Libya'da fırtına öncesi sessizlik mi? - M5 Dergi
KapakMakalelerÖne ÇıkanSayı 348 Temmuz 2020

Libya’da fırtına öncesi sessizlik mi?

Abone Ol 

Tarihsel, kültürel, ekonomik bağlarımızın güçlü olduğu Libya’da 2011’den bu yana süren kaos süreci, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasındaki iki kritik anlaşma ile başka bir yöne evrildi. Fransa hariç Batılı devletlerin baştaki olumsuz tutumu ise Rusya’nın Libya üzerinden Doğu Akdeniz denklemine girmesi ile yön değiştirmeye başladı.

Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’ne bağlı güçler, Doğu Akdeniz kıyısındaki stratejik Sirte kentini Hafter milislerinden geri almak için harekata düşük yoğunlukla da olsa devam ediyor. Sirte şehrinin düşme ihtimaline binaen Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, UMH’ye bağlı birliklerini mevcut durumdan Sirte’ye doğru daha fazla ilerlememeleri yolunda uyarıda bulunarak “Sirte ve Cufra kırmızı çizgidir” dedi ve Mısır ordusuna “sınır ötesi operasyonlara hazır olmaları” talimatını verdi.

Ardından Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’ndan, “Mısır’ın batı sınırlarını teröre karşı savunma hakkına desteğimizi sunuyoruz” ifadelerinin yer aldığı Sisi’ye destek açıklaması yapıldı.

Libya yönetimi ise Sisi’nin bu tehdidini “içişlerine karışma, egemenliğine tecavüz” ve bir “savaş ilanı” olarak gördüklerini duyurmuştu.

HER AÇIDAN STRATEJİK KENT: SİRTE

Libya gelirinin yüzde 90’nından fazlasını petrol ve doğalgaz satışından sağlamaktadır. Sirte ise Libya’nın petrol ihracatının yüzde 60’ının yapıldığı bir şehir ve burası güneyinde bulunan ‘Petrol Hilali’ denilen bölgenin Akdeniz’e açılan ihraç kapısı.

Sirte şehri, çevresinde bulunan rafineri nedeniyle daha bir önem arzetmektedir.

Peki, neden Sirte ve Cufra bu kadar önemlidir?

Sirte; 100 bin civarında nüfusu ile çevrede en büyük yerleşim yeridir. Bingazi ile Trablus arasında yer alan Sirte, doğuya karşı batının, batıya karşı doğunun kilididir. Güneyinde yer alan ve Petrol Hilali denilen bölgede çıkan zengin hidrokarbon kaynaklarının ihraç limanıdır. Donanma için deniz üssüdür.

Ayrıca Cufra’da bulunan kritik hava üssünün kuzeyinde, Akdeniz sahilinde yer almaktadır. İki kent arasında dağlık olmayan, 300 kilometrelik açık bir alan bulunan Sirte’nin hava savunması Cufra’daki hava üssünden sağlanmaktadır.

Cufra ise; Petrol Hilali’nin tam ortasında yer almaktadır. Denizden 300 km içeride bulunan hava üssü ile stratejik önemi yüksek bir yerleşim merkezidir.

Sirte ve Cufra’yı askeri bakımdan değerlendirdiğimizde Sirte’nin deniz üssü, Cufra’nın hava üssü olarak ikisi birlikte jeopolitik bakımdan büyük önem arz etmektedir. Bu iki bölgeye sahip olan Libya’nın petrol üretimi ve ihracının yanı sıra batıda Trablus’tan doğuda Bingazi, Tobruk’a kadar, güneyde Çad ve Nijer’den Kuzey’de, Akdeniz’de Sicilya ile Girit arasında geniş bir deniz alanını kontrol etme gücüne de sahip olabilecektir.

Bu suretle bir yandan petrol ve doğal gaz piyasasında arz ve talebe tesir ederek fiyatı ayarlama imkanına diğer taraftan Süveyş Kanalı’ndan gelen deniz ticaretini kontrol etme imkanına, Doğu Akdeniz Hidro-Karbon kaynaklarının paylaşımı ve çıkarımı gibi konularda söz sahibi olabilme imkanına da kavuşmuş olabilecektir.

Sirte ve Cufra askeri ve ekonomik bakımdan çok yüksek bir jeopolitik ve jeoekonomik önem arz etmektedir. Yani sadece Libya üzerinde bir hakimiyet alanı olmanın değil aynı zamanda Afrika’nın ve Akdeniz’in hakimiyetine dair önemli bir etkendir ve dahi NATO’nun güneyden kuşatılması imkanını verdiğinden Avrupa’nın güvenliğinde de söz sahibi olma avantajını sunmaktadır.

Sirte ve Cufra’yı askeri bakımdan değerlendirdiğimizde Sirte’nin deniz üssü, Cufra’nın hava üssü olarak ikisi birlikte jeopolitik bakımdan büyük önem arz etmektedir. Bu iki bölgeye sahip olan Libya’nın petrol üretimi ve ihracının yanı sıra batıda Trablus’tan doğuda Bingazi, Tobruk’a kadar, güneyde Çad ve Nijer’den Kuzey’de, Akdeniz’de Sicilya ile Girit arasında geniş bir deniz alanını kontrol etme gücüne de sahip olabilecektir.

