Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde Devlet ve Güvenlik - M5 Dergi
DergiKapakMakalelerÖne ÇıkanSayı-346-Mayıs-2020Son sayı

Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde Devlet ve Güvenlik

Abone Ol 

“Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi, tarih boyunca önemli toplumsal olayların ardından çokça duyulmuştur. Aynı ifadeler yaşanan salgın süreci boyunca da sıklıkla kullanılıyor. Ancak bu noktada salgın ile değişim arasındaki bağlantıyı doğru şekilde kurmak gerekiyor. Devlet-toplum ilişkileri ve kamu otoritesinin insan hayatındaki rolü açısından belirli bir süredir gözlenen değişim, salgın sürecinde iyice belirgin hâle geldi. Başka bir ifadeyle, yaşanan gelişmelerin sorgulanması ve anlamlandırılması açısından Covid-19 adeta bir tetikleyici görev üstlendi.

Belirtileri gribe benzeyen bir virüsün kısa süre içinde tüm dünya çapında yayılacağı ve neredeyse tüm insanları evlerine hapsedeceği söylense muhtemelen çok az insan buna inanırdı. Ancak 2020 yılının başlarından itibaren tüm dünya, adeta bir bilim kurgu filmini hatırlatan gelişmelere sahne oldu. Virüsün yayılmasını önlemek için önce tüm hükümetler, vatandaşlarını evlerinden mümkün olduğunca az çıkmaya çağırdı. Ama bu yeterli olmayınca evden çıkmama durumu, insanların isteklerinden çıkarılıp zorunlu hale getirildi. Neredeyse tüm dünya birkaç ay süren (ve halen de kısmen devam eden) bir karantinaya girdi. Okullar başta olmak üzere insanların toplu halde bulundukları alanlar kapatıldı, tüm sportif ve sosyal faaliyetlere son verildi ve hem hükümetler hem de şirketler çalışanlarını mümkün olduğunca evde çalışmaya yönlendirdiler.

Çin, İspanya, İtalya ve ABD başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde virüsten etkilenenlerin fazlalığı nedeniyle hastaneler aşırı yoğunluk yaşadı, sağlık sistemleri kilitlendi. İstihbarat operasyonları, maske ve solunum cihazı temin etmek için yapıldı. Güvenlik kuruluşları, tıbbi malzemelerin kendi ülkelerinden kaçırılmasını engellemek için mücadeleye girişti. Gıda ürünlerinin ihracatları kısıtlandı, tüm ülkeler, vatandaşları için temel yaşam malzemelerinin teminini en öncelikli mesele şeklinde gördü. Salgının etkileri yalnızca ülke içi tedbirlerle sınırlı kalmadı. Ülkeler sınırlarını birbirlerine kapattılar. Uluslararası işbirliği mekanizmaları işlemez hale geldi. Devletler, tüm önceliği kendi sınırları içindeki sorunu çözmeye verdiler. Yani ülkelerin sınırları yalnızca geçişlere kapanmadı, aynı zamanda psikolojik olarak bir mesafe de oluştu. Öyle ki Avrupa Birliği dahi, üyelerinin bu salgına karşı birlikte ve dayanışma içinde hareket etmesini sağlayamadı. Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası kuruluşların işlevi ve gerekliliği iyice sorgulanır hale geldi.

Covid-19 virüsünün ilk ortaya çıktığı Çin’de salgının etkileri tam olarak bilinmiyor. Çin, salgınla ilgili süreci büyük bir gizlilik içinde yürüttüğü için uluslararası kamuoyu ilk aşamada ne hastalığın gerçek boyutlarından ne de bu ülkede yarattığı etkilerden haberdar olabildi. Buna karşılık, süreci daha şeffaf yöneten ülkelerde ortaya çıkan sonuçların hiç de iç açıcı olmadığı görülüyor. Söz konusu etkiler, virüs nedeniyle can kayıpları kadar özellikle karantina uygulamaları sonucunda yaşanan ekonomik daralmayla yakından bağlantılı. Salgın sonucu yaşanan ekonomik kriz, devletleri ve dolayısıyla toplumları önümüzdeki dönemde de muhtemelen etkilemeye devam edecek. Bunun yanında, bazı mesleklere artık eskisi kadar ihtiyaç duyulmayabileceğinin kriz vesilesiyle görülmesi de önümüzdeki süreçte istihdamda ciddi sorunlara yol açabilecek. Ancak asıl önemli değişikliğin devletin rolü ve işlevleri açısından yaşanacağı rahatlıkla görülüyor.

