Hava savunma şemsiyesi, iç içe geçmiş katmanlardan oluşan; kurgulanması, kurulması ve idamesi oldukça karışık bir sistemler sistemi olarak nitelendirilebilir. Hava savunmasının ve özellikle erken ihbar sistemlerinin dönüşümünü anlayabilmek için öncelikle hava tehditlerinin dönüşümü ve güncel hava tehditlerinin başlıca özelliklerinin incelenmesi gerekmektedir.
Sıcak hava balonlarının 19. yüzyılın ortalarında keşif ve gözetleme maksadıyla kullanılmaya başlamaları; hasım devlet ordularının bu balonların faaliyetlerini engelleme ihtiyacı ile birlikte hava savunma kavramının temellerinin atılmasına neden olmuştur. 1903’te havadan ağır bir araç ile insanlı ilk uçuşun gerçekleştirilmesinden çok kısa bir süre sonra da 1911 Trablusgarp Savaşı’nda uçaklar harp sahasında görev almaya başlamıştır. Başlangıçta, aynı sıcak hava balonları gibi keşif, gözetleme ve topçu atış tanzimi görevleri için kullanılan uçaklar, kısa süre sonra bombardıman maksadıyla da kullanılmıştır. Bu gelişme, uçaklar ile onları engellemeye yönelik olarak uçaksavar teknik, taktik ve silahları için de bir arayışı tetiklemiştir.
Birinci Dünya Savaşı boyunca uçaksavarlar büyük ölçüde tadil edilmiş makinalı tüfekler ile sahra toplarından oluşmaktayken; uçakların uçuş irtifa ve süratlerinin artması; manevra kabiliyetlerinin gelişmesi ve çok sayıda uçağın aynı anda görev yaptığı durumların artması; hava savunması ihtiyaçlarına yönelik olarak özel tasarlanan uçaksavar top ve mermilerinin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. İki savaş arası dönem ve nihayetinde İkinci Dünya Savaşı, bu alanda devrimsel pek çok teknolojik gelişmeye sahne olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar görsel ve akustik tekniklerle sınırlı kalmış olan erken ihbar ve ikaz kabiliyeti, yeni geliştirilen radar cihazı ile deyim yerindeyse çağ atlamıştır. Yakın formasyonda uçan çok sayıda uçağın uzak mesafelerden tespiti, dolayısıyla av-önleme uçaklarının ihtiyaç duyduğu alarm süresi mümkün hale gelmiştir. 1940 yılında cereyan eden Britanya Muharebesi bu bakımdan özel bir örnektir.
Ancak savaşın sonlarına doğru Almanya’nın geliştirip hızla kullanıma aldığı V-1 seyir ve V-2 balistik füzeleri, yeni tipte hava tehditleri olarak sahneye çıkmıştır. Bu füzelerden özellikle V-2, yüksek sürati nedeniyle erken ihbar ve ikazı neredeyse imkânsız kılmış; şehirlerde yarattığı kıyım ve yıkım ile ciddi bir psikolojik silah olarak korku salmıştır. Bu füzelerin sabit tesis niteliğindeki ateşleme üslerinin tespiti ele geçirilmesi ya da imhası; etkili bir mücadele şekli olmuştur. Sabit bir rota üzerinde görece düşük hızda ve bir uçak gibi uçan V-1 füzelerinin ise vurulmaları nispeten daha kolay olmuştur.
Soğuk Savaş döneminde teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, yüksek irtifadan uçan uzun menzilli bombardıman uçakları, balistik füzeler, yüksek performanslı jet savaş uçakları, seyir füzeleri ve en nihayetinde radarda düşük görünürlük (“stealth”) kabiliyetine sahip bombardıman uçaklarının kullanıma girişi, bu sistemleri tespit edecek ve onları önleyecek savunma araçlarının gelişimine yön vermiştir. Dolayısıyla günümüzde hava savunması, çok farklı tehditlere karşı kurulması ve güncel tutulması gereken bir şemsiye niteliğindedir.
