ABD ve Arabistan Arasındaki Nükleer İşbirliği Görüşmeleri
Suudi Arabistan’ın nükleer enerji programına sahip olma politikalarının temelinde stratejik amaçları var. Suudi liderlerin bu konuda alacakları kararların da bu çerçevede siyasi kararlar olacağı aşikârdır. Suudi Arabistan’ın bölgesel düzeyde rakip olarak gördüğü İran rejiminin bölgedeki faaliyetlerinin kontrol altına alınmasını istediği ise bilinen bir gerçektir. Suudi yetkililer her fırsatta kendilerinin de İran’ın zenginleştirme kabiliyetine eş kabiliyete sahip olması gerektiğini dile getiriyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan arasında sivil alanda nükleer işbirliğine yönelik anlaşma görüşmeleri tekrar başladı. ABD Atom Enerjisi Yasası çerçevesinde sonuçlandırılması öngörülen ve kısaca “123 Anlaşması” olarak adlandırılan bu anlaşmanın neticelendirilmesi, şüphesiz nükleer alanda faaliyet gösteren Amerikan firmalarının Suudi nükleer piyasasına girmesine olanak sağlayacaktır. İki ülke arasında geçmişteki görüşmeler nükleer silah üretiminde kullanılabilecek kritik öneme sahip uranyumun zenginleştirilmesi ve plütonyumun işlenmesi konularında çıkmaza girmişti. ABD’nin anlaşmanın ön koşulu olarak bahsi geçen faaliyetlerin Suudiler tarafından yürütülmeyeceğine dair teminat istemesi, Suudilerin ise bu faaliyetleri barışçıl amaçlar için egemenlik hakları olarak görmeleri müzakerelerin sona ermesine neden olmuştu. ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve başlamasının ardından, nükleer enerji üretimi amacıyla nükleer endüstrisinin gelişimi konusunda 2000’lerden beri atılıma geçmek isteyen Suudi Arabistan ile işbirliği görüşmeleri yoğun tartışmalar eşliğinde tekrar başladı.
Suudilerin yürütmeyi planladıkları nükleer program ile ilgili kaygılar ise Suudi Arabistan’ın nükleer silah geliştirme kapasitesine sahip olma ihtimali çerçevesinde yoğunlaşıyor. Bu kaygı Suudilerin özellikle İran nükleer programına ilişkin verdikleri beyanlarla daha da güçleniyor. Suudi Arabistan’ın UAEA Ek Protokolüne ve CTBT ye taraf olmaması da bu ülkenin nükleer niyetleri ile ilgili kaygıları artırıyor.
ABD-Suriye nükleer işbirliği görüşmelerine ilişkin tartışmaları alevlendiren önemli bir gelişme ise, Şubat 2019 tarihinde Temsilciler Meclisi Gözetim ve Reform Komitesi tarafından Beyaz Saray içerisinde ismi açıklanmayan kaynakların sağladığı bilgilere ve çeşitli belgelere dayandırılarak hazırlanan ve ABD Başkanı Trump’ın Suudi Arabistan’a yasal çerçeve dışında hassas nükleer teknoloji transferi yapma planları olduğu iddia edilen rapor oldu. Raporun açıklanması ile eş zamanlı olarak ilgili Gözetim ve Reform Komitesi, bu konuya ilişkin olarak Trump Yönetimine soruşturma başlattığını duyurdu.
SUUDİ ARABİSTAN’IN NÜKLEER ENERJİ PLANLARI
Suudi Arabistan’ın nükleer enerjiye sahip olma planları söz konusu olduğunda uzmanlarca sıkça dile getirilen argüman, Suudilerin dünyada ikinci en büyük petrol rezervine ve oldukça zengin doğal gaz rezervine, aynı zamanda yüksek oranda güneş enerjisi potansiyeline sahip oldukları ve kabaca bu nedenlerle nükleer enerji reaktörlerine ihtiyaç duymayacaklarıdır. Bu reaktörlere sahip olma konusunda ise Suudi Arabistan birçok gerekçe öne sürmekte. Suudi Ulusal Atom Enerjisi Projesi kapsamında yaptıkları açıklamalarda bu gerekçeler arasında, artan enerji ihtiyacını nükleer enerji ile karşılama, fosil kaynaklara bağımlılığı azaltarak bu kaynakların ihracatı artırma ve deniz suyunu “tuzdan arındırma” işlemi (desalinasyon) için nükleer reaktörlerden faydalanma amaçları yer alıyor.
Suudilerin nükleer enerji programı geliştirme yolunda attıkları ilk adımın ise Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığı ile olduğu görülüyor. 2006 yılının Aralık ayında Konseyi üyesi altı devlet (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Umman), barışçıl nükleer enerji konusunda Konseyin çalışma yaptığını duyurdu. 2007 yılında gelindiğinde bu devletler, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile bölgesel nükleer güç ve “desalinasyon” programı için fizibilite çalışmalarında işbirliğine karar verdiler. Bu süreçte lider ülkelerden biri de Suudi Arabistan idi. 2009 yılında ise Suudi hükümeti kendi nükleer programına sahip olmayı değerlendirdiğini açıkladı. 2010 yılının Nisan ayında yayınlanan Krallık kararnamesinde, nükleer enerjinin geliştirilmesinin gerekçelerine detaylı bir şekilde yer verildi.
2010 yılında başkent Riyad’da kraliyet kararnamesi ile Atomik ve Yenilenebilir Enerji için Kral Abdullah Merkezi (King Abdullah City for Atomic and Renewable Energy [KA-CARE]), nükleer güç gelişimi ve ülkenin su ihtiyacının karşılanması ile araştırmalarda önemli bir merkez olarak kuruldu. 2011 yılında KA-CARE’nin bilimsel işbirliği koordinatörü, ülkesinin enerji ihtiyacının yüzde 20’sini karşılayacak kapasitede, 80 milyar dolar maliyetli 16 nükleer reaktörü önlerindeki 20 yıl içerisinde inşa etme hedeflerini açıkladı. Bu niyetle birçok ülke ile nükleer işbirliği anlaşmaları imzalayan Suudi Arabistan, 2015 yılına gelindiğinde 20 yıl olarak belirlediği hedef tarihini 2040 yılı olarak güncellediğini duyurdu.
Devamı M5 Dergisi Mayıs 2019 Sayısında…