Küresel Seferberlik - M5 Dergi
KapakÖne ÇıkanSon sayı

Küresel Seferberlik

Abone Ol 

İlk olarak Çin’de görülen COVID-19 virüsü, hem Pekin yönetimini hem de küresel dengeleri, 11 Eylül saldırılarının ardından karşılaşılan en ciddi sınavla karşı karşıya bıraktı. 11 Mart’ta tüm dünyayı etkileyecek seviyeye eriştiği kabul edilen yeni nesil coronavirüs beraberinde küresel ekonomik resesyon, petrol krizi ve tetiklenmiş şiddetli bir göç dalgası da dahil olmak üzere bir dizi asimetrik tehdidi de bagajında taşıyor.

 

2019 yılı tamamlanırken, ticaret savaşları, 5G teknolojisi, İran, Libya, Suriye, Kuzey Akım-2, Doğu Ukrayna, Filistin Barış Planı küresel jeopolitik sorunlar zincirinin çektikçe uzayan ve sonu görünmeyen halkalarıydı. Bu çatışma cephelerinin her birinde farklı ittifaklar ve çıkar çatışmaları çevresinde birbirine benzemeyen kümeler oluşmuş, uluslararası toplum çözümsüzlük kısır döngüsüne hapsolmuştu. 2020 yılı da, İran Devrim Muhafızları Generali Kasım Süleymani’nin ABD tarafından Bağdat’ta öldürülmesiyle bu kaosa dökülen benzinle başladı. Ancak 2019 yılının son günlerinde kapıda bekleyen bir felaket belki de tarihin akışını değiştirecek gelişmeleri de beraberinde getirdi. COVID19 olarak tanımlanan grip benzeri bir virüs yüzyıllar öncesinin Moğol istilacıları misali Çin’den Batıya doğru ilerleyerek halkları önüne kattı ve Avrupa’yı alt üst etti.

Mart ayına gelindiğinde İtalya, İspanya ve Fransa’da ortaya çıkan manzara dünya tarihinde belki COVID19 Öncesi-C19Ö ve COVID19 Sonrası-C19S olarak tanımlanacak bir ayrım noktası yarattı. Türkiye’de de 47’nci vakanın tanımlandığı, beraberinde olağanüstü önlemlerin alındığı 16 Mart Pazartesi günü, sürecin dönüm noktalarından biri oldu. Aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ülkesinin vatandaşlarına hitaben yaptığı ancak içerisinde evrensel mesajlar barındıran konuşma, salgına karşı yalnızca Fransa çapında değil evrensel bir seferberliğin ilanı gibiydi. Belki de Soğuk Savaş’ın sona ermesi esnasında dile getirilen o “küreselleşme” kavramının ne olduğunu insanlık ancak mikroskobik bir düşmana karşı açtığı bu savaş vesilesiyle yaklaşık 30 yıl sonra özümseme imkanı bulacak. Küresel krize karşımücadelenin kaynağı olarak ulusal güçlerinden ilham alan ülkeler, tüm diğer jeopolitik cephelerde yaşadıkları anlaşmazlıkları bir kenara koyarak dayanışmanın önemini kavrama fırsatı bulacaklar.

COVID19 salgının küresel ekonomiye verdiği zarara dair tahmini çıkarımlar yapılıyor ve yüz milyarlarca dolarla ölçülüyor, muhtemelen tahmin edildiği üzere salgın Haziran ayına ulaştığında trilyon dolarları telafuz ediyor olacağız.

Bu musibetin siyaset, sosyo-ekonomik düzen, enerji ve gıda güvenliği politikalarında küresel toplumu ne yöne sürükleyeceği şimdilik muğlak. Bu alanlarda mutlak bir değişim yaşanacağı gerçeği kabullenilmekle beraber kaosun yarattığı toz duman yakın geleceğe dair net bir vizyon oluşturmaya şimdilik müsaade etmiyor. Ancak, salgına karşı ortaya konacak sürdürülebilir çözüm ve politikalar ile bunları izleyecek süreçte toplumu tatmin edecek adımları sezen siyasetçilerle devletler, belki de gelecek 50 yılı şekillendirecekler.