KRİTİK EŞİK: TÜRKİYE İLE ANLAŞMA

Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri, Türkiye ile imzaladığı askeri eğitim ve işbirliği anlaşmasından sonra önce Trablus kuşatmasını yarıp kaldırmış, bilahare Hafter güçlerinin denetimindeki birçok şehri kontrol altına almıştır. Bozguna uğrayarak dağılan ve geri çekilmek zorunda kalan Hafter güçleri, Sirte’de Rus hava savunması ve BAE’lerinin İHA ve SİHA’larının desteğinde direnebilmiştir. Özellikle Rusya, Suriye’den 14 adet MİG-29 ve SU-24 savaş uçağını boyayıp kimliksizleştirerek Libya alanına gönderdi. Ayrıca daha önce Türk SİHA’ları tarafından imha edilen Pantsir hava savunma füze sistemlerini yeniden takviye etti, Suriye’den nakliye uçakları ile milis ve mühimmat takviyesinde bulundu. Ek olarak BAE’leri, Çin’den temin ettiği İHA ve SİHA’larla UMH’nin hava savunma kapsamından uzaklaşan güçlerinin ileri yürüyüşü durdurulabildi. Halen çatışmalar devam etmekle birlikte iki taraf da yığınak yapmaya devam etmektedir.

Peki diğer ülkeler neden bölgede bulunmakta? Bu sorunun yanıtını biraz açalım:

1- FRANSA: Kaddafi döneminde (Mart 2011) Libya’ya baskın şeklinde bir hava hücumunda bulunup Libya’daki olaylara müdahil olan ve ilk darbeyi vuran Fransa, peşinden ABD ve İngiltere’yi de sürükleyerek Kaddafi yönetiminin sonunu hazırlamıştır. Türkiye ise bu müdahale sonrası (halen yurt içinde çok tartışılan bir karar vererek) hemen NATO ve BM’ler çerçevesinde karar organlarını harekete geçirerek Fransa’nın tek taraflı oldu bittisini bir ölçüde önleyebilmiştir. Kaddafi’nin katledilmesinden sonra ülkedeki gelişmelerden beklediğini bulamayan Fransa, beklentisi karşılanmayan bir başka aktör General Hafter’i destekleyerek ülkedeki kaos ve kargaşanın devam etmesine neden olmuş ve müdahale için uygun zaman ve ortamı beklemeye başlamış, bu arada kaos ortamının devamına katkı sağlamıştır.

UMH Türkiye ile Libya arasında askeri eğitim ve işbirliği anlaşması ve deniz münhasır ekonomik bölgelerinin sınırlandırma anlaşmasını imzalaması sonrası Türk askeri heyetinin UMH güçlerini yeniden organize ederek ve eğiterek savunma ve saldırı pozisyonuna geçirmesi ile birlikte kuşatma altındaki Trablus’daki UMH güçleri kuşatmayı yarıp Hafter güçlerini püskürterek geri çekilmek zorunda bırakmıştır. Bu gelişmelerden rahatsız olan Fransa, Türkiye’ye yönelik eleştirilerini sertleştirmiş, “Türkiye silah ambargosunu deliyor” gibi suçlamalarda bulunarak Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerce meşru hükümet olarak tanınan UMH ile meşru ve yasal ilişkisini darbeci ve kiralık milislerle meşru hükümete saldıran yapıyı eşitleyerek, mesnetsiz iddialar öne sürerek Türkiye’yi NATO’ya şikayet etmeye kadar vardırmıştır. Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin ele geçirdiği yerleşim bölgelerinde kadın-çocuk, genç-yaşlı, sivil insanların katledilip gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkarılmış, ele geçirilen silah ve mühimmat depolarında Amerika’nın Fransa’ya sattığı kafile numarasından belli olan Javelin tanksavar füzeleri ele geçirilmiştir. Türkiye’ye yönelik iddiaları ciddiye alınmayan ve uluslararası kuruluşlar nezdinde gündeme taşınmayan Macron’un Hafter ile ilişkisi ülke içinden ve dışından eleştirilince Hafter’i desteklemediğini iddia etmiş, fakat hemen sonrasında basında darbeci Hafter ile kucaklaşma ve görüşme videoları çıkarak dünya kamuoyunda rezil olmuştur.

2- BAE- SUUDİ ARABİSTAN: Basra Körfezi’nde, Kızıldeniz’de ve Akdeniz’de deniz ticaretinde söz sahibi olmak amacıyla liman ve üs kurma stratejisi güden BAE, planlarına karşı çıkan ülkelerde kaos ve kargaşa çıkartmaya yönelik propaganda, dezenformasyon ve ajitasyon faaliyetlerinde bulunmakta, ülke içindeki radikal unsurlara para ve silah desteğinde bulunmaktadır.

BAE, Libya’daki kaos ve çatışma ortamdan istifade ederek Doğu Akdeniz’de liman ve üs kolaylığı sağlamak, Libya’nın petrol ve doğal gaz üretimi ve satışında söz sahibi olmak, Afrika’da ilişkide olduğu ülkeleri çeşitlendirmek ve operasyonel gücünü göstererek işbirliği içindeki ülkelere gözdağı vermek gibi amaçlarını gerçekleştirmek üzere oyuna Hafter saflarında yer alarak dahil olmuştur. Hafter güçlerine silah-mühimmat ve milis temin edilmesi için finans sağlayan BAE, Hafter güçlerinin eğitilmesi, sevk ve idare edilmesi için Wagner güçlerini de finanse etmektedir. BAE’nin bu faaliyetlerine Suudi Arabistan’da finansal açıdan yardımcı olmuşsa da son zamanlarda Yemen’de BAE’nin farklı siyasi tavrı nedeniyle Suudi Arabistan desteğini doğrudan Mısır üzerinden sağlama yolunu tercih etmiştir.

