Askeri Birliklerde At Nasıl Kullanılırdı? - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Askeri Birliklerde At Nasıl Kullanılırdı?

Abone Ol 

İnsanların yaklaşık 6.000 yıl önce ehlileştirerek atın üzerine ilk binmelerinden bu yana toplumlar arası savaşlarda atın kullanıldığı bilinmektedir. Tarih Öncesi savaşlar ile Antik Çağ’daki savaşlar arasında farklılığı yaratan en önemli özellik teknolojiden çok, atın savaş organizasyonlarında ve örgütlenmede etkin kullanılmasıdır (Simon, 2003).

 

Atveinsan.com sitesinden makalenin yazarı M. Tekin KOÇKAR’ın özel izniyle yayınlanmaktadır.

 

Mezar Steli, Yalnızdam – Elmalı (M.Ö. 4. yy. Konaç, 2007)

İlk Kent Devletlerin kurulmasıyla birlikte artı tarımsal ürün değerlerine kavuşan toplumlarda Asker ve Elit sınıflar oluşmaya başladı. Daha önceleri toprakları için ya da ganimet ve işgal amacıyla savaşan toplumlar kendilerini savunmak amacıyla düzenli ordularını kurmaya başladılar. İlk örneği Mezopotamya’da görülen ve yeni oluşturulan bu askeri sınıf, giderek kent devletlerin büyümesini ve merkezileşmesini sağlayarak İmparatorlukların kurulmasını kolaylaştırdı. Mezopotamya’da kurulan “Akkad İmparatorluğu”ndan sonra Mısır ve Çin’de de İmparatorluklar kuruldu (Alfred, 2001).

Gediz Irmağı yakınlarında Larissa’da bulunan bir kabartmada süvariler. M.Ö. 6. yy.

At, tarihsel olarak bakıldığında savaşlarda en çok kullanılan hayvandır. M.Ö. 2. yüzyılın sonlarına doğru, bugünkü İran’ın batısında bulunan alanlara sızarak, sonradan bu bölgede ilk İranî devleti kuran Medler, evcilleştirilmiş at ırklarını ıslah ederek, askerlik tarihini kalıcı bir şekilde değiştiren yüksek boylu, güçlü binek atlarını geliştirmiş ve bu konuda Perslerle birlikte dünyaya öncülük etmişlerdir (Konaç, 2007).

Öz ülkeleri Parsa’dan “güzel atlar ve iyi insanlar ülkesi” şeklinde söz eden Hakhamaniş Hanedanı, gerek aristokrat Pers ailelerinin statü sembolü ve en önemli savaş güçlerinden biri olan süvari birliklerinin, gerekse imparatorluğun idaresinde hayati önem taşıyan ulak servisinin ihtiyaç duyduğu seçkin atların yetiştirilmesine büyük önem vermiştir. Çin diplomatları, bu atlara ilk kez M.Ö. 128 yılında Sogdiana ve Fergana’da rastlamış; dönemin Çin İmparatoru, bu atlardan damızlık elde etmek için savaş açmış, “Batının batısından gelen” ve “kan terleyen” bu “göksel atlar” böylece Çin’de de orduların, zengin ve yönetici ailelerin statü sembolü haline gelmiştir (Tezel, 1991).

Antik savaşlarda atlı orduların, yaya ordular karşısında üstünlük kazanmaları atın savaşlarda kullanımını arttırdı. Bütün savaşan ülkeler atlı ordulara çok önem verdiler. Doğuda Pers İmparatorluğu atlı savaş arabaları ile büyük zaferler kazandılar. İsa’dan sonraki birkaç yüzyıl Pers İmparatorluğu’nun hâkimiyeti ile geçti. Ancak M.S. 331 yılında Büyük İskender, doğuya seferini düzenlerken kurduğu hafif atlı süvarileri ve iyi eğitilmiş Yunan Piyadeleri’yle Gaugamela Savaşı’nda Pers savaş arabalarını ve ordularını dağıttı. 

Hun Savaşçı illüstrasyonu (Çizen: A. De Neuville)

M.Ö. 247 – 210 tarihleri arasında tahtta kalarak Çinde Qin Hanedanı’nın kurucusu olan, Çindeki kabileleri birleştirerek Çin İmparatorluğu’nun en görkemli yıllarını yaratan Qin Shihuang, batıdan ve kuzeyden gelen Atlı Türk akınlarına karşı Çin Seddi’ni yaptırmıştı. Ölümünden önce başlattığı ve 700 bin kişinin çalışarak yapımı 40 yıl süren büyük A’fanggong Sarayı’nı onun adına tamamlanmıştı. 1970’li yıllarda tesadüfen bulunan bu anıt mezarın kazıları günümüzde dahi sürdürülmektedir. Bu kazılarda birbirine hiçbir biçimde benzemeyen, pişmiş topraktan (Terracotta) yapılmış insan boyutlarıyla aynı binlerce asker, at ve diğer savaşçı heykelleri bulunmuştur. Burada görüldüğü gibi savaş atları da çok özel atlar olarak yetiştirilmiştir.