COVID19 virüsü maalesef kimi bilim insanlarının iddia ettiği üzere gelecek 2 yıl boyunca yalnızca on binlerin hayatına son vermekle kalmayacak, krizin Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki gelişim sürecine bigane kalanların, “bize bir şey olmaz”cıların, rantları ya da kısa vadeli ekonomik çıkarları uğruna tehdidi görmezden gelmeye çabalayanların, koltuklarını ve itibarlarını da ortadan kaldırarak öngörülmesi mümkün olmayan bir temizliğe de vesile olacak. COVID19 yalnızca tıbbi değil aynı zamanda siyasi ve jeopolitik bir hikaye olarak yakın geleceğimize vurulacak önemli bir damga olacak.

KAOSLARDAN KAOS BEĞEN

2019 yılının son günleri jeopolitik sahayı yakından takip edenler için Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD’ye karşı ekonomi ve savunma alanlarında yakaladığı yükselişin küresel dengeleri değiştirip değiştiremeyeceği tartışmalarını izlemekle geçti. Hatırı sayılır bir çoğunluk dengelerin Çin’den yana değiştiğini savunuyordu. Seri şekilde uçak gemisi üretimine geçen, uzaya uydular fırlatan, 5G teknolojisinde yakaladığı üstünlük sayesinde ABD ve müttefikleri arasında fay hatlarını kışkırtan Çin’in çok daha basit bir krizi yönetme kabiliyeti, ciddi bir uzun vadeli stres kaynağı karşısında kırılganlık seviyesi test edilmemişti. İlk olarak Çin’de görülen COVID-19 virüsü, hem Pekin yönetimini hem de küresel dengeleri, 11 Eylül saldırılarının ardından en ciddi sınavla karşı karşıya bıraktı. 11 Mart’ta tüm dünyayı etkileyecek seviyeye eriştiği kabul edilen yeni nesil coronavirüs beraberinde küresel ekonomik resesyon, petrol krizi ve tetiklenmiş şiddetli bir göç dalgası da dahil olmak üzere bir dizi asimetrik tehdidi de bagajında taşıyor.

KÜRESEL SALGIN MI, KÜRESEL RESESYON MU?

İçerisinden geçtiğimiz süreç, birbirini tetiklediği artık ayan beyan ortada olan bu iki olguyu bir nevi “40 katır mı? 40 satır mı?” sorusuyla uluslararası toplumun önüne koydu. Bir ABD-İran çatışmasının kaçınılmaz olduğu beklentisiyle başlanan 2020 yılı iç içe geçmiş ve sonu tam olarak görülemeyen krizler zincirine dönüştü. Mümkün olan en basite indirgemeye çalışırsak bu zincir şimdilik şu halkalardan oluşuyor:

• COVID-19 salgını

• Sanayi üretiminde sert düşüş

• Petrol talebininin azalması

• Petrol fiyatlarındaki düşüşe bağlı olarak Rusya ve S. Arabistan başta olmak üzere petrol üreticisi ülkelerdeki rejim değişiklikleri, siyasi sistem değişiklikleri ve istikrarsızlıklar/

• Küresel ekonomik resesyon.

Şimdilik içerisinde bulunduğumuz sarmalın resmini bu şekilde çizebiliriz. Henüz resmileşmeyen ekonomik resesyon ve siyasi istikrarsızlıkların tetikleyebileceği yeni bölgesel çatışmalar ile artacak kitlesel göç hareketlerinin boyutları ise asimetrik tehditler zincirinin şimdilik ufukta görünen silik siluetleri. Salgın ve karantina etkileşiminin gıda güvenliği ile fiyatları üzerine yapacağı etki ise şu an gündemde dahi değil. İlk kez 31 Aralık 2019 günü dünyanın haberdar olduğu COVID-19 salgının küresel maliyeti Mart ayı başına gelindiğinde 375 milyar dolar olarak hesaplanıyordu. Bu tarihte henüz ABD kapılarını Avrupa’ya kapatmamış, İtalya’da ise salgının boyutları netleşmemişti. Petrol fiyatları 1. Körfez Savaşı seviyesine gerilemiş, Asya, ABD ve Avrupa borsaları 2008-2009 yıllarında küresel ekonomik kriz sürecinde ortaya çıkan çöküşün tekrarına şahit olmaktaydı.

