COVID-19 Biyolojik Silah Olabilir Mi? - M5 Dergi
DergiKapakMakalelerÖne ÇıkanSayı-345-Nisan-2020Son sayı

COVID-19 Biyolojik Silah Olabilir Mi?

Abone Ol 

Bu virüs nereden çıktı? Uçak gemileri, füzeler, bombalara trilyon dolar ayıran ancak virüse karşı iki tane maskeyi bir araya getiremeyen ABD yönetimi çareyi Çin’i suçlamakta buldu. “Çin virüsü” dedi… Türkiye ve tüm dünyada Atlantik yanlısı kesimler Çin karşıtı kampanya yürütüyor. Bu sorunun çok kısa ve net bir yanıtı var. Bu yanıt aslında soru formunda. Virüs çıkmadan önceki statüko kimin yararına idi? ABD’nin mi? Yoksa Çin Halk Cumhuriyeti’nin mi?

Şimdilerde herkesin sorduğu ikinci soru şu: İnsan uygarlığını adeta donduran bu virüs nereden çıktı?

Birincisi tabii ki, ‘bu baş belası ne zaman yok olur’ sorusu. Bilim dünyası haklı olarak acilen birinci sorunun cevabını bulmak için zamanla yarışırken, bizim gibi bazı meraklılar ikinci soruya yanıt arıyor.

Uçak gemileri, füzeler, bombalara trilyon dolar ayıran ancak virüse karşı iki tane maskeyi bir araya getiremeyen ABD yönetimi çareyi Çin’i suçlamakta buldu. “Çin virüsü” dedi.

Birinci olarak Çin’in virüsü sakladığı ve bilgi vermediğini ileri sürüyor Trump. Ki bu yanlış. Çin belgeleriyle açıkladı gün gün Dünya Sağlık Örgütü ile paylaşımlarını. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de Çin’i teyit edince ABD Başkanı Donald Trump, bu kez DSÖ ve onun Etiyopyalı Başkanı Thedros Adhanom ile polemiğe girdi ve ‘paranızı keseriz’ tehdidini savurdu. Oysa Bill Gates çeşitli vakıf ve kuruluşları aracılığıyla DSÖ’yü, ABD hükümetinin yaklaşık iki katı destekliyor. 2017’de ABD 400 milyon dolar verdi, Bill Gates ve ilişkili kuruluşları 800 milyon dolara yakın tahsisat yaptı.

ruluşları 800 milyon dolara yakın tahsisat yaptı. ABD’de ikinci bir kesim var ki, onlar suçlama konusunda daha pervasız. Virüsü Wuhan’da Çin’in ürettiği ve dünyaya saldığı suçlamasında bulunuyor. Buna yönelik bazı haberler de çıkıyor. Çin ile işbirliği yaptığı için tutuklanan Amerikalı Bilim insanının esasen suçlamayla alakası olmadığı anlaşıldı. Ancak propaganda ve komplo teorileri sürüyor. Türkiye ve tüm dünyada Atlantik yanlısı kesimleri Çin karşıtı kampanya yürütüyor. Bu sorunun çok kısa ve net bir yanıtı var. Bu yanıt aslında soru formunda. Virüs çıkmadan önceki statüko kimin yararına idi? ABD’nin mi? Yoksa Çin Halk Cumhuriyeti’nin mi?

Pek çok stratejistin gözlemlerine göre, Çin öne geçmek üzereydi. Hatta pek çok alanda geçmişti. Mesela patent sayısı ve 5G. Trump’ın Çin’i askeri çevreleme ve ekonomik kuşatma stratejisi pek sonuç vermiyordu. Çin’in, Rusya başta olmak üzere Asya ve küresel çaptaki dengeli ilişkileri, ABD’nin tek yanlı kabadayı tavrına galebe çalıyordu. Avrupa özellikle ABD’den kopma ve Asya’ya yaklaşma sürecine girmişti. Batı Asya’da siyasi gelişmeler Avrasya lehine dönüyordu. En önemlisi de Çin’in ekonomik (Kuşak ve Yol Girişimi) ve bilimsel (Made in China 2025 projeleri) alandaki hamleleri, ABD’nin dünya liderliğinin sona ereceğini haber veriyordu. Yani virüs öncesi durum zaten Çin’in lehineydi. Demek ki virüsü Çin’in kasıtlı olarak üretip yaydığı tezi tutarlı değil.

