Terörsüz Türkiye sürecinde Süleymaniye adımı nasıl okunmalı?

Ankara’nın Süleymaniye kararında iç içe geçmiş iki temel boyutun bulunduğu söylenebilir. Birincisi PKK’nın silah bırakma süreci. İkincisi de Ankara’nın bu kararla topu karşı tarafa atması.
Süleymaniye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) coğrafyasında uzun süredir Kürt iç siyaseti, Türkiye-Irak ilişkileri ve bölgesel güvenlik denkleminin merkezindeki en tartışmalı alanlardan biridir. Ayrıca sadece Kürt iç siyasetindeki rekabetin değil Türkiye, ABD, İran ve Suriye eksenindeki jeopolitik denklemin de kesişim noktasında duruyor. Ankara’nın 2023 baharında güvenlik gerekçesiyle hava sahasını Süleymaniye’ye kapatması ve uçuşları durdurması bu karmaşık tablonun bir yansımasıydı. 6 Ocak 2026’ya kadar uzatılan yasak IKBY Başkanı Neçirvan Barzani’nin Ekim 2025’teki Ankara ziyareti sonrası kaldırıldı. Ardından Türk Hava Yolları 3 Kasım 2025 itibarıyla Süleymaniye seferlerini yeniden başlatma kararı aldı. Bu gelişme ilk bakışta teknik bir havacılık kararı gibi görünse de arka planında çok katmanlı bir siyasi, askeri ve diplomatik denge yatıyor. Bu da Ankara’nın, Süleymaniye dosyasını salt bir güvenlik dosyası değil IKBY iç dengelerini dönüştürecek bir kaldıraç olarak gördüğünü açık biçimde ortaya koyuyor.
Süleymaniye Meselesinin Geçmişi
Süleymaniye’nin bu denklemin merkezine oturmasının kökleri, PKK’nın Lübnan’daki Beka Vadisi’nden çıkarılması sonrasında 1980’lerin başında Kandil Dağı’na yerleşmesine kadar uzanıyor. Kandil’in idari olarak Süleymaniye sınırları içinde yer alması burayı terör örgütü için stratejik bir alan haline getirdi. PKK’nın bölgeye yerleşmesi dönemin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani’nin bilgisi ve onayıyla gerçekleşmişti. Bu tarihsel eşik Süleymaniye’yi hem PKK hem de KYB açısından siyasi bir manevra sahasına dönüştürdü. KYB ile PKK arasındaki ilişki sadece ideolojik bir yakınlıkla değil aynı zamanda Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile rekabete dayanan siyasi çıkar hesaplarıyla şekillendi. KYB, KDP’nin Türkiye ile kurduğu güçlü ilişkileri dengelemek amacıyla PKK ile taktiksel yakınlıklar kurdu ve böylece Erbil merkezli siyasi ağı kırarak Süleymaniye merkezli alternatif bir Kürt siyasi hattı oluşturmayı hedefledi.
Bu tarihsel arka plan Celal Talabani sonrası dönemde daha da kırılgan hale geldi. 2019’daki KYB kongresinde eş başkanlık sistemine geçilmesine rağmen parti içi çekişmeler bitmedi. Bafel Talabani ile Lahur Şeyh Cengi arasındaki sert rekabet suikast iddialarına varan gerilimlerle parti içini sarstı. Sonuçta Bafel Talabani KYB’de tek hakim figür olarak öne çıktı. Ancak bu yeni liderlik KYB’yi daha agresif, riskli ve karşıtlıklar üzerine kurulu bir çizgiye taşıdı. Bu noktada IKBY iç siyasetindeki kırılma hatları daha da belirginleşiyor. KYB ve KDP arasındaki rekabet 1990’lardaki iç savaş dönemini hatırlatacak düzeyde sertleşmiş durumda.
