Washington Institute Analiz: "Türkiye, Afrika'dan Balkanlar'a kadar gelişen bir güç politikası ortaya koyuyor" - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Washington Institute Analiz: “Türkiye, Afrika’dan Balkanlar’a kadar gelişen bir güç politikası ortaya koyuyor”

Abone Ol 

“Türkiye çevresindeki; Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi anlaşmazlıklarda önemli avantajlar elde ederken; Ukrayna, Sahra altı Afrika, Güney Asya ve Balkanlar’da da önemli bir stratejik dengeleyici güç haline geldi.”

Washington Institute tarafından yayımlanan analiz M5 tarafından çevrilmiştir.

“Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Savunma Sanayisi;  Suriye, Libya ve Kafkasya’daki çatışmalarda insansız hava araçlarını yıkıcı bir şekilde kullanması nedeniyle 2020 yılında büyük ilgi gördü.

Türk insansız hava aracı programı, Türkiye’nin güç projeksiyonuna yönelik yenilenen ulusal yaklaşımın yalnızca bir parçası. Bu; ekonomik, diplomatik, stratejik ve itibar açısından etkileri olan bir yaklaşım. Genişletilmiş bir Türk askeri anlaşmaları ağı ve denizaşırı üsler, başka ülkelerle ortak ve vekil ilişkilerinin olgunlaşması, savunma endüstrisinin genişlemesi gibi hamleler Türkiye’nin; Karadeniz, Akdeniz, Kafkasya, hatta Ortadoğu ve Afrika’da bir “güç oyuncusu” olmasını sağladı.

Bölgesel Erişim için Bir Ağ Oluşturma

Türkiye, Suriye, Libya ve Kafkasya hamlelerinden onlarca yıl önce diplomasi yoluyla stratejik güç projeksiyonunun zeminini hazırladı.

Uluslararası alanda güç projeksiyonu, erişime bağlıdır: üs, askeri tatbikatlar, koordinasyonve işbirliği programları, savunma-sanayi işbirliği anlaşmalarıve daha fazlası. Böyle bir erişim şüphesiz öncelikle herhangi bir ülkedeki diplomatik temsilcilikle başlar.

Türkiye Afrika’da, artan doğrudan uçuşlar, yardım projeleri ve ikili ticaretin altıya katlanması ile birlikte, 2003’te 12 olan büyükelçilik sayısını 2020’de 42’ye kadar çıkardı. Afrikalı liderler; Türk yardımı, ticareti ve diplomatik işbirliğinin yanı sıra kültürel benzerlikler nedeniyle Çin’e artan bağımlılığa karşı Türkiye’yi olumlu bir alternatif olarak görmeye başladı.

Türkiye’nin bu genişlemesi diğer kıtalarda da gerçekleşti; 2006-2014 yılları arasında açılan 37 yeni Türk büyükelçiliğinden 4’ü Güney Asya’da, 2’si Avrupa’da ve 5’i Latin Amerika’daydı.

Bu genişleme stratejisi, Dışişleri Bakanlığı bütçesi için reel olarak yüzde 30’luk bir artış gerektirdi. Ancak Türkiye ikili ticarette bundan daha büyük artışlar sağladı.

On beş yıllık bu genişlemenin ardından, Türkiye 2019 yılına kadar dünyanın 6. en büyük diplomatik ağına ulaştı.

Türk diplomasisinin bir diğer odak alanı, Türk Konseyi’ni periyodik bir tören birliğinden çıkarılıp, ekonomik odaklı uluslararası bir örgüte dönüştürmeye yönelik çabasının ivme kazandığı Orta Asya olmuştur. Çünkü bu Türk Konseyi, Avrasya jeopolitiğinin Rus veya Batı egemenliğinden bağımsız bir versiyonunu temsil ediyor, Macaristan’ı katılımcı bir gözlemci olarak çekecek kadar ilgi çekici bir gerçek olan konseyin Orta Asya’daki Rus ve Çin etkisini etkileyeceği gerçeği göz ardı edilmemelidir.

………………………………………………….

Diğer yandan böyle bir güç planlaması için anlaşmalar ve ortaklıklar için sebepler gereklidir. Bu da ancak bir devletin gerekli endüstriyel ve operasyonel araçları geliştirmesi durumunda ortaya çıkabilir. Türkiye bunu son on yılda yapmayı başardı.  Savunma sanayii inovasyonu ve Türk Drone’ları, Türkiye’nin bu çalışmalarının merkezinde yer aldı.