3- RUSYA: Obama yönetimindeki Amerika’nın alan açmasıyla Suriye iç savaşına müdahil olan Rusya, bu sayede sıcak denizlere inme stratejisini gerçekleştirme imkanını buldu. DAEŞ ile mücadele ediliyor maske ve görüntüsünün tutması ve uyguladıkları yönteme Batı dünyasının ses çıkarmaması üzerine Rusya, Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de konumunu güçlendirdi. BAE’nin Libya iç savaşında milisleri eğitmesi ve teknolojik silahları kullanması için Wagner şirketi ile anlaşmasını Fransa ve Mısır’ın da onaylaması ile Rusya dolaylı bir yoldan Libya’ya girdi. ABD ve Batılı ülkelerin Libya iç savaşına kayıtsız kalması Rusya’ya Libya’da alan açtı.

Türkiye’nin meseleye müdahil olması bir yandan Doğu Akdeniz Hidro-Karbon kaynaklarının paylaşımı ve nakledilmesi konusunda diğer taraftan Libya üzerinden Kuzey Afrika ve Afrika’ya yönelik planların bozulmasına neden olmuştur.

Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır, Fransa, İtalya gibi ülkelerin Doğu Akdeniz Hidro-Karbon kaynaklarının paylaşımı konusunda Türkiye’yi dışlayarak birlikte hareket etmeleri üzerine Türkiye bu oldu bittiye razı olmayacağını ilan etmiş, bu arada kuşatma altında olan Trablus’taki UMH ve Başkanı Fayiz es-Serrac Türkiye’yi ziyaret ederek Erdoğan’ın Kaddafi döneminde Libya’ya yaptığı ziyarette gündeme gelen kıyıdaş ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırılması Anlaşması’nın zeminini oluşturmuş daha sonra askeri eğitim ve işbirliği anlaşması ile birlikte MEB anlaşması imzalanmış bunun sonucunda Libya’daki iç savaşta dengeler yeniden oluşmaya başlamıştı.

Libya’daki iç savaş ve kaos nedeniyle iyice azalan petrol ve doğal gaz arzı nedeniyle oluşan Libya’nın OPEC kotasındaki boşluk Rusya, BAE ve Suudi Arabistan tarafından fırsata çevrilerek doldurulmuştur. Bu ülkeler bir yandan Libya’daki kaos ve çatışma ortamının devam etmesinden karlı çıkarlarken bir taraftan da kendi destekledikleri bir diktatörün Libya yönetimini ele geçirmesi halinde petrol ve doğal gazı kontrol etme, askeri üs ve deniz ticaret yolunu kontrol altına alma, Afrika’ya giriş kapısını tutma, liman anlaşmaları elde etme gibi beklentilere girmişlerdir.

Ancak Türkiye’nin meseleye müdahil olması bir yandan Doğu Akdeniz Hidro-Karbon kaynaklarının paylaşımı ve nakledilmesi konusunda diğer taraftan Libya üzerinden Kuzey Afrika ve Afrika’ya yönelik planların bozulmasına neden olmuştur.

Libya’daki iç savaşın Hafter lehine geliştiği dönemde fazlaca belirgin olmamaya dikkat eden Rusya, UMH’nin Türkiye ile askeri eğitim ve işbirliği anlaşması sonrası işler tersine dönünce daha fazla görünür olmaya başlamıştır.

Batı ve ABD’nin kayıtsızlığının yanı sıra Fransa ile zımni bir anlaşma yaptığı kuvvetle muhtemel olan Fransa’nın tavrından da aldığı cesaretle Rusya bu boşluğu fırsata çevirip Sirte’de Deniz Üssü, Cufra’da Hava Üssü kurarak hem askeri hem ekonomik bir jeopolitik üstünlük kurma fırsatı ele geçirdiğini düşünmeye başlamıştır.

Rusya planlarını hayata geçirebilirse; NATO’yı güneyden çevirmenin yanı sıra Doğu Akdeniz’e tamamen hakim olabilecek, deniz ticaret yolları ve gemi trafiğini kontrol etmesinin yanı sıra hidro-karbon yataklarının işletilmesinden sevkiyatına ve fiyat ayarlamasına varıncaya kadar enerji arzı ve güvenliği ile ilgili vanaların kontrolunu tamamen ele geçirmiş olacak ayrıca Afrika’ya girme konusunda önemli bir mihenk taşına da kavuşmuş olacaktır.

4-MISIR: Suudi Arabistan, BAE, Fransa, İsrail ve Amerika’nın maddi desteği ile ayakta kalabilen Sisi ve yönetiminin, son yıllarda iyice kötüye gitmeye başlayan ekonomi nedeniyle vatandaşı ile arası iyice açılmaya başlamıştır. Bu arada Filistin ve Kudüs gibi konulardaki tutumu nedeniyle başta kendi halkı olmak üzere ve Arap kamuoyunda güvenilirlik kaybına uğramış, dış politikadaki zikzakları nedeniyle diğer ülkeler nezdinde de prestij kaybına uğramıştır.

