Soğuk Savaş döneminden günümüze silah(sız)lanma: Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması
Soğuk Savaş döneminden günümüze küresel aktörler hızla silahlanmaktadır. Bu silahlanma uluslararası kurumların raporlarında da göze çarpmakta ve ifade edilmektedir. Hülasa, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşmasının da güncellenmesi zaruridir.
20. Yüzyılda ki Soğuk Savaş dönemi iki blok (Batı ve Doğu) arasında hızlı bir silahlanma yarışına, aynı zamanda nükleer alanda tüm dünyayı felakete sürükleyecek rekabete dönüşmüştür. Dünya, ABD – SSCB arasında elli yıla yakın bir zaman dilimine yayılacak soğuk savaş dönemi ve birbirlerine üstünlük sağlama mücadelesine sahne olacaktır. Soğuk Savaş Dönemi tüm kıtaları sarmalayacaktır. Bu sarmal ise Afganistan, Küba, Nikaragua, Vietnam, Kamboçya, Kore, Hindiçini, Etiyopya, Bulgaristan ve Romanya gibi birçok ülkeye sirayet edecektir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) reformist Gorbaçov iktidarının bulunması silahsızlanma sürecini başlatmak için umut verecektir. Bu umut Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) iktidar olan idealist Reagan’ın da çözümden yana tavır alması ile silahsızlanma daha da kolaylaşacaktır. Silahsızlanma süreci “Nükleer” silahları kapsamasının yanında asıl olarak “Konvansiyonel” silahlarda yaşanacaktır. Sovyetlerin konvansiyonel silahlarda aşırı bir üstünlük sağlama çabası, ağır bedellerin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Devletlerin günümüz 21. Yüzyılda teknolojinin olanaklarını kullanarak ‘’Silahlanma’’ yarışını daha hızlı ve farklı boyutlara taşıması “İnsanlığı” tedirgin etmektedir. Bu tedirginlik günümüzde ABD – Çin gerilimi, İran – Suudi Arabistan gerilimi, Ukrayna – Rusya Gerilimi, Hindistan – Pakistan gerilimi ve özellikle (Vekâlet Savaşları) ‘’Devlet Dışı Aktörler’’inde varlığı göz önünde tutulduğunda felaket senaryosu olarak tezahür edecektir.
Özellikle, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile Soğuk Savaş Dönemi yeni bir evrilme geçirecektir. Bu evrilmenin aktörleri ise, ABD ve Rusya’nın öncülüğünde tezahür edecektir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonucu yaşanan acıları, yıkımları ve felaketleri insanlığın unutması mümkün değildir. Devletlerin günümüz 21. Yüzyılda teknolojinin olanaklarını kullanarak ‘’Silahlanma’’ yarışını daha hızlı ve farklı boyutlara taşıması “İnsanlığı” tedirgin etmektedir. Bu tedirginlik günümüzde ABD – Çin gerilimi, İran – Suudi Arabistan gerilimi, Ukrayna – Rusya Gerilimi, Hindistan – Pakistan gerilimi ve özellikle (Vekâlet Savaşları) ‘’Devlet Dışı Aktörler’’inde varlığı göz önünde tutulduğunda felaket senaryosu olarak tezahür edecektir. Yine de bu karamsar tabloya rağmen Dünya’nın ve insanlığın tekrar büyük acılar yaşamaması için silahlanmanın kontrolüne ve güven artırıcı önlemlere ilişkin mevcut antlaşmaların korunması gereklidir ve elzemdir. Özellikle, “Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması”na (AKKA) tarafların sadık kalması bunların başında geliyor. Muhakkak ki yaşadığımız yüzyılda yeni tehditlerin ortaya çıkmaması adına ‘’Silahlanmanın Önlenmesi’’ ve yeni antlaşmaları da gerekli kılmaktadır.
Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında yaşanan silahlanma yarışı, nükleer alanda “dehşet dengesine” dönüştükten sonra, Sovyetlerde Gorbaçov iktidarı ile birlikte silahsızlanma yönüne kendini çevirmiştir. Bu silahsızlanma süreci nükleer silahları kapsamakla birlikte asıl olarak konvansiyonel silahlarda yaşanmıştır. Sovyetlerin konvansiyonel silahlarda aşırı bir üstünlük sağlama çabası, ağır bedellerin sonucunda ortaya çıkmış bir konsepttir. Savunmaya dayalı konsept yüzünden İkinci Dünya Savaşını kendi topraklarında kabul eden Sovyetler, savaş süresince ağır insan kaybı ile aşırı maddi ve manevi zararlara uğramıştı. Bu durumun yinelenmemesi için, İkinci Dünya Savaşı sonrası harp doktrini, çok üstün kuvvetlerle düşman topraklarında savaşı esas alan konsepte dayandırılmıştı.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin konvansiyonel silahlardaki aşırı üstünlüğü bu konsept üzerine inşa edilmişti. NATO’nun Sovyetlerin bu üstün konvansiyonel kuvvetlerine karşı denge sağlamak için bir saldırı durumunda nükleer silahlarla karşılık vermeyi esas alan “topyekûn mukabele” konseptinin, Sovyetlerin de nükleer silahlara sahip olması ile yerini “esnek mukabele” konsepti almıştır. NATO tarafından 1969’larda başlayan konvansiyonel silahlardaki indirime gitme önerileri, Sovyetler tarafından nükleer silahlardaki indirim önerileri ile karşılanmıştır. Bu doğrultuda, AKKA Batı bloğunda yer alan devletleri Sovyetlerin envanterinde bulunan nükleer silahlarından korumakla kalmamış, aynı zamanda dünya barışına ve huzuruna katkısı olan tarihsel bir belge niteliği kazandırmıştır.
Soğuk Savaş, ABD İle Sovyetler arasında İkinci Dünya Savaşı sonrasında ideolojik bir çerçeveye oturtulmuş bir şekilde, küresel boyutta bir güç mücadelesini sürdürdükleri döneme işaret etmektedir. Bu dönemde, ABD, liberal düşünce ve demokratik değerler, Sovyetler ise özgürlük ve sosyalizm kavramları üzerine inşa edilen bir söylemle, kendi ekseninin gücü konumuna gelmeyi başarmışlardır. Mihail Gorbaçov’un 1985’de Sovyetlerde iktidara gelmesi; siyasal alanda Açıklık (Glastnost) ve ekonomik alanda Yeniden Yapılanma (Perestroika) politikalarını uygulamaya başlaması ve bu politikalarda çeşitli nedenlerle başarısız olması yalnız söz konusu ülkenin iç rejimindeki değişme açısından değil, dünya politikaları bakımından da önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Berlin duvarının (1989) yıkılışından kısa bir süre sonra iki Almanya’nın birleşmesi gerçekleşmiş, Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişiklikleri olmuştur. Ve Sovyetler böylelikle, parçalanmış ve onu takiben Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ortaya çıkmıştır. ABD ve Sovyetler ekseninde oluşmuş olan iki kutuplu sistem, bir başka ifadeyle Soğuk Savaş sona ermiştir.
Soğuk Savaş’ta NATO, Sovyet blokuna karşı iki boyutlu bir politika izledi. Bir yandan, caydırma ve koruma görevini yerine getirirken, yani Sovyet blokuna askeri bakımdan dengelerken, diğer yandan Sovyet blok’uyla ortaya çıkan uyuşmazlıkları barışçı yolla çözme amacıyla politikalar ve davranış kuralları geliştirdi. Bu iki yönlü siyaset, 1967’de Harmel Raporu’nun NATO Konseyi tarafından kabul edilmesiyle resmiyet kazandı. Moskova’nın bu stratejiye ayak uydurması sonucunda iki blok arasındaki diyalog ve sınırlı işbirliği belli bir süreklilik kazanarak silahların kontrolü ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansına zemin hazırladı. Bu yaklaşım konvansiyonel-nükleer dengedeki değişmeleri bir ölçüde öngörülebilir hale getirerek güvenlik ikileminin yol açtığı riskleri ve korkuları hafifletti ve dengenin istikrarlı biçimde barışa doğru evirilmesine yardımcı oldu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu, soğuk savaş döneminde Avrupa’da başgösteren güvenlik ihtiyacının merkez sorunsalı olmuştur. 1972’de ABD ve Sovyetler arasında imzalanan (Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri) SALT-1 Antlaşması, ayrıca Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekya ile olan Doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile diplomatik ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu Avrupa’da yumuşama ortamı meydana gelmiştir. Bu atmosferde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), 1973’te Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yıldan fazla bir süre devam eden konferans 1975’de Helsinki Nihai Senedi’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
