Brookings Enstitü Türkiye Raporu: Yeni Bir Türkiye İçin Yeni ABD Politikaları (Tam Metin) - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Brookings Enstitü Türkiye Raporu: Yeni Bir Türkiye İçin Yeni ABD Politikaları (Tam Metin)

Abone Ol 
ABD’nin önemli Düşünce Kuruluşlarından olan Brookings Enstitü tarafından İŞBİRLİĞİ VE MUHAFAZA ARASINDA: YENİ BİR TÜRKİYE İÇİN YENİ ABD POLİTİKALARI adlı raporun tamamını M5 okuyucuları için çevirdik.

İşte raporun tam metni :

Erdoğan tarafından yönetilen, milliyetçiler ve dindar muhafazakârlardan oluşan geniş bir kitle tarafından desteklenen Türk hükümeti, son on yılın çalkantılı olaylarında, kendisi için hem tehditler hem de fırsatlar gördü.

Tehditlerin çoğu kendi kendine yaratılmış, fırsatlar ise kısa ömürlü ve yanıltıcı olsa da Ankara’nın stratejik düşüncesini bunlar şekillendirdi.

Erdoğan ve müttefikleri, Batı’nın politikalarını, yeni güçlü ve bağımsız bir Türkiye’yi dize getirmeye yönelik bir çabanın parçası olarak görüyorlar. Onlara göre ancak Türkiye gücünü ve bağımsızlığını tam olarak kazandığında Batı’yı ülkenin yeni statüsünü kabul etmeye zorlayacak ve ikna olmuş olacak.

Bu strateji; Erdoğan’ın siyasi ihtiyaçlarını Türkiye’nin küresel sahnede yükselen rolü ile birleştiren bir vizyonla tutarlı hale getirmeye çalışan bir dünya görüşü olarak özetlenebilir.

Türkiye’nin Temmuz 2016 darbe girişiminin üçüncü yıldönümünde Erdoğan, “Batı ile olan ittifakımız ve askeri işbirliği anlaşmalarımıza rağmen, karşılaştığımız en büyük tehditler onlardan geliyor” dedi.

Şüphesiz her şeyden çok, bu kanaati sağlamlaştıran şey darbe girişimiydi. Türkiye; darbeye dahil olan din adamı Fethullah Gülen hareketiyle birlikte bu suçu Washington’a atmakta da gecikmedi.

2016’dan bu yana, Erdoğan hükümeti siyasi kazanç için bu komplo teorilerini tutarlı bir şekilde üretiyor ve kitlesi kesinlikle onlara inanıyor.

Türkiye destekli Suriye muhalefetinin çöküşü ve İŞİD ile üstü kapalı ateşkesin şiddetli bir şekilde bozulması, Türkiye için daha tehlikeli bir gelişmenin yalnızca zeminiydi: Sonucunda Washington ve Suriye Kürt Halkını Koruma Birimleri (YPG) arasında ilişkiler gelişti.

1990’larda giderek artan sayıda Türk, Washington’un Kürt ayrılıkçılığını desteklediğini düşünüyordu. Şimdi ise aniden bu paranoya gerçek oldu.

Türkiye, neredeyse Washington’un tüm müttefiklerinin karşısında. Arap Baharı’nın ardından Erdoğan; İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında derinleşen İslam karşıtı uyum sürecini doğrudan bir tehdit olarak gördü.

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye yönelik 2013 darbesi, 2017 Katar ablukası ve 2018’de İstanbul’daki Suudi Konsolosluğu’nda Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, karşıtlıkları daha belirgin hale getirdi. Aynı zamanda İsrail ve Mısır ile olan anlaşmazlıkları, Yunanistan ve Kıbrıs’la yaşanan sorunlar, Türkiye’nin Akdeniz’de keşfedilen doğal gaz kaynaklarından yararlanmaya yönelik kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun dışında bırakılmasına yol açtı. Bu durum; Türkiye’nin politikalarının belki de öngörülebilir bir sonucu olsa da, bu gelişme Türkiye’nin kuşatılma duygusunu daha da yoğunlaştırdı.

Kendi yarattığı ve hayali olan bu tehditler karşısında Ankara, durumu kendi lehine çevirmek için değişen küresel düzenin doğasında bulunan fırsatlardan yararlanmaya çalıştı.

Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki sınır ötesi askeri operasyonları, Libya ve Azerbaycan’daki askeri konuşlandırmaları ve savaş tekneleriyle Doğu Akdeniz’de uyguladığı diplomasi anlaşmazlıkların üstesinden gelmek için sert bir güç olarak ortaya koyduğu davranışlardı.