Libya’da iç savaşın çıktığı ilk yıllardan bu yana Libya’nın doğusundaki silahlı grupların liderliğini yapan Hafter, Libya’nın doğu komşusu Mısır ile ilk günlerden bu yana ilişki ve işbirliği içerisinde olmuştur. Geçmişte Libya’dan ucuz petrol alan Mısır, bu ülkede ekonomik kazanç peşindedir.

Son yıllarda uğradığı güvenilirlik ve prestij kaybını gidermek amacıyla Libya’da çıkış yapmak isteyen Mısır, yanlışlarına bir yanlış daha ekleyerek Libya halkının büyük çoğunluğu tarafından desteklenen, Birleşmiş Milletler, AB gibi bir çok ülke ve uluslararası birlik tarafından meşru Libya yönetimi olarak tanınan UMH yerine, kiralık askerler ve Rus Wagner şirketi ile katliam yapan, dertleri petrol ve doğal gaz ile askeri üs olan çıkarcı ülkelerin kuklası darbeci Hafter’in yanında yer almıştır. Üstüne üstlük Mısır diktatörü Sisi, Libya sınırı yakınındaki bir askeri üsse gelip Sirte ve Cufra kırmızı çizgimiz diyerek Libya’ya müdahale edebileceğini ilan edip UMH ve Türkiye’ye de meydan okumuştur.

Libya’da BM’ler tarafından tanınan meşru hükümet UMH’dir. Mısır’ın Libya’ya yönelik askeri müdahalede bulunabilmesi için Libya’dan Mısır’a yönelik bir saldırının vuku bulması gerekmektedir. Böyle bir durum ise söz konusu bile değildir. Mısır-Libya sınırı yani Libya’nın doğusu Hafter güçlerinin denetimi altındadır. UMH güçlerinin Mısır sınırını geçerek sınır ihlali yapması gibi bir sorun olması zaten mümkün değildir. Dolayısıyla Mısır’ın Libya’ya yönelik sınır ötesi bir operasyona kalkışması uluslararası hukuka uygun değildir. Meşru UMH’nin Mısır kuvvetlerini Libya’ya davet etmesi gibi bir talebi de bulunmamaktadır. UMH, Sisi’nin Libya hakkındaki açıklamasını şiddetle kınadığına göre, hukuken uygun olmayan, meşruiyet taşımayan bir durum söz konusudur.

Bu arada Etiyopya, Nil Nehri üzerinde inşa ettiği barajı doldurmak üzere önümüzdeki günlerde su tutmaya başlayacak ve Nil’den Sudan’a %50 su bırakacaktır. Barajın 7 veya 9 yıl civarında dolacağı tahmin edilmektedir. Mısır’ın Nil’e bağlı olan yaşamı bu durumdan etkilenecek kötü olan ekonomi nedeniyle Mısır halkındaki hoşnutsuzluk daha da artacaktır. Aldığı borç, hibe ve kredileri hazır silah alımlarına ve dönüşü olmayan gereksiz yatırımlara sarf eden emperyalizmin kuklası Sisi’yi zor günler beklemekte. Bir taraftan Etiyopya’ya bir taraftan Türkiye ve Libya’daki UMH’ne sataşarak dikkatleri dışarıya çekip başarısız yönetimini maskelemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla etkisiz bir eleman konumunda olan Mısır’ın lideri Sisi’nin bir delilik yapıp ordusunu ve ülkesini maceraya sürüklemesi halinde Mısır’ın daha da zor duruma düşüp bu diktatör ve yönetiminin son bulmasına bile yol açabileceği değerlendirilmektedir.

Türkiye ile Libya UMH arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ile askeri işbirliği ve eğitim anlaşmasının hayat geçmesinden sonra Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme ihtimaline ilk başlarda Fransa, Almanya ile birlikte karşı çıkan ve görüş bildiren İtalya zaman içinde bu kararından uzaklaşmıştır.

5- İSRAİL ve SURİYE: Rusya ile İsrail arasında örtülü bir anlaşma olduğu bilinmektedir. Rusya’daki Yahudi lobisi ve oligarklar bu işbirliğini her iki tarafta da desteklemektedirler. Bu zımni işbirliğinin pratikte yansımalarını biz İsrail Hava Kuvvetleri’nin Suriye hava sahasına girip Hizbullah milislerini ve İran Devrim Muhafızlarının yurt dışı uzantısı Kudüs Gücü’ne ait karargahları bombalamasına Rus S-300 ve S-400 hava savunma füzelerinin kitlenmemesi ve ateşlenmemesinden anlıyoruz. Mevcut durum itibariyle Suriye Ordusuna geçiş yapan Şii Milisler ve Wagner tarafından Libya’ya taşınan milisler haricinde İran’ın denetimindeki milislere Rusya’nın Suriye sahasında artık bir ihtiyacı bulunmamaktadır. Bu nedenle Şii Hilali projesinin önlenmesi ve bölgedeki İran etkinliğinin kırılması amacıyla Lübnan’dan Irak’a kadar olan bütün bölgeden dışlanmak istenmektedir.

