PKK/YPG Hamileri McGurk İle Austin ABD’de Kritik Görevlerde - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

PKK/YPG Hamileri McGurk İle Austin ABD’de Kritik Görevlerde

Abone Ol 

ABD’nin yeni Savunma Bakanı Austin, terör örgütü PKK/YPG’yi silahlandırmasıyla tanınıyor. Siyahi General Austin, örgütü “eğit-donat” programına alan isimdi. McGurk ise ABD’nin Kuzey Afrika ve Orta Doğu Koordinatörü oldu. PKK sevgisi ile tanınan Amerikalı istihbaratçı, PKK’nın Suriye kolu YPG’nin de içinde yer aldığı SDG’nin kurulması ve silahlandırılmasında başat rol oynadı.

Hasan Erel tarafından M5 için kaleme alınmıştır.

Türklerin son kalesi Anadolu’nun stratejik önemini, haritaya baktığınızda bile anlarsınız. Türkiye, dünya haritasının neredeyse tam merkezinde yer alır. Napolyon bile zamanında “eğer dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu” demiştir. Bu jeopolitik süper rant, bizim en önemli şansımız ve de şanssızlığımız oldu. Herkesin gözü bizim topraklardaydı.  Herkesin gözü bizim topraklarda olduğu için de birbirlerini yediler, kimse başkasına bırakmadı.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve bizim üstün savaşçı yönümüzün  de etkisi oldu tabii. Birinci Dünya Savaşı’nda, o dönemin imparatorluğu olan İngiltere’nin başı çektiği itilaf devletleri, Osmanlı’yı yutmak için harekete geçtiğinde, karşısında Almanya ve Avusturya Macaristan’ı bulmuştu. 

İkinci Dünya Savaşı’nda da benzer bir durum vardı. Hitler, Türkiye’ye girse karşısındaki cepheyi genişleteceğini bildiği için bunu denemedi. Gerçi sonuçta Rusya’ya saplandı ama ABD ve İngiltere’nin kendisini destekleyeceği gibi bir hayale kapılmıştı. Tıpkı zamanında Napolyon’un olduğu gibi. 

Türkiye’nin stratejik önemini 1946 tarihli bir Amerikan belgesinden daha net bir biçimde anlayabiliyoruz. ABD Dışişleri Belgesinin özü: “Türkiye’yi Kontrol Eden, Akdeniz’den Hindistan’a Tüm Bölgeyi Kontrol Eder”. Dönemin ABD Dışişleri, Savaş ve Donanma Bakanlarının imzasını taşıyan, Başkan Truman’ın da onayladığı bir belgeydi bu.

ABD’nin Türkiye’ye yönelik stratejisini belirleyen ve bugün de geçerli olan uygulamalarının bir aynası olan 1946 tarihli bu belgeyi onaylarken Başkan Truman’ın bakanlarına ve generallerine, bu politikanın uygulanması için “sonuna kadar gitmeye hazır olduğunu” belirttiği de yazılı. Belgede, Türkiye için SSCB’ye karşı son çare olarak ABD ordusunun ve “silahlarının” kullanılabileceği de yazılı. O dönemde ABD ordusunun silah envanterinde atom bombası da bulunuyor. Bu tespit, ABD Dışişleri, Savaş ve Donanma Bakanlıklarının birlikte sürdürdüğü bir dizi toplantının ardından Dönemin Dışişleri Bakan Vekili ve Bakan Yardımcısı Acheson tarafından yazıya aktarılıyor ve Dışişleri Bakanı Byrne’a iletiliyor.

Belge, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünyada SSCB ve ABD’nin kutup başları olarak belirdikleri bir dönemde, Türkiye’nin, bugün de süren konumunun nasıl belirlendiğini gösteriyor. Hatta bazıları bunu, “Soğuk Savaş’ın başlamasına işaret eden belge” olarak da nitelendiriyor.

15 Ağustos 1946 tarihli bu belge Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından 6 yıl öncesine ait. Türkiye o dönemde bu belgeden haberdar olsaydı, muhtemelen Batı’nın Türkiye’yi NATO’ya almaya çoktan hazır olduğunu bilirlerdi. Oysa yerleşik görüş, Türkiye’nin Kore’ye asker gönderdiği için NATO’ya alındığı şeklindedir.

1946’dan itibaren 1989’a kadar süren Soğuk Savaş dönemine hakim olan Atlantik görüşü işte bu belgeden kaynaklanıyordu. Türkiye ise güvenliğini ABD’ye teslim etmenin rehaveti içinde, gelecek yıllarını fazla dert etmiyordu. 