İçinden geçtiğimiz süreç bir nevi, Japon sinemasının 1954’ten itibaren dünyaya ihraç etmeye başladığı korku, gerilim ve macera türünün önde gelen örneği olan Godzilla filmlerini anımsatıyor. Bilmeyenler için ayrıntılandırmak gerekirse, Godzilla Pasifik’teki nükleer denemeler nedeniyle transformasyona uğramış ve canavara dönüşmüş dev bir sürüngendir. Bu sürüngen ortaya çıktığı andan itibaren medeniyeti ve insanlığa ait değerleri yok etmeye yönelir. Filmin sonundaysa izleyiciler genellikle Godzilla’nın kendisine benzeyen canavarlarla giriştiği mücadeleye şahit olurlar.

Bugün de kim bilir hangi transformasyonun ürünü olduğunu hala bilmediğimiz COVID-19 virüsünün bir yandan insanlığa saldırırken, bir yandan da tetiklediği farklı krizleri, hatta bu krizler arasındaki mücadelelerin ürettiği yeni krizleri izliyoruz. Bu sürecin sonunda meselelere üç boyutun da ötesinde bakmayı başarabilenler, iç içe geçmiş stres kaynakları karşısında dirayetini koruyan toplumlar ayakta kalacak. Şimdi biz bu sarmalın içerisinde aslında uzun süredir patlamaya hazır bir bombayken, salgınla beraber fitili ateşlenen bir krize daha yakından bakmayı deneyelim.

KORONA GÜNLERİNDE “İNİSİYATİFLER SAVAŞI”

Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasında kaya gazı, LNG, doğal gaz, ham petrol piyasalarının paylaşımı için son 10 yılda ivmesi giderek artan tehdit ortamı, Rusya ve Almanya’nın Kuzey Akım-2 boru hattı projesi ile sıcak çatışma halini aldı. ABD, Berlin-Moskova ikilisinin projesini önlemek için yaptırımların yeterli olmadığına kanaat getirince 2015 yılında Rusya’nın karşısına Berlin Duvarı’na benzer bir şekilde enerji duvarı inşa etme hamlesine girişti. Hedef, Baltık Denizi’nden, Adriyatik Denizi ve Karadeniz’e ulaşan kuşaktaki ülkeleri Rusya’nın enerji müşterisi olmaktan çıkararak ABD’nin sıvılaştırılmış doğalgaz ve petrolünün müşterisi haline getirmekti. Planlanan kuşak üzerindeki Avusturya, Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Polonya, Romanya, Slovakya, Sloİçinden venya, “Üç Deniz İnisiyatifi” adı altında organize edilen proje ile önce Rusya’nın enerji piyasası olmaktan çıkarılacak, ardından Çin Halk Cumhuriyeti’nin “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ile Avrupa’ya transfer etmek istediği ekonomik ve siyasi nüfuzun da önü kesilecekti.

Almanya’nın Kuzey Akım-2 projesi nedeniyle maruz kaldığı ABD baskısına rağmen sıcak yaklaştığı “Üç Deniz İnisiyatifi”nde 2018 yılına kadar somut bir adım gözlenmedi. Ancak, Trump yönetiminin Çin ile giriştiği ticaret savaşının keskinleşmesi ve Rusya’nın Orta Avrupa ile Baltık üzerindeki baskısına mukabele edilmesine yönelik politikada mesafe alındıkça “Üç Deniz İnisiyatifi”nin canlanmasına yönelik sinyaller de gelmeye başladı.

