Bu yıl sonunda İngiliz hükümetine iletilecek 300 sayfalık bir raporda 1917’den 1948’e kadar Filistin’de iktidarda olan İngiliz yönetiminin “Filistin nüfusu üzerinde sistematik olarak işlediği şok edici suçların” kanıtları sunulacak.
1944 yılında bir çocukken İngiliz askerleri tarafından vurulan Filistinli iş adamı Munib al-Masri öncülüğünde hazırlanan dosyada hükümetten resmi bir kabul ve özür talep ediliyor.
BBC’nin Newsnight programında ele alınan rapora Masri’nin yönlendirmesiyle iki uluslararası avukat da katkı sundu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle İngiliz kontrolüne geçişinden yaklaşık 20 yıl sonra Filistin’de ayaklanmalar baş göstermişti.
Filistin’de yol kenarında patlayan bir bombanın dört İngiliz askerini öldürmesinden sonra İngiliz kuvvetleri, sorumlunun kim olduğuna bakmadan, bütün Filistin köylerine “cezalandırıcı eylem” politikası başlattı.
1938 sonbaharında İngiliz baskınına uğrayan Filistin köyü El Bassa, en kanlı eylemlerin yaşandığı yerlerden biri olarak tarihe geçti.
Rolls Royce zırhlı araçlarına monte edilmiş makineli tüfekler Filistin köyüne ateş açtı. Ardından İngiliz Ordusu’nun piyade tüfeği alayı yanan meşalelerle gelip evleri ateşe verdi.
Köylüler bir yere toplandı ve İngiliz askerleri onları zorla bir otobüse bindirdi. Bir mayın arazisinin üzerinden geçmeye zorlanan otobüsteki herkes yaşamını yitirdi.
Bir İngiliz polisi, mayın patlamasıyla parçalanan bedenlerden kalanları gömmek isteyen Filistinli kadınların fotoğrafını çekti.
Bu fotoğraf, İngiliz kuvvetlerinin Filistin’de savaç suçu işlediğini iddia eden 300 sayfalık bir delil dosyasında yer alıyor.
Dosya ile birlikte İngiliz hükümetine sunulacak dilekçede 1917’den 1948’e kadar Filistin’de iktidarda olan İngiliz yönetimi sırasında yaşanan ihlaller için resmi bir kabul ve özür talep ediliyor.
1948’den sonra İngiltere Filistin’den hızla çekildi ve İsrail Devleti resmi olarak kuruldu.
“Tamamen korumasızdık ve bizi savunacak kimse yoktu”
BBC’nin dosyadaki tarihi kanıtlara dair incelemesinde, keyfi infazlar, işkence, canlı kalkanların kullanımı ve toplu infazlar için evlerin yıkılması gibi uygulamalara yer verildiği görülüyor.
Bunların çoğu, dönemin İngiliz resmi politika yönergeleri dahilinde veya kıdemli subayların izniyle gerçekleştirildi.
El-Bassa’dan sağ kurtulan bir çiftin oğlu Eid Haddad BBC’ye verdiği demeçte, “İnsanların ailemin genç yaşta acı çektiklerini bilmelerini istedim. Ve ölenlerin sesi olmamız gerekiyor” dedi.
İngiltere Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada, söz konusu döneme ilişkin silahlı kuvvetler personeline yönelik tarihi iddiaların farkında olduğunu ve sağlanan her bir kanıtın “baştan sona inceleneceğini” belirtti.
Özür talebinin, devam eden İsrail-Filistin çatışması bağlamında ele alınması ve İngiltere’nin sömürge dönemindeki suçları için sorumluluğu tartışmalarını yeniden açması muhtemel.
Talep, tanınmış Filistinli girişimci ve eski politikacı Munib el-Masri’nin öncülüğünde getiriliyor. 88 yaşındaki El Masri, 1944 yılında henüz çocukken İngiliz askerleri tarafından vurulup yaralanmış.
İşgal altındaki Batı Şeria’da yer alan Nablus şehrindeki evinde BBC’ye konuşan El Masri, “[İngiltere’nin rolü] beni çok etkiledi çünkü insanların nasıl taciz edildiğini gördüm… tamamen korumasızdık ve bizi savunacak kimse yoktu.”
Projede iki üst düzey uluslararası avukat yer alıyor. Bunlar, Uluslararası Ceza Mahkemesi eski başsavcısı Luis Moreno Ocampo ve eski BM İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Özel Raportörü İngiliz avukat Ben Emmerson KC.