Tam da bu dönemde Suriye’de yaşanan gelişmeler neticesinde Süleymaniye, SDG/YPG bağlantılı unsurların daha görünür bir hareket alanı haline geldi. Bafel Talabani’nin SDG ve PYD ile doğrudan temas kurması, örgüt lideri Mazlum Abdi’nin düzenli Süleymaniye ziyaretleri, KYB’nin Suriye sahasındaki Kürt yapılarıyla kurduğu yeni stratejik hattın sembolü haline geldi. Bu durum aynı zamanda KDP’nin desteklediği Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) çizgisine karşı bir meydan okuma anlamına da geliyordu. Suriye’deki Kürt oluşumunun önemli bir kesimini temsil eden ENKS’ye karşı Batı dünyasının da desteklediği SDG/YPG yapılanması üzerinden etki alanını genişletme çabasına giren KYB, bu stratejiyle bir yandan PKK ve SDG’nin bölgedeki meşruiyetini sağlamaya ve güçlendirmeye çalıştı diğer yandan da ABD’nin bu yapılara verdiği dolaylı destekten fayda sağladı. Tüm bu tablo Süleymaniye’yi hem Ankara hem Erbil hem de Washington açısından stratejik bir kırılma hattına taşıdı.
Türkiye’nin Terörle Mücadelesi ve Süleymaniye
Ankara açısından Süleymaniye’nin bu konumu uzun yıllar boyunca doğrudan bir güvenlik tehdidi ve ilişkilerinde sürekli bir kırılganlık oluşturdu. Bu kırılganlık Ankara-KYB ilişkilerindeki gerginliğin düşmesini de engelledi. Özellikle 2019’dan sonra Türkiye’nin sınır ötesi Pençe Harekatları ile terörü kaynağında bitirmeye yönelik attığı adımlar çerçevesinde Kandil çevresindeki PKK varlığını baskılaması terör örgütünü sivil alanlara daha fazla yöneltti. Süleymaniye bu anlamda terör örgütü için bir “güvenli alan” haline geldi. Nitekim Türkiye’nin 2023’te uçuş yasağı kararı almasının arkasındaki en büyük nedenlerden biri de PKK’nın Süleymaniye’yi sivil alan olarak kullanarak buradan etki alanı üretmesi oldu.
Duhok’ta SDG’ye ait bir helikopterin düşmesi ve ardından SDG lideri Mazlum Abdi’nin Süleymaniye’de sıkça görünmesi ve hatta burada ABD’li yetkililerle görüşmeler yapmasının yanı sıra SDG/YPG unsurlarının Süleymaniye’de askeri eğitimler alması gibi somut olaylar Ankara’nın tepkisini daha da sertleştirdi. Türkiye’nin bu sert tutumuna karşı Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid ve ABD’li yetkililerin verdiği tepkiler de Süleymaniye’nin artık yalnızca IKBY iç siyasetine değil uluslararası gündeme de oturduğunu gösterdi.
Fakat bu tablo 2024 sonbaharından itibaren farklı bir yön kazanmaya başladı. 22 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM grup toplantısında yaptığı tarihi çıkış kırk yıllık sürecin yönünü keskin bir biçimde değiştirdi. Bahçeli’nin “PKK silah bırakmalı, örgüt kendini feshetmeli, Türkiye terörle yaşamaya mahkum değildir” ifadesi sadece siyasi bir mesaj değil devletin terörle mücadele konseptinde bir eşik değişikliğinin habercisiydi. Bu açıklama o güne dek güvenlik eksenli yürüyen stratejinin üzerine siyasi bir vizyon koydu. Bu söylem devletin farklı birimlerinden gelen açıklamalar ve eş zamanlı saha operasyonlarıyla birleşince terör örgütü üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu.
Bu baskının bir ayağını Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlar yoluyla kurduğu kesintisiz askeri üstünlük oluşturdu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2022’den itibaren genişleyen Pençe-Kilit Operasyonu hattı; Kandil, Hakurk, Metina ve Gara bölgelerindeki PKK hareketliliğini ciddi biçimde daralttı. Operasyonlar yalnızca kırsal alanları değil terör örgütünün lojistik, kadro geçişi ve silah rotalarını da hedef aldı. İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarının ortak yürüttüğü bu baskı stratejisi PKK’nın Irak’ın kuzeyinde stratejik esnekliğini büyük ölçüde sınırladı.
Bu denkleme bir de Suriye sahası eklendi. Esed rejiminin düşmesi sonrasında Ahmet Şara’nın öncülüğünde kurulan yeni yönetim yapısının Türkiye ile uyumlu bir sürece girmesi SDG/YPG yapısını daha savunmasız hale getirdi. Şam’ın denetim kapasitesini artırma isteği, ABD’nin çekilme tartışmaları ve Ankara’nın baskısı terör örgütünü yeni pozisyon arayışına itti. SDG’nin Şam’daki görüşmelerde Türkiye’ye yönelik “esnek” mesajlar vermesi de bu bağlamda anlam kazandı. Bu atmosferde PKK’nın siyasi kanadı silahlı mücadeleyi sürdürmenin hem sahada hem de uluslararası arenada sürdürülemez hale geldiğini daha net gördü.