Çin’de A’fanggong Sarayı’nda Pişmiş Toprak heykeller  

Erken Ortaçağ’a gelindiğinde Asya’da M.Ö. 2. yüzyıldan başlayarak kullanılan üzenginin, 4. yüzyılda Hun İmparatorluğu’nun batıya yayılması sırasında Hunlar tarafından Avrupa’ya getirilmesi, Avrupalılar tarafından at eğitimini kolaylaştırmış, kendisine teknolojik bir avantaj sağlayan, daha güçlü süvari birlikleri yetiştirilmesini sağlamıştır. Eyer üzerinde bağlı kullanılan üzengi ile ayağa kalkabilen ya da atın üzerine yatış pozisyonunda binebilen süvari, yayını ve mızrağını rahatça kullanabilir hale gelmiştir.  Genel olarak piyade gücüne dayalı profesyonel Roma ordusu bu teknoloji sayesinde büyük kayıplar vermiştir  .

 

İskit Savaşçılar

M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Ön Asya’da yayılmaya başlayan İskitler konar-göçerlik gereğince hayatlarını sürdürmekteydiler. Ata binmekte, ok atmakta ve at üstünde kargı savurmaktaydılar. Hatta töre gereğince, bir kız düşman öldürmeden evlenemiyordu. Törelerine sıkı sıkıya bağlı idiler. Eğer bir kız düşman öldürmemişse bekâr olarak kalmakta ve bu şekilde yaşlanmaktaydı. Böylece bayanlar da hayat tarzları gereği erkekler gibi aynı mücadelenin içerisinde yer alıyorlardı. Konar-göçer bir topluluk olarak dört ya da altı tekerlekli, iki ya da üç odalı arabalarda yaşamaktaydılar. Bu arabalar rüzgâra, yağmura ve kara karşı korunaklı bir şekilde yapılmış olup, dört bir yanları ve üstleri keçeyle kaplanmıştı. Arabaları soğuk yüzünden boynuzları çıkmamış iki ya da üç çift öküz çekmekteydi. Arabaların içerisinde kadınlarla birlikte çocuklar yaşamaktaydılar. Erkekler ise onlara at üzerinde eşlik etmekteydi. Bir yerde, hayvanlarına ot bulabildikleri sürece kalmakta ve sonra başka yerlere göçmekteydiler. Pişmiş etle beslenmekte, kısrak sütü içmekte ve kısrak sütünden yapılmış bir çeşit peynir yemekteydiler (Durmuş, 2008).

Kline’ye göre Atlar, Antik toplumların, vazgeçilmez olmasa bile çok önemli bir parçası olmuştur. Bu gerçek, atların hemen tanrıların altındaki seviyede tutulduğu Antik Yunan toplumu için de geçerliydi. Atina Tarım Üniversitesi öğretim üyesi I. Menegatos’a göre, sekiz farklı Yunan Atı cinsi vardı. Tüm sekiz cins de “majestic (haşmetli) ya da awe-inspiring beasts (dehşetli esin kaynağı canavarlar)” olarak eşit olarak değerlendirilirdi.

Yunan toplumunda, atlar birçok nedenden ötürü çok değerliydi. Asıl nedenlerden birisi atların zenginlik göstergesi olmasıydı. İyi otlakların çok pahalı olmasıyla da, atlar Yunan Tarihi’nde zenginliğin sembolü olarak değerlendirildiler. Asıl olarak barış zamanında üst sınıf tarafından avlanma ve yarışlarla vakit geçirmek, savaş zamanında ise süvariler için kullanıldı. 

Atların genellikle Yunan süvarilerinde kullanılmak üzere satın alınmasına rağmen, bakımları için devletten çok az para gelirdi. Gelen paralar ise, atın ölümünde ya da işe yaramaz hale gelişinde geri ödenmek üzere borç formunda olurdu.