Peki, tersini düşünürsek yani “ABD’nin böyle bir şeye cüret etme ihtimali var mı” diye sorarsak iş biraz daha farklı yerlere gidebilir. Şu ana kadar virüsün insan yapısı olamaya cağına yönelik sadece iki bilimsel makale yayımlandı. Bilim insanları ağırlıklı olarak, şu aşamada virüsün laboratuar yapımı olup olmadığını söyleyemiyor. Doğal olduğu ihtimali üzerinde duruyorlar. Ancak elimizde en somut bilgi, 2015 tarihli Nature Dergisi’nde yayımlanan ve Çin’deki atnalı yarasalarındaki corona virüsünün insana bulaşabilecek biçimde genetik olarak modifiye edildiğini anlatan bir çalışma!

ABD’NİN GÜRCİSTAN’DAKİ BİYO-SAVAŞ ÜSSÜ

ABD’nin Gürcistan’da bir biyolojik silah tesisinin resmi adı Richard Lugar Halk Sağlığı Araştırma Merkezi’ydi. Bu tesis, 2002’de ABD yanlısı Cumhurbaşkanı Mihail Saakashvili dönemindeki ikili anlaşmayla kuruldu. Tesiste denek olarak kullanılan çok sayıda kişinin hepatit yüzünden öldüğü, bizzat eski Devlet Güvenlik Bakanı İgor Giorgadze tarafından açıklandı. Giorgadze, 2015 ve 2016’da bu tesiste deneylere katılan ve hepatit yüzünden ölen kişilerin listesini Moskova’daki basın toplantısında açıkladı. Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Nikolay Patruşev de ABD’nin eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde buna benzer tesisler kurduğunu 2015’te açıklarken Richard Lugar Merkezi’ni özellikle örnek vermişti. Dilyana Gaytandhzieva isimli Bulgar kadın gazeteci Tiflis’e gitti ve bu tesisi yerinde araştırdı. Tanıklarla görüştü, belgelere ulaştı. Amerikalı diplomatlar bu tesise kan ve virüs örneklerini, diplomatik dokunulmazlıklarından yararlanarak taşıyorlardı. Zaten tesisteki “uzmanların” neredeyse hepsi diplomat olarak görünüyordu.

Bunların belgelerini çıkarmıştı Bulgar gazeteci. Merkezde, hepatit, şarbon ve veba gibi salgın hastalıklar üzerinde çalışılıyordu. Çevrede oturanlar tesisten geceleri havaya zehirli dumanların karıştığını ve pek çok kişinin bundan rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldığını anlattı. Hatta tesiste çalışan 4 Filipinliden ikisi, bir gece ağızları köpürerek ölmüştü. Gürcistan genelinde bu tesiste denek olarak kullanılan 100’den fazla kişinin öldüğü iddia ediliyordu. Üste çeşitli ısırgan sineklerin de üretildiği ve bunların patojen taşıyıcısı olarak seçildiği de ortaya çıktı.

