Nasıl Oldu Da Bilirken Bilemediler? - M5 Dergi
DergiKapakMakalelerÖne ÇıkanSayı-345-Nisan-2020Son sayı

Nasıl Oldu Da Bilirken Bilemediler?

Abone Ol 

“Yeni bir grip pandemisi kaçınılmazdır. Modern ulaşım imkânları – özellikle uçaklar – sayesinde virüs, enfekte bir yolcuyla saatler veya bir gün içinde tüm dünyaya yayılabilir… İlaçlar, hastalığın şiddetini azaltabilirse de, ne hayvanların gözlemlenmesi ne de itlafı bir sonraki pandeminin ne zaman, nerede veya ne kadar ölümcül olacağını kestirmemizi sağlamaz. Söylenebilecek tek şey hayatlarımızı ciddi biçimde etkileyeceğidir. Tıbbi personel de hasta olacağından hastane hizmetleri aksayacak, ilaç şirketlerinde görevli insanlar da çalışamayacak kadar hasta olacaklarından aşı üretimi yavaşlayacak, aşı ve ilaç rezervleri kısa sürede tükenecek, pek çok insan enfeksiyona karşı savunmasız kalacaktır…”

COVID-19 virüsü kaynaklı salgın elinizdeki dergi dâhil pek çok yazılı ve görsel yayında enine boyuna farklı boyutlarıyla ele alınıyor. Ben iki zıt kutupta yer alan bir soruyu irdelemek niyetindeyim. Bir tarafta Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’nde en üst sıralarda bulunan ABD’nin ve üst üste uydular fırlatan, uçak gemileri inşa eden Çin’in böyle bir salgına nasıl olup da hazırlıksız yakalandıkları sorusu, diğer tarafta Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA başta olmak üzere istihbarat örgütlerinin, yine ABD’deki varlıklı ailelerin kurduğu vakıflara bağlı düşünce kuruluşlarının ya da Almanya’da devletin olası bir virüs kaynaklı küresel salgını öngörerek neredeyse 10-15 yıl önce raporlar hazırlatabilmelerinin nasıl mümkün olabileceği sorusu yatıyor. Tabi bu raporlar beraberinde sonu gelmeyen komplo teorilerini tetikledi. Nasıl oluyordu da kimi Batı ülkeleri bugün içerisinden geçtiğimiz bu salgının yaşanabileceği gerçeğini öngörmüştü ve yine nasıl olup da sahip oldukları bilgiye rağmen salgına bu denli hazırlıksız yakalanabilmişlerdi?

Bu iki sorunun kesişim noktası olarak bilim dünyasının yaptığı çalışmalardan alınması gereken uyarıların siyaset ve bürokrasi nezdinde hak ettiği ilgiyi görmemesi, farklı konuları öncelikli kabul etmeleri iktidarların ve devlet yapılarının elle tutulur, gözle görülür tehditlere odaklanmış olması olarak işaret edilebilir.

Hollywood yapımı felaket filmleri genellikle bir bilim insanının yaptığı uyarıların ABD Başkanı ve dünyanın önde gelen ülke liderleri tarafından görmezden gelinmesiyle başlar. COVID-19 pandemisi için de durum farklı değil. İktidarlar, devletler ve kitleler, gerçekleşene kadar korkulanın olamayacağına dair temeli olmayan yüzyılların mirası olan bir inançla insan doğasının gereğini yaptılar. Oysa bu salgının yolda olduğu bir asırdır bilinen bir gerçekti ve önce SARS ardından MERS salgınları ile kapıya dayandığını haber vermişti. Biz bu işaretleri, küresel iklim değişikliğinin belirtilerinde olduğu gibi, görmezden gelmeyi tercih ettik. Bugün meydan, faturayı pandeminin 5G teknolojisi ya da Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD’de biyolojik silah üretimi için çalışan laboratuvarlara kesmeye hevesli ipe sapa gelmez komplo teorilerine kalmış durumda.

BİZ GELELİM GERÇEKLERE…

Şimdi, küresel toplumun COVID-19 virüsü ile karşılaşmasının neden sürpriz olmadığını, neden test, yoğun bakım yatağı, solunum cihazı sayısının yetersiz kaldığı, karantina ve sınırları kapatmak gibi hamlelerde neden geç kalındığını, virüsün yayılma hızı karşısında aslında şok geçirmek gerekmediğini hiçbir gizli rapora, istihbarat teşkilatı çalışmasına gerek kalmadan göreceğiz.

