve dezavantajları incelemektedir. Bu noktada ülkenin coğrafi konumu, doğal kaynakları, nüfusu vb. birçok özelliği devreye girmektedir.

Jeostrateji, jeopolitiğin bir alt spesifik dalı olup, aslında askeri vb. politik konularda uygulamaya konulacak dış politika çeşidini de ifade etmektedir. Bir devletin jeopolitik özellikleri, ekonomik ve kültürel özellikleri, tarihi vb. etkenleri jeostratejisine yön vermekte, o devlet bu doğrultuda siyasi ve askeri planlamasını, yoğunlaşılacak unsurları ve stratejik hedeflerini yerel, bölgesel ve küresel ölçekte belirlemektedir.

Türkiye tarihsel olarak birçok hükümet döneminde, sürecin siyasi akışına göre bölgesel, ülkesel vb. ilişkiler geliştirmiş, bu ilişkilere yönelik kısa, orta ve uzun vadeli ölçekler ise tam anlamıyla belirlenmediği gibi hükümetlerin her birinin dış politika yaklaşımı da farklılıklar gösterebilmiştir. Birbirine çok benzetilen Turgut Özal dönemi Türk dış politikası ile Recep Tayyip Erdoğan dönemi dış politikası bile aslında yaklaşım açısından farklılıklar taşımaktadır. Avrasya düzleminde en temel farklılık yazımızın da konusunu teşkil etmektedir.

İlk olarak Avrasya’dan ne anladığımızı ifade etmek gerekir. Literatürde Avrasya; Avrupa ve Asya coğrafyasının bütününü ifade ederken, Türkiye’de bu ölçek dış politika uygulamalarında daha çok Orta Asya (Türkistan) kıstasında kalabilmiştir. Avrupa, Balkanlar, Orta Asya (Türkistan), Orta Doğu, Uzak Doğu vb. bölgesel politikalar ayrı düzlemlerde işlenmiştir. Bu bölgeler arasında hem Türkiye’nin dış politika yaklaşımının hem de bölgenin ekonomik, kültürel, dinsel vb. öğelerinin benzer olduğu iki coğrafya vardır ki bunlar; Balkanlar ile Orta Asya (Türkistan)’dır.

Yakın dönemde Türkiye bölgesinde çok önemli jeostratejik hamleler gerçekleştirmiş olup; bir yandan hem güney sınırlarında “PKK Devletinin” kurulmasını askeri harekâtlarla önlemeye çalışmış, diğer yandan Libya ile gerçekleştirilen antlaşmalarla Akdeniz’deki pozisyonunu güçlendirirken, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla ilgili mücadelesini de başarıyla sürdürmektedir

Öyle ki bu iki coğrafya birbirine benzer özellikler taşımakta olduğu gibi Türkiye’nin bu iki bölge devletlerine yönelik 1990’lardan günümüze siyasi, askeri, ekonomik vb. birçok politikası da benzerlikler taşımaktadır. Türkiye bu devletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından önce ivedilikle bu ülkelerle diplomatik ve siyasi ilişkiler kurarken, ardından hem bağımsızlıklarını desteklemiş hem de kuruluş süreçlerine yardımcı olmuştur. Bunun devamını ise siyasi, askeri, ekonomik, kültürel vb. ilişkilerin geliştirilmesi ile bu ülkelere yönelik sürdürülen kamu diplomasisi faaliyetleri izlemiştir. Özal döneminde bu iki bölgeye yönelik hem ikili ilişkiler geliştirildiği gibi hem de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi, Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY), Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenterler Asamblesi (TÜRKPA) gibi uluslararası örgütlerin kuruluşu da sağlanmıştır. Erdoğan döneminde ise iki bölge ülkelerine yönelik ikili ilişkilerin geliştirilmesi hedefiyle adımlar atıldığı gibi mevcut uluslararası örgütlerin devamlılığı da sağlanmıştır. Özal iki bölgenin uluslararası örgütler üzerinden Türkiye merkezli bir anlayışla entegrasyonuna daha eğilimliyken, Erdoğan ise ikili ilişkilerin geliştirilmesine daha çok ağırlık vermektedir denilebilir.

Yakın dönemde Türkiye bölgesinde çok önemli jeostratejik hamleler gerçekleştirmiş olup; bir yandan hem güney sınırlarında “PKK Devletinin” kurulmasını askeri harekâtlarla önlemeye çalışmış, diğer yandan Libya ile gerçekleştirilen antlaşmalarla Akdeniz’deki pozisyonunu güçlendirirken, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarıyla ilgili mücadelesini de başarıyla sürdürmektedir. Ancak bu süreçte beklenmedik bir kriz Azerbaycan ile Ermenistan arasında Tovuz’da çıkmıştır. Tovuz TANAP, BTK, BTC gibi çok önemli doğalgaz boru hattı projeleriyle demiryolunun geçiş noktası olduğu için Türkiye adına da büyük önem arz etmektedir. Bu bölgede enerji ve ticaret istikrarının sekteye uğraması Türkiye’yi de olumsuz manada etkileyebilir. Her şeyden önce şunu kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik, vb. birçok alandaki istikrar ve güvenliği sadece sınırlarında başlamamaktadır. Suriye’nin bir istikrarsızlığı ve yapılan yanlış politikaların bedeli özellikle güvenlik ve ekonomi bağlamında çok ağır olduğu gibi; Balkanlarda, Orta Asya (Türkistan)’da, Orta Doğu ve Akdeniz’de yaşanacak olası krizlerde Türkiye’ye ağır bedeller ödetebilir. Bunun en önemli nedeni ise Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde büyük oranda sürdürülen “Yurtta Barış, Dünyada Barış” konseptindeki savunmacı anlayıştan daha proaktif ve girişimci bir dış politikaya geçmesidir.

Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik, vb. birçok alandaki istikrar ve güvenliği sadece sınırlarında başlamamaktadır. Suriye’nin bir istikrarsızlığı ve yapılan yanlış politikaların bedeli özellikle güvenlik ve ekonomi bağlamında çok ağır olduğu gibi; Balkanlarda, Orta Asya (Türkistan)’da, Orta Doğu ve Akdeniz’de yaşanacak olası krizlerde Türkiye’ye ağır bedeller ödetebilir. Bunun en önemli nedeni ise Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde büyük oranda sürdürülen “Yurtta Barış, Dünyada Barış” konseptindeki savunmacı anlayıştan daha proaktif ve girişimci bir dış politikaya geçmesidir.

Orta Asya (Türkistan) ülkeleri geleneksel olarak Rusya ve Çin’in dominant etkisine maruz kaldıkları gibi enerji paylaşım stratejilerinin ve bölgesel krizlerin (Azerbaycan-Ermenistan, Rusya-Gürcistan vb.) merkezinde yer almaktadır. Benzer şekilde de Balkanlarda etnik milliyetçi sorunlar (Sırp-Arnavut, Sırp-Boşnak vb.), siyasi istikrarsızlıklar sürmekte, bu ülkeler hem AB, ABD ve Rusya’nın etki ve siyasetine maruz kalmakta hem de başta AB ve NATO olmak üzere uluslararası kurumlara da entegre olmaya çalışmaktadır. Bu yapıları itibariyle iki bölgede istikrarsızlık ve krizlere açık durumdadır.

Türkiye hem bu bölgelerdeki uluslararası güçlerle politik olarak mücadele edip bölgede siyasi, askeri, ekonomik vb. etkisini arttırmaya çalışmakta hem de olası krizleri önlemeye de çaba sarf etmektedir. Nitekim Tovuz meselesi de buna bir örnektir. Bu noktada Türkiye’nin elini en çok güçlendirecek konu; yeni bir Avrasya yaklaşımıyla hem Balkanları hem Orta Asya’yı Türkiye merkezli entegre ederek, yeni bir bütüncül jeostrateji hamlesi gerçekleştirmek olabilir. Özellikle ekonomik düzlemde gerçekleştirilecek bu entegrasyon ile bölge ülkelerine daha gerçekçi ve ikna edilebilir bir yaklaşım sergilenebileceği gibi, Türkiye hem bu bölgelerde ekonomi politik gücünü geliştirebilir hem de bölgesel krizlerde daha çok söz sahibi olabilir.

Onları asıl rahatsız eden Arap Baharı ile birlikte Ortadoğu halklarının artık başlarında diktatörleri görmemek istememesi fikriyatı başta Suud hanedanı olmak üzere tüm diktatörleri ve onları o koltuklarında oturtan Batı’yı çok ama çok rahatsız etmekte.

Türkiye mevcut gücü ve potansiyeli ile böyle bir entegrasyona liderlik yapabileceği gibi hem de bölgesel gücünü küresel ölçeğe taşımak noktasında reel politik bir hamle gerçekleştirebilir. Son dönemde özellikle Macaristan’ın TÜRKSOY vb. kuruluşlara olan ilgisi, Türkiye – Ukrayna ilişkileri, Türkiye’nin Pakistan ile tarihsel, Venezuela, Katar, Somali, Libya vb. ülkelerle yakın tarihte gerçekleştirdiği ilişkilerle bu entegrasyonun küresel ölçekte siyasi, askeri, ekonomik vb. düzlemlerde de genişleme imkânının mevcut olduğu da görülmektedir.

Sonuç olarak Türkiye’nin siyasi, askeri, ekonomik vb. alanlarda bir üst lige çıkması adına etki gücünü bölgesel ölçekten küresel ölçeğe taşıması ve bunu bir uluslararası bir entegrasyon projesi üzerinden gerçekleştirmesi; jeostratejik hedeflerine ulaşmasında, mevcut bölgesel rolü ile çıkarlarını istikralı bir şekilde koruyup geliştirmesinde, son olarak bölgesel krizlerin çözümü ile bölgesel istikrarların kurulmasında önemli bir yarar sağlayabilir. Bu noktada Türkiye’nin, kurulu bir küresel oyunun üyesi rolünden oyun kurucu düzleme aşamalı bir şekilde geçmesi gerektiği aşikar görünmektedir.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close