İşte bu sinyallerin en alarm verici olanı 14-16 Şubat tarihlerinde 56. Münih Güvenlik Konferansı sürecinde kaydedildi. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Mike Pompeo konferanstaki konuşmasına damga vuran “Üç Deniz İnisiyatifi” ne dair verdiği haberler oldu. Pompeo, 11’i NATO üyesi olan 12 AB ülkesinin enerji alt yapılarının bu inisiyatife dâhil olması için ilk etapta 1 milyar dolarlık yatırım yapmaya hazır olduklarını ilan etti. Bu açıklama, Baltık ülkelerinin Rusya’ya doğalgaz bağımlılığını sonlandırmak için 3 ülkeye tankerlerle LNG taşıma operasyonunu başaran ABD’nin, Doğu ve Orta Avrupa enerji piyasasından Rusya’yı soyutlamaya yönelik emellerinin hayata geçeceğinin ilanıydı. ABD’nin bu hamlesi aslında Soğuk Savaş’ın bitmediğinin, yalnızca biçim ve içerik değiştirdiğini de ortaya koydu. Stalin, 2. Dünya Savaşı bitiminde ekonomik kuşatma ile açlığa mahkûm ederek Avrupa’yı SSCB’nin tahakkümüne razı etmeyi denemiş, ABD buna Marshall Planı ile müttefiklerine ve SSCB’nin eline düşmemiş ülkelere verdiği ekonomik destekle yanıt vermişti. Bugün ise Washington, Rusya-Çin ikilisinin Avrupa üzerinde enerji-teknoloji ikilisi üzerinden tesis etmeye çalıştığı nüfuz alanını “Enerji Marshall Planı” ile durdurmak için harekete geçti. Pompeo’nun bir nevi enerji savaşı ilanı olan bu açıklamanın yapıldığı günlerde henüz COVID-19 salgını yerel bir tehdit olarak kabul edilmekte ve Suudi Arabistan ile Rusya’nın petrol ihracatına vuracağı darbenin boyutu tahmin edilmemekteydi.

MOSKOVA VE RİYAD’DA DENGELERİ DEĞİŞTİREN VİRÜS

ABD’nin Münih’te verdiği mesajı alan Rusya, karşı hamlesine hazırlanırken muhtemelen; sanal dünyada da kıyasıya yaşanan savaşın ürettiği bir bilgisayar virüsünün değil de; bir grip virüsü türevinin tüm hesapları alt üst edebileceğini ya da öngörülemez noktalara taşıyabileceğini ihtimal dâhilinde değerlendirmemişti. Çin Halk Cumhuriyeti’nin önce azalan büyüme hızı ardından COVID-19 salgınıyla beraber üretim faaliyetlerinin akamete uğramasıyla beraber, küresel petrol talebi de çakıldı. Körfez bölgesinde yaşanan gerilim de petrol fiyatlarının yükselmesi yönünde katkı yapmayınca ham petrolün varil fiyatı 50 dolarlar seviyesinde seyretmeye başladı. Ancak bu fiyat özellikle Rusya’nın, ABD’ye karşı verdiği küresel mücadeleyi ayakta tutması ve Suriye’deki askeri operasyonlarını yürütmeye devam etmesi için yeterli değildi. Nitekim Kremlin’in OPEC ile arzı kısma yönünde bir süredir devam ettirdiği uzlaşmanın da sonu görünmüş oldu. Ancak işbirliğinin sona erdiğini bildirmek için COVID-19 salgınının pandemik yani küresel boyut kazandığının Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilan edilmesinden yalnızca 5 gün öncesinin seçilmesi herhalde Rusya’nın başına gelebilecek en büyük talihsizlik oldu.

KİTABI YAZILACAK “VİYANA’DAKİ O SABAH

Devamı M5 Dergisi Mart 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close