Emmerson, BBC’ye verdiği demeçte hukuk ekibinin, “İngiliz Mandası güçlerinin belirli unsurları tarafından Filistin nüfusu üzerinde sistematik olarak işlenen şok edici suçların” kanıtlarını ortaya çıkardığını söylüyor.
“Bana hiçbir sivil soruşturma yapılmaması talimatı verildi”
El-Masri dilekçesini bu yılın sonunda İngiliz hükümetine sunmayı planlıyor.
Dilekçesinde bir vahşetten daha bahsediliyor.
1939 yazında Black Watch alayından askerlerin Batı Şeria’da bulunan Halhul köyünde evlere baskın düzenleyip köylüleri silah zoruyla topladığı anlatılıyor.
Hem bölge sakinlerinden hem de İngiliz askerlerinden çok sayıda tanık, 150 kadar erkeğin bir caminin arkasındaki bir alana sürülüp dikenli tellerle çevrili kafeslere girmeye zorlandığını anlatıyor.
İngiliz askerleri evini basıp çatılarını işgal ettiğinde bir çocuk olan 88 yaşındaki Muhammed Ebu Rayan, “Bu insanlar devrimci değil, çiftçilerdi. Devrimciler dağlarda saklanıyorlardı” diyor.
Dikenli tellerle çevrili kafesteki 13 kişinin susuzluktan öldüğü ve en az bir kişinin kaçmaya çalışırken vurularak öldürüldüğü belirtiliyor.
Ebu Rayan Halhul’daki evinden BBC’ye verdiği demeçte, “Kökleri yemeye çalışmak için toprağı kazmaya başladılar. Sırf serinlemek için tenlerine ıslak toprak sürdüler.” diyor.
Dönemin bölge komiseri Edward Keith-Roach ölü sayısının daha az olduğunu özel bir mektubunda dile getiriyor:
“48 saat süren kapatmadan sonra erkeklerin çoğu çok hastaydı. Yaşlı ve güçsüz 11 kişi öldü. Bana hiçbir sivil soruşturma yapılmaması talimatı verildi.”
Sokağa çıkma yasakları ve el koymalar
İngiltere Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar’ı yenilgiye uğratmasıyla Filistin’in kontrolünü ele geçirdi.
1917’de Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonistlere Yahudiler için bir ulusal vatan sözü verdi. Bu, Balfour Deklarasyonu olarak biliniyor.
İngiltere’nin yönetme yetkisi, artan Yahudi göçü ve nüfuzuyla sonuçlandı. Bu durum, Filistinli Araplar üzerinde artan şiddete yol açtı.
Arap İsyanı olarak bilinen Filistin isyanı 1936’da patlak verdi ve Londra, ülkeyi birlikleriyle doldurdu.
Askeri tarihçi Prof. Matthew Hughes’a göre, Britanya’nın Filistin’de neden olduğu vahşet “şiddetli ve şaşkınlık verici”ydi ancak “istisnai” idi.
Prof. Hughes’a göre, İngiltere’nin hareket kısıtlamaları, sokağa çıkma yasakları, mülk veya mahsullere el konulması, yollar ve askeri üsler inşa etmek için zorla emek kullanımı gibi keyfi gerekçelerle yapılan sistematik uygulamaları “Filistinliler’i yıpratmada çok daha temel, kalıcı ve yıpratıcı”ydı.
“Britain’s Pacification of Palestine” kitabının yazarı Prof. Hughes, “Bütün ülke bir tür hapishaneye dönüştü” diyor.
Hughes, İngiltere’nin askeri yönergelerinin, birliklerin çoğunlukla evlerin yıkılmasıyla sonuçlanan “toplu cezalandırma”, “intikam” ve isyankarların vurulmasına izin verdiğini söylüyor. Buna göre şüphelilerin kaçarken vurulması yaygın bir uygulamaydı.
El-Masri, yeni kurulan İsrail Devleti’nin İngilizler’den kalan bazı olağanüstü hal yetkilerini benimsediği için, devam eden çatışmanın Filistinliler’i tamamen savunmasız bıraktığını söylüyor ve ekliyor:
“Britanya bunu telafi etmenin yollarını ve araçlarını görmeli… cesur olmalı ve ‘Bunu yaptığım için üzgünüm’ demeli”.