Örgütün temel yapı taşı niteliğinde olan Helsinki Nihai Senedi; uluslararası hukuk anlamında bağlayıcılığı olmayan ve sadece siyasi özelliğe sahip bir belgedir. Bu senet içerisinde ortaya konulan:
• Egemenlik eşitlik ve egemenliğe saygı
• Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma
• Sınırların ihlal edilmezliği • Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması
• Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
• İçişlerine karışmama •İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı
• Halkların eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
• Devletlerarasında işbirliği
• Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi ilkeleri
AKKA’nın amaçlarına ulaşabilmesi için kesin çizgilerle tanım¬ları yapılmış olan tank, Zırhlı Muharebe Aracı, top, muharip uçak ve taarruz helikopteri olmak üzere Antlaşma ile Sınırlandırılmış Silah ve Araç olarak nitelendirilen 5 kategorideki silah ve araçlarda sayısal eşitliği gerçekleştirmek maksadıyla, her iki blokta 20.000 tank; 30.000 ZMA; 20.000 top; 6.800 savaş uçağı; 2.000 taarruz helikopteri tavanları konulmuştur
Helsinki Nihai Senedi’nin kabulü ile başlayan ve Helsinki Süreci olarak da anılan Konferanslar Dizisi, Belgrad (197778), Madrid (1980-83), Viyana (1986-89), Helsinki (1992) ve Lizbon (1996) olmak üzere beş izleme toplantısından oluşmaktadır. Nihai Senet, uluslararası hukuk açısından bağlayıcı bir belge değildir. Politik bağlayıcılığa sahiptir. AGİK belgelerinde yer alan yükümlülüklerin yerine getirilmekten kaçınılması veya ihlal edilmesi, devletlere hukuken bir sorumluluk getirmemektedir. Ancak devletler, kamuoylarında doğabilecek tepkiler sebebiyle yükümlülüklere aykırı hareket etmekten kaçınmaktadırlar.
Soğuk Savaşın sona erdiğini tescil etmek ve AGİK’in yeni şartlara uygun olarak yeniden yapılandırmak amacıyla 1990’da Paris’te toplanan AGİK Zirvesi’nde kabul edilen Paris Şartı, demokrasiyi Avrupa’nın tek politik yönetim tarzı olarak benimsemiş, temel özgürlükler ve insan haklarına dayalı demokrasinin barış, istikrar ve adaletin temelinde yattığını savunmuştur. 1970-1980 yılları arasında AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT’e taraf devletlerarasında güvenin geliştirilmesi, askeri faaliyetlerde saydamlığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik artırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almıştır. Daha sonra Avrupa Silahsızlanma Konferansı (1986) oluşturulmuş. Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması imzalanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşma sürecinde başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından soğuk savaş bitimine kadar Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir.
AKKA, 1990 yılında NATO üye ülkeleri ile Varşova Paktı adına Rusya tarafından imzalanmış ve 1992 yılında da yürürlüğe girmiştir. Buna göre NATO ile Varşova Paktı sınır bölgelerinde bulundurulacak; tanklar, zırhlı muharebe araçları, toplar, savaş uçakları ve taarruz helikopterleri olmak üzere beş kategorideki konvansiyonel teçhizatta büyük miktarda indirim sağlamakta ve her bir kategori için taraf ülkelere ayrı bir sınırlama getirmektedir. Soğuk Savaş ertesinde ki dönemde, bir yandan daha güvenlikli bir dünya umutları belirirken, diğer yandan, bölgesel çatışmalar ve silahlı mücadelelerin yaygınlaştığına, kitle imha silâhları ile fırlatma vasıtaları dâhil gelişmiş silah sistemlerinin istikrarsızlık yaratıcı biçimde yayılma eğilimi gösterdiğine tanık olunmaktadır.
