Irak'ın işgali ABD’nin askeri doktrinini nasıl değiştirdi? - M5 Dergi
DünyaÖne Çıkan

Irak’ın işgali ABD’nin askeri doktrinini nasıl değiştirdi?

Abone Ol 

ABD’nin Irak işgalinin sonuçları bugün halen Irak’ta, bölgede ve dünyada hissedilen bir gelişme olarak hafızadaki yerini koruyor.

ABD, işgalin nedeni olarak bugüne kadar hiçbir izi bulunamayan ‘kitle imha silahlarını yok etme’ ve 20 yıldır terörizm ve mezhep çatışmalarından bitap düşen Irak halkını ‘özgürleştirme’ olarak belirlendiyse de bu hedeflere ulaşmada başarısız oldu. Bu da ABD’nin öncelikleri ve Ortadoğu’daki askeri varlığını sürdürmesine ilişkin ön hazırlıklarıyla ilgili soruları gündeme getirdi.

ABD’nin bölgedeki askeri müdahaleleri, içeride terörle mücadele çatısı altında çeşitli kesimlerden destek gördüyse de bugün bir şüphe konusu haline geldi. Bu askeri müdahalelere karşı tutumlar ise hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların seçim kampanyalarına malzeme oldu.

Barack Obama’dan Donald Trump’a ve Joe Biden’a kadar ABD başkanları, ABD’nin Irak’ı işgal ederek yaptığı ‘stratejik hatayı’ kabul etmekten çekinmediler.

Bu ‘hata’, 2011 yılında son askeri birliklerin de Irak’tan çekilmesinden sonra ABD’nin bölgedeki askeri doktrinini nasıl etkiledi? ABD, önceliklerini Çin’in nüfuzunu artırdığı Asya’ya yöneltirken bölgeden kademeli olarak çekilecek mi?

ABD’nin bölgedeki kalıcı askeri varlığı

ABD’nin 2003’ten bu yana Irak’taki asker sayısında bir değişiklik söz konusu. Irak’ın işgal edildiği sıralarda bölgede 165 bin ABD askeri konuşlandırılırken bugün bu sayı yaklaşık 2 bin 500 civarında.

Son yirmi yılda ABD askerlerinin sayısındaki bu iniş-çıkışla birlikte ABD’nin retoriği de kökten değişti. ABD’nin askeri doktrini, Bush sonrası Amerikan ulusal güvenliğini dış tehditlerden korumayı amaçlayan önleyici saldırılara dayanırken Washington bugün, askeri varlığının yerel yetkililerin onayına bağlı olduğunu ve askerlerinin konuşlandırılmalarının muharip amaçlı değil, tamamen tavsiye amaçlı olduğunu vurguluyor.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Sözcüsü Yüzbaşı Abby Hammock, ABD kuvvetlerinin 80 ülkeden oluşan bir koalisyonun parçası olarak katıldığı Birleşik Ortak Görev Gücü-Doğal Kararlılık Harekatı (CJTF-OIR) güçlerinin Irak hükümetinin daveti üzerine Irak’ta bulunduğunu ve uluslararası hukuka göre DEAŞ’a karşı mücadele için açık yetkisi olduğunu belirtti.

Yüzbaşı Hammock, CENTCOM’un 20 yıl işgal sürecini yönettikten sonra Irak’ın güvenliğini yeniden tesis edip edemediği sorusuna verdiği yanıtta Ortadoğu’da ortaklık ve iş birliğinin önemini vurguladı. Yüzbaşı Hammock, CJTF-OIR’ın egemenliğinin son derece önemli olduğunun altını çizdiği Irak hükümeti ile koordinasyon içinde Irak’ın çatışmalardan etkilenen bölgelerinde istikrarın sağlamasına yardımcı olmak için yerel, bölgesel ve uluslararası aktörlerle birlikte çalıştığını söyledi.

