Selçuk Bayraktar M5’e konuştu: Biz zaferle değil seferle mükellefiz - M5 Dergi
KapakMakalelerÖne ÇıkanRöportajSayı 348 Temmuz 2020

Selçuk Bayraktar M5’e konuştu: Biz zaferle değil seferle mükellefiz

Abone Ol 

Selçuk Bayraktar ile sohbet için herkes onlarca konu seçebilir. Ama benim seçtiğim konu biraz farklı. Ne Bayraktar TB2’yi konuşmak istiyorum ne de Akıncı TİHA’yı. Benim konuşmak istediğim, onun rüyasını ve gençlere söz verdiğim gibi bu rüyaya nasıl gideceğinin yol haritasını anlatmak…

ASLA PES ETME

Selçuk Bayraktar ile irtibat kurduğumda onunla ne konuşacağım ile ilgili düşüncemi kendisiyle paylaştım. İşlerinin çok yoğun olmasına rağmen sağ olsun kabul etti ve bayram sonrası için sözleştik.

Gerekli koordinasyonları yaptıktan sonra Hadımköy’de bulunan tesislerine doğru yola çıktım. Aklıma birkaç yıl önce hemen İSTOÇ’un karşısında Sanayi Sitesi’ndeki mütevazı yer geldi. Orada da TB2’yi üretiyorlardı. Ama farklı farklı yerlerde bu projeyi hayata geçiriyorlardı. Şimdi gittiğim yer ise Avrupa’nın en büyük SİHA üretim merkezi… En büyük üretim merkezi olmasının ötesinde Libya’da, Suriye’de ve Irak’ta kendisini kanıtlayan en önemli insansız hava araçlarının üretim merkezi. Bu merkezi bugün İsrail, ABD, Fransa, hatta tüm dünya konuşuyor. Açıkçası sürü İHA teknolojisini Türkiye’de yapan bir firmayı konuşuyor.

Bu bir sürpriz miydi yoksa bunu hep planlamış mıydı? Gençler için ilk soracağım soru bu olacaktı.

Bütün firmalara gittiğimde aynı şeyi söylerim. Gençlere de aynı şeyi söylemeye özellikle özen gösteriyorum. “Bir müessesenin yüzünü görmek istiyorsanız kapıda sizi ilk karşılayan kişiye bakın” derim. Bütün çalışanları da Selçuk Bayraktar gibi mütevazı ve çok saygılılar. Tesise girişten itibaren gereken bütün ilgiyi alakayı gösterdiler.

Söyleşi için beklerken ilk aklıma gelen konu şu oldu: Babaları Özdemir Bey’e son dönemlerde yaşanan olaylar, İdlib ve diğer sahalarda yaşanan başarılı çalışmalardan sonra “oğullarının ve kendisinin kurmuş olduğu bu şirketin ne anlam ifade ettiğini” sormuştum. “İlk kez korkuyorum” demişti. Bu yürekli insanın hiçbir şeyden korkmadığını bildiğimden açıkçası “anlayamadım, korkuyor musunuz” dedim. “Evet” dedi, “İlk kez korkuyorum.”

Devam etmişti.

“İçimizde şeytanın vereceği vesveseden, kibirden korkuyorum. Bu kadar iltifat bir insanın kaldırabileceğinden daha fazla. İnan ilk defa endişe ediyorum. O yüzden de biraz daha içimize kapanıyoruz.”

Bu aklıma gelen sözle yukarı çıktım. Selçuk ve Haluk Bayraktar kardeşler ile kısa bir sohbetten sonra bir an önce sorularıma geçtim ve ilk soruyu sordum:

“Neden Amerika’dan döndünüz? Herkesin gittiği ama sizin döndüğünüzün hikâyesini merak ediyorum. Neden Türkiye’ye döndünüz?

