Orta Doğu; Suriye’den Lübnan, İsrail, Filistin, Irak ve Yemen’e kadar her an bir patlama yaşanabilecek olan tehlikeli bir geçiş dönemini yaşıyor. Bu ülkeler İran’ın; siyasi, ekonomik ve demografik etkilerinin yanı sıra sosyal dokusunda da doğrudan veya vekil yapıları aracılığıyla kontrol ettiği açık alanlardır.
Middle East Monitor’de Saad Kiwan imzasıyla yayımlanan makale M5 tarafından çevrilmiştir.
Tahran; ABD Başkanı seçilen Joe Biden’in Beyaz Saray’da göreve başlaması ile Donald Trump’ın özellikle geçen yılki ekonomik abluka ve yaptırımlarının ardından İran’a az da olsa rahatlama sağlamasını bekliyor. ABD; İslam Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı olan General Kasım Süleymani ve İran nükleer programının babası olarak nitelendirilen Muhsin Fahrizade’ye suikast düzenleyerek İran liderliğine iki büyük darbe vurdu.
Süleymani; Arap dünyasında, çok uluslu milisleri Humeyni devrimi sonrası İran’a ihraç etmek için geniş ve yayılmacı bir politika izledi. Süleymani, Bağdat Uluslararası Havaalanı’nda bir ABD insansız hava aracı saldırısı sonucu öldürüldü. Fahrizade ise, Tahran’ın kalbinde güpegündüz öldürüldü ve bu iki adımla İran hükümetine güçlü bir uyarı gönderildi.
İranlılar; görevdeki son gününde bile İran’a askeri bir saldırı başlatmaya hazır olan Trump, Beyaz Saray’dan fiilen ayrılmadan Trump’ın bu yaklaşımından kurtulmayacaklar. Trump, ABD Başkanı seçildiği andan itibaren, Tahran’ın bölgesel veya uluslararası hedeflerini ve bölgesel nüfuzunu sınırlamaya odaklandı.
Trump, Beşar Esad’ı devirmekle ilgilenmediğini, bunun yerine İran güçlerini Suriye’den çıkarmak istediğini açıkladı. Ancak ABD askerlerini Suriye’nin kuzeyinde tuttu ve birkaç gün önce onları Suriye-Irak sınırında, İran’ın Akdeniz ve Beyrut’a stratejik bir rota olarak kurmaya çalıştığı El-Tanf’ta takviye etti. Bu süre zarfında yaptırımların kullanılması, Irak’tan Suriye’ye ve Lübnan’a kadar bölge genelinde sancılı siyasi, ekonomik, mali ve askeri baskıya dönüştü.
O dönemde Trump, Beşar El Esad’ı düşürmekle ilgilenmediğini, daha çok İran kuvvetlerini Suriye’den çıkarmak istediğini duyurdu. Ancak ABD’li askerleri kuzey Suriye’de tuttu ve İran’ın Akdeniz ve Beyrut’a stratejik bir rota oluşturmak istediği Suriye-Irak sınırında kuvvetlendirdi. Bu süre boyunca yaptırımları kullanarak İran’ı, Irak’tan Suriye’ye ve Lübnan’a kadar tüm bölgede siyasi, ekonomik, mali ve askeri baskı altında tuttu.
Trump; Beyaz Saray’da sadece iki haftası kalmasına rağmen Suriye Merkez Bankası’na yeni yaptırımlar uyguladı. ABD bu yaptırımlarla; Suriye Kalkınma Vakfı başkanı ve UNESCO Kültürel Mirası Koruma Komitesi Değerlendirme Kurulu üyesi olan Esad’ın eşi de dahil olmak üzere birçok kurum ve şahsı hedef aldı.
Suriye; Biden’in da benimseyeceği düşünülen bir yaklaşımla Tahran ile Washington’un yanısıra Moskova, Ankara ve Tel Aviv arasında bir çatışma bölgesine dönüştü.
Esad şimdi bu gelişmelerin üstesinden gelmek ve 2000 yılından bu yana dördüncü defa görev süresini uzatmak ve garanti etmek için Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kullanmak istiyor.
Bu durum, BM denetiminde özgür ve adil seçimlerin yapılmasını içeren BM’nin 2254 sayılı kararı ile çelişiyor. Beş farklı ordunun işgal ettiği bir ülkede, güvenilir olan bir seçim yapmak mümkün mü?
Esad adeta inkar içinde yaşıyor ve Suriye’de hâlâ gücü varmış gibi davranıyor. Gerçek şu ki; aslında Şam’daki Al-Muhacireen Sarayı’nda kendisini koruyan ve tahtta tutanların tutsağı. “Kendi” ülkesinin güneyi veya kuzeyi üzerinde hiçbir etkisi ve yetkisi yok.
Bugün Esad, tıpkı Baasçı Suriye’de ve on yıllardır Arap coğrafyasındaki bütün zalimce rejimlerde olduğu gibi, uzlaşı yoluyla değil, oy sandığı yoluyla meşruiyet arıyor. Ve bunun için şimdi yeni bir cumhurbaşkanlığı kampanyasını hazırlamaya çalışıyor.
Suriye’de Özerk Yönetim bölgeleri, Türk kontrolü altındaki kuzey ve güney alanları gibi Esad’ın kontrolü dışında olan bir dizi etki alanı var.
Esad; Yeni dışişleri bakanı Faysal El Mikdat’ı Moskova’ya göndererek, Rusları Kuzeybatı Suriye ve İdlib’de, ayrıca güneyde SDG tarafından kontrol edilen ve yönetilen Kürt bölgelerinde seçimleri önlemek için ikna etmeye gönderdi.
Ancak Esad’ın hayalleri kabusa dönüşecek. Çünkü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in hesapları farklı. Moskova’nın Orta Doğu’ya siyasi, askeri, mali ve stratejik açıdan maliyetli müdahalesi göz önüne alındığında zaman kaybetme lüksüne sahip olmadığı görülüyor. Putin beş yıl önce Esad’ı kurtarmak için müdahale etmeye karar verdiğinde, ne O’na ne de çökmekte olan rejimine dair bir koruma sürecine girmiyordu. Bunu, eski Sovyetler Birliği’nin rolünü yeniden canlandırmak ve bölgede nüfuz sahibi stratejik bir ülke haline gelmek için bir fırsat olarak gördü.
Ancak Trump, nükleer meselesini yeniden gündeme alarak ve müzakereler öncesine yani başa döndürerek durumu tersine çevirdi ve sadece Putin’e değil, Beyaz Saray’daki halefine de yeni bir gerçeklik empoze etti. Bugün İran yaptırımlarla kuşatılmış ve ekonomik zorluklarla boğuşurken Irak hükümeti ABD şemsiyesi altında. İran’ın vekili Hizbullah’ın bulunduğu Lübnan ise hükümetsiz ve çöküşün eşiğinde felç olmuş durumda bir ülke.
Bu arada Esad rejimi, Amerika’nın Sezar ve Magnitsky gibi yasalarla uyguladığı yaptırımlarla kuşatılmış durumda. Egemenliğe gelince; Suriye’de topraklar Rusya, Amerika, Türkiye ve İran arasında dağılıyor, hava sahası ise İsrail’e ait.
Esad’ın yönettiği kısım ise denkleme İran’ı da eklemek isteyen Moskova ile Washington arasındaki müzakerelerde etkin olma anlamında yeteri kadar ağırlığa sahip görünmüyor.