Artan bölgesel çatışmaların ve buna bağlı olarak hızlanan silahlanma yarışının yeni bir Soğuk Savaş Dönemine geri dönebilme riski taşıdığı için endişe yaratıyor. Bu endişe, ABAtlantik ittifakındaki bazı ülkelerin Rusya’yı, Rusya’nın da bu ülkeleri askeri birer tehdit unsuru olarak görmesinden kaynaklanmaktadır
Viyana Belgesi AGİT bölgesinde, istikrara ve güvenliğe etkin biçimde katkıda bulunan önemli bir ‘Güvenlik’ enstrümanı olup; önümüzdeki yıllar Avrupa’da daha güvenli ve daha şeffaf bir ortam kurulmasına yönelik ortak çabaların önemli bir parçasını oluşturmaya devam edecektir. Viyana Belgesi’nin uygulaması bugüne kadar başarılı olmuştur. Belgenin başarıyla uygulanmasındaki önemli bir neden, yeni koşullar karşısında gösterdiği değişime açık yapısıdır. Bu anlayış içerisinde, belgenin daha önce 1992 ve 1994 yıllarında gerçekleşen gözden geçirilmelerinde olduğu gibi, daha da geliştirmek üzere son olarak başlatılan süreç başarıyla sonuçlanmış ve nihayetinde Viyana Belgesi, 1999 İstanbul Zirvesi sırasında kabul edilmiştir. İstanbul’da, 19 Kasım 1999 tarihinde imzalanan AKKA’nın uyarlanmasına ilişkin antlaşma, Atlantik’ten Urallar’a kadar olan coğrafyada, taraf devletlerin silahlı kuvvetlerine münferiden hukuki bağlayıcılığı olan sınırlamalar getirmektedir. Kısacası, bu antlaşma Avrupa’da barış, güvenlik ve istikrarı artıracaktır.
Rusya, Çeçenistan (1995) ile savaşı gerekçe göstererek AKKA standartlarına uymayacağını açıklamıştır. Ve Rusya, AKKA’yı imzalamamış kendisine komşu üç Baltık devletinde (Letonya, Litvanya ve Estonya), NATO’nun sınırsız bir şekilde askeri teçhizat konuşlandırma olanağı doğduğu için, son genişleme dalgasından hoşnut olmamıştır. Bu acıdan Rusya, 1999’da oluşturulan AKKA Adaptasyon Anlaşması’nın biran önce yürürlüğe girmesini ve Baltık devletlerinin de buna taraf olmalarını istemiştir. Batı ise buna karşılık olarak, Rusya’nın AGİT İstanbul Zirvesinde üstlendiği sorumlulukları yerine getirmediği ve Gürcistan ile Moldova’dan üslerini çekmediği için AKKA Adaptasyon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesini ertelemiştir. Gürcistan ve Moldova’daki askerlerini ve üslerini çekmek istemeyen Moskova, AKKA Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin, İstanbul kararlarının uygulanması şartına bağlanmasına karşı çıkmıştır.
Keza Rusya, Baltık devletlerinin NATO’ya girmeden önce AKKA’ya taraf olmaları konusunda bir öneriyi ileri sürmüş, ancak bu teklif, egemen devletlere baskı yapma yolunda bir girişim olarak algılanmıştır. Rusya, askeri güç ve teçhizat konusunda belli kota ve sınırlandırmalar getiren AKKA Anlaşmasını, komşularında konuşlandırılacak sınırsız bir NATO askeri varlığına karşı yasal bir güvence olarak görmüştür. Bu konuda Rusya’ya verilen tek taahhüt, NATO’nun yeni üye ülkelerde nükleer silah konuşlandırmayacağına ilişkin maddeyi içeren 1997 yılındaki Kurucu Senet olmuştur.
Viyana Belgesi Maddeleri:
• 1975 yılında Helsinki’de yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı sonunda kabul edilen temel prensipler ile güven ve güvenlik artırıcı önlemler, zaman içinde geliştirilerek 1990 yılında Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesi adı altında toplanmıştır.
• Maksadı kara ve denizalanı dâhil olmak üzere tüm Avrupa’da güvenin sağlanmasına ve artırılmasına hizmet etmek olan Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesidir; 19-21 Kasım 1990 tarihleri arasında Paris’te yapılan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı zirvesinde; katılımcı devletlerin devlet ve hükümet başkanlarınca imzalanarak 1991 yılında yürürlüğe girmiştir. Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesi daha sonraki süreç içerisinde 1992 ve 1994 yıllarında yapılan ilaveler ile geliştirilmiştir. Halen 1819 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul’da yapılan AGİT zirvesinde imzalanan 1999 yılı Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesi (VB-99) yürürlüktedir.
• Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesi; AGİT’e katılan ülkeler arasında uygulanmak üzere geliştirilen, çeşitli güven ve güvenliği artırıcı tedbirleri içeren ve siyasi bağlayıcılığı olan bir belgedir. Ülkelerin sahip oldukları konvansiyonel askeri gücün ve icra ettikleri aske¬ri faaliyetlerin diğer ülkelerce askeri tehdit olarak algılanmasını önlemeyi amaçlayan 1999 Viyana Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Belgesi çer-çevesinde uygulamaya konulan önlemleri kapsamaktadır.
İstanbul Zirve Toplantısında, ‘’İstanbul Deklarasyonu’’, ‘’Avrupa Güvenlik Şartı’’ ve ‘’Güncelleştirilmiş Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’’ olmak üzere üç belge kabul edilmiştir. İstanbul Deklarasyonunda, AGİT faaliyet alanı içerisine giren Çeçenistan, Kosova, Bosna-Hersek, Gürcistan gibi güncel sorunların nasıl çözüme ulaştırabileceği meselesi ele alınmıştır.
Deklarasyon metninde öne çıkan en önemli konular Çeçenistan ve Kosova meseleleri olmuş, belgede Rusya’nın toprak bütünlüğüne saygı gösterileceği vurgulanmıştır. İstanbul Zirvesi’nde, önemle tartışılan konu, Rusya’nın engellemek istemesine rağmen Çeçenistan meselesi olmuştur. İstanbul Zirvesi’nde bu konuda somut karar alınamamış olsa bile, Rusya’nın Batıya bir mesele gibi göstermek istediği göçmen sorunu, uluslararası gündeme oturmuştur.
AKKA’nın Hükümlerine baktığımızda:
• AKKA 19 Kasım 1990 tarihinde Paris’te devlet ve hükümet başkanları düzeyinde toplanan Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Konferansı (AGİK) Zirvesi’nde imzalanmış ve 17 Temmuz 1992 tarihinde taraf ülkelerin parlamentolarında onaylanarak yürürlüğe girmiştir. NATO ve Eski Varşova Paktı ülkeleri arasında bloklar bazında konvansiyonel kuvvetlerde sayısal eşitliğin sağlanmasına yönelik olan bu antlaşmanın amacı;
• Konvansiyonel kuvvetlerin alt seviyelerinde istikrarlı ve güvenli bir denge yaratmak, • Genel ve bölgesel dengesizlikleri ortadan kaldırmak,
• Öncelikle ülkelerin baskın tarzında ve geniş çaplı taarruzları başlatma imkân kabiliyetlerini bertaraf etmektir. • Antlaşma metni, 23 madde ve ek 8 adet protokolden ibarettir.
• AKKA’nın uygulama alanı, Atlantik’ten Urallar’a kadar coğrafyada olan Avrupa’daki Antlaşmaya taraf ülke topraklarını kapsamaktadır.
• Taraf Devletler her yıl, kara hava ve hava savunma kuvvetlerinin kuruluş yapısı ve personel miktarı ile bağımsız tabur, tugay/alay, tümen ve eşiti seviyedeki birliklerine ait silah/ araç mevcutlarını içeren bilgi değişimi verilerini karşılıklı olarak değişirler.
• Türkiye, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Antlaşmaya taraf olmayan ülkelerle komşu olduğundan, bu bölgenin bir kısmı antlaşmada açıkça noktaları belirtilmek suretiyle uygulama alanı dışı bırakılmıştır.
• AKKA’nın amaçlarına ulaşabilmesi için kesin çizgilerle tanımları yapılmış olan tank, Zırhlı Muharebe Aracı, top muharip uçak ve taarruz helikopteri olmak üzere Antlaşma ile Sınırlandırılmış Silah ve Araç olarak nitelendirilen 5 kategorideki silah ve araçlarda sayısal eşitliği gerçekleştirmek maksadıyla, her iki blokta 20.000 tank; 30.000 ZMA; 20.000 top; 6.800 savaş uçağı; 2.000 taarruz helikopteri tavanları konulmuştur.