“Tam yanıtını verebileceğim mi, bilemiyorum” dedi. “Ama giderken dönmeyi düşünüyordum. Kardeşim Haluk Bayraktar ile aslında aynı amaçla bu eğitimleri aldık. Geri dönmek üzere… İkimiz de babam ve annemin bize göstermiş olduğu yolda ilerlemeye çalıştık” dedi.

SOSYETE DEĞİL AİLEDEN ÜRETİCİLER

Aslında bazılarının dediğinin gibi sosyeteden gelmiyorlar. Anneleri iktisat okumuş kod yazan bir yazılımcı, babaları da mühendis. Hep üreten ve bu ülkeye hizmet eden bir aile. Selçuk Bayraktar, Robert Koleji’ni kazandı, sonra İTÜ’de okudu. Arkasından da oradan burslu olarak MIT’ye (Massachusetts Institute of Technology) gitti. Haluk Bayraktar da benzer bir eğitim almış. ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nden sonra Columbia Üniversitesi’ne devam etmiş. İkisinin kariyeri de aslında devlet okullarından geçmiş. Parlak öğrenciler oldukları için de kazanmışlar. Aslında birilerinin dediği gibi hikâyeleri damat olmadan çok çok önce başlamış.

“BİLİM ADAMI HAVUZU OLUŞTURMALIYIZ”

“Orada gördükleriniz çerçevesinde çıkardığınız sonuç bağlamında sormak istiyorum. Türkiye’nin teknoloji yolculuğunda nasıl bir model doğru bir model olur?”

“Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dünyada bunu çok iyi yapan zaten birkaç tane ülke var. En doğrusu üniversiteleri bu konuda desteklemek ve üniversitelere dünyanın her tarafından öğrenci gelmesini sağlayabilmek. Oradan burslu olarak MIT’ye gittiğimde çalıştığım konu üzerine Amerikalı tek bir öğrenci bile yoktu. Tamamı yurtdışından gelmiş öğrencilerdi. Ve ABD Savunma Bakanlığı’nın maddi olarak desteklediği bir projeyi çalıştık. Amerikan rüyası diye anlatılan da bu. Bütün bilim insanlarının tek bir havuzda toplanabilmesi. Türkiye’nin de yapması gereken üniversitelerin desteklenmesi ve dünyada bu işi yapabilecek bütün öğrencilerle Türk öğrencilerin beraber çalışabileceği büyük bir havuzun oluşturulması. Bunu başardığımızda çok önemli bir modeli Türkiye’ye kazandırmış olacağız.”

“BİZDEN DAHA BÜYÜK BEDELLER ÖDEYENLER OLDU”

“Peki, döndüğünüzde elinizde çok fazla bir imkân yoktu. Hiç ümitsizliğe kapılmadınız mı? Yani küçücük bir odaya belirsizliğin içine geldiniz. Türkiye’de o dönemde ne İHA ile ilgili ne de benzer bir konuda çalışma var. Hatta talep bile yok. Bu malzemeyi vermek için gittiğinizde karşınızda hoş geldiniz diyecek kişiler de yok. Hiç mi moraliniz bozulmadı?” 

Selçuk Bayraktar, bu soruma ilginç bir şekilde yanıt verdi:

“Bu devlet ve millet için bizlerden çok daha büyük bedeller ödeyenler oldu. Aklımıza hep o bedelleri ödeyenleri getirdik. Onlar varken bizim yaşadıklarımızın çok da önemli olmayacağını düşündük. İkincisi de biraz Karadeniz inadı ve vatan sevgisi. Bu üçünü karıştırdığımızda bizi hiçbir şey yıldırmadı.”

“Bu bütün geçtiğiniz yollarda nasıl destekler aldınız?”