Ayrıca Türkiye, bölgesel hasımlarına ve zayıflayan Batı’ya karşı Türkiye’nin konumunu güçlendirmek için Moskova ile rekabeti ve işbirliğini artıran yeni bir ilişki kurmaya çalıştı.

Washington için sorun şu ki, Türkiye’nin dış politikaya yönelik yeni kavgacı yaklaşımının Erdoğan’a yeterince siyasi ve jeopolitik faydalar sağlaması ne olursa olsun pek olası değil. Ve bunu en kısa zamanda terk etmeli.

Fakat yurtiçinde bu savaşlar ve çekişmeler popüler oldu ve Erdoğan’ın yerini sağlamlaştırdı. Kavgaların bazıları (ABD ve Avrupa Birliği, Suriye’nin kuzeydoğusundaki YPG güçlerine karşı tavır ve Akdeniz’de Yunanistan’a karşı izlenen politika) Türkiye’nin siyasi yelpazesinde içerisindeki diğer kesimlerden tepki çekti.

Stratejik açıdan, Türkiye müdahalelerinde gerçek kazanımlar da sağladı. Pek çok uzun vadeli risk taşısalar ve her zaman Ankara’nın ısrar ettiği kadar etkileyici olmasalar da, Türk askeri gücü Suriye, Libya ve şimdi de Dağlık Karabağ’da sahada dengeleri şüphe götürmez bir şekilde değiştirdi. Bu Türk politika yapıcılarının varsayımlarını güçlendirdi. Ayrıca Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi, açık riskleri ve maliyetleriyle birlikte gerçek faydalar da sağladı.

Rusya ve Türkiye bölgesel çatışmalar yoluyla rollerini pekiştirebilir ve ardından ikili müzakere ederek Batı etkisini daha da azaltabilirler. Elbette Ankara için sorun şu ki, Türkiye büyük bir askeri güç getirebilse de, kendisini Batı desteği olmadan Rusya ile karşı karşıya bulduğu ölçüde, Moskova her zaman üstünlük sağlayacak.

Suriye

2014’ten sonra Washington’un IŞİD ile mücadelede Kürt güçlerine (YPG) verdiği destek, ABD-Türkiye gündemindeki büyük madde oldu. 2016’dan 2019’a kadar Türkiye’nin dikkati Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt kontrolündeki topraklara yaptığı saldırılarla geçti.

Ardından Ekim 2019’da Başkan Trump burada bir Türk sahasını onayladı. YPG, Rus birlikleriyle birlikte Türkiye’yi ara sıra yaptığı saldırılarla hala tehdit ediyor. Ve yeni Biden yönetiminin YPG’ye askeri veya diplomatik desteği artırma çabaları yine kaçınılmaz olarak Türkiye’nin tepki vermesine neden oluyor.

ABD’li politika yapıcılar bu tepkiyi önceden tahmin etmeli, buna hazırlanmalı ve Türkiye’nin endişelerini hafifletmek için niyetlerini Ankara’ya olabildiğince açık bir şekilde iletmelidir.

Doğu Akdeniz

Libya’nın iç savaşı, Kıbrıs sorunu, bölgesel enerji politikaları ve Yunanistan ile Türkiye arasında deniz hakları konusunda on yıllardır süren anlaşmazlık şimdi Doğu Akdeniz’de birbiriyle bağlantılı büyük bir krize dönüştü. Libya’daki durum tedirginlik devam etse de bir ateşkese ulaştı. Batıda Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti (GNA) ile Genel Khalifa Hifter’ın doğudaki kuvvetleri etki alanlarında kaldı.

Kıbrıs’ta, 2004 ve 2017’de iki müzakere yoluyla çözüm girişiminin başarısız olmasının ardından Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması için yenilenmiş bir girişimde bulunacağını öne sürdü.

2019’da, Ankara’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin enerji arama çalışmalarından duyduğu hayal kırıklığı ve Türkiye’nin EastMed Gaz Forumu’ndan yer alamaması sonucu Ankara; Trablus’taki Libya UMH ile bir denizcilik anlaşması imzalayarak dramatik bir şekilde genişletilmiş bir Türk Münhasır Ekonomik Bölge talep etti.

Ankara daha sonra bu çekişmeli sularda kendi enerji keşfini yapmaya başladı ve 2020 yazında Yunanistan ile denizde bir çatışmaya yol açtı. Bu, Fransa’nın gemilerini ve jetleri bölgeye konuşlandırmasına, AB’nin ise yaptırım tehditlerine yol açtı.