CJTF-OIR’ın Irak’a yaklaşımının en önemli ayaklarından birinin Irak adına savaşmaması olduğunu, daha ziyade varlığını savaş dışı bir rolde devam ettirdiğini ve Irak Güvenlik Güçlerinin DEAŞ’a karşı mücadeleye liderlik etmesini sağlamak amacıyla destek, kaynak, tavsiye ve yardım sağladığını vurgulayan Hammock, bu yaklaşımın başarılı olduğunu belirterek “Etkili olmaya devam edeceğinden eminiz” ifadelerini kullandı.

Güvenlik alanındaki iş birliğinin yanı sıra Washington, ‘istikrarı, güvenliği ve egemenliği güçlendirme’ amacıyla siyasi ve ekonomik düzeylerde Irak’a olan bağlılığının devam ettiğini teyit ediyor.  ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Washington artık ABD’nin Irak ile imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması ile güvenliğin ötesinde, Irak halkı yararına bazı sonuçlar doğuran 360 derecelik bir ilişkiyle ilgileniyor” dedi.

Bakanlık Sözcüsü, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve ABD yönetimi birçok alanda aynı görüşteler. DEAŞ’ı kalıcı bir şekilde yenmek, Irak’ın enerji alanındaki bağımsızlığını güçlendirmek, özel sektördeki büyümeyi desteklemek ve kamu hizmetlerini iyileştirmek konusunda hemfikiriz.”

Bakanlık Sözcüsü ayrıca ortak öncelikler arasında, eğitim ve kültür programlarının genişletilmesi, yolsuzlukla mücadele, hükümetin kontrolü dışındaki silahlı grupların dizginlenmesi ve Irak’taki iklim kriziyle mücadelenin yer aldığını kaydetti.

İç hesaplar

ABD’nin Irak’ı işgali ve işgalin sonuçları, Amerikan kamuoyunu kutuplaştıran ve Washington’ın dış politikasının Ortadoğu’daki çehresini değiştiren tartışmalı bir konuya dönüştü. Amerikan seçmeni genellikle dış meselelere fazla önem vermese de Washington’ın Ortadoğu’daki askeri doktrini, özellikle 2012, 2016 ve 2020 yıllarındaki başkanlık seçimleri sırasındaki seçim kampanyalarında mükemmel bir seçim malzemesi haline geldi.

Pew Araştırma Merkezi tarafından Amerikalılar ve gaziler arasında yapılan en son anket, Amerikalıların yüzde 62’sinin Irak’ta savaşa girmenin bir hata olduğuna inandığını ortaya koydu. ABD Savunma Bakanlığı’na göre Irak’ın işgali sırasında 4 bin 500 ABD askeri, Irak Savaş Kurbanları Örgütü’nün tahminlerine göre ise 100 binden fazla Iraklı sivil öldürüldü. Bunun yanında ABD Kongresi Araştırma Merkezi’ne (CRS) göre savaş, ABD’ye 801,9 milyar dolara mal oldu.

Irak savaşının maliyeti

Irak’tan Afganistan’a, Suriye ve Libya’ya kadar Ortadoğu’daki ‘başarısızlıklar silsilesine’ karşı halkın büyüyen öfkesiyle birlikte art arda göreve gelen Demokrat ve Cumhuriyetçi yönetimler, ekonomik ve siyasi çıkarlarından ödün vermeden bölgeden askeri olarak çekilmenin yollarını aradılar.

Washington, Barack Obama yönetiminden Joe Biden yönetime kadar Doğu Asya’daki varlığını güçlendirme arzusunu teyit ederken, bazıları bu tutumu Ortadoğu’dan kademeli olarak çekilmesinin bir göstergesi olarak değerlendiriyorlar.

Halkın ‘Ortadoğu bataklığından’ çıkılmasına verdiği geniş desteğe rağmen eski Başkan Barack Obama’nın 2011 yılında son ABD birliklerinin Irak’tan çekilmesi kararı, takip eden yıllarda Cumhuriyetçilerin muhalefetine ve askeri çekincelere neden oldu.