Türkiye için drone programının aciliyeti, ABD’nin Türkiye’ye MQ-1 Predator ve MQ-9 Reaper uçaklarını satmayı reddetmesi ile başladı. Türkiye başlangıçta sınır güvenliğini artırmak ve sınırlı terörle mücadele görevleri yapmak için insansız hava araçları aradı.

Türkiye 1996 yılında Amerikalı General Atomics’ten de dronlar satın almıştı. Daha sonra İsrail’den Heron ve Harop sistemleri aldı. Ancak aldığı bu ürünlerde; alım süreçleri, teknolojik entegrasyon ve operasyonel koordinasyonda önemli engellerle karşılaştı.

2010 yılına gelindiğinde Ankara, eldeki yabancı sistemlerin yetersiz ve yabancı arzın güvenilir olmadığına karar verdi. Bu tarihten itibaren; Türk Havacılık – Uzay Sanayii ve Selçuk Bayraktar’ın şirketi, drone varyantları üzerinde çalışmalar yaptı ve 2015 yılında Türkiye, yüksek irtifa hassas vuruş dronlarını başarıyla test etti.

Türkiye’nin bağımsız drone teknolojisi, gözetleme ve operasyonel olarak PKK’ya karşı büyük etki gösterdi.  Bu süreçten sonra Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile sürdürdüğü bilgi sağlama konusundaki on yıllık programı sessizce sonlandırdı.  Artık kendi gözetleme faaliyetlerini yapıyordu ve PKK ile ilgili ABD gözetlemelerinden kaynaklı gelecek olan istihbarata Ankara’nın artık ihtiyacı kalmamıştı.

……………………………………

2020’de yaşananlara bakıldığında ise, Türkiye’nin sadece sınır güvenliği için değil çeşitli çatışma bölgelerindeki geniş alanlarda da organize askeri güçlere karşı insansız hava aracı kullandığı görüldü.  Bu bilinen savaş konseptleri arasında kategorik olarak farklıydı. Libya, Suriye, Dağlık Karabağ’da bu durum açıkça görüldü.

Diğer ülkeler karşı önlemler ve karşılaştırılabilir sistemler geliştirdikçe, üstünlük unsuru mutlaka azalacak ancak Türkiye’nin operasyonel deneyim avantajı devam edecek. Ayrıca Türkiye, daha büyük yük/menzilli insansız hava araçlarıyla kendi yeteneklerini geliştirmeye devam ediyor.

Akıncı ve Aksungur, Bayraktar TB3 ve sürü halinde hareket edebilen kamikaze İHA’lar Kargu-2 ve Alpagu gibi unsurlar 2021’de sahaya çıktı. Türkiye’nin amfibi hücum gemisi TCG Anadolu; özellikle istihbarat toplama, denizaltı karşıtı savaş ve kıyı güvenliği gibi başlıklarda deniz gücünü artıracak.

Önümüzdeki on yılda askeri insansız hava araçlarına yapılan yıllık küresel harcamaların 10 milyar doların üstünde olması beklenirken Türkiye, gelişen pazarda çok önemli bir role sahip.

……………………………………………..

Türkiye, gelişen bu güç projeksiyonu ile pratikte ne kazandı?

Öncelikle Türkiye 2016’dan bu yana, PKK’nın Irak’taki ve başka yerlerdeki saha yeteneklerine ağır hasar verirken, PKK’ya karşı mücadeleyi kendi topraklarından ve sınırından büyük ölçüde uzaklaştırdı.

Diğer yandan Türkiye çıkarlarını veya ortaklarını tehdit eden beş askeri olayı engelledi:

Azerbaycan topraklarının ilhakı,
General Hafter’ın Trablus’a saldırısı,
Katar’ın Emirlik tabiiyeti,
İdlib’de muhalefetin tasfiyesi ve
Suriye-Türkiye sınırı boyunca YPG/PKK kontrolü

Türkiye çevresindeki; Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya gibi anlaşmazlıklarda önemli avantajlar elde ederken; Ukrayna, Sahra altı Afrika, Güney Asya ve Balkanlar’da da önemli bir stratejik dengeleyici güç haline geldi.

Türkiye bölgesel etki ve caydırıcılık duruşunu güçlendirdi. Attığı bu adımlar Türkiye’yi “jeopolitik veto” etkisine sahip bir güç haline getirdi….”

Kaynak: M5
Çeviri/Analiz: Adem KILIÇ

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close