DEVLETİN ROLÜNE YENİDEN BAKMAK

1990’larda devlet teorisinde en yaygın tartışma, ulus-devletlerin geleceğine yönelikti. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra liberalizmin zaferini ilan etmesi ve kapitalizmin dünyanın her yerine yayılması, devletin işlevlerinin zayıflayacağına yönelik bir yaklaşımın güçlenmesi sonucunu doğurmuştu.

Aynı süreçte, Avrupa Birliği örneğinde ulusüstü örgütlenme modelinin güç kazanması da ulus-devletlerin geleceğine yönelik soru işaretlerini iyiden iyiye artırıyordu. Önce AB üyeleri arasında başlayan, daha sonra da diğer başka ülkeleri de kapsayan serbest geçiş bölgeleri, farklı devletlerin vatandaşlarının vizesiz ve hatta pasaportsuz şekilde, bazen kontrole bile tabi olmadan yer değiştirebilmeleri sağladı.

2000’li yıllarda dünyanın geneline yayılan internet teknolojisi de bu durumu güçlendirdi. Zira internet aracılığıyla insanlar, dünyanın başka yerlerini ve farklı toplumların kültürlerini tanıdılar. İnsanlar arasındaki iletişim ve etkileşim, belki de tarihteki en üst düzeyine çıktı. Bu durum, demokrasi ve siyasal özgürlüklerin yayılması yönündeki eğilimleri güçlendirdi. Sosyal medya siteleri başta olmak üzere internet teknolojisinin sağladığı imkânlar, insanlara yaşadıkları dünyanın alternatifsiz olmadığını, daha fazla demokrasi ve özgürlük içinde yaşayabileceklerini gösterdi. Yine sosyal paylaşım platformları ve mikro-bloglar aracılığıyla tüm insanların sesi daha duyulur hale geldi. Başka bir ifadeyle, kamu otoriteleri, artık çevrimiçi ağda hızlı bir şekilde örgütlenen ve kendisinden belirli taleplerde bulunan vatandaşlarının sesine daha fazla kulak vermek zorunda kaldı.

Devletlerin en önemli sorumluluğu, topraklarında bulunan tüm insanların güven içinde yaşamasını sağlamak. Kuşkusuz bunun için çok sıkı önlemler alınabilir. Günümüzdeki teknoloji, muhtemel suçluların profillerinin çıkarılmasından bunların hayatlarının her aşamasının izlenmesine dek çok sayıda imkân barındırıyor. Ancak bu imkânların sınırsız şekilde kullanılması, insanların geçmişe göre daha az özgürlükle yaşamasına neden olabilecek. Dolayısıyla buradaki çizgiyi oldukça hassas şekilde çizmek gerekiyor. Bu süreçte, internet teknolojisinde gelişmeler özgürlüklerin korunması açısından belki de toplumun en önemli kozu.

Bunun yanında elektronik ticaret aracılığıyla ülkeler arası sermaye hareketliliği de arttı. Bu alanda henüz sınırlamaların olmadığı ilk dönemlerde, pek çok insan, bir bakıma devletlerin geçmişten itibaren uyguladıkları gümrük ve vergi düzenlemelerini adeta by-pass ederek ticaretin yeniyöntemlerini buldular. Tüm bu gelişmeler, ulus-devletlerin artık işlevlerini tamamladıkları ve yerlerini daha esnek siyasal birimlere bırakmaları gerektiği yönündeki yaklaşımları güçlendirdi. Oysa son birkaç ayda yaşanan gelişmeler, bir bakıma, ulus-devletin tarihsel açıdan önemini koruduğunu gösteriyor. Buna karşılık, oluşan durumun hem ülkelerin kendi içlerinde hem de uluslararası düzlemde yeni bir yaklaşımın doğmasını beraberinde getireceği de anlaşılıyor.

COVİD-19 SONRASI GÜVENLİK SORUNLARI

Önümüzdeki dönemde devletlerin güvenlik anlayışında belirli bir değişim yaşanacağı açık. Her şeyden önce, ulusal güvenliğin sağlanması için geleneksel yöntemlerin artık yetmediği rahatlıkla anlaşılıyor. Aslında tarihin her döneminde devletler, tehdit algıları doğrultusunda güvenliklerini sağlamak için belirli önlemler aldılar. Teknolojideki gelişmeler hem devletlerin güvenlik kapasitelerini hem de paradoksal şekilde karşı karşıya oldukları sorunların çeşitliliği ve niteliğini artırdı. Covid-19 süreci ise bu tehditlerin geldiği aşamayı gayet iyi şekilde ortaya koyuyor.