New York’taki Uluslararası İşbirliği Merkezi’nin (CIC) kıdemli üyelerinden James Traub, Foreign Policy dergisindeki bir makalesinde ABD güçlerinin terör örgütlerinin artan nüfuzuna karşı ABD’nin ‘çıkarlarının korunması’ amacıyla sınırlı sayıda da olsa Irak’ta kalması gerektiğini destekleyen görüşleri özetledi. O zamanlar birçok kişinin ABD’nin Irak’taki askeri varlığının ‘durumu daha da kötüleştirdiğinin’ inandığına işaret eden Traub, eski Başkan Bush’un başlattığı savaşın sonunda göreve gelen Demokrat yönetimin tutumunu ABD halkının içeriye odaklanma arzusuna bağladı. Obama’nın aynı tutumunu hem Irak’ta hem de Suriye’de sürdürdüğünü düşünen Traub, ‘ABD’nin bölgedeki yokluğunun aslında bölgedeki varlığından daha tehlikeli hale geldiği’ değerlendirmesinde bulundu.

O dönem Indiana Eyaleti Valisi olan Mike Pence liderliğindeki Cumhuriyetçi politikacıların tutumlarını hatırlatan Traub, Pence’in, DEAŞ terör örgütünün Irak’ta güçlenmesinden Obama yönetimini sorumlu tuttuğunu söyledi. Traub, Pence’in, ayrıca Hillary Clinton’ın, ‘bazı muharip güçlerinin Irak’ta kalmasını ve ABD’nin kazanımlarının güvence altına alınmasını sağlayacak olan ABD güçlerinin Irak’taki çalışmaları için çerçeve anlaşmasını yeniden müzakere etmemesini de eleştirdi.

Buna karşın Cumhuriyetçi tabanının iradesine teslim olarak Afganistan konusunda farklı bir tutum benimsemiş gibi görünen Pence, ABD’nin Ortadoğu’dan askeri olarak çekilme arzusunun en belirgin göstergesi olarak ABD askerinin yıllar sonra evlerine geri dönmesi ve sonsuz savaşlara son verilmesi sloganlarını benimseyen Donald Trump’ın Cumhuriyetçi yönetiminin en önemli simalarından biri oldu.

Trump, üst düzey askeri danışmanlarının büyük direnişine rağmen Taliban ile aylarca süren özenli müzakerelerin ardından 2021 yılının mayıs ayı başlarına kadar tüm ABD güçlerini Afganistan’dan çekme konusunda anlaşmaya vardı. ABD tarihindeki en kötü askeri geri çekilme olarak nitelendirilen Afganistan’dan çekilme ancak Trump’ın Beyaz Saray’a gelen halefi Biden tarafından yerine getirilebildi.

Ancak Trump yönetimi, Ortadoğu’dan açık açık bir geri çekilme politikası izlemedi. Bunun yerine ABD’nin bölgeye olan bağlılığının devam ettiğinin açık bir göstergesi olarak ilk yurtdışı ziyaretini 2017 yılında Suudi Arabistan’a gerçekleştirdi. Trump, Riyad’ın ev sahipliğinde yapılan Suudi Arabistan-ABD, Körfez ülkeleri-ABD ve İslam dünyası-ABD zirvelerine katıldı.

Ayrıca, selefinin DEAŞ ile mücadele çabaları çerçevesinde Irak’ta konuşlandırdığı ABD kuvvetlerinin sayısını azaltma kararı alan Trump, 2020’nin ilk haftasında Irak’ın başkenti Bağdat’ın Uluslararası Havaalanı yakınlarında İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Irak’taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) Başkan yardımcısı Ebu Mehdi el-Muhendis’in öldüğü hava saldırısının emrini verdi.

İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu zayıflatan saldırıdan aylar sonra Beyaz Saray’a gelen Trump’ın halefi Biden, Irak’ta kalan ABD askerlerinin yalnızca danışmanlık yapacaklarını duyurdu. Ardından Irak’ta 2020 yılında 5 bin 200 olan ABD askerlerinin sayısı, 2021 yılının başlarında 2 bin 500’e düşürüldü.