Hava savunmasının ve dolayısıyla hava savunma sistemlerinin önemini stratejik boyuta taşıyan en önemli unsur, şehirlerin, endüstri bölgelerinin, altyapı tesislerinin ve cephe hattı derinliğindeki askeri unsurların da hava taarruzlarının hedefi haline gelmesidir.
Birinci Dünya Savaşı’nda uçakların öncelikli hedefi, savaş alanındaki düşman birlikler idi. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte şehirler ve sanayi tesisleri yoğun bombardımanların hedefi olmuştur. Teknolojinin gelişmesi ile gerçekleşen bu dönüşüm, modern harp sahasının meydanlardan taşarak taraf ülkelerin tamamını kapsayacak şekilde genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla yalnızca ön saflarda, cephe hattında savaşan birliklerin değil, o birlikleri destekleyen ikmâl hatlarının ve ülkenin ekonomik ve sınai altyapısının da hava taarruzlarına karşı korunması ihtiyacı doğmuştur. Bu noktadan hareketle, hava savunma sistemleri muharip birliklerin birer unsuru olmakla kalmayıp, stratejik öneme sahip tesis, yerleşke ve bölgeleri de koruyan birer araç olarak şekillenmeye başlamıştır. Bu özelliği itibariyle de hava savunma şemsiyesi, iç içe geçmiş katmanlardan oluşan; kurgulanması, kurulması ve idamesi oldukça karışık bir sistemler sistemi olarak nitelendirilebilir.
Hava savunmasının ve özellikle erken ihbar sistemlerinin dönüşümünü anlayabilmek için öncelikle hava tehditlerinin dönüşümü ve güncel hava tehditlerinin başlıca özelliklerinin incelenmesi gerekmektedir. Zira tehditte nitelik ve nicelik bakımından özellikle yakın geçmişte büyük bir büyüme gözlenmektedir. Bu değişim ve dönüşüm, hava savunma erken ihbar, komuta kontrol ve silah sistemlerinin de kabiliyet bakımından farklı niteliklerde geliştirilmeleri; dolayısıyla birbirleriyle uyum içinde çalışan bir organizma olarak ele alınmaları zorunluluğunu doğurmuştur.
Hava tehditlerini, dolayısıyla hava araçlarını çok çeşitli kıstaslara göre gruplandırmak mümkündür. Hava tehdidinin nitelikleri bakımından en yaygın kabul gören yöntem, uçuş şekillerine göre sınıflandırmadır. Buna göre hava tehditleri, balistik füze ve roketler; hipersonik silahlar, seyir füzeleri, sabit ve döner kanatlı uçaklar ile insansız hava araçları olarak gruplandırılabilir. Bu kategorilerden seyir füzeleri, uçak ve helikopterler ile insansız hava araçları, “hava soluyan” (“air breathing”) hedefler olarak nitelendirilmektedir; zira bu araçların ekserisinin motorları havanın yakıt ile yakılması esasına göre çalışmaktadır.
BALİSTİK FÜZELER
Balistik füzeler, fırlatılmalarından itibaren aerodinamik kuvvetlerin etkisinde balistik bir yörünge izleyerek hedeflerine ulaşan mühimmatlardır. Fırlatma (“boost”) aşamasında dik ya da dike yakın açı ile fırlatılan balistik füzeler, uçuşlarının bu evresinde yakıtlarını tamamen harcarlar. Ortayol (“midcourse”) evresinde, ulaştıkları sürat ve irtifayı kullanarak serbest uçuş gerçekleştirirler. Uçuşlarının son aşamasında (“terminal”) ise hedefe doğru dalışa geçerler.
Eğer balistik füzede yörünge düzeltme mekanizması mevcutsa, bu aşamada hedefi daha yüksek isabetle vurmak için bazı ilave manevralar yapılır. Balistik füzeler yere dike yakın açıyla dalış yaptıkları için bu aşamada kinetik enerjileri son derece yüksek olmaktadır.
Hipersonik terimi, sesten beş kat ve daha yüksek süratlerde uçuşu tanımlar. Hipersonik süratlere ulaşabilmek ve bu süratlerde uçabilmek için klasik aerodinamikten çok daha farklı gövde ve kanat tasarımı ile itki sistemleri gerekmektedir.
