Korona ve Doğu Akdeniz - M5 Dergi
DergiMakalelerÖne ÇıkanSayı-345-Nisan-2020Son sayı

Korona ve Doğu Akdeniz

Abone Ol 

Doğu Akdeniz sadece denizde hükümranlık mücadelesi meselesini değil, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceği ve Suriye’de kurulmak istenen bir kukla Kürdistan eyaleti meselesini de kapsayan hayati önemi haiz bir bölgedir. Türk Amirali Barbaros Hayreddin Paşa’nın da ifade ettiği gibi, ‘‘Denizlere Hakim Olan Cihana Hakim Olur’’

COVID-19 ile meşgul olduğumuz şu günlerde düne kadar birbirini tehdit olarak gören bölgesel ve küresel güçlerin birleştiğini ve birlikte hareket ederek virüsle savaşmaya çalıştığını gözlemlemekteyiz. Ne var ki, bunun altında yatan gerçekler, buzdağının görmediğimiz kısmı olabilir mi? Buna en çarpıcı örnek, virüs ile mücadele çerçevesinde NATO ve AB üyesi İtalya’nın Bergamo şehri sokaklarında günlerdir dolaşan Rus askerleri.

Neden?

Bu soruya birçok açıdan cevap verilebilir ancak Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığını sürdürme çabasının bir aracı olarak görmek de mümkün. Çünkü dünyada artan enerji ihtiyacının alternatif çözümlerinden biri olarak görülen deniz dibindeki hidrokarbon yatakları konusunda bir adım öne çıkan Doğu Akdeniz’i incelemekte yarar var.

Öyle ki Doğu Akdeniz, ABD kaynaklı bir açıklamaya göre 3 trilyon dolarlık rezervi ile Türkiye’nin 572 yıllık, Avrupa’nın 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak seviyede bir havzaya sahip. Her ne kadar birtakım çevrelerce virüs sonrası dönemde, enerjiye olan ihtiyacın azalacağı ve ülkelerin alternatif enerji kaynaklarına (yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynakları) yönleneceği söylemleri artmış olsa da söz konusu geçişin kısa vadede olamayacağı, aradaki oranın yıllar içerisinde yumuşak bir geçişle sağlanacağı su götürmez bir gerçektir.Örneğin İngiltere gibi bir ülke araçlarının tamamında elektrik kullanımına geçişini 2050 olarak öngörmektedir. Aynı zamanda 2015’te Paris’te yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden ABD’nin geri çekilmesi ve Çin’in lider ülke konumuna gelmesi bu konudaki soru işaretlerini artıyor.

DOĞU AKDENİZ NEDEN ÖNEMLİ?

Diğer bir açıdan bakacak olursak, Doğu Akdeniz; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına göre merkezi konumda bulunması ile Ortadoğu’nun, Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaşımını sağlayan enerji ulaşım hatlarını kontrol eder bir durumda. Bunlara ilaveten tüm Akdeniz coğrafyası ile birlikte dünya ticaretinin üçte birini bünyesinde barındıran çok önemli bir deniz ulaşım bölgesi ve kesişim noktasıdır.

Ayrıca deniz güvenliğine yönelik tehdit tiplerinin de neredeyse tamamını kapsadığı göz önüne alındığında Akdeniz’de güvenlik, çok boyutlu ve çok aktörlü yapısıyla oldukça karmaşık bir durumdadır. Suriye’deki iç savaş ve onun yansıması olan terör tehdidi ve göç akınlarından Libya’daki istikrarsızlığa kadar, deniz yetki alanlarının paylaşımı mücadelesi, durumu daha da karmaşık hale getirmiştir.

Esasen; deniz yetki alanları sorununun temelini, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin son dönemde diğer bölge ülkelerinin haklarını göz ardı eden ikili anlaşmalar yapmak suretiyle, bölgedeki enerji kaynaklarından azami istifade etme gayreti ve Yunanistan’ın oldubittilerle siyasi ortamı istismar etmesi oluşturmaktadır.

Bu anlamda enerji konusunda dışa bağımlı Türkiye’nin gelecek nesilleri için de denizlerdeki hak ve menfaatlerimize sahip çıkması elzemdir. Enerji kaynakları bakımından bugün öne çıkan Doğu Akdeniz üzerinde gerek kıyıdaş gerekse bölge dışı güçlerin emelleri bu denizin önemini bir kat daha artırmıştır. Zira İngiltere’nin Kıbrıs Adası’ndaki iki üssü, ABD’nin Girit adasında bulunan Suda Üssü ile NATO Denizde Denetim Harekâtı Eğitim Merkezi, Rusya’nın 1977’den beri Tartus’ta ileri lojistik üssü bulundurması, Fransa’nın Zürih ve Londra Antlaşmaları hilafında GKRY ile Anderas Papandreu Hava Üssü’nün kullanımına ilişkin askeri iş birliği antlaşması imzalaması bunlara birer örnek teşkil etmektedir.

TÜRKİYE, MAVİ VATAN’INDAKİ HAKLARININ SAVUNMASINDA DAİMA HAZIRDIR

Bu kapsamda hem jeopolitik hem de jeostratejik bir öneme sahip olan Doğu Akdeniz’de hâlihazırda Türk Deniz Kuvvetleri’nin tüm yüzer, uçar ve dalar unsurları ile küresel salgına rağmen 7/24 icra ettiği ve çok uluslu boyuta ulaşan Akdeniz Kalkanı Harekâtı, bu soruna verilen önemi bir adım öne çıkardığımızın ifadesidir. Türk Deniz Kuvvetleri’nin özellikle son 4 yılda Doğu Akdeniz özelinde artan bir ivme ile gerçekleştirdiği kararlı harekât ve eğitim faaliyetleri sınırları çizmek konusunda bize büyük bir güç katacaktır.