Gerçek düşünce kuruluşlarının; yani düşünen insanların istihdam edildiği ve bugünkü haliyle Stratfor örneği aparatçıklardan bahsetmiyoruz; yaptıkları çalışmalarda geçmişte yaşanmış benzer örnekleri yani tarihi irdeleyerek, ardından mevcut teknolojik gelişmeler ışığında yapılan matematiğe dayalı projeksiyonlarla, hiçbir komploya gerek kalmadan salgın hastalıklar dahil, olmaz denilenlerin gerçekleşebileceğini öngörmek mümkün.

COVID-19 salgınının dünyayı bugün olduğundan, olumlu ya da olumsuz farklı bir yere taşıyacağı muhakkak. Ancak Nisan ayı itibarıyla artık salgın bir halk sağlığı sorunu olmaktan çıkmış, küresel bir ekonomik resesyonun tetikleyicisi haline gelmiştir. Sosyal ve ekonomik hayattaki yavaşlama hatta gerilemenin 2021 yılının yaz mevsimine kadar devam edeceği kabul edilecek olursa bu küresel ekonomik resesyonun paralelinde gelişecek sorunlar da kapıda demektir.

ACIMASIZ GERÇEKLİĞİN HAZMI ZORDUR

Şimdi buradan sonraki satırlarda California Üniversitesi’nden emekli öğretim üyesi Irwin W. Sherman ile bir süre başbaşa bırakıyorum:

“Yeni bir grip pandemisi kaçınılmazdır. Modern ulaşım imkânları – özellikle uçaklar – sayesinde virüs, enfekte bir yolcuyla saatler veya bir gün içinde tüm dünyaya yayılabilir. Kuşların gözlem altında tutulması, bir salgın olasılığında bizi önceden uyarabilir… İlaçlar, hastalığın şiddetini azaltabilirse de, ne hayvanların gözlemlenmesi ne de itlafı bir sonraki pandeminin ne zaman, nerede veya ne kadar ölümcül olacağını kestirmemizi sağlamaz. Söylenebilecek tek şey hayatlarımızı ciddi biçimde etkileyeceğidir. Tıbbi personel de hasta olacağından hastane hizmetleri aksayacak, ilaç şirketlerinde görevli insanlar da çalışamayacak kadar hasta olacaklarından aşı üretimi yavaşlayacak, aşı ve ilaç rezervleri kısa sürede tükenecek, pek çok insan enfeksiyona karşı savunmasız kalacaktır… Aşı üretimini artırmak kolay olmayacaktır. Her yıl 300 milyon aşı üretiliyorsa da, bir pandemi ortaya çıktığında milyarlarca doz gerekebilir. Bir grip virüsünün insana bulaşabilmesini sağlayan şeyin ne olduğu, neden bazı hücreler virüse daha duyarlıyken diğerlerinin olmadığı ve virüsün insanın bağışıklık sistemiyle nasıl bir etkileşim içinde olduğu konularında daha çok bilgiye ihtiyacımız var. Eğer virüsün yayılmasında rol oynayan çevresel faktörleri daha iyi tanımlayabilirsek, bir sonraki epidemiyi kontrol altına alabiliriz. 1918-1920 pandemisindeki gibi bir “gelecek şoku” için nasıl hazırlanabiliriz? Antimikrobik ilaçları stoklamak, aşı geliştirmeyi teşvik etmek ve gözlem yöntemlerini artırmak etkileri azaltmaya yarayabilir, ancak ne yazık ki bu önlemlerin hiçbiri bu etkileri yok edemez.”

Bugün 87 yaşında olan bilim insanı Sherman bu satırları yazdığında 2006 yılıydı. Bu bilgileri içeren kitap, American Society for Microbiology tarafından yayımlanan “Twelve Diseases That Changed Our World” ismiyle 2007 yılında basıldı. Türkiye’de “Dünyamızı Değiştiren 12 Hastalık” ismi ile basılması ise 2016 yılını buldu. Kitap basıldığında henüz dünya Suudi Arabistan kaynaklı bir coronavirüs türevi olan MERS ile tanışmamıştı. ( Bu kitaba bu ayki derginin Kitaplık köşesinde de yer verdik ) Peki Sherman, bugün yaşadığımız salgını ve bu salgında havayolu seyahatlerinin oynayacağı yolu hatta aşı ile ilgili ortaya çıkacak problemi neredeyse 15 yıl önce nasıl öngörebilmişti? Fal mı bakmıştı, yoksa tanıdığı komplo teorisyenleri mi vardı? Hayır, Sherman’ın yaptığı bunlardan daha basitti. O yalnızca tarihe bakmıştı.