“Bir dönem destek verenlerin yanı sıra köstek olanlarla da karşılaştık. Başka şirketlere (geçmişte de örnekleri olduğu gibi) üretim başlangıcında verilen teşviklerden bugüne kadar biz hiç yararlanmadık. Devletten de bir kuruş kredi çekmedik. Bugüne kadar geldiğimiz her nokta aslında kendi imkân ve kabiliyetlerimizdi. Kazandık, sermayemize ekledik ve teknolojimizi artırmaya devam ettik. Ve tek hedefimiz bu şirket oldu.”

Aslında bir şekilde kendi rüyalarını inşa etmişlerdi. O yüzden Selçuk Bayraktar’ın söylediği şu ifadeler benim için çok önemliydi: “Amerikan rüyasına gerek yok. Eğer isterseniz Türk rüyası da mümkün.”

Hiçbir şekilde başka bir yerden destek almadan yaratılan devasa bir şirket.

“Bazen geri bazen ileri gittik.”

“Şu anda şirketinizi nerede görüyorsunuz?”

“Bu sorunun yanıtını ben vermeyeyim. Bugünlerde gördüğünüz kadarıyla Türkiye’yi bu anlamda ilk 3’e oturtuyorlar. Bazen ikinci, bazen birinci sıra. Zaman zaman konumumuzu değiştiriyorlar. Ama sahada yapılanlara baktığımızda Bayraktar TB2’nin kendini ispatladığını söyleyebiliriz.”

“Biraz daha geriye gidelim. Burası şu anda dünyanın ilk üçünde yer alan bir şirketse, nasıl buraya geldiniz?”

“Orası çok uzun bir hikâye.”

Gerçekten de çok uzun bir hikâye. Selçuk Bayraktar’ın ABD’de MIT’deki konusu İHA’ların belli konfigürasyonda beraber uçması. Yani bugünkü deyimiyle sürü İHA yazılımı konusunda çalışmış.

Bu çalışmaları sırasında babasının isteğiyle Türkiye’ye gelmiş. Hatta ilk girdikleri yarışma sırasında kendi yazılımlarını hayata geçirmişler. Yani kendi tasarımları ve yazılımlarıyla uçmuşlar…

Peki, o gün gelinen noktada nelerle karşılaşmışlar? O karşılaşılan nokta, önümüzdeki dönemde ne olabileceğini hepimize gösterecek. Hadi hep beraber onun yolculuğuna ortak olalım.

Çok daha farklı bir şey söyleyeceğim. Bizim gibi ufak şirketler inovasyon merkezi olarak çok daha dinamik. Düşünsenize yıllarca sipariş alan bir şirketin kafasını kaldırıp çevirmeye hali olmayabilir. İnovasyon için çok daha fazla zaman harcamayabilir. Ama büyümeye endeksli ufak şirketler çok daha inovatiftir. O yüzden Türk savunma şirketleri bugün herkesten çok daha fazla üretim yapabiliyor.

“BAŞKALARI İLERLEDİ, SİZ BAŞKA ŞEYLE İLGİLENİN”

2003’te baba ve iki oğul Hava Harp Okulu’na gitmiş. Hava Harp Okulu Komutanı Abidin Ünal Paşa ile yapmak istedikleri robotik uçaklar konusunu konuşmuşlar. İlginç bir şekilde kendileriyle çok ilgilenilmiş. Hatta destek, teşvik bile almışlar. Teşvik dediysek maddi bir teşvikten bahsetmiyoruz. Manevi teşvik. Daha sonra ilgili birimlerle görüşmüşler.

Selçuk Bayraktar’ın bazen kelimeleri yuttuğunun farkındayım. Kimseyi zan altında bırakmamak, moral bozukluğuna itmemek için kelimeleri özenle seçiyor.

“Birçok yere başvurduk, projeyi anlattık ve bu projeyi nasıl yapabileceğimiz ile ilgili konuşmalar yaptık. Bir gün, önemli bir yetkili bizi karşısına alıp şu cümleleri sarf etti: Yapmak istediğiniz şey başkalarının çok ileri mesafede olduğu bir yer. Arayı o kadar açtılar ki, siz bununla hiç uğraşmayın, başka konulara bakın.”