Tüm bu karmaşanın içerisinde; deniz yetki alanlarının paylaşılması noktasında GKRY-Yunanistan ikilisinin sözde uluslararası çabalarına karşı Türkiye’nin Libya ile 2019 Kasım ayında imzaladığı Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırası ise çok önemli bir hamle olarak değerlendirilmelidir. Zira bu mutabakatla Türkiye, GKRY-Yunanistan ile anlaşmalar yapan İsrail, Mısır ve Lübnan başta olmak üzere tüm dünyaya bir mesaj vermektedir. ‘‘Türkiye Mavi Vatan’ındaki haklarının savunmasında daima hazırdır.’’

Bu muhtıra ile Türkiye ilk defa bir kıyıdaş devlet ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalamış, siyasi üstünlük ele geçirilmiş, GKRY ve Yunanistan ikilisinin savunduğu ve AB tarafından desteklenen ve Sevr niteliğindeki sözde Seville haritası ile Türkiye’yi 41.000 km2’lik bir deniz alanına hapsetmek maksadıyla yapılan siyasi oyunlar ve hesaplar bozguna uğratılmıştır.

İngiliz Casus Lawrence ve 27 Madde isimli kitabımda da belirttiğim gibi, 100 yıl önce de sınırları çizmek için Arap yarımadasında benzer oyunlar oynanmaktaydı, bugün de bu oyunlar devam ediyor. Söz konusu oyunların oynanması için sahnelenen Dünya savaşları ise yerini küresel salgına bıraktı.

RUSYA’NIN YENİ HESAPLARI…

İşte bu noktada Doğu Akdeniz’deki varlığını güçlü tutmak isteyen Rusya’nın Karadeniz donanması ile Türk Boğazları vasıtasıyla sıcak sulara inme gayretleri bir nebze olsa da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kısıtlanmaktadır. Söz konusu gayretlerini Atlantik üzerinden Cebelitarık Boğazı vasıtasıyla desteklediği göz önüne alındığında, Doğu Akdeniz’e geçişte lojistik ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ileri üs kullanma zorunluluğu da yadsınamaz bir gerçek. Bu aşamada Rusya, Libya’da Hafter ile gizli ortaklık kurma gayreti içinde olmasının yanı sıra, İtalya’yı da Orta Akdeniz’de kullanabileceği en ideal ileri üs konumunda değerlendirmektedir.

Rusya, virüsle mücadelede Avrupa tarafından yalnız bırakılan ve gün be gün ayrılık sinyalleri veren İtalya’nın yanında yer almayı fırsat olarak görmekte (sırada İspanya var) ve Akdeniz’de NATO bağlısı bir ülke ile stratejik birlikteliğin ilk adımlarını atmaktadır. Virüsün müteakip dönemdeki yayılım hızı ve vereceği zararlara istinaden bu ve buna benzer yakınlaşmaları görmeye devam edeceğimiz anlamına geliyor. Ya da bu fikirler paranoyak bir düşüncenin yarattığı komplo teorilerinden ibaret mi?

Peki, Türkiye olarak ne yapıyoruz ve ne yapmalıyız? Libya ile yaptığımız anlaşmanın yanı sıra salgından en çok etkilenen İtalya ve İspanya’ya sembolik de olsa gönderdiğimiz yardımlar bunun ilk örnekleri. Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Dr. Tümamiral Cihat Yaycı’nın Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye adlı kitabında ifade ettiği gibi, Türkiye olarak Libya ile imzalanan mutabakat muhtırasının çerçevesinin genişletilerek, ‘‘…aynı şartlarda benzer bir antlaşmanın İsrail ile imzalanması durumunda GKRY-Yunanistan ikilisinin tüm planları boşa çıkacağı ve ayrıca Türkiye’nin Mısır ve Lübnan ile de MEB antlaşması imzalamasının kendi yararına olduğu gibi muhataplarının yararına olacağı her iki kamuoyu nezdinde ve her platformda anlatılmasının gerektiğini…’’ değerlendiriyorum. Bu kapsamda aynı kitapta belirtildiği gibi;

Lübnan kamuoyuna GKRY ile antlaşma yaparak kaybettiği 3957 km2 deniz alanını anlatmak, Mısır kamuoyuna Türkiye yerine GKRY ile antlaşma yaparak 21.500 km2 deniz alanını kaybettiklerini açıklamak, Libya kamuoyuna Türkiye ile yaptığı antlaşma ile 16.700 km2 deniz alanı kazandıklarını ve İsrail kamuoyuna 4.600 km2 deniz alanının yanı sıra doğalgaz rezervi kaynaklı doğal zenginliklere de ulaşacaklarını anlatmak Doğu Akdeniz’deki temel politikamız olmalı.

Neticesinde, Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgemizin harita ve koordinatlarının Birleşmiş Milletler’e deklare edilerek ilan edilmesi gerekmektedir.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, dünya sahnesinin en önemli mücadele alanı olan denizlerde var olmak ve dolayısıyla sınırlarımızı belirlemek konusunda inisiyatif sahibi olmak en büyük amacımız olmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin yolunu da ulu önder Mustafa Kemal Atatürk net bir şekilde ifade etmiştir. ‘Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak en büyük gayedir.’ Zira uluslararası arenadaki tartışmalarda Türk diplomasisinin elini güçlü tutacak ve masada gücünü hissettirecek en önemli kriterlerin başında Silahlı Kuvvetleri ve özellikle Deniz Kuvveti yer alır.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz sadece denizde hükümranlık mücadelesi meselesini değil, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceği ve Suriye’de kurulmak istenen bir kukla Kürdistan eyaleti meselesini de kapsayan hayati önemi haiz bir bölgedir.

Devamı M5 Dergisi Nisan 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close