Virüs, laboratuvar ortamında üretildiği veya herhangi bir devlet tarafından yayıldığı iddialarından bağımsız şekilde, biyolojik silahların gücünü gösteriyor. Üstelik ülkeler arası insan hareketliliğinin ve ticaret filolarının ulaştığı boyut, muhtemel saldırıların çok kısa bir süre içinde, maliyetsiz ve kaynağı anlaşılmaz şekilde yayılması ihtimalini güçlendiriyor. Buradan hareketle, ilerleyen zamanda yalnızca devletlerin değil terör örgütlerinin de bu tür bir yöntemi kullanması endişe yaratıyor. Buradan hareketle, devletlerin bu tür yeni silahlarla mücadele için teknolojik kapasitelerini ve bilgi alma süreçlerini geliştirmeleri gerektiği anlaşılıyor.

Ortaya çıkan bir başka sorun gıda güvenliğiyle ilgili. Karantina uygulamaları başlar başlamaz pek çok ülke başta gıda ürünleri olmak temel ihtiyaç mallarının ihracatını yasakladı. İlk şok dalgası atlatıldıktan sonra temel ihtiyaçlar konusundaki sorunlar çözülmesine rağmen bu süreçte yaşananlar, devletlerin önümüzdeki dönemde gıda güvenliği konusunda daha ciddi adımlar atmasını zorunlu kılıyor. Önümüzdeki dönemde devletlerin temel gıda maddelerinin üretimini temel sorunlardan biri olarak görmesi ve yerli üretimin güçlenmesini teşvik etmesi beklenebilir.

Benzer bir durum da sağlık ekipmanları için geçerli. Salgının yayılmasının ardından hastanelerdeki aşırı yığılma nedeniyle pek çok ülke yoğun bakım ünitesi ve özellikle solunum cihazı ihtiyacını karşılayamadı. Maske ve eldiven gibi tıbbı malzemelerin de herkes tarafından kullanılması tavsiye edildiği için mevcut stoklar ihtiyaca cevap veremedi. Gelişmiş ülkeler dahi bu alanlarda ciddi sorunlarla karşılaştılar. Bu durum, gıdanın yanında sağlık alanının stratejik öneminin artmasını beraberinde getiriyor. Buradan harekete önümüzdeki süreçte sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında devletin rolünün artacağı rahatlıkla tahmin edilebilir.

EN YENİ “YENİ DÜNYA DÜZENİ”

“Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi, tarih boyunca önemli toplumsal olayların ardından çokça duyulmuştur. Hakeza “yeni” dünya düzeni ifadesini duymaya da kulaklarımız oldukça aşina. Aynı ifadeler yaşanan salgın süreci boyunca da sıklıkla kullanılıyor. Ancak bu noktada salgın ile değişim arasındaki bağlantıyı doğru şekilde kurmak gerekiyor. Devlet-toplum ilişkileri ve kamu otoritesinin insan hayatındaki rolü açısından belirli bir süredir gözlenen değişim, salgın sürecinde iyice belirgin hâle geldi. Başka bir ifadeyle, yaşanan gelişmelerin sorgulanması ve anlamlandırılması açısından Covid-19 adeta bir tetikleyici görev üstlendi.

Burada, ilk önemli değişimin ulus-devletin rolü açısından yaşandığı söylenebilir. Tüm devletler, salgının neden olduğu krizle karşılaşır karşılaşmaz sınırların katılığına dayalı geleneksel reflekslerine döndüler. Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerde ortak bir yaklaşım sergileme açısından başarısız kaldı. En ufak bir sorunda ulusal ve yerel tepkilerin ortaya çıkacağı ve AB’nin gerçekçi makro politikalar geliştiremeyeceği yönündeki tezler haklı çıktı. Aynı durum Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel ölçekli organizasyonlar için de geçerli. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte, bu oluşumların varlıklarının ve meşruiyetlerinin sorgulanması muhtemel bir durum. Buna karşılık, hacmi arttıkça hantallaşan yapılar yerine, daha az sayıda üyeden oluşan, esnek ve sorun odaklı mekanizmaların ortaya çıkmasını bekleyebiliriz.

Devletler ise iç yapılarında kurumsal kapasitelerini geliştirici önlemler almak zorundalar. Sağlık ve sosyal güvenlik başta olmak üzere pek çok alanda devletin rolünün ortadan kalkması yönündeki yaklaşımlar, yerini en azından kısmî bir müdahaleciliğe izin veren bir bakış açısına bırakacak. Zira son dönemde açıkça görüldüğü gibi sağlık ve sosyal güvenliğe ilişkin güvenceler yalnızca tek tek bireylerin sorunu değil. Bu alanda ortaya çıkacak sorunlar tüm topluma yayılma, buradan da tüm kamu güvenliğini etkileme potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla bundan sonra devletlerin sağlık politikalarında kamusal çıkar doğrultusunda davranmalarını bekleyebiliriz.