Buna karşılık Almanya arabuluculuk yapmak için çalıştı ve Ankara kısa bir süre geri çekildikten sonra keşif faaliyetlerine devam etti. AB, bir kısım Türk şahıs ve şirkete yaptırım uyguladı ancak daha güçlü önlemlerin tartışılması bu bahara kadar ertelendi.

Son yıllarda, kısmen Türkiye’ye ilişkin endişelerden hareketle Washington, Yunanistan’daki hava ve deniz üslerini genişletirken, Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve Mısır arasındaki enerji işbirliğini de destekledi.

ABD Kongresi, Kıbrıs’a silah satışına getirilen kısıtlamaların kaldırılmasına karar verirken, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo geçen yaz yaşanan soğukluğun doruğunda adayı ziyaret etti.

ABD’nin yeni yönetimi Türkiye’ye karşı artık bölgesel ortaklarla koordinasyon içinde daha büyük bir girişimde bulunabilir.

İŞBİRLİĞİNİN ÖTESİNDE

Son dört yıldır ABD’nin Türkiye’ye karşı politikası; Erdoğan’la“sertleşmek” isteyenler ile yeni angajman yolları aramaya devam etmek isteyenler arasında oldu. Bu tartışma muhtemelen her iki yaklaşımın da savunucularının yer aldığı Biden yönetimi içinde devam edecek.

CAATSA yaptırımlarının yanı sıra Halkbank davasının Mart ayında da devam etmesi, başlangıçtan itibaren sert bir duruşa katkıda bulunacak. Ancak aynı zamanda iki ülke arasında olumlu bir gündemi de oluşturabilir. Ankara, sıfırlama konuşmasını, Osman Kavala’nın serbest bırakılması gibi samimi jestlerle birleştirmiş olsaydı bu ortamın oluşturulmasına yardımcı olacaktı.

1) Türkiye etrafında plan yapın

Bu tartışma yaşanırken, Türkiye’nin yeni dış politikası göz önüne alındığında, Washington’un Ankara’dan istediği işbirliği için bir çok çıkarını güvence altına alamayacağını unutmamalıdır.

Soğuk Savaş sırasında Washington, Sovyetler Birliği’ni başarıyla kontrol altına almak için Türkiye ile birlikte çalıştı. Soğuk Savaş’tan sonra Washington, Amerikan desteğiyle oluşacak güçlü, zengin, demokratik ve kurumsal Avrupalı bir Türkiye’nin ortaya çıkmasını ve genişleyen bir liberal düzene entegre etmeye yardım edebileceğini umuyordu.

Ama Türkiye artık Rusya’nın etkisinin genişlemesini kolaylaştırıyor ve komşularını istikrarsızlaştırıyor, Ankara ile işbirliği artık doğal olarak Washington’un çıkarına değil.

Aksine, ABD’li politika yapıcılar, Türk işbirliği olmadan hedeflerini en iyi nasıl ilerleteceklerini kendilerine sormalıdır. En azından Washington, Türkiye’ye stratejik bağımlılığını azaltmaya ve Türk topraklarındaki askeri tesisler için alternatifler geliştirmeye çalışmalıdır.

Türkiye öngörülebilir gelecekte NATO’da kalacak ve kalmalıdır; yabancı işgali karşısında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak, ABD-Türk ortak çıkarı olmaya devam ediyor.

Fakat sorun şu ki, Türkiye veto yetkisini diğer ittifak üyelerinin yıkıcı olarak gördüğü şekillerde tavizler almak için kullanmaya istekli olduğunu gösteriyor.

Kasım 2019’da Türkiye, ittifak halinde olduğu ülkeleri, YPG’yi terörist bir grup olarak tanıyana kadar NATO savunma planlarını bloke etmekle tehdit etti. NATO’nun yapısı bunu zorlaştıracak olsa da, üyeler Ankara’nın veto yetkisini kötüye kullanmasını engelleyecek mekanizmalar hakkında ciddi düşünmeye başlamalıdır.

Daha genel olarak, ABD’li politika yapıcılar, Türkiye’nin katılımını gerektiren herhangi bir bölgesel stratejinin, Ankara’ya ABD politikası üzerinde yeni bir baskı gücü sağlayacağının tamamen farkında olmalıdır.

2) Gerektiğinde Türk provokasyonlarına karşı koymak için ortaklarla koordinasyon sağlamalı ve Türkiye çevresinde risk çalışmaları yoğunlaşmalıdır.