Bu paha biçilmez hayvanların satın alınmasına ve bakımına inanılmaz paralar harcanmaktaydı. Bu paralar atı ve zırhını satın almaya, seyis satın almaya, ahır bulundurmaya veya başkasının ahırında at baktırmak ve günlük yem ihtiyacı için harcanırdı. Ek olarak, atın hastalığı ya da sakatlığı için de yine para ödenmesi gerekmekteydi. Araştırmacılar bu at sahipleri tarafından yapılan harcamaları tahmin etmeye çalışmışlar, ama sadece günlük tahıl tayınının yaklaşık fiyatını tahmin edebilmişlerdir. O zaman ulaştıkları rakamlar bile oldukça yüksek sayılırdı. Bu ise, M.Ö. 4. yüzyılda seçkin birkaç kişinin eline geçen paraydı. Ellerinde bulunan atları yetiştirmek, onlara sahip olmaktan çok daha pahalı bir yatırımdı ve sadece çok fazla varlıklı olanlar tarafından göze alınırdı.

Antik Yunan’da 8 cins at yetiştirilmiştir: Thessaly, Skyros, Pindos, Pineias, Andravias, Crete (Messara), Ainou ve Zakynthos. O dönemde Yunanistan’ın büyük bölümünde hâkim olan bitki örtüsünün zayıflığı ve güç yaşam koşullarına bağlı olarak bu sekiz cins de güçlü ama göreceli olarak küçük atlardı.

Muhtemelen biniciliğin zenginlikle olan en büyük bağı, İmparatorlukla olan ilgisidir. Herodotos’un deyişine göre, çocuklara üç şey öğretilmeliydi: at binmek, ok atmak ve doğruyu söylemek. Bu deyişin yankısı 4. Yüzyıldan itibaren İmparatorların oğullarının savaş sanatında ve at binmede eğitilmesi gerektiği inancı olarak taşındı. Bu inanış atlı süvarileri (asıl at sahibi nüfus) zenginlikle bağdaştırdı.

Atların Yunanlılar için değerli olmasının ikinci nedeni mitolojilerinden kaynaklanmaktadır. Atlar, tüm Yunan mitolojisiyle iç içedir. Baştan sona kadar hem tanrılarla hem de kahramanlarla bağlantılıdırlar. O kadar seviliyorlardı ki, genellikle, tanrıların ya da tanrıçaların erdemlerini övmek için muhteşem at becerilerine değinilir, hatta asil yaratıklarla kıyaslarlardı. Örneğin Afrodit, yazar Aischylosas tarafından “altın dizginli” olarak betimlenmişti. Tanrılara at adakları (küçük at heykelcikleri) sunulması oldukça yaygındı.

Adak Heykelcikler

Atlara duyulan bu sevgi ve hayranlık kısmen mitlerin, tanrıları at bindiği, atların çektiği arabalarda dolaş-tıkları ya da ölümlülere at hediye ettiklerini anlatan içeriğinden kaynaklanır. Poseidon (Deniz Tanrısı) her zaman atlarla ilişkilen-dirilmiştir. Altın Deniz Atlarının çektiği arabada (denizde) resmedilmiştir. Poseidon ayrıca Pegasus’un da babasıydı. Tanrılar tarafından özel atlar verilen ölümlüler çok sevildiklerini bilirlerdi. Bu adamlardan biri, Tanrıça Athena tarafından ünlü kanatlı at Pegasus’u yakalaması için anahtar verilen Bellerophon’du. Xantus ve Balius’da tanrı tarafından hediye edilen atlara başka örneklerdir. Bu ikisi Zeus tarafından Achilles’e verilen ölümsüz atlardı. Atlarla ilgili bu ve diğer Yunan mitleri insanlar tarafından ta ki atlar, tanrılar ve hayran oldukları kahramanlarla ilişkilendirilene kadar kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.

Antik Yunanistanda At yarışları (Amphora resmi M.Ö. 500)  

Atların Yunan toplumunda değer bulmasının üçüncü bir nedeni ise, sporda kullanılmalarıdır. At yarışları ve atlı araba yarışları Yunanistan’da en çok önem verilen sporlardı. O kadar ki Olimpiyat Oyunları M.Ö.776’da başladıktan kısa bir süre sonra oyunlara dâhil edildiler. Olimpiyatlardaki at yarışları çok eğlenceliydi. Kazanan ödül olarak sadece bir zeytin dalı çelengi alıyordu. Bu çelenk tabi ki biniciye değil at sahibine gidiyordu. Bunun nedeni ise atın bakımının ve binicisinin sahibine çok paraya mal olmasıydı ve ödülü de o almalıydı.

