Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri'nin yeni stratejik denklemi - M5 Dergi
KapakMakalelerÖne ÇıkanSayı 351 Ekim 2020

Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin yeni stratejik denklemi

Abone Ol 

Azerbaycan, Rusya dışındaki eski Sovyet cumhuriyetleri arasında, milli ordusunu, yaşamakta olduğu bir dış tehdidi yok etme amacıyla yapılandırmış ve askeri gücüne “stratejik kimlik” kazandırmış tek cumhuriyet olma özelliğini sergilemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 9’ncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, siyasi karakteri Soğuk Savaş yıllarında şekillenmiş bir siyasetçiydi ve kuşağının diğer siyasetçileri gibi, Washington-Moskova hattındaki dengeleri önceleyen yapısı vardı.

Bir “Güniz Sokak sohbetimizde” yıllarca omuz omuza çalıştığı, efsanevi Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in meslek büyüğümüz İsmail Cem’e söylediği “Meğer CIA içimize sızmış” cümlesini hatırlattığımda, “Ne zaman Sovyetler Birliği ile sanayi ve ekonomik ilişkileri güçlendirmeye çalışsam iktidardan oldum” diyecek kadar açık sözlüydü.

Belki de bu nedenle, Sovyetler Birliği, 1991’de dağılmış olmasına rağmen, Moskova’ya dönük tedbirini elden bırakmamıştı.

Aslında bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı sıfatını, bildiğiniz gibi, Ebulfez Elçibey taşır. Bu nedenle, bugünkü Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in babası Haydar Aliyev, resmi tanımlamayla, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin banisi” olarak tanıtılır.

Ebulfez Elçibey ile 1989-1991 yılları arasında Dağlık Karabağ ve genel olarak Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde sürdürdüğüm gazetecilik çalışmalarım sırasında tanıştım.

Kendisi, bir Türk milliyetçisi ve kararlı bir Mustafa Kemal takipçisiydi…

Takvimlerin 1993 yılını gösterdiği günlerde, Süleyman Demirel’in neden, Ebulfez Elçibey ile yakın temas kurmayıp, aksine, yerine, Sovyet sistemi içinde bir Türk’ün ulaşabileceği en yüksek mevkiye ulaşmış (SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Büro üyeliği)Haydar Aliyev’i tercih ettiğini anlamak mümkündür.

Türkiye, bu tercihle, Moskova’ya, yeni dönemde yeni bağımsız olan Türk cumhuriyetlerine karşı dengeli ve Rusya Federasyonu’nu dışlamayan bir politika izleyeceğinin güçlü işaretini vermiştir.

Süleyman Demirel ile Haydar Aliyev’in yakın dostlukları tarihi bir gerçektir. Azerbaycan’ın Elçibey’e karşı başlatılmış bir askeri darbe sürecinde olduğu günlerde, Nahçıvan’da sıkışıp kalmış Haydar Aliyev’i bir Türk askeri nakliye uçağıyla Bakü’ye gönderip işin başına geçmesine neden olan isim Demirel’dir…

Kişisel notlarım, tanık olduğum sohbetin 1993 yılında yaşandığını işaret ediyor, sene, 1993, sonbahar ayları… Azerbaycan’ın yeni Cumhurbaşkanı Aliyev Ankara’da, Demirel ile sıcak sohbetin başlangıcında, buluşmayı izleyen gazetecilerin de duyacağı ses tonuyla, “Kardeşimden Mehmetçik istemeye geldim” diye konuşuyor.

Demirel’in cevabını ise, tesadüf eseri ikisine çok yakın noktada kalmış bir gazeteci olarak duyma şansı yakalıyorum: Mehmetçik Türk’ün zor durumda kaldığı her yere gider ama, önce siz, o işgal altındaki toprakları vatan kılacaksınız. Bir toprak nasıl vatan kılınır, şehit kanıyla…Azerbaycan gençliği bunu yapacak, Mehmetçik de yanında olacak…

Tarihi belirleyen süreçler, sabır gerektirir…

Bağımsızlık sonrası Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı seçilen son Sovyet yöneticisi Ayaz Muttalibov’un vatan topraklarını koruma gibi bir planı olmadığı belliydi, nitekim, Ermeniler’in 1992’de gerçekleştirdiği Hocalı Katliamı sonrasında Azerbaycan Halk Cephesi’nin baskısıyla Rusya’ya kaçmak zorunda kalmıştı.

Gördüğüm kadarıyla Ermenistan işgali altındaki Türk topraklarını vatan kılma harekatını, oğul İlham Aliyev başlatmış görünüyor.

Kendisine Mehmetçik’in kayıtsız-şartsız desteğini sağlayan R.Tayyip Erdoğan da Demirel’in koltuğunda oturuyor.