• Bölgesel eşitsizlikleri gidermek üzere de; Avrupa dört alt bölgeye ayrılmış ve sadece tank, top ve zırhlı muharebe aracı kategorilerine alt bölge tavanları getirilmiştir.
• AKKA’ya taraf ülke sayısı, imzalandığı 1990 yılında 16 NATO, 6 Eski Varşova Paktı ülkesi olmak üzere 22 iken; Sovyetler Birliği’nin dağılması, Çekoslovakya’nın Çek ve Slovakya Cumhuriyetleri’ne ayrılması üzerine taraf ülke sayısı 30’a yükselmiştir.
• İndirim yükümlülükleri, antlaşmanın imzalanması sırasında yapılan bilgi değişimiyle bildirilen ASSA miktarları ile kendilerine tahsis edilen tavanlar arasındaki fark olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede, Avrupa Kıtası’nda, toplam olarak 58.000 adet ASSA imha edilmek suretiyle indirime tabi tutulmuştur.
• Antlaşmanın hükümlerine uyulduğunun doğrulanmasını temin etmek amacıyla her taraf devlet uygulama alanı içerisinde, denetim protokolü hükümleri uyarınca denetim kabul etmek zorunda olduğu gibi, aynı zamanda denetim yapma hakkına da sahiptir. Bu kapsamda NATO ülkeleri arasında varılan mutabakat ile tespit edilen miktar kadar diğer katılımcı ülkelerde denetim yaparlar.
Sonuç olarak, İkinci Dünya Savaşından sonra dünya ABD ve Sovyetlerin yer aldığı çift kutuplu Soğuk Savaş Dönemine evirildi. Soğuk Savaş Dönemi sadece iki ülkenin arasında ki silahlanma yarışıyla kalmadı, dünyada birçok ülke ve kıtaya sirayet etti. Soğuk Savaş Dönemi’nde iki blok arasında konvansiyonel ve nükleer silahlanma yarışı hız kazanmış oldu. Sovyetlerin Avrupa’yı tehdit edecek seviyede birçok silahlanma kapasitesine sahip olması hem Avrupa’nın hem de dünya’nın güvenliği açısından birçok soruna neden olmaktaydı. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra dünya üzerinde baş gösteren yeni sorunlar, tehditler ve sıcak çatışmalar yaşadığımız dönemin çok da güvenli olmadığını gösteriyor.
Günümüzün en büyük sorununu artış göstermekte olan yeni silahlanma yarışı oluşturmaktadır. Bu yarış, eskiden olduğu gibi, daha çok Rusya ile Batı arasında hızlanıyor. Mevcut duruma bakıldığında ise, artan bölgesel çatışmaların ve buna bağlı olarak hızlanan silahlanma yarışının yeni bir Soğuk Savaş Dönemine geri dönebilme riski taşıdığı için endişe yaratıyor. Bu endişe, AB-Atlantik ittifakındaki bazı ülkelerin Rusya’yı, Rusya’nın da bu ülkeleri askeri birer tehdit unsuru olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Günümüzde artık Rusya ile NATO arasında çıkabilecek bir savaşın kazananı olmayacağına, bir tarafın güvenliğini artırmak için silahlanmayı tercih etmesi halinde diğer tarafın da buna misliyle mukabele edeceğine ve silahlanma yarışının tekrar başlayacağını göstermektedir.
Rusya’nın NATO’dan ve Batı’dan bir tehdit algılaması içinde olduğunu açıklaması, ardından da Gürcistan ve Ukrayna’da askeri güç kullanması NATO üyesi ülkelerin güvenlik endişelerini ister istemez artırmış oldu. Bunu dengeleyebilmek için Baltık bölgesine yeni NATO birliklerinin konuşlandırılması ve NATO varlığının sıklaşması da bu defa Rusya’da benzer endişelerin artmasına yol açtı. Dünya’nın ve insanlığın tekrar büyük acılar yaşamaması için silahlanmanın kontrolüne ve güven artırıcı önlemlere ilişkin mevcut antlaşmaların korunması gerekiyor. Özellikle, ‘Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’na tarafların sadık kalması bunların başında geliyor. Muhakkak ki yaşadığımız yüzyılda yeni tehditlerin ortaya çıkmaması adına silahlanmanın önlenmesi ve yeni antlaşmaları da gerekli kılmaktadır.