Dilyana Gaytandzhieva’nın ortaya çıkardığı önemli belgelerden biri de Amerikalı uzmanlarca geliştirilen bir sivrisinek yayma dronu patenti idi. Salgın hastalık bulaştırılmış sivrisinekleri yayma dronu patentinin sahibi Amerikalı S. Mill Calvert’in biyolojik savaş yöntemleriyle ilgili daha bunun gibi 42 patenti vardı. Richard Lugar tesisinde ayrıca Ruslara has RNA ve DNA örnekleri de toplanıyordu özel bir amaç için. Hani Adnan Hoca’nın müridi Oktar Babuna’nın 2000’li yıllarda “kanserim abilerim ablalarım” acındırmasıyla toplanan ve ABD’ye veya İsrail’e gönderilen Türk kan örnekleri gibi. Bu tesiste yapılan özel araştırmalardan biri de, Ruslara özgü şarbon (anthrax) geliştirilmesi üzerineydi. Burada genetik yapılara özel biyolojik savaş unsurları geliştiriliyordu muhtemelen.

Gürcistan’daki Richard Lugar üssünde Pentagon’a (DTRA-Defense Thread Reduction Agency) taşeron olarak çalışan 3 farklı şirket vardı. Bunlar biyolojik silah geliştirmek üzere Amerikan hükümeti ile milyonlarca dolarlık anlaşmalar yapmıştı. CH2M Hill isimli şirket, Gürcistan ile birlikte, Uganda, Tanzanya, Irak, Afganistan ve Güney Doğu Asya’daki biyolojik silah laboratuarları için toplam 341,5 milyon dolar alıyordu. Bunun 161,1 milyon doları sadece Gürcistan’daki Richard Lugar üssündeki laboratuar çalışmaları içindi. Metabiota isimli Amerikan şirketi de Gürcistan ve Ukrayna’daki deneyleri için 18,4 milyon dolarlık kontratlar imzalamıştı. Metabiota, patojen keşfi, salgın reaksiyonu ve klinik deneyler yapıyordu. Batı Afrika’da 2012 – 2015 yılları arasındaki Ebola salgını öncesi ve esnasında (salgının merkezindeki) Sierra Leone’de çalışmalar yürütmüştü. Batelle isimli üçüncü şirket ise benzer faaliyetler için 59 milyon dolara anlaşmıştı. Batelle Memorial Institute eski bir firmaydı. 1952-1966 arasında 11 farklı biyo-savaş projesi için Pentagon ile çalışmıştı. Batelle’in, Gürcistan, Ermenistan, Afganistan, Uganda, Tanzanya, Irak ve Vietnam’da laboratuarları vardı. Toksik kimyasallar ve yüksek patojenlerle çalışan bir firma olduğu biliniyor. 1997-2000 yılları arasında CIA ile ortak “Project Clear Vision” programını yürüttüğü BM’ye sunulan belgelerde yer aldı.

Batelle’in önemli bir özelliği daha vardı. ABD’nin en büyük biyo-savaş tesisi olan Fort Detrick’te çok gizli deneyler yürütüyordu. 2006-2016 arasındaki bu çalışmalar için de İç Güvenlik Bakanlığı’ndan (Dept. of Homeland Security) 344,4 milyon dolar almıştı. Maryland’daki üste 2015-2026 arasında planlanan bir başka çalışma için de yine İç Güvenlik Bakanlığı ile 17,4 milyon dolara anlaşmıştı. Bu projelerin başlıkları da ilginçti. Bir tanesi “Toz yayılma teknolojisi değerlendirmesi”, bir diğeri “Havaya sıkılan (aerosolized) toksinlerin tehlike değerlendirmesi”, bir başkası daha da ilginç; “B. Pseudomallei (Meliodosis) yayılımının değerlendirilmesi”. Meliodosis bir çeşit bakteri. Güneydoğu Asya’daki tropik ormanlarda kirli toprak ve suda bulunabilen bu bakteri, tıpkı Covid19 gibi zatürreye yol açıyor. Geçmişte de ABD ordusu tarafından biyo-silah olarak denenen Meliodosis, biyolojik savaş ajanı olarak B kategorisinde sınıflandırılıyor.