Bu kelimeyi duydukları tarih yine 2003 yılı. 2005’te ilk defa milli bir program başlatılmış, O zamanki adıyla SSM tarafından mini İHA için yarışma düzenlenmiş. Buna katılmışlar. Şartlar çok farklı ve bu şartların içerisinde bunu hayata geçiren tek bir şirket var o da Baykar. Farklı farklı şirketler katılmış ama o gün itibariyle uçup yere inebilen hem de milli olan tek İHA onların ki. Bu yarışmaya girdikleri tarihte Selçuk Bayraktar 25 yaşında.

2005’te açılan yarışmada bir konuşma yapmış. O kadar ilginç cümleler kullanmış ki, programın önemini ve eğer bu konuda ısrar edilirse 10 sene sonra Türkiye’nin nerede olacağını anlatmış. Küçücük, belki model uçak olabilecek bir İHA ve 10 sene sonra Türkiye’nin bundan çok daha iyisini yapabileceği öngörüsünü sağlayan 25 yaşında özgüvene sahip bir genç. Hatta buna katılabilmek için ABD’deki sınavlarına çalışmadan gelip yarışmaya hazırlık yapan, yarışmanın sonunda tekrar ABD’ye dönen bir Selçuk Bayraktar. Dediğim gibi olmayan bir şeyi tasarlamaya çalışan bir inanç kümesi.

2009 yılına gelindiğinde Bayraktar TB1 ile çok önemli başarıya imza atmış. O dönem dünyada Amerikalıların Predatör’ü, İsrail’in Heron’u dâhil hiçbir ülkede otomatik iniş kalkış yapabilen bir insansız hava aracı yokken Bayraktar TB1 bunu başarmış. Bunu başardığında normalde bu ürünün alınmasıyla ilgili dünyadaki prosedür çok açıkken tersi bir prosedür işletilmiş. Normalde kendilerine böyle bir şeyin üretimi için alım garantisi ve belli bir miktar avans verilmesi gerekirken tam tersine onlardan bunu yapabilecekleri ile ilgili bir teminat mektubu istenmiş.

2005 yılında ilk kez katıldıkları programda tam 7 defa ayrı ayrı fiyat teklifi istenmiş. Bir şekilde aslında Türkiye’nin kendi milli İHA’sının yapılmaması için ayrı bir gayret sarf edilmiş. 7 defa da fiyat kırdırılarak fiyat aşağı çekilmiş. Savunma sanayii şirketleri eğer yerliyse teşvik edilmesi gerekirken ayrı bir cezalandırmayla aşağıya çekilmiş.

HALUK BAYRAKTAR’I TUTUKLAMAYA KALKMIŞLAR

Hem Selçuk hem Haluk Bayraktar bunları, yaşadıklarını anlatırken kullandıkları üslup dikkat çekiciydi. Hiçbir şekilde şikâyet edici bir dil kullanmadılar. Oradaki tavırları aslında şuydu: Bu yolculuğun hiç kolay olmadığını aslında savunma sanayisinin nasıl bir bakış açısıyla değiştiğini göstermek istiyorlardı. Bu kadar zorluğa rağmen onlar başarabiliyorsa şimdiki şartlarda gençler çok daha şanslıydı. Aslında söyledikleri şey bir şikâyet değil daha büyük bir motivasyona işaret ediyordu

“Bu işin, bugün geldiğiniz noktanın bir sihirli formülü var mı” diye sordum.

“Yaptıklarımız milli ve özgün olmalı. Etik ve ahlaki değerlerle devam etmeli. Eğer bunları başarabilirsek dünyanın en iyisini yapabiliriz.”

“Peki, siz ve sizin gibileri bir dönem ne yordu?”