Antik Yunanistan’da At Arabası yarışı

At arabası yarışları daha heyecan vericiydi. Aslında Olimpiyat Oyunları arasında en heyecan verici olanlardandı. Birçok insan oyunlarda olacaklar kestirilemediğinden ve kazalardan dolayı bu yarışları seyretmeye gitmekteydi. Aynı nedenle, atların ve arabaların zengin sahipleri nadiren yarışlara katılırdı. Onlar adına yarışması için, profesyonel sürücüler tutarlardı. At arabası yarışındaki bir zafer, genellikle sahibine ve onun şehrine, büyük bir onur ve zafer kazandırırdı.

At arabası yarışları ve at yarışları Olimpiyatlar dışında da yapılırdı. Barış zamanlarında erkekler yarışlarda bahis oynardı. Ödüller değişirdi ve bir vazodan kadına kadar herhangi bir şey olabilirdi.

Erkekler atlarını ava giderken de kullanırlardı. Bu, 4. yüzyılda daha sonraları görüleceği kadar sık görülen bir şey değildi ama yine de zaman zaman olurdu. Çok yaygın olmasa da at sırtında dövüşmek de vardı. Dövüş sırasında erkekler atlara zarar vermemeye çalışırdı. Zarar vermek kaba bir davranış olarak görülürdü. Tüm erkekler atların değerini bilir, bu değere dövüşürken bile saygı duyardı.

Yunanlılar, savaştaki kullanımları için de atlara değer verdiler. M.Ö. 4 yüzyılda savaşta atları kullanmak Yunanlılar için çok yeni bir fikirdi. En büyük avantajlardan biri hareketli olmayı sağlamasıydı. Atlı adamlardan oluşan bir ordu, yürüyen adamlardan çok daha hızlı hareket edebiliyordu. Bir başka avantajı da göz korkutma faktörüydü. Süvariler sadece büyük ve korkutucu görünmekle kalmıyor, yaya düşmanı ve daha hafif atlıları kolaylıkla yeniyorlardı.

Süvariler için oluşan tek sorun, üzengileri olmaması ve yüksek ya da bozuk zeminlerdi. Ama bunların hiçbiri hücumlarını zayıflatacak kadar onları yavaşlatmadı. Arazi bir problem haline gelinceye kadar onlar çoktan düşman tehlikesini durdurmuş oluyorlardı. Süvariler için bu iki faktörün tek negatif etkisi güvende olacakları zemine gitmekte acele ederken sebep oldukları piyade ölümlerini azaltmaktı.

Yapılan arkeolojik kazılarda o zamandan kalma birçok at zırhı bulundu. Bu zırhlarda hem koruma hem de at gözlüğü olarak iki amaca birden hizmet eden yanak parçalarının kullanıldığı anlaşılıyordu. Bazen de alın parçası (frontlet – alınlık) bu yanak parçalarıyla beraber kullanılıyordu. Tam olarak emin olmamakla birlikte göğüs zırhı da kullanılmış olma ihtimali bulunmaktadır. Ama Antik Yunan Süvarilerinin atları için kullandığı eksik zırhla bile süvariler, diğer tüm bölüklerden daha kuvvetliydi.

Antik Yunanistanda atlar bir hayvandan çok daha fazlası olarak görülürdü. Bu değerli yaratıklar zenginlik ve fırsatı simgelerdi. Günlük eğlence kaynağıydılar. Ama belki de en önemlisi atlar Yunanlılar için derin inançların olduğu bir sistemin parçasıydı (Kline, 2009).

Ortaçağ’da Haçlı Seferleri ve Şövalye’lerin ortaya çıkması atların niteliklerinde ve ırklarında da bazı değişiklikler yapılmasına neden oldu. Bu dönemde ağır zırhları taşıyabilecek nitelikte iri savaş atları yetiştirilmesine yol açtı (Destrier). Şövalyeler bu atları özellikle tercih ettiler. Bu dönemde yetiştirilen diğer atlar ırkları ise şunlardır: Din adamları ve bayanlar için yetiştirilen Binek atları (Palfrey), hafif süvarilerin kullandığı uzun mesafelere dayanıklı Süvari atları (Courser) ve köylülerin ve tarımda çalışanların kullandığı çalışma ve koşum atları (Rouncy). Bu atlar günümüzde kullanılan Hackney atlarına benzer kısa ve rahvan yürüyüşlü atlardı  .

Atın tarih boyunca Türklerin hayatında askerî yönden oynadığı rolün çeşitliliği ve büyüklüğü her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Göktürk yazıtlarında attan, atlı birliklerden sık sık söz edilmiştir. Türk savaşçısının en büyük desteği atı olmuştur. Savaşçı, bindiği atın öldürülmesi halinde yedeğinde götürdüğü başka ata binmiş, yaya kalmak istemediğinden ancak düşmanın zayıfladığını hissettiği an, düşmanın etrafını iyice çevirdikten sonra atından inip yok edici darbeyi vurmuştur.