Son zamanlarda İran’a daha fazla yaslanan Esad’ın da yolun sonuna geldiği söylenmektedir. Ekonomik krizden çıkamayan, yolsuzlukların ayyuka çıktığı ülkede tekrar protesto gösterileri başlamıştır. Rusya’nın da Esad’dan memnun olmadığı Rusya’da ki politik çevrelerde ve Rus basınında çok sık dile getirilmektedir. Suriye savaşı sonrası Suriye’nin imarı için bir araya gelen ülkeler taahhüt ettikleri yardım miktarını Esad’ın, yakın çevresinin ve yönetiminde yer alanların ülkenin başından ayrılması şartına bağladıkları da bilinmektedir. Ailesi ve yakın çevresi ile birlikte gidebileceği bir yer bakıldığı gibi söylentilerin doğru olması halinde Esad için sonun başlangıcına gelindiğini söyleyebiliriz. Bu arada son zamanlarda 150 civarında İran firmasının Suriye’de yatırım yapmak üzere kredi bulup Suriyeli firmalarla anlaşmalar imzaladığı bilinmektedir. Ancak ABD’nin çıkardığı SEZAR Yasası, Esad yönetimi ile işbirliği yapan firmalara yaptırım getirmektedir. Bu yasa nedeniyle başta İran olmak üzere Rusya ve diğer ülkelerin zarar görecekleri açıktır. Özellikle son derece sıkıntılı bir ekonomik süreçten geçen İran için sonuçların daha da kötü olacağı beklenmektedir

6- İTALYA: Doğu Akdeniz Hidro Karbon kaynaklarının çıkarılması konusunda başlangıçta Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın başını çektiği grupla birlikte hareket eden İtalya, Türkiye’nin, kendi tezlerinin arkasında kararlılıkla durması, ne pahasına olursa olsun hak ve hukukunu koruyacağını ilan etmesi, kendi münhasır ekonomik bölgesine izinsiz giren sondaj ve araştırma gemilerini bölgeden uzaklaştıracağını ilan edip aksine tutum sergileyenleri uzaklaştırması şeklindeki kararlı tutumunu gördükten sonra aktardığımız cepheden uzaklaşmıştır.

Libya’daki gelişmelerden kaynaklı olarak başta mülteci sorunu olmak üzere ticari ve ekonomik kayıpları da oldukça fazla olan İtalya, bu ülkede UMH’ni desteklemektedir. Türkiye ile Libya UMH arasında deniz yetki alanlarının sınır landırılması ile askeri işbirliği ve eğitim anlaşmasının hayat geçmesinden sonra Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme ihtimaline ilk başlarda Fransa, Almanya ile birlikte karşı çıkan ve görüş bildiren İtalya zaman içinde bu kararından uzaklaşmıştır.

Libya’da çatışmaların yoğunlaşması ve dış müdahalelerin artması sonucu güneyden Rusya ile komşu olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması üzerine İtalya, bölge politikalarını gözden geçirip Türkiye’ye yakın bir siyaset izlemeye başlamıştır. Bu politika değişikliğinin ilk meyvesi İtalyan Başbakanı Conte’nin 2020 yılı başında Türkiye’yi ziyaret etmesi ile gerçekleşmeye başlamış ardından dışişleri bakanları düzeyinde sürekli görüş alışverişi devam etmiştir.

Hafter güçlerinin Trablus kuşatmasının kırılıp geri çekilmek zorunda bırakılmalarından sonra geri alınan bölgelerde yapılan mayın ve patlayıcı tuzaklamalarının temizlenmesi çalışmalarına İtalyan ordusunun mayın arama timlerini göndererek Türk askeri ile birlikte çalışarak katkı sağlaması bu arada Hafter güçlerinden geri alınan yerlerde bulunan toplu mezarlardaki katliamlara şahitlik etmeleri uluslararası alanda kamuoyunun dikkatinin daha fazla çekilmesine BAE, Rusya, Fransa gibi başat ülkelerin Libya’daki katliamların destekçisi olarak görülerek prestij kaybına uğramalarına neden olmuştur.

İtalya’nın Adriyatik’te Yunanistan ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması Türkiye’nin Ege Denizinde Yunanistan’a karşı ileri sürdüğü tezlerin İtalya karşısında kabulü anlamına gelmekte olup Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini güçlendirmektedir.

İtalya’nın Libya ve Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’nin tezlerine yakınlaşması NATO ve AB çevrelerinde Türkiye’nin elini güçlendirmekte olup Libya’da birlikte hareket eden Fransa, Rusya, BAE, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Suudi Arabistan, Suriye, İsrail gibi ülkelerin karşısında yalnız olmadığını göstermiştir.

7- ABD: Ortadoğu’da Amerika Birleşik Devletleri’nin destek verdiği İsrail’in genişleme ve Kudüs’ü ilhak politikasına şiddetle karşı çıkan Türkiye, sonraki dönemde bu ülkenin Irak ve Suriye’deki politikalarına da karşı durmuş, ABD’nin Suriye’deki ve Kuzey Irak’taki politikalarının bozulmasına veya değişmesine neden olmuştur. Özellikle 15 Temmuz darbesinden sonra FETÖ’cülerin devletten tasfiye edilmesi ile devletin içindeki karar mekanizmalarının aldığı çok gizli bilgilerin dışarı sızmasının önüne geçilmiş, siyasi karar mercilerini yanıltıcı ve yanlış değerlendirmeler içeren raporlar sunularak hatalı kararlar alınmasına neden olan faaliyetlerden de arınan Türkiye kendi milli politikalarını ve menfaatlerini koruyup kollama ve savunmaya başlamıştır. Başlangıçta Doğu Akdeniz’deki Hidro-Karbon kaynaklarının çıkartılması hususunda Türkiye’yi dışlayarak bir araya gelen şer cephesinin yanında yer alan Washington yönetimi, oldu bittiye razı olmayan Türkiye’nin kararlı tutumu ve öne
sürdüğü hukuki gerekçelerin uluslararası hukukla uyumlu olması, dünya jeopolitiğinde Asya Pasifik’in daha fazla öne çıkması, Rusya’nın Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya yönelik politikalarını beklenenden daha öteye taşması, İran’ın Şii Hilali politikası sonucu nüfuz alanını genişletmesi, bunu gerçekleştirirken devlet dışı silahlı aktörleri dünyanın her yerinde kullanabilecek yeteneğe kavuşması gibi nedenlerle Türkiye’yi fazlaca yalnız bırakmanın kendi menfaatleri bakımından iyi bir gelişme olmadığını fark etmeye başladı.