Biden doktrini

Bazı politikacıların yıllardır çağrıda bulunduğu ve bazılarının Rusya’nın ve Çin’in Ortadoğu’daki nüfuzunun artmasının önünü açtığına inandığı geri çekilmeye karşın Washington, bölgeye olan bağlılığının ‘kalıcı’ olduğunu vurgulayarak ve Ortadoğu’dan tamamen çekilme görüşünü reddederek bölgedeki askeri üslerinde yaklaşık 30 bin asker bulundurmaya devam ediyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Başkan Joe Biden’ın geçtiğimiz yıl bölgeye yaptığı ziyaretin, ABD’nin bölgeye olan bağlılığını ve bölge ülkeleriyle olan güçlü ilişkilere verdiği önemin teyidi niteliğinde olduğunu belirtti. Bakanlık Sözcüsü, “Başkan, ABD’nin Ortadoğu’daki rolü için ilkeli ve kapsamlı bir vizyon ortaya koydu ve bu vizyon ulusal güvenlik stratejimize entegre edildi. Bu vizyon, bölgeyle olan derin diplomatik, ekonomik ve kültürel ilişkilerimizin temelini oluşturuyor” ifadelerini kullandı.

 

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk, birkaç hafta önce Washington’da yaptığı bir konuşmada, Biden’ın bölgeye yönelik doktrininin beş ilkeye dayandığını, diplomasi ve caydırıcılık yoluyla bölgenin güvenlik ve istikrarını artırmayı amaçladığını söyledi.

 

McGurk’ün geçtiğimiz şubat ayında Atlantik Konseyi’nde yaptığı konuşmaya göre bu beş ilkenin başında ortaklık geliyor.

McGurk, şunları söyledi:

“ABD, birtakım kurallara dayanan uluslararası düzene katılan ülkelerle ortaklıklarını güçlendirecek ve dış tehditlere karşı kendilerini savunma yeteneklerini geliştirecek.”

İkinci ilkenin caydırıcılık olduğunu söyleyen ABD’li yetkili, ülkesinin ‘Hürmüz Boğazı ve Babü’l-Mendeb dahil olmak üzere Ortadoğu’daki su yollarında seyrüsefer özgürlüğünün tehlikeye girmesine izin vermeyeceğini ve hiçbir ülkenin askeri yığınaklar, saldırılar ya da tehditlerle başka bir ülkeyi kontrol etme çabalarına müsamaha göstermeyeceğini’ vurguladı.

Biden doktrininin üçüncü ilkesinin diplomasi olduğunu belirten McGurk, “Sadece bölgesel istikrara yönelik tehditleri caydırmakla kalmayacağız, aynı zamanda diplomasi yoluyla elimizden geldiğince gerilimleri azaltmak, elimizden geldiğince gerilimi azaltmak ve çatışmaları sona erdirmek için çalışacağız” dedi.

McGurk’e göre ABD’nin Ortadoğu stratejisinin dördüncü ilkesi, her ülkenin egemenliğine ve bağımsız seçimlerine saygı duyulurken ABD’li ortaklar arasında siyasi, ekonomik ve güvenlik bağlarının kurulmasına ve güçlendirilmesine bağlı kalınmasını içeriyor.

Beşinci ilke ise, insan haklarının ve Birleşmiş Milletler Şartı’nda öngörülen değerlerin geliştirilmesini kapsıyor.

Son iki yıldan örnekler vererek caydırıcılığın askeri yönüne vurgu yapan McGurk, “Biden yönetiminin göreve gelmesinden bu yana ABD, İran ve vekillerinin tehditlerine karşı askeri olarak hareket etti. Ortaklarımızın caydırıcılığını güçlendirdik, yeni ve yenilikçi denizcilik ağları kurduk. Zaman zaman, yakın iş birliğiyle bölgede daha geniş çaplı çatışmalara yol açabilecek yakın tehditleri tespit edip bunları caydırdık” diye konuştu.

DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon’da eski başkanlar Obama ve Trump’ın temsilciliğini yapan ABD’li yetkili, Ocak ayında ABD öncülüğünde Doğu Akdeniz’de düzenlenen en büyük ortak askeri tatbikatın, Washington’ın bölgenin güvenliğine olan bağlılığının kanıtı olduğuna işaret ederek, “Bunu savaş arayışıyla yapıyoruz. Yalnızca caydırıcılık ve sınırlama için gerekli koşullar oluşturmak ve diplomasinin gelişmesine izin vermek için yapıyoruz” dedi.

