Analiz: Türkiye'yle Afrika'da yeniden kazan-kazan dönemi - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Analiz: Türkiye’yle Afrika’da yeniden kazan-kazan dönemi

Abone Ol 

Ümit Burnu’nda bir tabelada yazan “Türkler Akdeniz’i bir Türk gölüne çevirip Avrupalı denizcileri Kızıldeniz’e sokmayınca, Portekizli denizciler Ümit Burnu’nu buldular” ifadesi Afrika sahillerinin Türkler tarafından nasıl korunduğunu ortaya koyuyor.

1842 yılında Bir Zenciyi Hristiyan Yapmak (Making a Negro Christian) adlı eserini yazan misyoner Charles C. Jones bu kitabında “Onları Hıristiyanlaştırıyoruz, böylece onları psikolojik ve fiziksel olarak kontrol etmek daha kolay olacak” derken Batı medeniyetinin Afrika halkına karşı bakışını özetlemişti. Bunu Jomo Kenyatta’nın 100 yıl sonra sarf ettiği “misyonerler gittiklerinde bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız vardı” sözü teyit eder. Bu ifadeler Batı medeniyetinin Afrika’daki geçmişini özetler mahiyettedir. Halbuki bu zihniyetin tam aksine Afrika kıtasına başka gözle bakan bir millet olarak Türkler, kıtanın geçmişinde kendilerine has bir kültür mirası bıraktılar.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika’daki etki alanı

Hakikaten dünya tarihinin zengin dokusunda Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli kıtalarda silinmez izler bıraktı ve şüphesiz Afrika kıtası da bu coğrafyalardan biridir. Günümüzde Afrika ile Türkiye arasında gelişen bağlara tanık olduğumuz şu dönemde, yüzyıllara dayanan tarihsel bağlamı derinlemesine incelemek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika kıtasındaki etki alanını ve faaliyetlerini araştırmak fevkalade önem arz eder.

14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar uzanan Osmanlı İmparatorluğu, Kuzey Afrika’nın bazı kısımları da dahil olmak üzere Kızıldeniz sahil şeridi boyunca geniş bir alana hakim oldu. Akdeniz kıyılarından Kızıldeniz’e ve Afrika Boynuzu’na kadar uzanan bir alanda emirliklerle kurulan temaslar çok yönlüydü. Ticaret, diplomasi ve kültürel alışveriş, Osmanlı-Afrika etkileşimlerinin en önemli unsurlarındandı. Bugün Eritre’de Özdemir Paşa’nın, Cibuti’de Ahmet Mazhar Bey’in, Cape Town’da Ebubekir Efendi’nin mezarları, belki bu tarihi ilişkilerin en somut delilleri olarak göze çarpıyor.

Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki dikkate değer yerlerden Cezayir, Tunus ve Trablus gibi şehirlerin Osmanlı eyaletleri olarak geliştiği coğrafya, Kuzey Afrika’nın kıyı bölgeleriydi. Deniz seferleri ve ticaret yolları için üs görevi gören bu bölgeler, Osmanlı deniz gücü açısından hayati önem taşıyordu. Osmanlı Donanması Akdeniz sularında aktif olarak devriye geziyor, Avrupalı ​​güçlere karşı çıkıyor ve hayati önem taşıyan ticaret yollarını koruyordu.

Osmanlı varlığı Akdeniz’in ötesine geçerek Kızıldeniz ve Arap Yarımadası’na kadar uzanıyordu. Osmanlı’nın Afrika Boynuzu’nda, özellikle günümüz Sudan, Eritre ve Somali’sindeki etkisi fevkalade önemliydi. Massawa ve Suakin gibi kıyı şehirleri Osmanlı ticaret ve askeri operasyonları için hayati önem taşıyan limanlar haline geldi. Beyler olarak bilinen Osmanlı valileri bu bölgeleri denetleyerek ekonomik bağları ve kültürel alışverişi teşvik ediyorlardı.

Bu dönemde Osmanlı-Afrika ilişkilerinin şekillenmesinde bazı isimler önemli roller oynadı. Barbaros Hayreddin Paşa, Kuzey Afrika’da kalıcı bir miras bırakan ünlü bir Osmanlı amiralidir. Denizlerdeki hüneri, Osmanlı’nın Akdeniz’deki hakimiyetini güvence altına aldı ve Kuzey Afrika kıyılarındaki nüfuzunu artırdı. Keza mezarı Libya’da olan Turgut Reis, o mazinin havalideki izlerini günümüze taşır. 16. yüzyılın meşhur sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa ise Osmanlı’nın Kuzey Afrika devletleriyle bağlarını güçlendirdi ve imparatorluğun istikrarına katkıda bulundu. Kendisi, ittifaklar ve ticaret anlaşmaları müzakere ederek coğrafi sınırları aşan diplomatik ilişkileri teşvik etti. Bugün Ümit Burnu’nun en ucunda bir tabelada yazan “Türkler Akdeniz’i bir Türk gölüne çevirip Avrupalı denizcileri Kızıldeniz’e sokmayınca, başka çareler arayan Portekizli denizciler Ümit Burnu’nu buldular” ifadesi Afrika sahillerinin Türkler tarafından nasıl korunduğunu da ortaya koyuyor.

Türkiye-Afrika ilişkileri

Günümüzde Afrika ile Türkiye arasındaki diplomatik ve ekonomik bağlar yeniden canlanıyor. Şöyle ki Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, karşılıklı saygıya dayalı bir işbirliği felsefesini benimseyerek Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye yöneldi.

Türkiye’nin bugün Afrika’yla olan ilişkisinin dikkate değer yönlerinden biri de adalete olan bağlılığıdır. Afrika’yı bir kaynak olarak sömüren sömürgeci güçlerin aksine Türkiye, ilişkilerine müşterek refah ve adil ortaklıklar odaklı yaklaşıyor. Mesela, Nijerya, Gana ve Senegal gibi ülkelerle ortaklıklar kuran Türkiye, ekonomik büyümeyi, eğitimi ve kültürel alışverişi teşvik eden girişimlere öncelik veriyor. Adalete yapılan vurgu, sömürge dönemini karakterize eden Batı’nın emperyalist uygulamalarından uzaklaşan işbirliği yaklaşımında açıkça görülüyor. Bunda elbette Osmanlı geçmişine dayanan hizmete dayalı münasebetlerin rolü büyüktür.

Osmanlı etkisinin Afrika’daki tarihsel kökleri, günümüzde gelişen Afrika-Türkiye ilişkilerine incelikli bir arka plan sağlıyor. Geçmişte sömürgeci Batı’nın sadece siyahi diye hakir gördüğü Nijeryalı, Güney Afrikalı, Sierra Leonlu yerlilere Osmanlı Devleti’nin Mecidiye Nişanı gönderdiği hatırlanmalıdır. Afrikalılar şüphesiz bu tarihi münasebetleri unutmuş değildir. 1949’da İtalyan işgalinden kurtulan Libya’nın “Gelin bizi yine siz yönetin” diye Menderes hükümetine yazdığı mektubun Afrika tarihinde bir benzeri daha yoktur.

Buna binaen, karşılıklı saygı ve ortak refah ilkelerini benimseyen Türkiye’nin Afrika’daki varlığı, Batı’nın sömürgeci dönemi uygulamalarından bir kopuşu yansıtıyor ve kıtada işbirliği üzerine inşa edilen yeni bir anlatı ortaya koyuyor.

Kaynak: AA / Dr. Halim Gençoğlu

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close