İSPANYOL GRİBİNDEN ALINMAYAN DERSLER

Bugün yaşadığımız salgın etki alanı itibarıyla 1918-1920 yıllarında benzer boyutta küresel krize dönüşmüş olan İspanyol Gribi ile mukayese edilmekte. Her ne kadar ismi ile İspanya’ya gönderme yapılsa da bu salgının kaynağı Amerika Birleşik Devletleri’dir. İspanya Kralı 13. Alfonso’nun bu salgının hışmına uğraması ABD basınına belanın kaynağını kendilerinden uzaklaştırmak için fırsat verdi. Yine Irwin W. Sherman’a başvuralım. Amerikalı bilim insanının aktardığı epidemiyolojik kanıtlara göre İspanyol Gribi’ne yol açan virüs ilk olarak Kansas’taki ordu kampında görüldü. 60 bin kişilik kampta askerler çadırlarda kalıyor ve ısınmak için sosyal mesafe şartlarını uygulamaya imkân vermeyen sobaların başında toplanıyorlardı. Virüs, Kansas’taki kamptan 1918 yılının ortalarında trenlerle sevk edilen enfekte askerler vasıtasıyla Atlantik Okyanusu sahilinde, ABD’nin doğu kıyısındaki kentlerle güneydeki ordu ve donanma üslerine taşındı. Bu asker sevkiyatı ile beraber virüs sivillere de sirayet etti. Philadelphia, New York, Boston ve New Orleans salgını en şiddetli yaşayan ilk kentler oldu. ( New York ve New Orleans’ın COVID-19 salgınında yine en fazla vaka ve ölüm sayısına rastlanan kentler olması bir tesadüf değil ) Halk salgına karşı çareler ararken yetkililer ve basın bu salgının “basit bir grip olduğunu” savunarak “telaşlanmak için bir neden olmadığını” açıkladılar. Ancak topluma bilinçli bir şekilde yalan söylendiği Philadelphia’da cenazeleri koyacak yer kalmayınca ayan beyan ortaya çıktı. Aşı yoktu ve hastalara iyi bakım sağlamak dışında elde bir imkân bulunmuyordu. Bu dönemde ilk sosyal izolasyon önlemleri ortaya çıktı, maskesiz olarak sokağa çıkanlar San Francisco’da para ve hapis cezası verilmeye başlandı. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın ülkesini 1. Dünya Savaşı’na sokma kararlılığı salgının daha da yayılmasına yol açtı. Savaşın gerektirdiği endüstriyel faaliyetler için yüzbinlerce işçi fabrikaların bulunduğu kentlere, kasabalara çağırılmıştı ve salgının boyutu gizleniyordu. Amerikan ordusu, ülkenin doğu kıyılarına trenlerle taşıdığı virüsü bir sonraki adımda gemilerle ulaştığı İngiltere ve Fransa’ya da götürdü. COVID-19’un yayılmasında etkili olan havayolu ile seyahat o dönemde mümkün olmadığından tren ve transatlantik gemi yolculukları ile daha yavaş olsa da İspanyol Gribi dünya turuna çıkmıştı. 1. Dünya Savaşı’ndaki savaş gemilerinin buharlı olması dolaylı bir etki olarak salgının Afrika’ya ayak basmasına da yol açtı. Sierra Leone İngiliz donanmasının kömür ikmal merkeziydi ve Amerikan askerlerinin taşıdığı virüsle enfekte olan İngiliz askerleri vasıtasıyla İspanyol Gribi Afrika’ya da ulaşmış oldu. Bunu yine deniz yoluyla virüsün Samoa, Tahiti ve Fiji’ye ulaşması izledi. Samoa halkının yüzde 21’i 3 ayda gripten öldü. ABD’de 675 bin kişinin ölümüne yol açtığı tahmin edilen 1918’deki grip salgınının neden bu kadar bulaşıcı ve öldürücü olduğu aradan 100 yıl geçmiş olmasına rağmen tam olarak açıklanabilmiş değil.

ÇİN HALK CUMHURİYETİ MASUM MU?

21. yüzyıl insanının çözülmesi zor bulmacalarından biri, modern insan olarak nitelenen Homo Sapiens’in 100 bin yıllık tarihindeki tüm dramatik olayların kendi başına geldiği yanılsaması içinde yaşıyor olması. Sosyal medyayı yakından takip edenler dünyada bir salgınla ilk kez kendilerinin karşı karşıya kaldığı hissiyatıyla hezeyan yaşayan kitlelerle karşılaşıyor. Ancak 100 yıl önce modern yaşamı alt üst eden İspanyol Gribi’nden önce veba, kolera, çiçek salgınları vardı. 1920’den sonra ise belki şaşırtıcı olarak nitelenebilecek şekilde grip türevi salgınların peşpeşe gelmesiydi. Türkiye’nin bu salgınlardan bugün olduğu kadar etkilenmemiş olması ya da İspanyol Gribi’nin toplumsal hafızamızdaki yerinin silikliği de bugün yaşadığımız travmayı olduğundan daha şiddetli kılıyor. 1957 Asya Gribi, 1968 Hong Kong Gribi, 1976 ABD Domuz Gribi, 1977 Rus Gribi (Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuzeyinde de etkili olmuştu ) salgınları sınırlı da olsa can kayıplarına yol açmış, bu ülkeleri alarma geçirerek geçirerek geniş çaplı aşı programlarının başlatılmasına neden olmuştu.