Rusya’nın Suriye’den sonra özellikle Libya’da bayrak göstererek kendine alan açması ve bir yandan NATO ve Avrupa’yı güneyden kuşatırken öbür yandan Süveyş Kanalı ve Akdeniz deniz ticaretini kontrol ederken Mısır’da ve Körfez ülkeleri nezdinde her geçen gün nüfuzunu artırması, Afrika’ya yönelik planlamalarında Libya’yı bir mihenk taşı olarak görmesi, Amerika’yı ziyadesiyle rahatsız etti. Bu rahatsızlığın ilk dışa vurumu AFRİCOM Komutanlığı’nın, Suriye’de boyanarak Libya alanına gönderilen 14 adet MİG-29 ve SU-24 uçakları hakkında kamuoyuna açıklama yapması ile oldu. Ardından yine Suriye’den Rus kargo uçakları ile Pantsir Hava Savunma sistemleri ve silah-mühimmatın yanı sıra milis takviyesinin izlendiği açıklandı ve Rusya’nın Libya’da üs ve benzeri askeri faaliyetlerinin kabul edilemeyeceği belirtildi. Aynı açıklama NATO tarafından da paylaşıldı. Bu arada Malta Operasyonu ile Tobruk’daki isyancı güçler adına Rusya’da basılan 1.1 milyar dolar değerindeki Libya Dinarına el konuldu ve konu basına sızdırıldı.

Rusya’nın meşru olmayan darbeci Hafter’i desteklemesi imajını olumsuz etkileyeceği gibi uluslararası ortamda elini zayıflatmaya devam edecektir.

Diğer taraftan bütün bu gelişmeler, özellikle Libya’da Rusya ve desteklediği güçlere karşı verdiği mücadele Türkiye’nin Libya politikasında elini güçlendirdiği gibi uluslararası prestijini ve güvenilirliğini de olumlu yönde artırmıştır.

8- İNGİLTERE: İngiltere, Libya konusunda Fransa gibi Hafter yanlısı bir tutum izlememekte, BM tarafından meşru kabul edilen UMH’ne zaman zaman alçak perdeden de olsa destek açıklamalarında bulunmaktadır. İngiltere’nin Libya sorununa gereken ilgiyi göstermemesinin altında yatan sebeplerden biri düşük ekonomik ilişkiler diğeri Libya kaynaklı mültecilerden etkilenmemesidir. Bir diğer önemli etken ise Brexit sürecinde istikrarlı bir hükümet kurulamaması sık hükümet başkanı ve bakan değişikliği nedeniyle belli bir politikanın takip edilememiş olması ve ABD’nin Libya’ya yönelik politikasını netleştirmesini beklediği gibi gerekçeleri sayabiliriz.

Diğer taraftan son zamanlarda Rusya’nın kargo uçakları ile Libya’ya silah ve mühimmat göndermesi, uçak, hava savunma sistemleri ve paralı milis takviyesi yapması sonrası daha görünür hale gelmesi İngiltere’nin politik tavrında Rusya ve işbirliği yaptığı ülkelere karşı tutum almasına neden oldu ve UMH’ne desteğini yineledi.

Ancak yine de İngiltere’nin nötr kalma gayretleri dikkat çekici. Bunda başkaca bir neden olabilir mi diye sorguladığımızda BAE’lerinin Anglo-Sakson bir yapı tarafından kurulduğunu, başta Abu Dabi olmak üzere emirliklerin başındaki ailelerin zamanında İngiltere’nin desteğinde ayakta kalabildiklerini ve aile fertlerinin İngiltere’deki özel kolejlerde yetiştirildiklerini de akıldan çıkarmamamız gerekmektedir. Burada dikkat etmemiz gereken husus Kraliçe ile Başbakanlık (Parlamento hükümeti) arasındaki politik yaklaşım farklılığıdır. Rotschild’lerin Fransa, İngiltere, Almanya ile diğer bazı Avrupa ülkeleri ve Rusya’da ne kadar güçlü olduklarını gözönüne aldığımızda Libya konusunda Kraliçenin ve Başbakanın farklı düşünmelerinden kaynaklı bir nötr duruşun da muhtemel olabileceği değerlendirilmektedir.

