BOP, Arap Baharı ve Doğu Akdeniz: Çok taraflılık, Libya ve Türkiye
Türkiye, Doğu Akdeniz’in en önemli ülkesidir. Bu yüzden Doğu Akdeniz, Türkiye’nin güvenliği için de vazgeçilmez öneme sahiptir. Ne yazık ki son yıllara kadar Akdeniz kimliğini ihmal etmiş, tarihin kendisine verdiği bu imkândan gereği gibi yararlanamamıştır. Türkiye, Akdeniz ile olan yakın bağını, kimlik ilişkisini de ortaya koyarak savunmalı, Doğu Akdeniz’de egemen bir güç haline gelmeye çalışmalı ve bunu tüm mekanizmaları/dinamikleri ile ortaya koymalıdır. Bu savunma, gerek Suriye gerek Libya gerek başka bir ülkede olsa bile zaruridir. Türkiye’nin Libya ve Suriye’deki mücadelesi sadece Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yatakları için değildir. Türkiye’mizden çalınmak istenen bir bölgenin savaşıdır!
Dünyamız ve insanlık, hem 20. yüzyılda iki cihan harbinin acılarını ve kayıplarını iliklerine kadar yaşadığı için hem de Soğuk Savaş dönemi ve birçok gelişme/sonuçtan dolayı 21. yüzyıla umut, barış ve huzur temennisiyle giriyordu. Dünya iki binli yıllara da sıkıntı ve kargaşalarla girdi. İki binli yılların başında ABD’de ‘11 Eylül Uluslararası Terörizm’ olayı patlak verdi. Aslında bu Fukuyama’nın ünlü ‘Tarihin Sonu’ tezini mi yansıtıyordu? Yoksa arkasından gelecek olanları mı? Yıllar ve zaman ilerledikçe bunu kestirmek veya öngörmek zor değildi, çünkü arkasından gelişecek olaylar/olgular 11 Eylül sonrası planlananlardı. Yani ‘İkiz Kuleleri’ yapan rasyonalite ile ‘İkiz Kuleleri’ yıkan rasyonalite aynıydı. Ezcümle; Pentagon’un, etrafında bir sinek bile uçarken haberleri olacak ancak nedense uçağın ne kadar hızla nereye çarptığı zaman ne olacağını, nasıl bir sonuç doğuracağını bilmeyecek!
Türkiye Cumhuriyeti köklü devlet geleneğiyle 21. Yüzyılın hem bölgesel aktörü hem de küresel güçlerindendir. 20. yüzyıldan kalma, sadece içine dönük sorunlar yumağında gel-git döngüleri yaşayan bir Türkiye artık yoktur. Türkiye’nin eski günlerine, yani sadece iç politikasıyla uğraşmasını kendi sınırları dışında ki oldubittilerine göz yummasını isteyenler muhakkak ki olacaktır.
Bütün bunlara gülünç diyorum. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Arap Baharı ve Doğu Akdeniz bunların hiçbiri ‘11 Eylül’de yaşananlardan ayrı düşünülemez. Büyük devletlerin (Türkiye, ABD, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan vesaire) mekanizmaları ve dinamikleri farklı işlev ve amaçlar görür. Tek kutupluluğun değil artık çok kutupluluğun (taraflılığın) artış gösterdiği dünyamızda Türkiye’mizin Libya’da hala ne işi var diyenleri hayretle izliyorum. Devletin, ülkenin ve milletin sürekliliği açısından ‘güvenliğini’ çok uzaklardan sağlayacaksın, zira size ‘yaşam alanı’ bırakmazlar. Bu bir realitedir. ABD senatosu ve temsilciler meclisi 2004 yılında ‘Büyük Ortadoğu ve Orta Asya Kalkınma Kanunu’nu kabul etmişlerdi. Bu kanun kapsamında şu açıklamalar yapıldı:
• 11 Eylül terör saldırısı ABD dış politikası için bir dönüm noktasıdır.
• El-Kaide ve ona bağlı gruplar Ortadoğu ve Orta Asya başta olmak üzere tüm dünyada bir terörist ağ oluşturmuşlardır.
