Türk dış politikasında yeni bir açılım: Yeni Sadabat Paktı
Dünyada Batılı egemen güçlerin küresel hakimiyet planlarına karşı Türkiye, yeni fikir üretmeli. Bu çerçevede yeni Sadabat Paktı gündeme gelebilir.
Türk dış politikasının yeni dönemdeki parametreleri, Türkiye’nin bölgesel güç olma yolunda attığı adımlar, diplomatik girişimleri, çözüm odaklı ve bölgesel barışa yönelik çabaları ile dikkatleri üzerine çekmektedir.
Türkiye her ne kadar Suriye (Esat Rejimi) kaynaklı bölgesel sorun yaşıyor olsa da çıkarların doğası gereği, bu tür fikir ayrılıkları, güç dengeleri kavgası her dönemde olmaktadır.
Şu gerçeği göz artı etmemek gerekir; Türkiye pasif dış politika anlayışından, aktif dış politika anlayışına geçmiştir. Aktif dış politikanın, kendi iç dinamikleri, paradigmaları, pragmatiki vardır. Satranç tahtasında, iki oyuncu, ancak yüzlerce farklı hamle vardır.
Üstelik Türkiye’nin bulunduğu coğrafya bir “köprü” vazifesi görmektedir. Dünyanın enerji kaynakları bu merkezde bulunmaktadır. Orta Asya enerji kaynaklarına geçiş içinde önemli bir “üs” durumundadır.
Yüzyıl önce İngiltere başta olmak üzere, Batılı sömürgeci devletler, bu bölgeyi cetvelle çizerek coğrafi olarak ayırmışlar, ancak etnik, dini ve kültürel açıdan bu ayırımı gerçekleştirememişlerdir. Bunun başarısızlığı bir yüz yıl boyunca devam etmiş ve sömürgeci politikalar tam anlamıyla iflas etmiştir.
Türkiye pasif dış politika anlayışından, aktif dış politika anlayışına geçmiştir. Aktif dış politikanın, kendi iç dinamikleri, paradigmaları, pragmatiki vardır. Satranç tahtasında, iki oyuncu, ancak yüzlerce farklı hamle vardır.
Bölgede var edilen butik devletlerin yönetimleri bugün Batı’dan yana gözükse bile halk nezdinde iflas etmiş bir sosyal duruş vardır.
Ortadoğu ve onun uzantısı niteliğindeki Orta Asya’da var olan çıkar kavgaları ve etki çabaları bölgeyi sürekli kan gölünde tutmaktadır. Batı’nın bitmek bilmez entrikaları, bölgenin ve bölge halklarının enerjilerini almakta ve sürekli bir savaş hali söz konusu olmaktadır.
Evet, Ortadoğu ve Orta Asya dünya enerji kaynaklarının tam merkezindedir. Bu bölgede ciddi çıkar savaşları yaşanmaktadır ve Batı’nın emperyal sömürgeci devletleri, buraları kendi nüfuz alanı içinde tutmaya çalışmaktadır. Bunun içinde tüm siyasi, sosyal, kültürel, askeri, diplomatik ve istihbarat argümanları kullanmaktadır. Yeni dönemde ise kitlesel salgın hastalık kartını da kullanmışlardır.
Peki, Batılı egemen güçler bunları yaparken, acaba Bölgenin güçlü ülkeleri olan Rusya, İran ve Türkiye ne yapıyor? Cevap; kendi aralarında uzlaşamıyor…
Oysa bölgenin sahibi ve en eskisi olan bu üç devlet, başta Suriye meselesi olmak üzere, uluslararası meselelerde ortak tavır içinde olamıyor. Bu eylemsizlik ve ortak tavırsızlık hali, Batı’nın aradan sıyrılarak, bölgeye egemen olma avantajı sağlıyor.
Her ne kadar Türkiye ve Rusya Soğuk Savaş döneminde farklı kutuplarda yer almışlarsa da günümüzde tüm bu anlayışlar geride kaldı. Aynı şekilde Türkiye ile İran arasında var olan rejim ve yönetim anlayışı kavgası da eski popülerliğini kaybetmiştir. İran’da İslam Devrimi’nin yaşanması ve ardından İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç etme çabaları olmuştur. Ancak bugün sorunlar ve tartışmalar geride bırakılmalıdır. Zira bölgedeki güç dengesinin giderek, Batı’nın tekeline girme olasılığı artırmaktadır.
Yenidünya düzeni, Ortadoğu ve Orta Asya’da dengeleri, siyasi, sosyal ve kültürel gelişmeleri yeniden biçimlendirecektir. Bölgede güç sahibi olma çabaları, dominantlık kavgaları, yakın tarihte ‘’Yeni Baharlar’’, değişim ve dönüşümler rüzgârları estirebilir. Bu durum da orta çıkacak manzara, Türkiye ve İran’ın bölünmesine, Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğinin azalmasına, İsrail-İran Savaşı’nın çıkmasına, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasına, Ortadoğu’da alternatif yönetimlere, Suriye, Irak’ın etnik yapılara bölünmesine, Orta Asya’nın Batı’nın emperyal sömürgeci egemenliğine ve uzun vadede Çin’in ABD tarafından çevrilmesine1 yol açacaktır.