9- ALMANYA: Başlangıçta ‘Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölge tezlerini destekleyerek bölgedeki hidro-karbon kaynaklarından bu ülkeler vasıtasıyla yararlanabilirim’ anlayışı çerçevesinde pozisyon alan Almanya, Türkiye’nin haklı itirazlarına karşı tutum geliştiren açıklamalarda bulunmuştu. Libya UMH ile Türkiye’nin yaptığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması ile askeri eğitim ve iş birliği anlaşmasına da bu perspektiften bakarak Türkiye’nin Libya’ya askeri destek vermesine karşı çıkmıştı. Ancak, Rusya’nın Libya’da daha görünür hale gelmesi NATO ve Avrupa’nın güneyden kuşatılması ihtimali ile birlikte Almanya’nın Türkiye’ye karşı tutumunda da bir yumuşamaya neden oldu, Türkiye’nin Libya’da dengeleri yeniden sağlayacak ve Rusya’yı sınırlandırarak, hatta Libya’dan uzaklaştırabilecek bir güç olarak görmeye başladı. Bu nedenle hem Rusya’ya hem Hafter’e karşı olumsuz bir tutum değişikliğinin işaretlerini vermeye başladı.

Diğer Avrupa ülkelerinden özellikle Rusya’ya mücavir Doğu Avrupa ülkeleri, Almanya’nın ve Amerika’nın tavrını gözlemekle birlikte Rusya’ya karşı olan geleneksel tutumlarından ötürü Türkiye’nin politikasına yakın bir pozisyonda durmaktalar.

10- TÜRKİYE: Türkiye’nin UMH hükümeti ve başkanı Serrac’ın daveti üzerine Libya’ya gitmesinin arka planında sadece Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması’nın imzalanması değil aynı zamanda tarihi, kültürel, ekonomik ve askeri gerekçeler de bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkler bugünkü adıyla Libya’yı 1551 tarihinde Malta Şövalyelerinden Trablusgarp’ı alarak fethetmiştir. Trablusgarp, Bingazi ve Fizan bölgelerinden oluşan Libya’yı Trablusgarp Beylerbeyliği altında birleştirmiştir.

(…) günümüzde de çok sayıda Türk bu ülkede yaşamaktadır. Sultan’a hizmet edenlerin oğulları anlamına gelen ve “Kuloğlu” olarak adlandırılan Türkler, Trablus, Homs, Misrata, Misellata, Tacure, Zanzur, Zaviye ve Zılıteyn şehirlerinde yaşamaktadır. Bugün, 6.680.000 civarında bir nüfusa sahip olan Libya’da 1.5 milyona yakın Kuloğlu Türk’ü yaşadığı belirtilmektedir.

Osmanlı’da Kuzey Afrika Eyaletleri Garp Ocakları olarak anılmaktaydı. Garp Ocakları, Yeniçeri Ocağından çıkan ve “DAYI” adı verilen idareciler tarafından yönetilirdi. Cezayir, Tunus ve Trablusgarp, Osmanlı Devleti’nden kopmamakla birlikte imparatorluğun özerk bölgeleri gibi idare edilmişler, Osmanlı’nın son dönemlerinde ise doğrudan merkeze bağlanmışlardı. Bu bağ nedeniyle günümüzde de çok sayıda Türk bu ülkede yaşamaktadır. Sultan’a hizmet edenlerin oğulları anlamına gelen ve “Kuloğlu” olarak adlandırılan Türkler, Trablus, Homs, Misrata, Misellata, Tacure, Zanzur, Zaviye ve Zılıteyn şehirlerinde yaşamaktadır.

Bugün, 6.680.000 civarında bir nüfusa sahip olan Libya’da 1.5 milyona yakın Kuloğlu Türk’ü yaşadığı belirtilmektedir. Ülkede bulunan 13 aşiret kendilerini Kuloğlu olarak tanımlamaktadır. Mısır’ın fethedilmesinden sonra Akdeniz’de varlık göstermeye başlayan Türk denizciler, Kuzey Afrika kıyıları boyunca Mağrip ülkelerine yerleşmişlerdir.. Bu denizci Türk gençleri Osmanlılar tarafından öncelikle Antalya, Aydın, İzmir, Manisa, Muğla, gibi şehirlerden gönderildiler ve Arap, Berberi ve Endülüs asıllı kadınlarla evlenerek, Libya, Cezayir ve Tunus’ta kök saldılar. Bu evliliklerden doğan nesle batılı kaynaklarda “Yeni Türk”, doğulu Kaynaklarda “Kuloğlu” denildi. Garp Ocakları olarak adlandırılan Mağrip ülkelerindeki Osmanlı askeri varlığının büyük çoğunluğu Kuloğullarından oluşmuştur. Trablusgarp’ta uzun yıllar hakimiyet sağlayan Karamanlı ailesi de Türk asıllı olmakla birlikte Kuloğullarına mensuptu. Köroğlu adlandırması ise Kuloğlu kelimesinin Arapça versiyonudur. Libya’da Başağa, Baş-İmam, Giritli, İzmirli, Topçu, Türki, Yorgancı gibi soyadları Libyalılar arasında yaygın olarak kullanılmaktadır.

UMH Başkanı Fayiz Mustafa es-Serrac, aslen Manisalı bir Kuloğlu olarak bilinmektedir. Babası Mustafa es-Serrac 1954 yılında Türkiye’yi ziyaret ederek Manisa’daki akrabaları ile bir araya gelmiştir. UMH’nin İçişleri Bakanı Fathi Başağa’da Türk asıllı bir diğer Kuloğlu’dur. Libya’nın İtalyanlardan bağımsızlık savaşında Kuloğulları önemli rol oynamıştır.

