Fransa neden Türkiye karşıtlığına soyunuyor? - M5 Dergi
Genel

Fransa neden Türkiye karşıtlığına soyunuyor?

Abone Ol 

Bu soruya yanıt aramamızın nedeni, Fransa’nın bir dönem askeri kanadı dışında kaldığı NATO müttefikliği başta olmak üzere Batı bloğu içindeki ortaklarımızdan biri olması. İkinci Dünya Savaşı ertesinde ABD’nin siyasi, ekonomik ve kültürel liderliğine dayanan dünya düzeni (Pax Americana) esas alındığında, Fransa’nın Türkiye karşıtı politikalar uygulaması şaşırtıcı. Her ne kadar bu dönem içinde ikili ilişkilerin mükemmel seyrettiğini söylemek pek mümkün değilse de.

Fransa’nın bugün Suriye’den Libya’ya, Ermenistan’dan Doğu Akdeniz’e Türkiye karşısında yer almasını anlayabilmek için Pax Americana’nın çok öncesine, özellikle Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşımız dönemine bakmak gerekiyor. Özellikle Birleşik Krallık ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan İtilaf Devletleri cephesinin liderlerinden olan Fransa 20 Ekim 1921 tarihli Ankara anlaşmasına kadar azılı düşmanlarımızdan biriydi. O bakımdan Fransa’nın genç Cumhurbaşkanı Macron’un izlediği Türkiye karşıtı güncel politika, tarihin tekerrürden ibaret olmadığına, düşmanlıkların tarihin sayfalarında kalması gerektiğine inanan bizleri çok şaşırtıyor. Bu şaşkınlıkla Fransa’yı değil ama Macron’u hedef almayı yeğliyoruz. Tıpkı Macron ve içinde yer aldığı Batı bloğunun diğer liderlerinin Türkiye’den çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, ABD’nin açık sözlü Demokrat adayı Joe Biden dışında, doğrudan değil ama medya üzerinden hedef aldığı gibi.

Kabul etmek gerekir ki Fransa’nın su yüzüne çıkan Türkiye karşıtlığı aslında bu ülkeye özgü değil. Batı medyasında yaklaşık 8-10 yıldır Erdoğan üzerinden yapılan Türkiye karşıtlığına bakıldığında, Fransa’nın bu konuda aslında yalnız olmadığı görülüyor. Sanki Almanya’nın saf değiştirerek katıldığı, Rusya’nın ise Bolşevik döneminde olduğu gibi yine dışında kaldığı yeni bir İtilaf Devletleri bloğu oluşmuş gibi. O bakımdan Fransa’nın bugünkü Türkiye karşıtlığını bu uluslararası denklemde değerlendirmek gerekir.

Tarih tekerrür mü ediyor?  

ABD’nin Irak’a yıllar öncesinde iki dalga halindeki müdahalesi ve adını değiştirdiği PKK’ya verdiği muazzam askeri destek sayesinde Suriye’ye yerleşmesiyle başlayan Sykes-Picot sınırlarını değiştirme girişiminin çığırtkan destekçisi Fransa’ydı. Türkiye’nin Güney sınırı boyunca kurulması öngörülen PKK koridoruna askeri olarak müdahale ettiği dönemlerde “öz müttefiklerimize (nos propres alliés) saldırıyorlar” diye ortalığı ayağa kaldıran Macron değil Hollande’dı. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan topraklarda Suriye ve Irak gibi iki yapay devletin kurucularından biri olarak ülkesinin 26 yıl mandası altında tuttuğu bu bölgeyi yeniden dizayn etmeyi kendinde hak olarak mı görüyordu? Eğer öyleyse bunun adı olsa olsa “yeni kolonyalizm” olmaz mıydı?

Bu sorular yanıtsız kaldı. Buna karşılık, ne kadar bağımsız olduğu kuşkulu uluslararası medya paralelinde yayın yapan Fransa’nın ana akım medyası, Batı bloğunun bölgeyi dizaynına karşı çıktığı için Erdoğan’ı “yeni Osmanlıcı” olmakla suçlaya geliyor. Darbe dahil her yoldan devrilmesine destek veriyor. Bir yüzyıl önce ülkelerinden kilometrelerce uzakta devletler kurmak, yüzyıl sonra bu devletleri yeniden dizayn etmek hak, yanı başımızda, sınırlarımız boyunca neler olduğuyla ilgilenmek, güvenliğimizle ilgili sorun varsa buna itiraz etmek suç!

Macron’un Fransız mandasının 1946’da sona erdiği Lübnan’a Beyrut’taki dramatik patlama ardından koşturarak gitmesi ve ülkesinin bu bölgeye ilgisini dile getirmesi aslında Fransa’nın son yıllarda canlanan yeni kolonyalist politikasının somut göstergesinden başka bir şey değil. Fransızcanın bu ülkede hala geçerli olduğu, Anayasası’nın 11. maddesinin, Fransızcanın kullanılacağı alanların kanunla düzenleneceğinden söz ettiği dikkate alınırsa, bu politikanın Lübnan halkı açısından hiç de hayırlı olmadığı ortada. Lübnan lirası, yol işaretleri ve araba plakalarında zaten hala Fransızca ibareler kullanılıyor.  Resmi dil Arapça olmakla birlikte nüfusun yüzde 40’ı bağımsızlıktan bu yana 74 yıl geçmesine karşın Moliere’in dilini hala kullanıyor. Ülkede Fransızca yayın yapan gazeteler (L’Orient le Jour gibi) de var. Halkının üçte birinin çoğu Maruni kökenli Hristiyan olması, Fransa’nın bölgeye kolonyal bağlamda tekrar yerleşmesini haklı kılmıyor ama bölgede ABD/İsrail girişimiyle başlatılan yeniden dizayn çabaları iştah kabartıyor kuşkusuz.

