Korona öncesindeki dünyamızda olduğu gibi sadece siyasi birlik veya sadece ekonomik birliktelik ya da askeri müttefiklik gibi tercihlerin, ani reaksiyon ve dayanışmalar için tek başına yeterli olmayacağı, bu nedenle bundan sonraki dünyamızın modelinde, ülke ittifaklarında; hayatın her alanında var olan tüm ihtiyaçlar manzumesini kapsayan, ortak hükümetlere kadar varan bir iş birliği ve entegrasyon yapısının öne çıkacağı düşünülmektedir.
Gündemde tartışılan en önemli konulardan birisi korona virüs sonrasında dünyanın eskisi gibi olmayacağıdır. Evet, bu gerçeği elbette görmek mümkündür ancak şu da unutulmamalıdır ki, insanoğlu en zor öğrenen bir varlıktır.
Bu vesileyle, her şeyin korona sonrası, ani bir değişime uğramayacağını, aksine zamana yayılacağını elbette kabul etmemiz gerekir. Yani değişimin ne kadar kısa sürede olacağı veya olamayacağı insanlığın bunu kabullenmesi oranında kendini gösterecektir.
Korona sürecinde yaşanan deneyimler ve alınan tedbirlerin getirdiği yeni öğretiler veya alışkanlıkların, toplum ve milletlerin sosyal dokusundan, ticaretine, sanayisine, güvenliğine ve savunma ihtiyaçlarına kadar hayatın tüm alanlarında ciddi etkileşim yaratacağı şüphesizdir.
Gelecekte de bu tip salgınların ya da olağan dışı felaketlerin; küresel veya bölgesel ölçekte etkili olmaya devam edeceğini, dolayısıyla ülkelerin alacağı tedbirlere bölgesel ve küresel ölçekte somut katkılar/organizasyonlar sağlayacak ortak kurumsal sistemlere ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu kurumsal sistemlerin ayrılmaz parçası olan, ülkelerin savunma ve güvenlik politikaları da kuşkusuz ciddi değişimlere maruz kalacaktır.
Dünyayı kasıp kavuran olağandışı felaketlere karşı yapılacak mücadelenin öğrettiği hususlardan birisi de ulusal ölçeğin ötesinde küresel ortak akla olan ihtiyaç ve bu ihtiyacın doğuracağı dayanışma-işbirliği zorunluluğudur. Bu zorunluluğun yaratacağı beşerî münasebetler nedeniyle; birbirleriyle ezeli uyuşmazlıkları olan ya da çatışmaya aday ülkelerin/ toplumların bu süreçte savunma ve güvenlik yaklaşımları yeniden tanımlanmak zorunda olacaktır.
Korona sonrası yeni ihtiyaçlar dünyasının ortaya çıkması, buna bağlı yeni siyasi ve ekonomik süreçlerin yaşanması gibi olası faktörler, ülkelerin savunma ve güvenliğini doğrudan etkileyen; çatışmaları, kavgaları, anlaşmazlıkları ve yeni ittifakları barındıran bir süreci yaratacaktır.
SAVUNMA-GÜVENLİKTE BÖLGESEL FEDERATİF BLOKLAR
Öz üretim ve kapasitesiyle kendi kendine yeterli olabilen güçlü ulus devletlere dayalı ülkelerin inkişafı ile bu ulus devletlerin yakın çevre ülkeleriyle birlikte hareket edilebilen bölgesel ölçekli entegrasyonu içeren bir döneme girilecektir. Kısacası, bölgesel işbirliği ve ortak kurumların oluşturulacağı; siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal dayanışmayı da önceleyen bölgesel federatif bloklara doğru yönelinecektir.
Bir diğer ifadeyle, öncelikle güçlü ulus devlet modelini içeren, ama bir taraftan da yakın kuşak devletlerle federal birliktelikler oluşturan modeller öne çıkacaktır. Belki bu modeller, ağırlıklı olarak; ekonomik koridorların ve ticaret güzergâhlarının bağlantıları ölçeğinde oluşturulacak, ancak bölgesel birlikteliği her alanda göğüsleyecek şekilde yönetim sistemi geliştirilecektir.
Muhtemel bu yönetim modelinde/sisteminde, batı dünyası; Fransa-Almanya liderliğinde, doğu dünyası ise Rusya-Çin liderliğinde olacak şekilde iki yarım küreli dünya modelinin gelişeceği düşünülmektedir. Bu model/düzen, yine kendi içerisinde ekonomik-ticari koridorlara, güvenlik ve savunma gereksinimlerine odaklı, güçlü ulus devletlere sahip bölgesel federatif blokların oluşturulmasına yol açacağı değerlendirilmektedir.
Bu federatif bloklar; bugünkü Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılanmasını doğrudan etkileyeceği, bu etkileşime bağlı olarak dünyanın “Doğu/Batı Dünyası Federasyonlar Birliği Teşkilatı” şeklinde batı ve doğu merkezli bir oluşuma doğru gideceği mütalaa edilmektedir.