İŞGAL BAŞLARKEN YAŞANILAN ZORLUKLAR…

1989 yılının bir sonbahar gününde, Soğuk Savaş yıllarında kapalı kaldıktan sonra henüz açılmış Sarp Sınır Kapısı’nda sırtımda bir çanta, elimde de küçük bavulla yürüyerek o günkü Sovyetler Birliği topraklarına girdiğimde, bu yolculuğun meslek yaşantımın en özel anılardan biri olacağını tabii ki bilemezdim…

GÜNAYDIN gazetesinin dış haberler müdürüydüm ve dönemin Azerbaycan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Hacı Hacıyev’le kurmuş olduğum güçlü temas beni Batum-Tiflis üzerinden Bakü’ye taşıyacaktı. Bu yolculuk, bir Türk gazetecisinin de Dağlık Karabağ savaş bölgesine yaptığı ilk yolculuktu.

Ermenistan, Moskova’daki güçlü lobisinin de yönlendirmesiyle, artık dağılma sürecine girmiş Sovyetler Birliği bünyesinde, Kızıl Ordu’dan sağladığı silah ve eğitimle ordusunu kurmuş, buna karşılık Azerbaycan’ı yöneten kadrolar gelişmelerin biraz da Moskova tarafından kontrol altına alınacağına dönük inançla memleket topraklarının savunması için gerekli hazırlığı yapmamıştı.

Oysa, Ermenistan’a silah ve para, yalnız Moskova’dan değil, Ermeni diasporasının güçlü olduğu ABD ve Fransa’dan da akıyordu.

Bakü’de ise, Azerbaycan’ı bağımsızlığını İran’la güçlü ilişki-ye dayandırmış “İran’cı” olarak nitelenebilecek siyasi kadrolar, Tahran’ın aslında “bağımsız Azerbaycan” fikrine bile karşı olduğunu anlamıyorlardı.

Türkiye ise, bir NATO ülkesi olarak Sovyetler Birliği’nin sınırları içindeki bir çatışma alanına sonuç alıcı müdahale olanağından hayli uzaktı.

Cephede o sırada işgal edilmemiş olan Akdam’da konaklamayı tercih etmiştim, mevzilerde ise gördüğüm manzara 4 Azerbaycan askerine bir Kalaşnikov’un düştüğü, silahı kullanan asker şehit düştüğünde silahın derhal ikinci askere geçtiğiydi.

Akdam’daki mermer ocaklarının sahipleri ise Kızılordu generallerine rüşvet vererek topçu bataryaları ve bazı zırhlı araçları almışlar, maaşlarını ödedikleri askerler vasıtasıyla kendi bölgelerini savunma telaşına düşmüşlerdi.

Bağımsızlık sonrası Azerbaycan’ın ilk cumhurbaşkanı seçilen son Sovyet yöneticisi Ayaz Muttalibov’un vatan topraklarını koruma gibi bir planı olmadığı belliydi, nitekim, Ermeniler’in 1992’de gerçekleştirdiği Hocalı Katliamı sonrasında Azerbaycan Halk Cephesi’nin baskısıyla Rusya’ya kaçmak zorunda kalmıştı.

1989-1992 yılları arasında Azerbaycan’ı ordusuz bırakan, hatta Türk topraklarını, bölgede görevli Kızılordu’nun Rus generalleri ile korumaya kalkışan bu zihniyet, bir milyondan fazla Azerbaycan Türk’ünü topraklarından eden, onbinlerce insanımızın ölmesine neden olan işgal felaketinin doğmasına neden oldu.

YENİ BİR ORDUNUN YÜKSELİŞİ…

Dağılma sonrası eski Sovyet coğrafyasında yaşanılan ilginç gelişme, yeni bağımsız devletlerin silahlı kuvvetlerinin yapılanmasından kaynaklanmaktadır.

Açık gerçek, Rusya’nın, bu coğrafyada, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri dışında güçlü ve sonuç alıcı bir askeri yapılanmaya soğuk baktığıdır.

Silahlı Kuvvetleri’ni Türkiye ve NATO üyesi bazı Avrupalı ülkelerin desteğinde güçlendiren, Avrupa Birliği ve NATO tam üyeliğini ulusal strateji hedefi olarak belirleyen Kafkasya cumhuriyeti Gürcistan’ın 2008 yılında başına gelenler ortadadır.

Güney Osetya’da yaşanılan gelişmeleri bahane eden Rusya’nın bu ülkeye karşı sergilediği “orantısız güç” aslında eski Sovyet cumhuriyetlerinin tamamına açık mesaj kimliğindeydi.

Benzer durum, Ukrayna’da da yaşanmış, 2014’te dönemin Rusya yanlısı devlet başkanının Rusya’ya kaçmak zorunda kalmasından sonra Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, bir dönem yakın müttefiklik yaşadığı Rus ordusuyla karşı karşıya kalmıştır. Sonuç. Ülkenin doğusundaki Donbass’ta süren savaş, fiili işgal ve Kırım’ın ilhakıdır.

Yaşanılanlar, aslında, Hazar’ın doğusundaki Türk Cumhuriyetleri, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan açısından da uyarıcı işaretlerdir.