Buna karşılık, yaşadığımız süreç, yeni istihdam politikalarının hayata geçirilmesini de zorunlu kılacak. Karantinada aslında pek çok işin herhangi bir yerleşik yapıya ihtiyaç duyulmadan, evden yürütülebileceği görüldü. Ayrıca hizmet sektöründe bazı mesleklere gelecekte ihtiyaç duyulmayacağı ya da en azından daha az istihdamın yeterli olacağı açığa çıktı. Örneğin şubelerini azaltan bankalar, bir süredir zaten müşterilerini yöneltmeye çalıştıkları uzaktan ve şubesiz bankacılık hizmetlerini iyice yaygınlaştırdılar. E-ticaretin gelişmeye başlamasıyla birlikte mağazaların da çevrimiçi alana daha fazla ağırlık verdikleri görülüyor. Buna ek olarak pek çok sektörde robot kullanımının giderek arttığı dikkat çekiyor. Dolayısıyla yakın gelecekte istihdamda ciddi bir daralma yaşanacağı öngörülebilir. Bu nedenle, devletlerin istihdamı genişletecek birtakım arayışlara girecekleri anlaşılıyor. Nitekim aralarında Türkiye’nin de olduğu çok sayıda ülke şimdiden birtakım teşvikler aracılığıyla şirketlerin işçi çıkarmalarının önüne geçmeye çalışıyor. Ancak, bu geçici önlemlerin ötesinde ülkelerin geleceğin ekonomilerinin parametreleri doğrultusunda istihdam politikaları izlemeleri kaçınılmaz.

İstihdamda karşılaşılan durum, aynı zamanda eğitim politikalarını etkileyecek. Özellikle yükseköğretimde belirli branşların güçlendirilmesi, diğer bazılarının ise içeriklerinin değiştirilmesi mutlak bir gereklilik durumunda. Nitekim zaten Türkiye’deki üniversite tercihlerinde son dönemde belirli alanların hiç tercih edilmemesi bunlara ilişkin piyasa talebinin düşüklüğünün de en önemli göstergesi. Bu bağlamda, eğitim süreçleri ve kurumlarının gerçekçi bir gelecek perspektifiyle kurgulanması önem taşıyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan “bir milyon yazılımcı” projesini de bu eksende ele almak mümkün. Bu proje aracılığıyla hem yazılım teknolojisi açısından ciddi bir adım atmanın hem de genç nüfusa istihdam sağlamanın amaçlandığı anlaşılıyor. Dolayısıyla ekonominin diğer tüm unsurları gibi işgücü piyasalarının da yeni şartlara uyum sağlaması ulusal güvenliğin temel bileşenlerinden biri durumunda.

Salgın sürecinde karşılaştığımız, çoğu birbiriyle çelişen çok sayıda açıklama, bilginin çoğalmasının daha güvenilir hale gelmesi anlamına gelmediğinin en önemli kanıtı durumunda. Kısacası devletler, bir taraftan demokratik taleplere cevap vermek durumundayken diğer taraftan da doğru olmayan, manipülatif veya suç içeren faaliyetlerle mücadele etmek zorunda.

GÖZETİM MEKANİZMALARI VE KAMU DÜZENİ

Yukarıda salgına ilişkin haberlerin duyulmasında internet teknolojisinin yerinden bahsetmiştik. Sosyal medya ağları başta olmak üzere internetin farklı bileşenleri, haberlerin çok kısa bir süre içinde dünyanın en uzak yerlerine dek ulaşmasını sağlıyor. Ama bunun daha da ötesine geçerek en sıradan insanların bile düşüncelerini geniş kesimlere iletmelerine imkân tanıyor. Paylaşım siteleri ve mikro-bloglar aracılığıyla insanlar, farklı konulara ilişkin düşüncelerini yalnız diğerlerine değil, karar alıcılara da kısa sürede iletebiliyorlar. Aynı zamanda, çevrimiçi alan siber bir örgütlenme ağı da oluşturuyor. Böylece insanlar daha önce bilmedikleri ya da farkında olmadıkları siyasal, toplumsal, ekonomik vs. sorunları öğreniyor, bunlar hakkında kanaat sahibi oluyor ve en azından belirli bir duyarlılık geliştiriyor. Böylece sanal âlemde yeni bir kamuoyu oluşuyor. Covid-19 sürecinde de bu sanal kamuoyunun hükümetler üzerindeki baskısının oldukça etkili olduğu görüldü. Pek çok hükümet, en başta çok sıkı önlemler almaya yanaşmasa da zaman içinde başka devletlerin uygulamalarını takip etmek zorunda kaldı. Bu durum, demokrasinin toplumun kılcal damarlarına kadar yayılması açısından önemli. Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var.

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close