 

Değişmez çıkarlar

ABD, bu ay, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in, Suriye’ye yaptığı sürpriz ziyaret ve Savunma Bakanı Lloyd Austin’in Ortadoğu turu ile Ortadoğu’daki müttefiklerine güvenlikle ilgili verdiği sözleri tuttuğuna dair dair güvence vermeye çalıştı. Savunma Bakanı Austin, Ürdün, Mısır ve İsrail’i kapsayan turu sırasında, Washington’ın Ortadoğu’daki müttefiklerinin savunmasını desteklemenin yanı sıra stratejik ortaklıkları artırma ve güçlendirme taahhüdünü yinelerken güvenlik alanında çok taraflı koordinasyonu sağlamaya ve derinleştirmeye dayalı ulusal savunma stratejisinde öngörülen ‘entegre caydırıcılık’ kavramının altını çizdi.

Atlantik Konseyi’nin kıdemli üyelerinden ve ABD’nin Ortadoğu’da kalmasını savunanların önde gelen isimlerinden biri olan William F. Wechsler, Biden yönetiminin ‘bazı yanlış adımların ardından doğru yolu bulduğunu’ düşünüyor.

2015 yılına kadar ABD Savunma Bakanı Terörle Mücadeleden Sorumlu Yardımcısı olan Wechler, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikasının onlarca yıl değişmediğine ve Irak savaşının bu yaklaşıma göre ‘anormal’ bir olay olduğuna inanıyor. Şarku’l Avsat’a konuşan Wechler, “1950’li yıllardan günümüze kadar olan döneme baktığımızda ABD’nin, Irak savaşı ve Afganistan’dan çekilme gibi büyük çelişkiler dışında Ortadoğu’daki askeri varlığı konusundaki tutumunda göreceli bir tutarlılık olduğunu görüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

Tüm bu çelişkilere rağmen Washington’ın Ortadoğu’daki askeri doktrininin ABD’nin bölgedeki çıkarları doğrultusunda büyük ölçüde istikrarlı olduğunu düşünen ABD’li eski yetkili, “Önceki birkaç yönetim, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığını gözden geçirdi. Çünkü bunun bölgeden büyük bir geri çekilme sağlamasını umuyorlardı. Ancak bu gözden geçirmeler her seferinde neredeyse hiçbir değişiklik olmadan sonlandı” şeklinde konuştu.

Wechsler’e göre buna ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının değişmemiş olması ve bu çıkarları korumak için askeri stratejiye ihtiyaç duyulması neden oldu.

ABD’nin bölgedeki çıkarlarını; petrol ve doğalgaz çıkarma faaliyetlerinin güvenliğini ve özgürlüğünün sağlanması, bu petrol ve doğalgazın küresel pazarlara taşınması, bölgenin ekonomik, siyasi ve güvenlik istikrarının korunması ve bölgenin refahının artırılması şeklinde dört başlıkta özetleyen Wechsler, “Tüm bunlar, dünyanın bu bölgesinde enerji bulunduğundan beri ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları olmuştur ve olmaya devam etmektedir” dedi.

ABD’nin Ortadoğu’da ‘dengeli bir yaklaşıma’ dönmesi konusunda nispeten iyimser olan Wechler, Vietnam Savaşı’nın ardından ABD’nin Doğu Asya’daki tutumunda yaşanan değişikliği hatırlatarak “Amerikalılar, ülkelerinin Doğu Asya politikasını Vietnam Savaşı perspektifinden değerlendirmeyi bırakması on yılı aşkın bir zaman aldı. Bölge ülkelerinin liderlerinin, Rusya ve Çin ile yakınlaşarak ABD’yi Ortadoğu’dan çekilmeye itmeye çalışıp çalışmayacağı sorusu ise yanıtsız kalmaya devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close