Genel tablo, söz konusu cumhuriyetlerin geliştirdikleri sınırlı askeri gücün, esas olarak ülke içinde istikrarı sağlama amaçlı olduğu yönündedir. Yönetici siyasi otorite için bu ülkelerin orduları, herhangi bir dış tehdide karşı değil, içerden kaynaklanabilecek tehditlere göre yapılandırılmıştır.

Orta Asya’ya dönük büyük bir askeri tehdit olması halinde bu tehdidin Rusya tarafından karşılanacağı açık bir gerçektir.

KAYNAK KULLANIMI ASKERİ GÜCÜ OLUŞTURDU…

Bu genel gelişmelerin ışığında, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, ülkenin yükselen petrol ve doğalgaz gelirleriyle bağlantılı olarak yükselttiği savunma bütçesiyle Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri özel yapı oluşturmaktadır.

Azerbaycan, Rusya dışındaki eski Sovyet cumhuriyetleri arasında, milli ordusunu, yaşamakta olduğu bir dış tehdidi yok etme amacıyla yapılandırmış ve askeri gücüne “stratejik kimlik” kazandırmış tek cumhuriyet olma özelliğini sergilemektedir.

Bu gelişmede, Haydar Aliyev’in “Bir Millet İki Devlet” sloganının yapıcı gücü oluşturduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri gibi, dünyanın en güçlü ordularından biri olarak kabul edilen aynı zamanda bir NATO ordusunun eğitim-silah-savaş teknolojileri desteğiyle bu kapasiteyi yakaladığı görülmektedir.

Üstelik, Azerbaycan bu güç birikimini, Ermenistan’ın Rusya’nın savunma sistemi içinde yer aldığı, topraklarında Rus ordusunu barındırdığı, hatta Türkiye-Ermenistan sınırının doğrudan Rusya’nın kontrolüne bırakıldığı bir ortamda başardı.

Rusya’nın Ermenistan ile imzalamış bir dizi anlaşma sonucu bu ülkenin güvenlik garantörlüğünü üstlenmesi, Ermenistan ordusunun işgal topraklarındaki hareket kabiliyetinin güçlenmesine ve saldırganlığın kurumsallaşmasına neden olmuştur

.Azerbaycan, Dağlık Karabağ’da Rusya ile savaşmamaktadır ama, savaştığı Ermenistan ordusunun arkasında dalgalanan bayrak bölgede büyük bir askeri dengesizlik oluşturmaktadır.

Son harekat aynı zamanda Türkiye’nin o dengesizliği güçlü bir şekilde tamir ettiğini göstermesi bakımından da önemlidir.

Bu analizde Azerbaycan-Ermenistan silahlı kuvvetleri arasındaki güç mukayeselerine girecek değilim, ama, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin, eski Sovyet cumhuriyetinde Rusya’dan sonra milli hedefleri ve stratejisi doğrultusunda geniş çaplı bir harekat gerçekleştirme kapa-sitesini oluşturması önemli bir paradigma başlangıcıdır.

BELİRLEYİCİ GÜÇ: ANKARA-BAKÜ İTTİFAKI

Açık olan gerçek, Rusya’nın Azerbaycan ordusunun harekat kabiliyetini yakından izlediği ve eğitiminde Türk subaylarının da görev aldığı bu yeni stratejik asker gücün, NATO standartlarını yakalayıp yakalayamadığını tespite çalıştığıdır.

Bu aynı zamanda, nüfusunun yaklaşık yarısı Azerbaycan Türkleri’nden oluşan İran açısından da alarm kimliği taşımaktadır.

Azerbaycan’ın güney Kafkasya’da yaşayacağı zafer tablosu, çok farklı sosyal dinamikleri tetikleyecek niteliktedir.

Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasının tamamına karşı sergilediği “hakim güç” görüntüsünün ise, Türkiye-Azerbaycan ittifakı karşısında bu bölgede sarsıldığı görülmektedir.

Azerbaycan’ın harekatını başlatmasından sonra Kremlin’den yapılan ısrarlı açıklamaların “Türkiye Azerbaycan’ı ateşkese ikna etsin” yönünde olması, aslında Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Kafkasya’ya Türkiye’nin güçlü bir giriş sağladığını ispatlamaktadır.

Ukrayna’nın iç siyasetinde yaşanılan gelişmeler karşısında bu ülkede savaş başlatıp, Kırım gibi son derece stratejik toprağı ilhak etme rahatlığını sergileyen Rusya’nın Azerbaycan-Ermenistan savaşında müdahale gücünün sınırlı olduğu açık gerçektir.

Azerbaycan, Rus ordusunun bir bahaneyle müdahale edebileceği Gürcistan değildir. Azerbaycan’a dönük bir askeri müdahalenin geniş Türk coğrafyasında doğuracağı tepkinin ve özellikle Türkiye-Rusya ilişkilerine taşıyacağı derin gerginliğin öngörülebilir sonuçları vardır.

Yalnız Moskova ve Tahran’ın değil, dünyanın Türkiye’ye dönük planları olan bütün başkentlerinin yakından izlediği gelişme, Türkiye ve Azerbaycan ordularının stratejik işbirliğinin yeni bir bölgesel denklem/gerçeklik olduğudur

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close