Hakan, savaş zamanında askerlere binmeleri için at verip bu atları savaş sonrasında geri almıştır. Öyle ki savaşı kazanmanın veya kaybetmenin bir yanı savaşçılara diğer yanı atlara bağlı olmuştur. “Çülükti” maddesinde atları ve adamları teslim olan kişinin sesinin kısıldığı ve kimsenin onun sözünü tutmadığı belirtilmiştir. Türkler savaşlarda, at sayesinde süratli manevra kabiliyetine sahip oldukları için uzaktan savaşı tercih edip, düşmana iyice kayıp verdirdikten sonra atlarından inip, savaşın sonucunu kesin olarak kendi lehlerine çevirmişlerdir (Özkul ve Yerlikaya, 2008). 

Bu savaş taktikleri, Avrupa’yı zorlayan Hunlar’da da vardı. Cengiz Han ve Timuçin’in Moğol Ordularının prototipini uygulayan Atilla, özellikle atlı savaşçıları ile büyük başarılar kazanmıştı (Oman, 1885).

İ.S. 711 yılında Kuzey Afrika’dan İber Yarımadasına (bugünkü İspanya) giren Araplar çok çevik ve gösterişli atlarla bu bölgeyi istila ettiler. Beraberlerinde getirdikleri bu atlar günümüz İspanyol Atları’nın (Andalusian) da atası olmuştur. İspanyollar ve diğer Avrupa halkları 15. yüzyılda Amerika’yı istila etmeye başladıklarında bu atlara sahiptiler. Bu cins sıklıkla “Great Clonizer” (Büyük Sömürgeci) olarak adlandırılırdı. İspanya, Karaip Adalarını stok çiftliği haline getirdi ve tüm sömürgeci devletlere at sağladı. Yüzlerce yıl boyunca bu at Amerika’da türünün temsilcisiydi. Tüm Yeni Dünya cinsleri onun kanını taşır. Bu gün oldukları at olmalarının bir parçasını, Endülüslünün 500 yıl önceki haline borçlular (Koçkar, 2016).

Ortaçağ Şövalyeleri’nin “Destrier”leri  

Osmanlı ordusu başlangıçta aşiretlerden gelen atlı birlikler ile gönüllü yaya askerlerden oluşurken 14. yüzyılın ortalarından itibaren büyük bir gelişme gösterdi. En gelişkin dönem sayılan 16. yüzyılda Osmanlı ordusu, büyük çoğunluğu İstanbul’da bulunan kapıkulu askerleriyle, eyaletlerden gelen tımarlı sipahilerden oluşuyordu. Kapıkulu ordusu başlıca Yeniçeri Ocağı ve Sipahi Ocağı olarak ikiye ayrılırdı. Ayrıca Topçu Ocağı başta olmak üzere Cebeci, Humbaracı ve Lağımcı Ocakları da yardımcı ocaklar olarak Kapıkulu ordusunun öbür bölümlerini oluştururdu.

Akıncı

Kapıkulu süvarileri Silahtar, Sipah, Sağ Ulufeciler, Sol Ulufeciler, Sağ Gureba Bölüğü, Sol Gureba Bölükleri’nden oluşmakta idi. Bu atlı birliklerin dışında Osmanlı ordusunda Topraklı Süvari, Tımarlı Süvari, Akıncılar ve Deliler adıyla kurulu birçok atlı birlik bulunmaktaydı.

Her yıl Rumeli ve Kafkasya’nın belirli bölgelerinden devşirme denilen bir sistemle toplanıp Acemi Ocağı’nda yetiştirilen kapıkulu askerleri savaşta Osmanlı ordusunun vurucu gücü durumundaydı. Eyalet askerleri Osmanlı toprak düzenine göre örgütlenmiş, yalnızca savaş zamanında göreve çağırılan bir orduydu. Buna göre kendisine tımar verilmiş olan sipahiler, topraktan elde ettikleri gelire göre, savaş zamanı orduya belirli sayıda asker getirmekle yükümlüydü.