Kral İdris döneminde de Türkiye’den giden birçok idareci Libya devletinde görev almıştır. Ünlü tarihçi Orhan Koloğlu’nun babası emekli vali Sadullah Koloğlu, Libya’da Başbakan olarak görevlendirilmiştir. Ordu ve Hariciye teşkilatları da Türkiye’den giden kadrolar tarafından oluşturulmuştur.

Kısaca temas ettiğimiz ancak çok zengin bir tarihi ve kültürel birlikteliği görmeden “ne işimiz var Libya’da” diyenler, bu gerçekleri gözardı etmektedirler.

TÜRKİYE-LİBYA EKONOMİK-ASKERİ İLİŞKİLERİ

Türkiye’nin Libya ile ekonomik ilişkileri ise; Kaddafi dönemi Libya’sında müteahhitlik hizmetlerinden her türlü gıda ve sanayi ürünlerini kapsayan çok çeşitlilik arz etmekte idi. Ayrıca 180 milyon doları aşan yatırımı bulunan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) petrol arama çalışmalarına başlaması 2000’li yılların başına denk gelmektedir. Çölün derinliklerinde petrol bulan TPAO iç savaş ve çatışmalar nedeniyle bunları işletmeye geçemeden, 2014 yılında faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. TPAO, aralarında Sirte ve Murzuk’un da bulunduğu Petrol Hilali denen coğrafyada Libya ile ortak enerji projeleri geliştirerek faaliyete geçmeyi planlamaktadır.

Askeri ilişkileri ise Kral İdris zamanında başlamış, sonrasında Kaddafi döneminde de devam etmiştir. Son dönemde hepimizin bildiği üzere Trablusgarp’ın Hafter güçlerince kuşatılması sonrası UMH Başkanı Fayiz es Serrac’ın Türkiye’yi ziyaret ederek yardım talebinde bulunması ve sonrasında Türkiye-Libya Askeri Eğitim ve İşbirliği anlaşmasının imzalanması ile bugünlere gelinmiştir.

KARŞILIKLI BEKLENTİLER NELER?

Yukarıda kısaca bahsettiğimiz tarihi, kültürel derinlik ve zenginlik iki ülkenin müşterek bir medeniyet içerisinde yüzlerce yıl aynı amacı, aynı kaderi paylaşmasıyla oluşmuştur. Birbiri ile evlenerek akrabalık kurmuş birbirine et ve tırnak gibi eklemlenmiş iki halkın ayrılığı devletlerin hayatında uzun sayılmayacak bir süre sonunda tekrar fabrika ayarlarına dönerek geçmişi hatırlayıp uzakları yakın edip akrabaların tekrar kavuşmaları gibi kader birliğini yeniden tesis etmeleridir.

Türkiye’nin Libya’da geçmişten devam eden yatırımları mevcuttur. Yarım kalan yatırımların tekrar ikmal edilerek faaliyete geçirilmesi, iç savaşta zarar gören alt yapının Türk firmaları tarafından süratle yenilenip hayata geçirilmesi ve bu suretle Libya’nın tekrar imarında Türk firmalarının yer alması, ekonomik faaliyetlerde Türk firmalarına öncelik tanınması, TPAO’ya verilen petrol arama ruhsatı sonucu 2014 yılı itibariyle TPAO’nun bulduğu petrol yataklarından petrol çıkarma faaliyetlerine devam etmesi, kültürel işbirliğinin daha ileri götürülmesi, askeri, güvenlik ve istihbarat işbirliklerinin genişletilerek ilerletilmesi ve en önemlisi Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasına sadık kalınması Türkiye’nin beklentileridir.

Libya’nın beklentisi ise; yaşadığı kaos ve iç çatışmalar nedeniyle dost ve müttefik bulmakta sıkıntıyı giderebileceği gerçek bir dost ve müttefik arayışıdır. Özellikle hemen doğu sınırında yer alan Mısır’ın bir taşeron rolü üstlenerek Libya iç savaşında darbeci Hafter’i desteklemesi, aynı dine mensup Körfez ülkelerinin Rus Wagner şirketi gibi yabancı özel askeri şirketleri ve yabancı paralı milisleri finanse edip Libya’ya taşıyarak iç çatışmaları körüklemeleri, kan dökülmesine ve katliam yapılmasına seyirci kalmaları, Rusya’nın çıkar ve menfaat için, askeri üs kurmak için katliam dahil her türlü yöntemi mubah kabul ederek hareket ettiği görülmüştür.

Komşuları Tunus ve Cezayir’in Libya’da yapılanlara çekinceyle yaklaşıp kayıtsız kalmaları, uzun yıllar ticari ve kültürel ilişkide bulunduğu batılı ülkelerden özellikle İtalya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkelerin sadece çıkar ve menfaatlerini düşünerek iç çatışmada darbeci Hafter’e destek vermeleri Libya halkında derin bir travma yaratmıştır. Bu nedenle gerçekten zor zamanda yanında olacak ve güvenebileceği bir ülkeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ülke ise geçmişten günümüze menfaatten önce hak ve adaleti öncelleyen Türkiye’dir

Libya’nın bağımsızlığını kazanmasından sonraki yıllarda Kral İdris döneminde de Türkiye’den giden birçok idareci Libya devletinde görev almıştır. Ünlü tarihçi Orhan Koloğlu’nun babası emekli vali Sadullah Koloğlu, Libya’da Başbakan olarak görevlendirilmiştir. Ordu ve Hariciye teşkilatları da Türkiye’den giden kadrolar tarafından oluşturulmuştur.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close