Balistik füzeler, menzilleri ve fırlatıldıkları platformlara göre çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir. Kabaca bir sınıflandırma aşağıda verilmiştir.
Balistik füzeler, başta uçuş nitelikleri olmak üzere çeşitli bakımlardan bazı güçlü yönlere sahiptir. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
- Balistik füzeler hedeflerine, sabit kanatlı taarruz/bombardıman uçaklarına kıyasla çok daha kısa sürede ulaşabilmektedir. Bu da aynı miktarda harp başlığını, bir savaş uçağına kıyasla çok daha kısa sürede, daha düşük riskle taşıyabilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla balistik füzeler, savaş uçaklarına göre daha kısa bir tepki süresi avantajı sunmaktadırlar. Tepki süresini, taarruz kararının alınması ile taarruzun gerçekleştirilmesi arasında geçen süre olarak tanımlamak mümkündür.
- Sabit ve döner kanatlı uçaklar başta olmak üzere klasik hava hedeflerine göre geliştirilmiş hava savunma erken ihbar, tespit/takip ve silah sistemleri, balistik füzelerin küçük boyutları ve vuruş aşamasında ulaştıkları yüksek süratlerden dolayı bunları önlemede etkisiz kalmaktadır. Özellikle MRBM ve üstü sınıflardaki balistik füzeler, ortayol evresinde atmosfer dışında (uzayda) uçuş yaptıkları ve vuruş aşamasında atmosfere çok yüksek süratlerde girdikleri için önlenmeleri bir yana, tespit edilmeleri dahi klasik hedef tespit-teşhis sistemleri ile imkânsız hale gelmektedir.
- Kısa zaman aralığında çok sayıda ateşlenebilecek ve yörüngeleri hedefi farklı yönlerden vuracak şekilde belirlenmiş balistik füzeler, hava savunma erken ihbar ve silah şebekesinin satüre olmasını sağlayabilirler. Üretimleri ve kullanımları görece ucuz, zahmetsiz olan balistik füzeler bu bakımdan öne çıkmaktadır.
- Büyük kısmı seyyar fırlatma sistemlerinden ateşlenen balistik füzelerin tespiti son derece zordur. Bu bakımdan, denizaltılardan ateşlenen balistik füzeler (Submarine Launched Cruise Missile; SLBM) ayrıca büyük bir stratejik öneme sahiptir.
- Özellikle kısa menzilli, taktik balistik füzelerin tasarım ve üretimleri son derece kolay ve ucuzdur. Bu da çok pahalı ya da karmaşık olmayan bir üretim altyapısıyla kısa süre içinde çok sayıda üretilebilmelerine olanak sağlar. Nitekim eski Sovyet tasarımı SS-1 SCUD balistik füzesi, Kuzey Kore, İran, Irak gibi pek çok ülkenin füze programlarına altlık teşkil etmiştir.
Bütün bu avantajlarına karşın klasik balistik füzelerin, hava savunma erken ihbar ve komuta-kontrol şemsiyesini ilgilendiren önemli bir dezavantajları bulunmaktadır. Bu da fırlatma ve/veya ortayol aşamasında tespit ve takip edilebilmeleri halinde yörüngelerinin, dolayısıyla vuruş noktalarının kestirilebilir olmasıdır.
Balistik bir yörünge izleyen ve sabit kanatlı uçaklar ya da seyir füzeleri gibi önceden kestirilemeyen şekilde, yere çok yakın irtifalarda uçmayan balistik füzelerden özellikle kısa menzilli, taktik balistik füzeleri tespit edip önlemek görece daha kolaydır. Ortayol aşamasında uzay ortamında uçan füzeleri erkenden tespit edebilmek için çok geniş bir coğrafyada kara konuşlu uzun menzilli radarlar ve uzay konuşlu sensörlerin kullanımı gerekmektedir.
Balistik füzelerin son yıllarda gündeme gelen bir başka uygulama alanı da savaş uçaklarından atılmak üzere tadil edilen topçu roketleri ve kısa menzilli taktik balistik füzelerdir.
Devamı M5 Dergisi Aralık 2019 Sayısında…