Serhad denilen sınırlarda bulunan akıncılar, fevkalade disiplinli bir teşkilata sahiptiler. Bunlar, atlarla düşman içlerine kadar sokulur, gerek bizzat gördükleri, gerekse düşmandan elde edilen esirler vasıtasıyla öğrendikleri bilgileri değerlendirerek önemli bir istihbarat ağı kurmuşlardı. Öncü kuvvetler oldukları için, ordunun keşif hizmetlerini görüyorlardı. Bundan baska onlar, düşman topraklarındaki araziyi tetkik ederek orduya yol açıyorlardı. Çok seri hareket ettikleri için, düşmanın pusu kurmasına imkân vermiyorlardı. Ayrıca ordunun geçeceği yerlerdeki mahsulü korumak suretiyle ekonomik bir fayda da sağlıyorlardı. Akıncılar, esir almak suretiyle bölgede bulunan nehirlerin geçit yerlerini de öğreniyordu. Bunun içindir ki akıncılar, esas ordudan dört beş gün daha ileride bulunurlardı. Günümüzün motorize birlikleri gibi pek seri ve sür’atli hareket ettikleri için, düşmana karsı dehşet saçar ve onların maneviyatı üzerinde çok etkin psikolojik tesirde bulunurlardı.

Hafif süvari birlikleri olduklarından, düşman kale ve ordusu üzerine varmayan akıncılar, ordu için yolları açıyorlardı. Bu yolların birkaç yönden açılması gerekiyordu. Ordunun hedefi olan ülke, hem maddi hem de manevi bir şekilde yıpratılmalı idi. Düşmanın, maddi güç kaynakları yok edilmeli, ekonomisi ile ordusu hırpalanmalıydı. Halka korku salıp onların manevi güçlerini kırmak gerekiyordu. Elde edilmesi mümkün olan her türlü gizli bilgi elde edilmeliydi. Akıncıların açtıkları bu yol ve verdikleri hizmetten sonra, Padişah veya Serdar-ı Ekrem asıl ordu ile gelip savaşırlardı.

Akıncılar, Osmanlı’nın Atlı Komandoları (Münif Fehim Yağlıboya Tablo)

Öztuna’ya göre: “Akıncı Ocağı, çağdaş ordulardaki komando sınıfının karşılığıdır. Atlı ve hafif silâhlı bir komando… Hareket yeteneği olağanüstü yüksek… Görevi, düşman ülkesini taramak, düşmanın maddî ve manevî gücünü vurmak, orduya yol açmak, düşmanın Osmanlı sınırına sarkmasını önlemektir. Denizde aynı görevi, Korsan denen deniz akıncı sınıfı yürütmektedir. İspanyolca gerillanın yerine son asır Türkçesinde çok geçen çete tabiri, akıncı kavramını tamamıyla karşılamaz. Zira gerilla veya çete, daha çok dağda vuruşur. Osmanlı akıncısı ise dağ savaşı yapmaz. Ovada savaşır. Genellikle su yolunu, vadileri izleyerek yol alır. Dağ geçitlerinden geçer. Ancak dağa çıkmaz. Zira atla dağa çıkılmaz, katır gerekir; akıncı ise katır kullanmaz, katır dörtnal yapamaz. Zaten akıncının dağda işi yoktur, dağda üslenmez. Dağda düşmanın vurulacak askeri, ordu tesisleri, meskûn yerleri yoktur” (Öztuna, 1995). 

Sistemin iyi işlediği dönemde sipahiler Osmanlı ordusuna büyük güç katmıştı. Ama tımar düzeninin bozulmasıyla etkisini yitirmiş, giderek Celali Ayaklanmaları gibi büyük olaylarda olumsuz roller oynamıştır. Buna karşılık merkezdeki kapıkulu askerlerinin sayısını arttırmak zorunda kalan devlet ise savaş olmadığı dönemlerde askerlerin aylıklarını ödeyemez duruma düşmüş, bu yüzden çıkan ayaklanmalar devleti sarsmıştı. 18. yüzyılda savaş gücünü iyice yitiren orduyu yenileştirme girişimleri de kapıkulu askerlerinin tepkisiyle karşılaşmış, III. Selim’ in “Nizam-ı Cedid“ ve II. Mahmud’un “Sekbanı Cedid” adıyla kurmaya çalıştıkları yeni ordu dağıtıldıktan sonra II. Mahmud, 1826’da kapıkulu askerliğine son vermiş ve modern ordunun temellerini atmıştır (Şevket Paşa, 1983).

Osmanlı – İtalyan, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları boyunca değişik cephelerde görev yapan süvari birlikleri, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi maddeleri gereği lağvedilmeye başlanmış ve Mayıs 1919’da Türk Kara Kuvvetlerinde dört süvari alayı kalmıştır.