Ankara’nın Doğu Akdeniz’de olduğu gibi spoiler rolü oynama çabaları gibi durumlar engellenmelidir. Bu olasılığı ortadan kaldırmak için Washington daha etkili çalışabilir. Türkiye’nin yeni dış politikasından endişe duyan artan sayıda ülke ile işbrliğini artırmalıdır. Doğru yapılırsa, böyle bir strateji hem Ankara üzerindeki baskıyı güçlendirirken aynı zamanda diğer aktörlere güven verir, hem de Türkiye’nin istenmeyen tırmanışının olası tehlikelerini en aza indirir.

Dahası, yeni gelen yönetim AB ile bağları yeniden kurmaya çalıştığından, Washington ve Brüksel, Türkiye ile ilişkilerde birlikte çalışarak iyi sonuçlar alabilir. Doğu Akdeniz’deki en son gerginlikte, Avrupalı liderler işe yarar bir şekilde; iyi polis-kötü polis politikasını uyguladılar. Bu stratejide Almanya Türkiye’yi müzakereler yoluyla geri adım atma yolu sunarken, Fransa yaptırımlarla zorladı. Washington bu yaklaşımın her iki yönünü de örnek almaya çalışmalıdır.

3) Mümkünse işbirliği için kapıyı açık bırakın

Erdoğan, hem dış hem de iç siyasete yaklaşımında kısa vadeli esnekliği uzun vadeli tutarlılıkla birleştiriyor. Baskı altında defalarca taktik pivotlar yaptı, daha önce mücadele ettiği ülkelere olumlu söylemler ve sınırlı tavizler verdi. Erdoğan, S-400’leri geçici olarak depolama veya Andrew Brunson’u serbest bırakma isteğinin gösterdiği gibi, Erdoğan kesinlikle gerektiğinde geri adım atabiliyor. Ancak mümkün olduğunu hissettiği anda agresif bir şekilde ülkesinin çıkarlarını geliştirmeye geri dönüyor.

Özellikle Türkiye’nin ekonomisi kötüleşmeye devam ederse veya Rusya ile ilişkileri daha dengesiz hale gelirse bu Washington’un, Ankara üzerinde gerçek bir baskı gücüne sahip olması anlamına gelir. Ancak bu aynı zamanda, bu kaldıracın kalıcı diplomatik başarıların peşinden koşmak veya bir tür zor “sıfırlama” yerine somut tavizler vermek anlamına da geliyor.

Batılı hükümetlerin yaptırımları ne kadar saldırgan bir şekilde kullanabileceğine dair bir sınır var. Trump, “Türkiye Ekonomisini tamamen yok etmek” tehdidinde bulunarak Brunson’ın serbest bırakılmasını sağladı.

Tehdit kısmen işe yaradı çünkü Trump, bunu gerçekleştirmenin istikrarsızlaştırıcı sonuçlarını uygulayacağını gerçekten gösterdi. Biden yönetimi ise Türkiye ekonomisini uçurumdan aşağıya itmek ve karşılaşacakları mali sıkıntı konusunda daha çok endişelendirecek. Çünkü bu yaptırımları belirli ve gerçekçi hedeflere bağlamak ve aynı zamanda bunları diğer ekonomik olmayan kaldıraç biçimleriyle birlikte kullanmak için daha fazla nedeni var.

Erdoğan’ın siyasi bekası ile bağdaşmadığı sürece hiçbir ABD baskısı, Ankara ile YPG arasında bir barış anlaşmasına veya Yunanistan ile Türkiye arasında bir deniz anlaşmasına yol açmayacaktır. Washington kesinlikle onları desteklemelidir.

Türkiye’nin İdlib veya Karadeniz gibi Rusya ile yüzleşmeye gerçekten kararlı göründüğü yerlerde sınırlı ABD yardımı etkili olabilir.

Washington, Suriyeli mültecilere yardım etmek için Ankara ile birlikte çalışmalı, siyasi gerilimlerin kurbanı olmalarına izin vermektense, kültürel ve eğitimsel değişim fırsatlarını genişletmelidir.

Ancak Ankara ve Washington’un daha önemli bir işbirliğini ve bir kez daha geniş ölçüde uyumlu bir dünya görüşünü paylaşması, Türkiye’nin Batı ile bağlarının yeniden kurulmasından fayda sağlayacağına karar verecek olan ve demokratik olarak seçilmiş yeni bir yönetime kalacaktır.

O zamana kadar Washington için meydan okuma, ilişkileri o kadar da düşmanca hale getirmeden ve imkansız hale getirmeden yeterli baskıyı sürdürmek olacaktır.

Kaynak: M5 Özel İçeriğidir. Kaynak Gösterilerek Kullanılabilir. (Çeviri: Adem KILIÇ tarafından yapılmıştır.)

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close