“Sanırım adaleti sağlayamamak ve bu işlerde dönen dolaplar. Bizi yoran bunlardı. Hatta ağabeyimi (Haluk Bayraktar’ı) 2009’da Bayraktar TB1 başarılı olunca tutuklamaya bile kalktılar. Bunu yapanlar bu ülkenin ilerlemesine direnenlerdi.”

“Zaman zaman motivasyonunuzu kaybettiğiniz anlar olmuştur. O zaman ne yaptınız? Nasıl bir yolla kendinizi tekrar motive etmeye çalıştınız?”

Selçuk Bayraktar, bu soruma yanıt vermeden önce arşivindeki fotoğrafların içinden birini gösterdi. 2006 yılında Şırnak’ta Güçlükonak Fındık köyündeki bir çatışmada şehit olan bir Asteğmenin yerdeki kanını gösteren bir fotoğraf karesiydi.

“Bunu gördüğümüzde hiçbir şeyden vazgeçmememiz gerektiğini bir kez daha anladık.”

“Sizin için askerlik yapmadı diyorlar.”

“Benim askerliğim hiç bitmedi ki. 2006’dan beri sürüyor. 2006 yılında ABD’den döndükten sonra bedelli askerlik yaptım. Bedelli askerliğin bitim günü bayramdı. Bittiğinde annemin elini öpmeden Burdur’dan Şırnak’a geçtim. Aslında yolculuğum aynen şöyleydi. Boston’dan uçakla Burdur’a, Burdur’dan Şırnak’a. Sonrasında yaklaşık 14 yıldır Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine gidip gelerek, oralarda çalışarak geçti. Hala da devam ediyor. Her harekât ya da operasyonda teknik destek vermek için ekip arkadaşlarımızla bölgeye gidiyoruz.”

Bu bir sözden öteydi. Çünkü gösterdiği bütün fotoğraf kareleri benim de gördüğüm yerlerdi. Aslında bırakın Türkiye’deki askerlik yapan yükümlüleri belki birçok profesyonel askerin bile görmediği yerlerden geçmişti. Geçmenin ötesinde oralarda kalmış, hatta gezmiş, mayınlı yollardan yürümüştü. Bir dönemin en çok anılan yerlerinden bir tanesiydi Hakkâri Hantepe.

2009 yılı… Yine helikopter şeklindeki ilk İHA’yı yaptıklarında bölgede kullanmışlardı. Yerinde uygulamalı eğitim vermek, aksaklıkları sahada görüp düzeltmek için Hantepe’de yatıp kalkmışlardı. Her gece bir başka çatışmaya şahit olmuş, hatta o sırada düşen mini İHA’larını aramak için başka bir ekiple çatışma alanlarından geçerek arazide yürümüşler. Dediğim gibi bırakın yükümlüleri, profesyonel askerlerin bile görmediği yerlerde, hangarlarda geçen bir hayat hikâyesi onların ki.

AMERİKALILARLA FARKIMIZ

Kendisine “Amerikalılar bu konuda çok daha ileri bir teknolojiye sahipken neden sürü İHA konusunda Türkiye’nin konseptini uygulayamadı” sorusunu yönelttiğimde ne kadar mütevazı olduğunu bir kez daha gösterdi.

“Bunun birkaç tane daha nedeni var. Bir tanesi TSK’nın konsepti. İkincisi TSK, dünyada hibrit savaşı en iyi bilen ordu. Türkiye’nin karargâh sistemleri daha iyi çalışıyor. Sahada edinilen tecrübeler kademe kademe çok daha yukarıya aktarılıyor. Belki en önemlisi bizim personelimizin çok daha özverili çalışıyor olması.”

Bunun arkasına başka bir şey daha ekledi.

“Türk savunma sanayii bir bütündür ve ekipçe çalışılır. TSK ve Türk savunma sanayii ayrılmaz ve iç içe geçmiş bir bütün halinde. Son dönemde, diğer dönemlerden farklı olarak uygulamalarda başarıyı artıran bir kavram daha var. Artık şirketler geliştirme aşamasında Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının birikimlerinden çok daha fazlasıyla faydalanabiliyorlar. Test aşamasını onlarla gerçekleştiriyor ve çalışmalar çok daha başarılı bir duruma getiriliyor.”