İşte bütün bu olasılıkların önlenmesinde en önemli etken Türkiye-Rusya-İran’ın bölgede işbirliği ve güç birliğine gitmesidir. Bu siyasi birlik, tarihsel deneyimden yola çıkarak oluşturulabilir. Bu siyasi birliğin adı ise; “Yeni Sadabat Paktı” olabilir.
Yeni Sadabat Paktı
Globalizm ve yenidünya düzeni, tüm dünyayı kasıp kavururken, hiçbir devlet bunun dışında kalamaz. Ancak etkilerini ve şiddetini azaltan girişimlerde bulunabilir. Sonuç olarak globalizm, Batı’nın egemen ve sömürgeci gücünü korumak üzerine inşa edilmiştir.
Geçmiş yıllarda yazdığım bir makale de Türkiye ve Rusya’nın bir araya gelerek, Avrupa Birliği benzeri ekonomik oluşumu sağlaması gerektiğini yazmıştım.
Bugün Türk dış politikasının çok yönlülüğü ve Türkiye’nin bölgesel ve küresel oyuncu olma konusundaki çabaları nedeniyle Türkiye, yeni siyasi ve ekonomik oluşumlar konusunda beyin jimnastiği (beyin fırtınası) yapmalı ve yeni fikirler geliştirmelidir.
İran’da İslam Devrimi’nin yaşanması ve ardından İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç etme çabaları olmuştur. Ancak bugün sorunlar ve tartışmalar geride bırakılmalıdır. Zira bölgedeki güç dengesinin giderek, Batı’nın tekeline girme olasılığı artırmaktadır
Bu yeni fikirlerden biri de siyasi alanda Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinin barış ve istikrarını koruma yönelik olarak kurulacak olan “Bölgesel Barış ve İstikrar Antlaşması: Sadabat Paktı”dır.
İlki Atatürk döneminde, Türkiye, İran, Irak, Afganistan arasında 8 Temmuz 1937’de imzalanmış olan Sadabat Paktı’nın temeli “saldırmazlık Antlaşması” olmasıdır. Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ve “zorunlu olmadıkça savaş cinayettir” felsefesinden yola çıkarak, taraflar arasında imzalanan bu antlaşma bölgesel barış için önemli bir adım sayılmıştır.
Bugün Ortadoğu ve Orta Asya’nın güvenliği, huzuru, barış ve istikrarı için, bölge ülkelerinin işbirliğine gitmesi gerekir. I. Dünya Savaşı ve ardından yaşanan II. Dünya Savaşı, her iki bölgeye acı, kan ve gözyaşı getirmiştir. Batı, vicdan ve ahlaktan yoksun bir ruh haliyle, buraları yeni sömürge ve oyun alanları olarak görmektedir.
Bu durumun önlenmesi için bölgeye bir emniyet sübabı gerekir. Bunun içinde Türkiye, Rusya, İran üçlüsü bir araya gelerek bir saldırmazlık antlaşması imzalamalıdır. Hatta Pakistan, Afganistan, Azerbaycan’da bu Pakt’ın taraflarından olmalıdır. Daha ileri seviyede ise Çin’de sisteme dahil edilmelidir. Kısacası Pasifik eksenli yeni bir oluşum, kutuplaşma olmasa bile, denge politikası açısından önemlidir.
Sadabat Paktı’nın ana teması şu olmalıdır: Bölgenin barış, huzur, istikrarını korumak, kalıcı barışı tesis edecek adımlar atmak, ekonomik kalkınmışlık düzeyini artırmak, enerji kaynaklarını bölge insanının yararına korumak ve tabi ki dijital dünyaya geçişte, güçlü ortak oyuncu olmak.
Ayrıca, taraf ülkelerin birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını, dışarıdan gelebilecek olası saldırılara karşı ortak tavır alacaklarını, Birleşmiş Milletlerde, bölgeyle alakalı ortak tavır geliştireceklerini ve birbirlerinin sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmeleri yerinde olacaktır.
Uluslararası ilişkilerde temel konsept veya argüman, “karşılıklı çıkar” gözetimidir. Herkes pastanın tamamını yemek ister, ancak diplomasi pastayı paylaştırır. Pastayı paylaştıranın gücü ve etkisi pastanın ne kadar paylaşılacağını belirler. Ve güçlü olan daima pastanın büyüğünü yer misali..
Sadabat Paktı’nın ana teması şu olmalıdır: Bölgenin barış, huzur, istikrarını korumak, kalıcı barışı tesis edecek adımlar atmak, ekonomik kalkınmışlık düzeyini artırmak, enerji kaynaklarını bölge insanının yararına korumak ve tabi ki dijital dünyaya geçişte, güçlü ortak oyuncu olmak.