• Terörizmle savaş, Büyük Ortadoğu ve Orta Asya’yı kendi siyasi, ekonomik ve güvenlik dinamikleriyle birlikte stratejik bir bölge olarak ele almayı gerektirir.
• Büyük Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri ekonomik kalkınma ve siyasal özgürleşme alanında büyük engellerle karşı karşıyadırlar.
• Ekonomik ve siyasal gelişme ile terörizmle mücadele arasında sıkı ilişki vardır. Dolayısıyla ABD ve diğer gelişmiş ülkeler, “açık siyaset” ve “açık ekonomi” sistemleri arzulayan ve bu yolda gerekli reformları gerçekleştirmeye hazır olan Büyük Ortadoğu ve Orta Asya vatandaşlarını, hükümetlerini, partilerini ve sivil toplum kuruluşlarını desteklemelidirler.
• Güvenlik eksikliğinin giderilmesi ve küresel güvenliğin pekiştirilmesi maksadıyla NATO, stratejik odağını Büyük Ortadoğu ve Orta Asya bölgesine çevirmelidir.
• Büyük Ortadoğu ve Orta Asya bölgesi Arap Birliği’nin 22 ülkesini; Türkiye, İsrail, İran, Afganistan, Pakistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı kapsar.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE ‘MAVİ VATAN’ STRATEJİSİ
Nihayetinde BOP, kapitalist ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması sürecinin önemli bir parçasıdır. Ve bu proje ‘ABD ile Batı Avrupa’ aklının ürünü olarak tezahür etmiştir. Bu projenin hedefi ise belirtilen ülkelerde neo-liberal politikaları “hızlı, sorunsuz ve güvenli” biçimde uygulamaktır. Velev ki sadece ekonomik ve siyasal alanlarda değil aynı şekilde sosyo-kültürel alanlarda da etkinlik sağlanmak isteniyordu. Bunun devamı ise “Arap Baharı” olarak zuhur bulacak. Birden bire değil planlı bir şekilde dünyamızın odak noktası “Doğu Akdeniz” olacaktı. Aslında aşamalarla onların projeleri için çark dönüyordu, ne var ki unuttukları veya öngöremedikleri tek şey; Türkiye Cumhuriyeti ve onun “Mavi Vatan” stratejisiydi!
Ortadoğu ülkelerinin çoğunda mevcut otoriter rejimlere yönelik etkili halk isyanları 2010 ile 2011 yıllarında başladı. Bu isyanlar, akademisyenler, siyasetçiler ve medya tarafından genellikle “Arap Baharı” olarak isimlendirildi. Arap Baharı’nın, süreci “demokrasi, özgürlük, adalet ve refah” talebiyle ortaya atıldı ama ne yazık ki amaçlarına ulaşılmadığı gibi sözde kaldı. Bu sözlerin yerini iç savaşlar, kitlesel kırımlar, göçler ve binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Velev ki bunlara dış güçlerin doğrudan veya dolaylı askeri müdahaleleri eklendi. Böylelikle, müdahaleler ile Arap Baharı amacından ve çıkış ruhundan uzaklaştırıldı. Libya’da Kaddafi iktidarına karşı isyan 2011’de başladı ve kısa sürede ülke geneline yayılarak iç savaşa dönüştü. İç savaşın başında Kaddafi ordusu isyancılara üstünlük sağladı. İsyancıların Kaddafi’yi deviremeyeceklerini gören Batılı devletler (özellikle Fransa ve İtalya) isyancı gruplara askeri, istihbarat ve parasal destek verdiler. Ayrıca Batı’nın desteğiyle muhalifler tarafından bir Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) kuruldu. Bu konseyi ilk tanıyan devlet Fransa oldu. Batı’dan gelen askeri ve finansal destek Libya’daki silahlı muhalefeti iyice güçlendirdi. Ardından Fransa’nın önerisi ve ABD ile İngiltere’nin aktif desteğiyle Libya’ya yönelik NATO müdahalesi Mart 2011’de başlatıldı. NATO müdahalesi sonucunda 42 yıllık ‘Kaddafi’ dönemi bitirildi. Ve ne yazık ki Kaddafi linç edildiğinde tam olarak bilinmemekle birlikte takriben 30 bin Libyalı hayatını kaybetti.