Fakat işler Soğuk Savaş’ın bitmesiyle değişti. Önce Berlin duvarı, ardından Sovyetler Birliği çökmüştü. Artık yeni bir dünya vardı. Bu dünyanın patronu da Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Life, Fortune ve Time gibi dergilerin sahibi ünlü medya baronu Henry Luce’nin (Pearl Harbour baskınından bile önce) 1941 tarihli Life dergisinde manşetini attığı “ABD Yüzyılı” gerçekleşir gibiydi. Bu yeni dünyanın en güçlüsü hissiyle hareket eden Amerikalılar, selefleri İngiltere gibi Türkiye’yi hafife aldılar.  Wilson Prensipleri ve Sevr Anlaşması’ndan beri hayalini kurdukları “Büyük Ermenistan” ve “Büyük Kürdistan”ın gerçekleşmesi için işe koyuldular.  Türkiye’nin önünde sonunda planlarına karşı çıkacağını tahmin etmiş, bölgeyi İsrail’e kardeşlik edecek bir Kürdistan ve Ermenistan ile kontrol etmenin hülyasına kapılmışlardı. 

1984 itibarıyla sahneyi Taşnak Terör Örgütü ASALA’dan devralan ayrılıkçı PKK terörü bu amaç için görevlendirildi.  ABD’nin kullanmayı pek sevdiği “Demokrasi ve insan hakları” kisvesiyle teröre alan açıldı. Avrupa da doğal olarak devreye alındı. Hatta Yunanistan, Bulgaristan, İran, Suriye ve Irak gibi bölge ülkeleri de zaman zaman çıkarlarına göre bu örgüte destek sağladı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı.  Washington’a gelen raporlara göre “Türk Generaller hizadan çıkmış”tı. Bunca yıllık NATO tornası, Atatürk’ün DNA’sını oluşturduğu Türk ordusunu bozamadı. 

Irak’a ilk saldırısı sonrası ülkenin kuzeyinde bir Kürt bölgesi oluşturan ABD, karşılaştığı direniş sonrası Çekiç Güç denen bir organizasyona gitti. Bu Çekiç Güç, NATO hatırına Türkiye’de TBMM onayıyla yer almasına rağmen faaliyetleri bir Kukla Kürdistan kurmak içindi. Bunu fark eden sahadaki askerimiz tepkiliydi. TRT’den çalışma arkadaşım Mehmet A. Kancı’nın Anadolu Ajansı’na yazdığı analizden alıntılıyorum: “Jandarma Genel Komutanı olan Orgeneral Eşref Bitlis 22 Mart 1992’de dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yazdığı mektupta, Çekiç Güç’ün PKK ile eşgüdümlü hareket ettiğine dair şüphelerini aktarmıştı. ABD’nin bu mektuba yanıtı 17 Aralık 1992’de Irak’ın Selahaddin kentine giden Orgeneral Bitlis’in helikopterini savaş uçaklarıyla taciz ederek inişe zorlamak oldu. Orgeneral Bitlis bu olaya rağmen 7 Şubat 1993’te İncirlik’ten kalkan ABD hava unsurlarının PKK’ya malzeme taşıdıklarını kamuoyuna açıkladı. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis bu açıklamadan 10 gün sonra, Ankara’da içinde bulunduğu uçağın kalkıştan kısa süre sonra düşmesiyle şehit oldu. Bitlis’in ekibinde yer alan ve aynı bilgilere sahip Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ve Albay Rıdvan Özden’in Lice ve Mardin’de 1993 ve 1995 yıllarında PKK’ya mal edilen ancak benzerine rastlanmayan sofistike saldırılarla şehit edildiklerini de burada not düşelim.”

Kanal 6’da çalıştığım günlerde Amerikalıların TSK’ya verdiği bu taciz operasyonu belgesini bizzat gördüm. Amerika Org. Eşref Bitlis’i şehit ederek Türkiye’ye mafyatik bir mesaj vermişti: ”Dokunan yanar”. 1993 kritik bir yıldı. Bitlis suikastı öncesi, PKK-ABD-Gladyo ilişkilerini ortaya çıkarmak için çalışan ve de somut delillere ulaşan Araştırmacı-Gazeteci Uğur Mumcu, bombalı bir suikastla şehit ediliyordu. Bingöl’de 33 silahsız erimizin PKK tarafından şehit edilmesi, aydınların yakıldığı Sivas olayları, Başbağlar katliamı, Turgut Özal ve Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümü, JİTEM Kurucusu Binbaşı Cem Ersever’in öldürülmesi de 1993’te meydana gelen olağanüstü olaylar arasındaydı.

1995 itibarıyla Türk Ordusu, ABD’nin kukla devlet planlarına sert yanıt verdi. Kuzey Irak’ta düzenlenen sınır ötesi harekatlar ve yurt içinde terörle mücadelede elde edilen başarılar PKK terör örgütünün belini kırmıştı.  ABD ve Avrupa ülkeleri bundan son derece mutsuzdu. 