Milli Mücadele Dönemi (1920 – 1923), süvari birliklerinin Türk harp tarihi içinde yer aldıkları son savaşların dönemi olmuştur. Topraklarının işgali üzerine mücadeleye başlayan halkın oluşturduğu “Kuva-yı Milliye” süvarileri, Sakarya Savaşı’ndan sonra “5’inci Süvari Kolordusu” olarak teşkilatlanmıştır. Büyük Taarruz’da Sincanlı Ovası’na sızarak Yunan kuvvetlerine ciddi kayıplar verdirilmiş, 31 Ağustos’ta İzmir’e ilerleme emri verilmesi üzerine dünya harp tarihinde yer almış olan stratejik takip harekâtı başlamıştır. 9 Eylül günü İzmir’in kurtuluşunu sağlayan süvariler Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasına kadar Batı Anadolu’da harekâta katılmış ve zaferin tamamlanmasında en önemli rolü oynamışlardır (Bal, 2006).

Osmanlı Süvari Birliği Sina Çölünde  – 1917

Milli Mücadele’de atlı birliklerin icraatlarının bahsedildiği ortamda incelenmesi gereken unsurlardan bir tanesi de icra ettikleri faaliyetler ve mücadele ile farklı bir yere sahip olan “Demirci Akıncıları”dır. Demirci Kaymakamı ve daha sonra Malatya Valiliği yapan İbrahim Etem’in emir komutasında 13 ay süreyle başarılı görevler icra eden bu akıncılara, düzenli ordu birliklerinin Demirci’den ayrılmasından sonra ortaya çıkabilecek tehditlere karşı koyabilmek üzere destek bölükleri teşkili emredilmiştir. 

Bunun üzerine Gördes Kaymakamlığı’na da vekâlet eden İbrahim Etem Bey, burada 200 atlıdan oluşan bir birlik kurmuştur. Bu müfrezeler Kula ile Salihli arasındaki Yunan kuvvetlerine baskınlar yaparak zayiat verdirmişlerdir. İcra edilen en önemli faaliyetlerden birisi de istihbarat ağının kurulması ve ordu birliklerine devamlı güvenilir bilgi gönderilmesidir. 6 Ağustos’ta Yunan kuvvetlerinin Demirci’ye yaklaşmaları üzerine karşı koyma şansı görülmediğinden kasabayı terk etmek ve dağlarda mücadeleye devam etmek kararı alınmıştır. Sakarya Muharebeleri süresince bu şekilde cereyan eden akınlar bazen atlı bazen de yaya teşkillerle sürdürülmüş, gerilla harekâtının örnekleri sergilenmiştir (Bal, 2006).

Milli Mücadelede Süvari Birliği – 1920

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile savaşın sona erdirilmesini takip eden günlerde Başkomutanlık tarafından, İzmir’de bulunan Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Karargâhları’nın Ankara’ya intikali emredilmiş ve 29 Temmuz 1923’te intikal tamamlanmıştır. Bundan sonra başlayan barışa dönüş hazırlıkları kapsamında, 5 Ağustos 1923 tarihli “Hazar Kuruluşu ve Konuş Projesi” ile Kara Kuvvetleri üç ordu müfettişliği, dokuz kolordu, onsekiz piyade tümeni ve üç süvari tümeninden oluşturulmuş ve bu çalışmalar gereği süvari birliklerinin konuş durumu aşağıdaki gibi olmuştur:

— 1nci Süvari Tümeni Ağrı (Karaköse’de),

— 2nci Süvari Tümeni Lüleburgaz’da,

— 14üncü Süvari Tümeni Urfa’da.

Türk Süvari Birliği – 1922

Bu tarihten itibaren Türk Kara Kuvvetleri süvari birlikleri, bu üç tümenin yanında İstanbul’daki Süvari Binicilik ve Tatbikat Okulu, Yarışmalar Grubu ve Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Süvari Birliği’nden oluşmuştur. 1939 yılında savaş tehlikesi belirmesi üzerine Türk Kara Kuvvetleri “4’üncü İkmal Planı” kapsamında bir Süvari Kolordusu oluşturulmuş, İkinci Dünya Savaşı’nın Balkanları etkilemesi üzerine mevcut birlikler takviye edilerek bir süvari kolordusu ve bir süvari tümeninden oluşan Süvari Gücü oluşturulmuştur (Bal, 2006).

Bal’ın araştırmalarından da anlaşılacağı gibi Türk Süvari Birlikleri’nin tarihçeleri konusundaki belgeler yetersizdir. Elde bulunan belgelerde görüldüğü üzere Süvari Birlikleri, İkinci Dünya Savaşı tehdidi veya başkaca nedenlerden dolayı bazıları yer değiştirmiş bazıları ise kapatılmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde en çok bilinen birlikler, 1923 yılında oluşturulan Süvari Binicilik ve Tatbikat Okulu ile Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Süvari Birliği’dir. 1965 yılında “Süvari Yarışmalar Grubu” adını alan Süvari Binicilik ve Tatbikat Okulu, 1978 yılında kapatılmış, başarılı subaylar 1969 yılında adı “Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Atlı Merasim Bölüğü” olarak değiştirilen Süvari Birliğine tayin edilmişlerdir (Bal, 2006).