BOP, kapitalist ekonomik sistemin yeniden yapılandırılması sürecinin önemli bir parçasıdır. Ve bu proje ‘ABD ile Batı Avrupa’ aklının ürünü olarak tezahür etmiştir. Bu projenin hedefi ise belirtilen ülkelerde neo-liberal politikaları “hızlı, sorunsuz ve güvenli” biçimde uygulamaktır. Sadece ekonomik ve siyasal alanlarda değil aynı şekilde sosyo-kültürel alanlarda da etkili olmak isteniyordu. Bunun devamı ise “Arap Baharı” olarak zuhur bulacak. Birden bire değil planlı bir şekilde dünyamızın odak noktası “Doğu Akdeniz” olacaktı.
DOĞU AKDENİZ VE TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ…
Doğu Akdeniz, jeopolitik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgeleri arasında yer almaktadır. Birçok medeniyetin doğuşuna ve batışına beşiklik eden Akdeniz bölgesi hem kara bağlantısı hem de deniz bağlantısı nedeniyle tarih boyunca egemen olunmak istenmiştir. Keza, bölgenin kıtalararası geçişe aracılık eden bir bölge olması, tarihi ve ticari yollar üzerinde yer alması beraberinde girift sorunları ya da büyük imkânların kapısını arayabilecek potansiyeli de getirmektedir. Ve özel olarak Doğu Akdeniz Bölgesi birçok özellikleri nedeniyle rekabetin yoğunlaştığı bölgelerin başında gelmektedir.
Bölgede enerji kaynakları (hidrokarbon) üzerinden yaşanan rekabet, günümüzün yeni çatışma alanlarından biridir. Bu rekabetin orta ve uzun vadede de devam edeceği aşikârdır. Bu rekabet İngiltere gibi aktörlerden başlayıp, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail, Yunanistan, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) gibi devletlere kadar bir dizi aktörün de içinde olduğu bir rekabettir.
Bu rekabet ekseninde küresel ve bölgesel aktörler Türkiye’yi bypass edecek politikalar izlerken, Türkiye oyunun dışında kalmamak adına çeşitli adımlar atmakta ve uluslararası hukuktan doğan haklarını her platformda dile getirmektedir.
Bu çerçevede Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı içerisinde “Barbaros Hayreddin Paşa, Fatih, Yavuz ve MTA Oruç Reis” adlı sondaj ve sismik araştırma gemileri ile petrol ve doğal gaz arama ve sondaj çalışmaları başlatması önemli ve stratejik bir hamledir.
Doğu Akdeniz, Türkiye açısından son derece kritik üç sorunsal alanı barındırmaktadır:
• Suriye’de yaşanan savaş ve çatışma ortamı ile şekillenen kriz ve bunun sonucunda Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında oluşturulmaya çalışılan bir terör koridoru riskinin varlığıdır. Ancak Türkiye, gerçekleştirmiş olduğu sınır ötesi operasyonlar ve stratejik hamleler ile ortaya çıkan bu riskleri önemli düzeyde azaltmayı başarmıştır.
• Türkiye’nin enerji alanında merkez ülke olma yolunda izlediği politikalar açısından Doğu Akdeniz’de yaşanan ihtilaflar ve gelişmelerin ciddi riskler taşımasıdır. Oluşan bu riskler karşısında Türkiye uluslararası hukuktan doğan haklarını savunmakta ve kendini bypass eden anlaşmalara karşı doğru zamanda doğru kartlarla çeşitli hamlelerle cevap vermektedir.
• Türkiye açısından Doğu Akdeniz, Kıbrıs sorunu bağlamında büyük önem arz etmektedir. KKTC’nin haklarını uluslararası arenada korumak Türkiye’nin öncelikleri arasındadır. Türkiye için Kıbrıs sorunu halen çözümsüz bir durumdadır ve yaşanan gelişmeler çözüm adına umut verici değildir.