2000’de göreve gelen George W. Bush, Irak ve Afganistan’a işgal planları yapıyordu.  Amaç dünyanın kalpgâhını ve yükselen Asya güçlerini kontrol etmekti. Bunun için öncelikli olarak Ortadoğu petrolünü ve Asya’nın stratejik geçiş yolu Afganistan’ı kontrol etmeliydiler. 11 Eylül 2001 terör saldırıları bahanesiyle harekete geçildi.  Bush ve ekibinin çantasında bir de Büyük Ortadoğu Projesi haritası vardı. Türkiye’nin de içinde bulunduğu 22 Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkesini içeren kısa adı BOP olan bu plan, görünürde yine demokrasi ve insan hakları kılıfı altında ülkelerin fiili ve fiziki olarak Amerikan çıkarları doğrultusunda yeniden şekillenmesi olarak özetlenebilir. Bush’un Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesine yazdığı “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı makalesinde, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar, Ortadoğu’da 22 devletin, rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu vurguladı.

1997- 2000 yılları arasında NATO Müttefik Kuvvetler Komutanlığı görevinde bulunan Amerikalı General Wesley Clark da,  emekli olduktan sonra yazdığı “Modern Savaşları Kazanmak” isimli kitabında, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından 20 Eylül 2001’de üst düzey bir askeri yetkiliyle sohbetinden söz etti. Clark’a konuşan üst düzey yetkili, 5 yıl içinde 7 Ortadoğu (Irak, Libya, Lübnan, Suriye, Somali, Sudan ve en son olarak İran) ülkesine operasyon planını anlatmıştı.

Amerikalı Albay Ralph Peters’in bir NATO seminerinde gösterdiği o meşhur harita da BOP haritası olarak hafızalara kazındı. Haritada Türkiye’nin Güneydoğusu ve büyük ölçüde doğusu “Free Kurdistan” olarak adlandırılmıştı!

BRETT MCGURK

Hukuk mezunu Brett Mc Gurk’ün sahneye çıkışı da işte bu projeyle oldu. ABD’de Federal Mahkemelerde çeşitli görevler alan McGurk, 2004’te işgal altındaki Irak’ta Amerikan Büyükelçiliği’nde bulunan Geçici Koalisyon Yönetimi’ne “Hukuk Danışmanı” olarak atandı. McGurk, Irak’ın geçici Anayasası’nın yazımında rol oynadı. Asıl misyonu kuzeydeki Barzani bölgesinin bağımsızlığı ve Kerkük’ün de oraya eklemlenmesiydi. Amerika, “Yüzbaşı Noel”ini bulmuştu.  Yoksa CIA bağlarından ötürü “Arabistanlı Lawrence” mı demeliyiz, emin değilim. 

 Brett McGurk, 2005’te Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Irak direktörü oldu.  Obama döneminde de pozisyonunu korudu.  McGurk, 2010’da yeni Irak hükümetinin kurulması için görevlendirildi. 2013 yılında ise ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Yakındoğu İşlerinden Sorumlu Bürosunda Irak ve İran’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevine geldi. 2014 yılı Haziran ayında DEAŞ Musul’u ele geçirirken, McGurk Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) başkenti Erbil’deydi. 2014 yılı Eylül ayında, bu kez McGurk DEAŞ’la mücadele için kurulan uluslararası koalisyonun direktörlüğüne getirildi ve ABD başkanının özel temsilcisi oldu.  Brett McGurk Suriye’de ise PKK/YPG hamisi olarak sahneye çıktı. DEAŞ’la mücadele için PKK/YPG’nin desteklenmesini ve silahlandırılmasını sağlayan Brett McGurk, Türkiye sınırında kurulan terör koridorunun oluşumunda rol oynadı. Kobani’den PKK yöneticileriyle pozlar veren Amerikalı Lawrence, 1 Şubat 2016’da PKK/YPG yöneticisi terörist Polat Can’dan plaket de aldı.  

Bu görevi, Beyaz Saray’ın politikasını değiştirerek terör örgütünden desteğini çeken Trump ile ihtilafa düşene kadar devam etti. 2018’de görevinden istifa etti ve Twitter hesabını PKK/YPG terör örgütüne destek, Trump’ın Suriye politikasını eleştirmek ve Türkiye’yi hedef alan propaganda savaşı için kullandı. McGurk, Biden ekibince hemen işe alındı ve Kuzey Afrika ile Orta Doğu’da Türkiye başta olmak üzere Suriye, İran, Irak ve Libya’daki bölücü görevine başladı.