10 Şubat 1923 – Atatürk merasim kıtasını denetlerken

Bu bölüğün temel görevi; taarruz ve savunma taktik görevlerinin yanında iç emniyet görevi yürütmek ve törenlerde Türk Süvarisinin şanlı tarihini temsil etmektir. 1969 yılına kadar kullanılan teşkilatlarda, süvari birliklerine verilen vazifeler içinde “tören” adı altında ayrı bir vazife yazılı olarak yer almamıştır. Silahlı Kuvvetlerin genel yapısı içinde törenlerin farklı bir yeri vardır. Bu nedenle tüm birlikler her zaman törenlere katılabilir, ayrıca Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın Ankara’da olması nedeniyle bu alayın tüm birlikleri zaten törenlere katılmaktadır. 

Atatürk atı “Sakarya” ile

Büyük bir ihtimalle o yıllarda da benzer uygulamalar olmuştur. Burada belirtilmek istenen şudur: Süvari sınıfının muharip birlik olma özelliği yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Bundan sonra sembolik olarak temsil görevini yürütecektir. Dikkati çeken bir nokta da şudur: Bölüğün kuruluşunda bir “konkur ekibi” yer almıştır. Yani bölük sadece törenlere katılmakla kalmayacak, aynı zamanda binicilik müsabakalarına da katılabilecektir. Bu yıllarda binicilik müsabakalarına katılma görevi bulunan başka bir birlik de İstanbul’da bulunan “Süvari Yarışmalar Grubu”dur. Böylece benzer faaliyetleri icra eden iki ayrı birlik oluşturulmuştur. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Atlı Merasim Bölüğü 1975 yılına kadar faaliyetlerine devam etmiştir. 16 Temmuz 1975 tarihinde yeni bir teşkilatlanmaya gidilmiş ve birliğin adı “Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Atlı Merasim Birliği” olmuştur. Birliğin vazifelerinde Kara Harp Okulu binicilik takımındaki öğrencileri yetiştirmek gibi bir artış ve yenilenme görülmektedir (Bal, 2006). 

18 Mayıs 1978 tarihinde Muhafız Alayı’nda bir teşkilat değişikliği daha yaşanmıştır. Birliğin yeni adı “Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Süvari Birliği” olmuş ve teşkilatına, törende geçecek unsurların yanında bir de binicilik ekibi eklenmiştir. Bu teşkilat içine iki yıl sonra koşulu topçu takımı ilave edilerek, törenlerde koşulu topçuların da yer alması sağlanmıştır. 1984 yılına kadar bu şekilde devam eden birlik bir teşkilat değişikliği daha yaşamış, 05 Ekim 1984 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’ndan ayrılarak “Kara Kuvvetleri Atlı Spor Eğitim Merkezi Komutanlığı” adı ile Kara Harb Okulu Komutanlığı’na dâhil edilerek yeniden yapılanmıştır.

Kara Harb Okulu ASEM Resmi Geçit Töreninde

1996 yılında bugünkü teşkilatına kavuşan K.K. Atlı Spor Eğitim Merkezi Komutanlığı, kuruluşundaki  süvari  ve  koşulu top takımları ile ‘’Süvari Birliği’’  özelliğini muhafaza etmektedir. Öğretim Başkanlığı ve  Karagücü Binicilik Ekibi ile Binicilik Okulu ve Süvari Yarışmalar Grubu  görevlerini de üstlenerek,  Türk Silahlı Kuvvetlerinde süvariliği yaşatmakta, katıldığı  ulusal ve uluslararası yarışmalarda Türk Silahlı Kuvvetlerini ve Türk milletini başarı ile temsil etmektedir.

Günümüzde hemen tüm ülkelerde Süvari birlikleri modern silah teknolojisinin gelişmesi nedeniyle ya nostaljik biçimde bir gösteri grubu olarak korunmuş ya da İngiltere’de olduğu gibi Kraliyetin ve eski oligarşinin bir simgesi halinde varlığını sürdürmektedir. Bu birliklerden bazıları şunlardır: 

 

 

İngiltere Kraliyet Süvarileri

Küba Süvari Birliği

Fransa Cumhuriyet Muhafızları

İsveç Kraliyet Muhafızları

Kanada Süvari Birliği

Moğolistan Süvari Birliği

Pakistan Süvari Birliği

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close