Sonuç olarak, BOP ile başlayan süreç Arap Baharı’nın ardından hedefin Doğu Akdeniz olması tesadüf değil, gizli bir ajandanın ve ‘aklın’ uygulamasıdır. Eski milli takım hocası Mustafa Denizli’nin dilimize pelesenk olmuş “İçimizdeki İrlandalılar” sözleri geliyor aklıma. İlginç olan da dışarıdan çok içimizdekilerin “Türkiye’nin ne işi var Libya’da?” demeleri. Bunlar ya dünyamızın nereye evrildiğinin farkında değiller ya da etrafımızdaki jeopolitiğin farkında değiller/körelmişler.
ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Mısır, Yunanistan ve diğerleri ‘Doğu Akdeniz bizim gölümüzdür’ diyecek Türkiye susarak pısırık bir şekilde kenarına çekilecek öyle mi? Yok öyle bir dünya. Eğer bu konuda bir gaflete düşersek gün gelir artık elimizde ne Lefkoşa ne de Girne kalır. Bunun içindir ki, devletinin, ülkesinin ve milletinin “Milli Güvenliği” için Türkiye’nin Libya’da bulunması zaruridir. Sadece burada değil aynı şekilde Somali, Katar, Azerbaycan, Kosova, Bosna-Hersek, Suriye, Afganistan ve Irak’ta da bulunmalıdır. Yörünge dergisinde üç yıl önce yayımlanan “Değişimin ve Dönüşümün Aktörü: Türkiye” başlıklı makalemde bizzat şahsıma ait olan analizlerimde: “Türkiye Cumhuriyeti köklü devlet geleneğiyle 21. Yüzyılın hem bölgesel aktörü hem de küresel güçlerindendir. 20. yüzyıldan kalma, sadece içine dönük sorunlar yumağında gel-git döngüleri yaşayan bir Türkiye artık yoktur.
Türkiye’nin eski günlerine, yani sadece iç politikasıyla uğraşmasını kendi sınırları dışındaki oldubittilerine göz yummasını isteyenler muhakkak ki olacaktır. Ama bunu tasavvur edenler (ülkeler-devletler) kendi hezeyanları içerisinde kalacaklardır. Türkiye günümüz dünyasında köklü devlet geleneğini sürdüren birkaç ülkeden biridir. Türkiye’nin jeopolitik güvenlik algılaması; Bengal Körfezi’nden Sibirya Platosuna, Babülmendep Boğazından Gine Körfezine, Kuzey Afrika Sahrası’ndan Doğu Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyadır artık. Türkiye sınırları dışında ki gelişmelere duyarsız kalabilme veya göz yumabilme lüksüne sahip değildir.” demiştim ve hala da analizlerimin arkasında duruyorum. Uluslararası siyasette kimlik, önem kazanmakta ve Fukuyama’nın ifadesine göre, bölücü ve birleştirici bir etki yapabilmektedir.
Türkiye, Akdeniz kimliğini ihmal etmiş ve coğrafyanın, tarihin kendisine verdiği bu imkândan gereği gibi yararlanamamıştır. Türkiye’miz, Doğu Akdeniz’in en önemli ülkesidir. Velev ki KKTC’nin bağımsız bir ülke olarak mevcudiyeti, bu denizi Türkiye için hayati duruma getirmiştir. Doğu Akdeniz, Türkiye’nin güvenliği için de vazgeçilmez öneme sahiptir.
Türkiye’miz, Akdeniz ile olan yakın bağını, kimlik ilişkisini de ortaya koyarak savunmalıdır. Bu savunma gerek Suriye gerek Libya gerek başka bir ülkede olsa bile zaruridir. Türkiye’miz Doğu Akdeniz’de egemen bir güç haline gelmeye çalışmalı ve bunu tüm mekanizmaları/dinamikleri ile ortaya koymalıdır. Ezcümle; Türkiye’mizin Libya ve Suriye’deki mücadelesi sadece Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yatakları değil. Türkiye’mizden çalınmak istenen bir bölgenin savaşıdır!