Analiz: ABD ve İran'ın milis güçlerle Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırma politikası - M5 Dergi
DünyaÖne Çıkan

Analiz: ABD ve İran’ın milis güçlerle Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırma politikası

Abone Ol 

7 Ekim sonrası İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında sergilediği vahşet ABD ve İran güdümündeki milis güçlerin bölge güvenlik mimarisi açısından ortaya çıkardığı sorunun kısa vadedeki sonucudur.

Başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasına yönelik, İsrail’in düzenlediği tarihin gördüğü ve görebileceği en vahşi saldırılar 5’inci ayını tamamlamak üzere. Zaman zaman Suriye, Ürdün, Mısır ve Lübnan’a da sıçrayan çatışmaların, nasıl bir bölgesel ve uluslararası konjonktür tarafından desteklendiği ise en çok merak edilen konulardan birisi.

2000 sonrası Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İran güdümünde oluşturulan silahlı milis güçlerin faaliyetleri İsrail’in manevra alanını genişletti. Milis güçler eliyle Irak, Suriye ve Mısır gibi bölgenin önemli aktörlerinin zayıflatılması ve Türkiye gibi önemli bir gücün bölgeden uzaklaştırılarak nüfuzunun azaltılması bölge güvenlik mimarisinin köklü bir biçimde dönüşmesine yol açtı.

Türkiye’nin bölgeden uzaklaştırıldığı, İsrail’i askeri sahada dengeleyebilecek önemli aktörlerinin zayıflatıldığı yeni bölge güvenlik mimarisi, İsrail’in görece güçlendiği ve manevra alanının genişlediği bir sonucu doğurdu. 7 Ekim sonrası İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm bölge sathında sergilediği soykırım ve etnik temizlik, milis güçlerin bölge güvenlik mimarisinde son dönemde ortaya çıkardığı bu tahribatın en önemli sonuçlarından birisidir.

Milis güçler eliyle bölge güvenlik mimarisi yeniden kurgulanıyor

2000 sonrası Türk dış ve güvenlik politikasının yeniden formüle edildiği bir dönem oldu. Bu dönemde Türkiye açısından Orta Doğu, öncelikli bir alan haline gelmeye başladı. Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelmesiyle bölgedeki geleneksel güç dengesi önemli bir değişim yaşadı. Bu dönemde küresel aktörlerin bölgeye dönük politikası da önemli bir dönüşüm geçirmeye başladı.

11 Eylül sonrası dönemde ABD’nin tek taraflı müdahaleci politikası bölgede zaten zayıf olan bazı devlet sistemlerinin çökmesiyle sonuçlandı. 2010 yılında ortaya çıkan Arap Baharı sürecindeki sokak hareketleri ise bölgedeki devlet sistemlerindeki çözülmeyi hızlandırarak Libya, Suriye ve Yemen gibi ülkelerin iç savaşa sürüklenmesine yol açtı. Bölge genelinde zayıflayan veya çöken devlet sistemlerinin oluşturduğu güç boşluğunu ABD ve İran’ın güdümündeki silahlı milis güçler doldurmaya başladı. ABD ve İran’ın bölge genelinde kendisine müzahir milis güçler üretebilme ve bu aktörleri kendi ulusal çıkarları için farklı coğrafyalarda etkili bir biçimde kullanabilmesi bölge güvenlik mimarisinin köklü değişiminde önemli rol oynadı.

Milis güçler, Türkiye’yi Arap dünyasından koparıp Türkiye’nin bölgesel nüfuzunu zayıflatmaya çalıştı. ABD ve İran güdümündeki milis güçlerin Türkiye’yi bölgeden uzak tutma politikası 3 şekilde gerçekleşti. İlk olarak Türkiye’nin güneyinde silahlı milis güçlerin kontrolünde “terör koridoru” ya da “teröristan” olarak da adlandırılan bir tampon bölge kurgulanarak, Türkiye ile Arap dünyası arasındaki bağ koparılmaya çalışıldı. İkinci olarak milis güçler eliyle bölgedeki devletlerin merkezi otoritesi zayıflatılarak toprak bütünlüğü zedelendi.

Böylece bir taraftan Türkiye’nin güneyinde istikrarsız bir bölge oluşturularak Türkiye’nin dikkatinin bölgesel meselelerden uzaklaştırılması hedeflendi. Diğer taraftan İsrail’i sınırlayabilme kabiliyetine sahip aktörler zayıflatıldı. Son olarak, milis güçler eliyle bölgede demografik bir mühendislik kurgulandı. Türkiye’nin güney sınırı farklı etnik, dinsel ve mezhepsel yapılardan olan ve Türkiye’ye müzahir, Türkiye ve Osmanlı geçmişine gönülden bağlı olan demografik bir yapıya sahiptir. ABD ve İran’ın bölgeye yerleştirdiği milisler eliyle bu bölgede Türkiye’nin nüfuzu zayıflatılmaya çalışıldı.

ABD ve İran güdümündeki milis güçlerin bölge güvenlik mimarisinde oynadığı rol, Arap dünyasının ekonomik, askeri, demografik, kültürel ve entelektüel anlamda merkezlerinden olan ve İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme kabiliyetine sahip olan Irak, Suriye ve Mısır gibi aktörlerin zayıflatılmasıdır. ABD güdümündeki milis güçler Suriye’nin kuzeyinde konuşlanarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü zayıflatırken İran güdümündeki milis güçlerin faaliyetleri Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan gibi ülkelerde merkezi yönetimleri zayıflattı.

Milis güçler İsrail’in manevra alanını mı genişletiyor?

ABD ve İran’ın ulusal çıkarlarına hizmet için kurgulanan milis güçlerin bölge için oluşturduğu en önemli tehdit, Türkiye’nin bölge ile bağlarının koparılarak bölgedeki nüfuzunun zayıflatılması ve Arap dünyasının güçlü aktörleri olan Irak, Suriye ve Mısır’ın bölgesel güç denkleminden çıkarılması oldu. Bölge güvenlik mimarisinde milis güçler eliyle gerçekleştirilen köklü değişim Türkiye ve İsrail açısından farklı sonuçlar ortaya çıkarttı.

Milis güçlerin ana aktörü olduğu istikrarsızlık sebebiyle Orta Doğu güvenlik mimarisinin değişimi İsrail açısından bambaşka sonuçlar ortaya çıkardı. Bölgede İsrail’i askeri sahada sınırlayabilecek Suriye, Irak ve Mısır’ın milis güçler eliyle zayıflatılarak bölgesel güç denkleminden çekilmesi ve Türkiye’nin bölgeden uzaklaştırılmaya çalışılması İsrail’in manevra alanını genişletiyor. 7 Ekim sonrası İsrail’in başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında sergilediği vahşet, ABD ve İran güdümündeki milis güçlerin bölge güvenlik mimarisi açısından ortaya çıkardığı sorunun kısa vadedeki sonucudur.

Kaynak: AA / Dr. Necmettin Acar

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close