Konuşurken sözlerinin içinde çok fazla Vecihi Hürkuş atfı yaptığı için kendisine biraz da utana sıkıla şu soruyu sordum: “Vecihi Hürkuş’tan siz ne ders çıkardınız?”

“Birincisi mücadeleyi bırakmama, yılmama ve mücadeleye devam etme. Tek başına başarı toplumları bir yere götürmez. Bütün bu projelere toplumun inanması gerekir. Eğer toplum arkasında durmazsa hiçbir teknolojik gelişim kalıcı olamaz.”

Ve manşete taşıdığımız sözü söyledi. “Biz zaferle değil seferle mükellefiz.”

“BİZİM AVANTAJIMIZ İNOVASYONUMUZUN DİNAMİK OLMASI”

“Türk şirketlerinin diğer dev şirketlerden farkını ne olarak görüyorsunuz?” 

“Çok daha farklı bir şey söyleyeceğim. Bizim gibi ufak şirketler inovasyon merkezi olarak çok daha dinamik. Düşünsenize yıllarca sipariş alan bir şirketin kafasını kaldırıp çevirmeye hali olmayabilir. İnovasyon için çok daha fazla zaman harcamayabilir. Ama büyümeye endeksli ufak şirketler çok daha inovatiftir. O yüzden Türk savunma şirketleri bugün herkesten çok daha fazla üretim yapabiliyor.”

İlginç… Bazılarının devasa şirketler müthiş dediğinde tam tersi söylenen kelime. Selçuk Bayraktar bunu söylediğinde aklıma Nokia gibi bir döneme damgasını vuran dev şirket geldi. İnovasyonu kaçırdığında düştüğü durum hepimizin bilgisi dâhilinde.

“Kendinizi tam olarak nasıl tanımlarsınız? Bir İHA-SİHA üreticisi mi?”

”Aslında biz robotik çalışma yapıyoruz. Bu nedenle de yaptığınız her ürünün başka bir çalışma modeli var. İHA yaptığınızda uçan araba da yapabilirsiniz. Bugün birbirinin üstüne oturtabileceğimiz çok farklı projeler var.”

İlk sorduğum sorulardan bir tanesine yine aynı şekilde yanıt verdi.

“Ailenizle bu işe girmeye karar verdiğinizde ne düşündünüz?”

“Biz masaya SİHA-İHA üreteceğiz diye değil uçak yapacağız diye oturduk. Küçük bir masa ve hayaller.”

“GENÇLER TEKNİK VE MÜHENDİSLİĞE ÇALIŞMALI”

“Sizi örnek alan ve arkanızdan gelmek isteyen gençlere mesajınız nedir?”

“Beni örnek alıp almamalarına bir şey söyleyemem. Ama bir ağabeyleri olarak şunları söyleyebilirim. Teknik ve mühendislik konularında muhakkak çalışsınlar. Ne yaptıklarından çok, neden ve nasıl yaptıkları daha önemli. Yani niyetleri önemli. Etik ve ahlaki değerlerden asla taviz vermesinler. Çünkü burada yapılacak bir yanlış bir daha toparlayamayacakları sonuçlara neden olabilir. İşleri kolay değil, sabır göstersinler. Ve yaptıkları işe inansınlar. İnançları tam olsun. Ne yaparsanız yapın iyi yapın. İşlerin büyüklüğü değil kendisi daha önemli, hayallerinin peşinden gitsinler. Hayallerini ufak değil büyük tutsunlar. Teknik ve mühendislik konularında çalışan arkadaşlar geleceğin trendini seçsinler, bugünü kovalamasınlar. Kendi tasarımlarına özen göstersinler.”

 

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close