Biden yemin eder etmez Bağdat’ın merkezinde 3 yıldır patlamayan bombalar patladı, Amerikan birlikleri Irak’tan Suriye’ye geçti. DEAŞ, Suriye ve Irak’ta katliamlara başladı. İdlib’de ise El Kaide bağlantılı gruplar yeni ABD yönetiminden umutla teslim olmaktan vazgeçti. McGurk’un hedefi hiç bir zaman DEAŞ ile mücadele olmadı.  Aksine DEAŞ’ı bir kaldıraç olarak kullanıp, bölgede daha büyük bir Kukla Kürt Devleti için çalışmaktı yaptığı. 2012 yılında sızdırılan bir ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) notunda, ABD’nin Suriye’nin doğusunda “Selefi emirlik” dediği şeyi yaratma niyeti açıkça ortadaydı: “Durum çözülürse, Doğu Suriye’de (Haseke ve Deirezzor) ilan edilmiş veya ilan edilmemiş bir Selefi yönetimi kurma olasılığı vardır ve bu, Şii yayılmasının stratejik derinliği olan Irak, İran ve Suriye rejimini tecrit etmek için muhalefeti destekleyen güçlerin tam da istediği şeydir.” 

LLOYD AUSTIN 

Joe Biden’dan terör örgütü YPG/PKK’yı sevindirecek bir başka hamle de ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) başına emekli General Lloyd Austin’in atanması olarak geldi. 4 yıl önce ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) bir numaralı ismi olan Austin, 2016 yılında emekli olmuştu. Biden’ın aday gösterdiği Austin, Senato tarafından da onaylanarak Pentagon’un başına geçen ilk siyahi isim oldu.

2013’te CENTCOM’un başına atanan Austin, Suriye’deki iç savaş ve DEAŞ ile mücadelede ‘büyük rol’ oynadı. Lloyd Austin, Suriye’de DEAŞ’la mücadele ettiği bahanesiyle terör örgütü PKK-PYD-YPG militanlarının silahlanmasına öncülük etti. Austin, Obama Başkanlığı döneminde Irak’tan tam yetkili sorumlu olan Başkan Yardımcısı Joe Biden ile yakın mesaide bulunmuştu. DEAŞ terör örgütü Austin’in CENTCOM komutanı olduğu dönemde Musul kentini ele geçirebilmişti.

Aynı teröristlerin Irak’tan Suriye’ye girmesi esnasında, Austin’in komutasındaki Amerikan güçleri, Kobani’de bombaladıkları DEAŞ’a bu kez Suriye ordusuna karşı havadan koruma sağlamıştı. DEAŞ teröristleri Suriye içinde ağır silahlı jiplerle istedikleri yere seyahat edebilmişti bu sayede. 

Austin’in yeni savaşlarda kişisel çıkarı da mevcut.   ABD Savunma Bakanı, halen dünyanın en büyük silah şirketlerinden biri olan Raytheon’un yönetim kurulunda. Raytheon, Obama-Biden yönetimi sırasında (Austin’in yönettiği bir savaş) Yemen’e savaş başlatan ABD-Suudi koalisyonunun en büyük bomba tedarikçisiydi. Raytheon, koalisyona ABD silah satışları üzerindeki herhangi bir ‘engele karşı’ Washington’da agresif bir lobi yaptı. 

Uluslararası Af Örgütü raporu, Raytheon’un Haziran 2019’da Yemen’in Ta’iz vilayetinde bir evde aralarında çocukların da bulunduğu altı kişiyi öldüren bombayı ürettiğini belirledi. Ancak Austin’in askeri endüstri bağları burada bitmiyor. Lloyd Austin, Pine Island Capital Partners’ın da ortağı. New York Times, 28 Kasım 2020’de yayımlanan bir haberinde firmayı şöyle tanımlıyor: “Pine Island Capital, silah sistemi parçaları üreticisi Precinmac’ı ve yakın zamana kadar Meggitt Training Systems olarak bilinen bir şirketi satın alarak, bu yıl bir satın alma çılgınlığı yaşadı. Ve şimdi Pentagon’a ve kolluk kuvvetlerine bilgisayar simülasyonlu silah eğitim sistemleri satan InVeris olarak biliniyor.”

ABD’nin ilk siyahi Savunma Bakanı, Amerikalı “Binbaşı Noel” ile birlikte, Rusya (Ortadoğu ve sıcak denizler) ve Çin’in (Kuşak ve Yol), güney ve batıya uzanan yollarını kesecek BOP projesini yeniden uygulamaya geçirirken, aynı zamanda kişisel çıkarlarına da hizmet etmiş olacak.

Bu yeni dönem Türkiye ve tüm Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere dünyaya yeni riskler vaat ediyor.  Biden’ın pek ‘demokratik ve barışçı’ Amerikan savaş makinası işte böyle çalışıyor.

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close