Libya’da ekonomik çıkar mı, Sahel’i koruma refleksi mi?

Fransa kolonyalist politikasına taş koyduğu için Türkiye karşıtlığı yaptığı bölgede sadece kendi eski sömürgelerinde değil ayrıca İtalya’nın eski kolonisi Libya’da da aktif bir politika izliyor. Kaddafi rejiminin 80’lerde sömürgesi Çad’a müdahalesi nedeniyle Libya ile sürtüşen Fransa Kaddafi’nin Batı ile ilişkilerini düzelttiği dönemde bu ülkeyle yakınlaşmıştı. Bu yakınlaşma Kaddafi’nin seçim kampanyasını finanse ettiği Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde (2007) imzalanan “nükleer iş birliği” anlaşmasıyla zirveye ulaşmıştı. Ama Fransa aynı dönemde (2011) Kaddafi’ye karşı uluslararası koalisyonun da başını çekmişti.

Kaddafi rejiminin düşmesinden sonra Fransa’nın bölgedeki etkinliğini sürdürdüğü ve 2017’de UMH Başkanı Sarraç ile isyancı general Hafter’i Paris’te bir araya getirmek gibi inisiyatifler alarak bölgede söz hakkı olduğunu vurgulamaya çabaladığı görülüyor. Libya’ya aşırı ilgisini Libya üzerinden Avrupa’ya göç hareketini ve insan kaçakçılığını önlemek ve Sahel’deki eski sömürgelerine yönelik terörle mücadele etmekle izah etmeye çalışıyor ama sözde yadsıdığı Hafter’e desteğini izahta güçlük çekiyor. Asıl gerekçesinin Sarkozy dönemindeki ekonomik kazanımlarını korumak olduğu açık. Ama karşısında yine Sarraç hükümetine destek veren Türkiye’yi buluyor.

Doğu Akdeniz’de sirtaki 

Fransa’nın Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın kıta sahanlığı ve deniz yetki alanı krizinde hukuksal temeldeki absürt tutumuna sadece siyasi değil ayrıca askeri destek vermesini Türkiye’nin gerek Suriye gerek Libya’daki emellerine taş koyuyor olmasına tepki olarak görmek mümkün. Ancak kıyısı olmadığı halde Doğu Akdeniz’de başat bir rol üstlenmesinin eski sömürgeleri ile Libya’daki emellerini gözetmek için gerekli olduğu da ortada. Özetle bütün bu bölge ABD önderliğinde yeniden dizayn ediliyorsa, Fransa da bundan azami çıkarı sağlamak peşinde doğal olarak.

Ancak 2010 yılında el değiştirdikten sonra katıksız Türkiye karşıtı yayınlar yapan Le Monde gibi bir gazete bile Fransa’nın Türkiye’ye karşı bu kadar hasmane tutum izlemesinin Sèvres sendromu yarattığına işaret etmesi önemli. Türk-Fransız ilişkilerinin krize girmesi Fransa için “kaş yapayım derken göz çıkarmak” anlamına gelir. Ama bu noktada Macron’un küreselci eğiliminin ağır bastığını ve ABD’de giderek seçim şansı artan demokratların adayı Biden’ın birkaç gün önce ortaya çıkan videosunda itiraf ettiği Erdoğan (Türkiye) karşıtı politikasına bel bağladığını düşünmek mümkün. Macron ve Fransız derin devletinin, ABD gibi bir süper gücün Türkiye’nin direncini önünde sonunda kıracağını, yanı başındaki toprakları belki Türkiye’den de toprak katarak yeniden dizayn edeceğini, Fransa’nın da bundan büyük yarar sağlayacağını hayal ediyor olması mümkün.

Kabul etmek gerekir ki Macron özü itibariyle Biden’ın da içinde bulunduğu küreselci ekol tarafından gerçekleştirilen bir siyasi mühendislikle (ılımlı sağ aday Fillon Penelopegate ile ekarte edilip 2. Turda Le Pen’in karşısına çıkması sağlanarak) seçtirilmiş bir Cumhurbaşkanı. Biden’ın ABD Başkanı olması halinde bugün kimi uçuk görülen, kimi ayrıntıyla bilinmeyen Pax America’nın yeni dönemi için öngörülen planlara inanması doğal. İkili ilişkilerin krize girmesinin Biden’ın ifade ettiği gibi Türkiye’de bir iktidar değişikliğiyle önlenebileceğini düşünmesi de öyle.

Komplo teorileri üzerinden öngörüde bulunmak doğru değil kuşkusuz. Çoğu kapalı kapılar altında yapılan planlar, 15 Temmuz’da olduğu gibi, yerle bir olabilir. O bakımdan Fransa’nın ikili ilişkileri Ankara Anlaşması öncesine götürecek bu hasmane tutumundan vazgeçmesinde yarar bulunuyor. Karşısında Franklin Bouillon’un Kurtuluş Savaşı döneminin son derece zor koşullarında anlaşmak zorunda kaldığından çok daha güçlü bir Türkiye var çünkü.

Emekli Diplomat -Yazar Akın Özçer

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close