1997 yılından başlayarak neredeyse düzenli dalgalar halinde tekrarlanan ve kuş gribi olarak bilinen H5N1 virüsü salgınlarının izi sürüldüğünde ise kaynak olarak ulaşılan adres başta Hong Kong olmak üzere Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki hayvan pazarları karşımıza çıkıyor.

1997 yılında Hong Kong’de enfekte olmuş kanatlı hayvanların dışkılarından bulaşan virüs insanlar arasında bir salgına yol açmadan durdurulabildi.

2001’de yine Hong Kong kümes hayvanları pazarında H5N1 virüsünün bir varyantı tespit edildi. Zamanında müdahale ve binlerce kanatlı hayvanın itlaf edilmesiyle bunun insanlar arasında salgına dönüşmesi bir kez daha engellendi.

2004 yılında ise salgının insanlara bulaşmasını önleme fırsatı bulunamadı. Kuşlardan doğrudan insanlara bulaşan virüs 76 can kaybına yol açtı. Milyonlarca kanatlı hayvanın yanı sıra fare, domuz, kedi ve hatta kaplanların da bu salgında enfekte olmaları sonucu telef oldukları görüldü.

H5N1 virüsü 2006 yılının Ocak ayında bu defa Türkiye’nin doğusunda ortaya çıktı. En az 1300 kanatlı hayvan telef oldu. Şubat ayında ise virüs Fransa’ya ulaştı. Binlerce kanatlı hayvan bu ülkede de telef oldu. Bilim insanları 2006 salgınının izini sürdüklerinde virüsün Uzakdoğu’dan Batı Avrupa’ya kuşların göç yollarından ziyade demiryollarını takip ederek geldiğini tespit ettiler. Tahminler Asya’dan gelen tavuk yemleri ile tarlalarda kullanılan tavuk gübrelerinden, tavukların taşındığı kasalara kadar çeşitli vasıtaların bu virüsün taşınmasında etken olduğu yönünde. 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde virüs kaynaklı pandemilerle Çin arasındaki bağlantıların bilim insanları tarafından bu kadar net ortaya konduğu bir ortamda Dünya Sağlık Örgütü’nün Ocak ayında Pekin yönetiminin açıklamalarına itimat ederek COVID-19’u küresel pandemi ilan etmemekle yaptığı hatanın ekonomik ve siyasi faturasının kesilmesinin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. COVID-19 salgını, Dünya Sağlık Örgütü’nü (WHO) stratejik önemi olan bir kuruluş haline getirirken hiç şüphesiz küresel toplumu pandemi standartlarında yeniden organize edecek düzenlemeleri de peşinden getirecek. Ülkelerin refah seviyelerinde yoğun bakım yatağı, solunum cihazı sayıları kriter olarak ortaya çıkarken, uluslararası ilişkilerde sağlık diplomasisi adı altında yeni bir alanın ortaya çıkması kaçınılmaz olabilir. Şu ana kadar virüse karşı verilen sınav, Çin ve Rusya’nın salgını kullanarak kendilerine nüfuz alanı açmaya çalışmaları, Rusya, İran ve Çin’in salgın verileriyle ilgili bilgi paylaşımındaki şüpheli icraatları nedeniyle küresel toplum adına bir işbirliği döneminin ufukta görünebileceğine dair umut verici sonuçlar doğurmuş değil. Çin’in diplomatik temsilcileri vasıtasıyla kendisine yönelik eleştirileri üst perdeden söylemlerle bastırmaya çalışması, maske, test kiti ve tıbbi malzeme yardımıyla yürütülen halk la ilişkiler çabasıyla perdelenmeyecek bir antipati yarattı. İtalya ile ABD’nin elinde ilk COVID-19 vakalarının 2019 yılının Ekim-Aralık döneminde tespit edildiğine dair bulgular varken Pekin yönetiminin virüsün dünyaya yayılmasına göz yumduğuna dair iddialar gerçeklik kazanırsa, bu ülke aleyhinde açılacak tazminat davalarının boyutları, Çin Seddi’nin Çin’e saldırmak isteyenleri değil, Çin’den çıkmak isteyenleri engellemek için inşa edildiği yönündeki görüşü savunanları doğrulayacak nitelikte olacak. Burada sözü bir kez daha ABD’li bilim insanı Irwin W. Sherman’ın öngörülerine bırakalım:

Devamı M5 Dergisi Nisan 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close