FORT DETRİCK’İN ÖYKÜSÜ

Fort Detrick’in Coronavirüs ile birlikte anılması da tesadüf sayılmaz. Burası uzun ismiyle, ‘Ulusal Biyolojik Savunma Analiz ve Karşı Önlemler Merkezi’ olarak biliniyor. ABD’nin en büyük ve en eski biyolojik savaş üssü. “Hür Dünyanın lideri” Amerikalılar, biyolojik savaş teknolojilerini faşizme borçlu. Kimyasal silahları Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Almanlar kullanmıştı. Biyolojik savaş tekniği ise daha çok ikinci dünya savaşına dayanıyor. Almanlar, toplama kamplarında Yahudi ve Çingeneler üzerinde deneyler yaparken, Japonlar ise 1932 Kuzey Doğu Çin işgalinde esir aldıkları Çinli sivilleri denek olarak kullandı. Japon Doktor Shiro İshii, Harbin yakınlarındaki laboratuarında biyolojik silah deneyleri yapıyordu. Hıyarcıklı veba yaymak için uçaklardan yararlandı. “Birim 731”de görev yapan Japon doktorun acımasızlığını New York Times gazetesi, ele geçirilen kendi günlüğünden aktarmıştı:

“Karnından göğsüne kadar keserek açtım, çığlıklar atıyordu. Yüzü acıyla kasılıyordu. Çok fena bağırıyordu. Ama bir anda durdu.”

Ishii, Çin’deki tesisinde kolera, şarbon, tifo, tetanos, dizanteri ve sifilis üzerinde çalıştı. Bunları Çinliler üzerinde denedi, uyguladı. Japon işgali esnasında (ABD ordu tahminlerine göre) en az 580 bin Çinli bu ve benzeri Japon bilim insanları yüzünden öldü. Amerikalı General Douglas Mc Arthur, Japonya’nın yenilip teslim olmasının ardından, Doktor İshii ve 731’inci Birim’deki tüm ekibi Amerika’ya transfer etti. Bunun karşılığında İshii’nin kabarık savaş suçları, insanlığa karşı işlediği suçlar görmezden gelindi. Shiro İshii de Amerikan ordusuna 10 bin sayfayı geçkin notlarını ve bulgularını teslim etti ve Pentagon’da göreve başladı. Ordu birimlerinde biyolojik savaş üzerine öğretmenlik yapmaya başladı. Sivrisinek ve pirelerle hastalıkların yayılması tekniklerini öğretti. Özellikle Fort Detrick’teki askeri enstitüde Profesör unvanıyla görev yaptı. 1995’te ölene kadar Maryland’de yaşadı. İshii’nin diğer Japon meslektaşları da ABD’de hizmet verdi. Kimileri Amerikan hastalık önleme ve kontrol merkezi CDC’de bile çalıştı. 1948’de Pentagon tarafından yayımlanan bir raporda, biyolojik savaş şu ifadelerle tanımlanıyordu: “Bir silah ya da bomba, saldırının ve saldırganın kimliğini ortaya koyar. Ancak kalabalık bir şehirde bir salgın başlarsa bunu kimin yaptığı bulunamaz. Çok küçük miktarda patojenlerle bir kentin nüfusu yarı yarıya azaltılabilir.”

ABD Savunma Bakanı Robert Mc Namara, 1960’lı yıllarda 150 çok gizli biyolojik savaş laboratuarı kurdu. Bu laboratuarlarda üretilen domuz ateşi virüsleri CIA aracılığıyla Küba’da denendi. Adada 500 bin domuz bu yüzden telef oldu. Eski bir CIA ajanı, virüsün Panama’daki sürgün Kübalılar tarafından adaya sokulduğunu daha sonra itiraf edecekti. 1981’de yine Küba’da sivrisinekler tarafından yayılan dang ateşi ortaya çıktı. 88’i çocuk, 188 kişi öldü. 1988’de sürgün bir Kübalı olan Eduardo Arocena, hastalığı Küba’ya getirdiğini itiraf etti. İşte bu yüzden Küba, başta çocuk aşıları olmak üzere, pek çok tür aşının mucidi olmak durumunda kaldı.

Devamı M5 Dergisi Nisan 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close