HER ALANDA DEĞİŞİM VE SAVUNMA-GÜVENLİĞE YANSIMASI
Korona öncesindeki dünyamızda olduğu gibi; sadece siyasi birlik veya sadece ekonomik birliktelik ya da askeri müttefiklik gibi tercihlerin, ani reaksiyon ve dayanışmalar için tek başına yeterli olmayacağı, bu nedenle bundan sonraki dünyamızın modelinde, ülke ittifaklarında; hayatın her alanında var olan tüm ihtiyaçlar manzumesini kapsayan, ortak hükümetlere kadar varan bir iş birliği ve entegrasyon yapısının öne çıkacağı kıymetlendirilmektedir.
Bu kapsamda gelecekte ülkeler; somut konvansiyonel-asimetrik tehdittin ötesinde, daha ziyade görünmeyen ve belirsiz tehlikelerden korunmaya odaklanacak, ulusal yapılanmanın dışında, bölgesel ölçekte, hayatın tüm fonksiyonlarıyla ortak yapılanmalar içeren, savunma ve güvenlik doktrinleri geliştireceklerdir.
Dünyayı kasıp kavuran olağandışı felaketlere karşı yapılacak mücadelenin öğrettiği hususlardan biri de ulusal ölçeğin ötesinde küresel ortak akla olan ihtiyaç ve bu ihtiyacın doğuracağı dayanışma-işbirliği zorunluluğudur. Bu zorunluluğun yaratacağı beşerî münasebetler nedeniyle; birbirleriyle ezeli uyuşmazlıkları olan ya da çatışmaya aday ülkelerin/toplumların bu süreçte savunma ve güvenlik yaklaşımları yeniden tanımlanmak zorunda olacaktır.
Yine bu çerçevede ülkeler; ülkeler arası dayanışmayı içeren öncelikle bölgesel operasyon kabiliyetleri kazanmasına ihtiyaç duyacak, bu kapsamda karşılıklı birbirlerini destekleyecek acil durum mekanizmaları geliştirecek ve bu kapasitelerini de küresel ölçeğe entegresini sağlayacak şekilde düzenleyeceklerdir.
Korona sonrası dünyada; bir taraftan bölgesel federatif bloklara bağlı ortak savunma doktrini yerini alırken, bir taraftan da ortak asimetrik güçlerin oluşturulması ve bulanık harp doktrininin ulusal olmaktan çıkarak bölgesel bloklarda da ortak bir paydada yer alması öne çıkacaktır. Korona sonrası dünyada; bir taraftan bölgesel federatif bloklara bağlı ortak savunma doktrini yerini alırken, bir taraftan da ortak asimetrik güçlerin oluşturulması ve bulanık harp doktrininin ulusal olmaktan çıkarak bölgesel bloklarda da ortak bir paydada yer alması öne çıkacaktır.
Türkiye, bu öngörülen yeni dünyada; sadece komşularıyla sınırlı kalmayan, bölgesel blokta ittifak edeceği ülkelerin ötesine sarkan bir savunma ve güvenlik konsepti geliştirmek durumunda kalacaktır. Özellikle, ekonomik ve ticari koridorlarda var olma ihtiyacı belirecek ve bu kapsamda öncelikle anavatan dışında da kendi kendine yeterli mobilize askeri kapasitenin oluşumuna daha da ihtiyaç duyulacaktır.
Yaşadığımız ülkenin toprakları; konumu, bölgesel durumu ve iki yarım küreli modelin dayatacağı güvenlik ortamı, ana vatanımızda ve çevre coğrafyada yapılacak hataları affetmez bir özelliğe sahip kılacaktır. Nitekim bu topraklarda ve çevre coğrafyamızda nice hâkimiyet kuran birçok imparatorluk ve milletler zayıf düştükleri anda tarihe gömülmüşlerdir.
Netice itibariyle, söz konusu muhtemel gelişmeler çerçevesinde; gelecekte ülkemizin savunma ve güvenlik kabiliyetinde değişimin bir zorunluluk olarak önümüze çıkacağını kabul ederek, şimdilik ulusal ölçekte nasıl bir yapılanmaya ihtiyaç duyulabileceği üzerinde duralım.
BÖLGESEL İTTİFAKLARA UYUMLU ESNEK YAPILANMA İHTİYACI
Türk Ordusu’nun tarihin derinliklerinden beri var olan savaşçılık yeteneği, üstün disiplin anlayışı ve sürekli kendini yenileyen kurumsal hafızası ile her türlü coğrafyada varlığını kesintisiz sürdürebilen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK); korona sonrasında da yine aynı özelliklerini muhafaza ederek, ülkemizin alacağı tedbirlere ve değişimlere ayak uyduracak şekilde yeni savunma ve güvenlik mimarisini devreye almak zorunda kalacağı mütalaa edilmektedir.
Devamı M5 Dergisi Nisan 2020 Sayısında…