Bu denklemin bir başka boyutu da ABD. Washington’ın Suriye’nin kuzeydoğusundaki askeri varlığı ve SDG’ye verdiği destek Süleymaniye hattında da bir karşılık buluyor. SDG’nin Süleymaniye’yi bir lojistik merkez olarak kullanmaya başlaması, ABD’nin hem İran etkisini sınırlamak hem de Suriye sahasında manevra alanını genişletmek istediğini gösteriyor. Ancak bu tablo Türkiye açısından ciddi bir güvenlik riski olarak okunuyor. Ankara artık terörle mücadelede sahaları ayrı ayrı değil bütünleşik bir güvenlik alanı olarak görüyor. Bu nedenle Süleymaniye meselesi yalnızca Irak’ın kuzeyine sıkışmış bir başlık olmaktan çıkıp Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejisinin önemli bir unsuru haline geldi.
Bütün bu gelişmelerin ardından 1 Mart 2025’te PKK tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkes, 12 Mayıs’ta yapılan “silahlı mücadeleyi bırakma” duyurusu ve 11 Temmuz 2025’te Kandil çevresinde gerçekleştirilen sembolik silah bırakma töreni, 2024’ün sonunda Bahçeli’nin çıkışının stratejik sonucuna dönüştü. PKK tarihinde ilk kez bu ölçekte bir silahsızlanma iradesi sahaya yansıdı. Bu durumu Türkiye’nin “terörle mücadele” doktrininden “terörsüz bir gelecek” vizyonuna geçişinin en önemli halkalarından biri olarak ele almak mümkün.
Bu süreçte Şam’da yürütülen temaslar sonucunda SDG’nin de Türkiye’ye yönelik söylemlerinde yumuşama dikkat çekti; yapılan açıklamalarda Ankara’nın “daha esnek bir yaklaşım” sergilediğine dair ifadeler öne çıktı. Türkiye bu gelişmeleri doğrudan muhatap almadı ama dikkatle izledi. Böylece Ankara’nın askeri baskı stratejisini gevşetmeden diplomatik ve ekonomik araçları devreye sokarak yeni bir denge kurmayı hedeflediğini söylemek yerinde olacak. Hatta Türkiye’nin attığı adımlar sahadaki gerçekliğe müdahale etmenin ötesinde aktörleri kendi stratejik konumlarını yeniden tanımlamaya zorlayan bir hamle olarak da ele almak mümkün.
Türkiye’nin Süleymaniye Kararının Arka Planı
Ankara’nın Süleymaniye kararında iç içe geçmiş iki temel boyutun bulunduğu söylenebilir. Birincisi PKK’nın silah bırakma süreci ki bu durum sahada fiili olarak bir gevşeme meydana getirse de otomatik olarak güvenliğin tesis edildiği anlamına gelmiyor. Türkiye, hava sahasını açarak riskleri ortadan kaldırmış değil aksine bu riskleri kontrollü biçimde yönetme yoluna gidiyor. İkincisi de Ankara’nın bu kararla topu karşı tarafa atması. Artık süreç PKK ve SDG’nin atacağı adımlara, KYB’nin PKK ile taktiksel ilişkisini stratejik bağımlılığa dönüştürüp dönüştürmeyeceğine bağlı. Türkiye kartlarını açık oynuyor. Süreci kalıcılaştıracak olan ise diğer aktörlerin sahadaki tutumları.
Uçuşların yeniden başlaması aynı zamanda ekonomik, diplomatik ve toplumsal etki kapasitesini de artırıyor. Uçuş yasağı döneminde bu trafik neredeyse tamamen Erbil’e kaymıştı. Şimdi hattın yeniden devreye alınması Süleymaniye’nin ticaret, ulaşım ve bağlantısallık açısından yeniden canlanması anlamına geliyor. Bu ekonomik yeniden canlanma aynı zamanda Süleymaniye’nin sadece KYB’nin siyasi alanı olmaktan çıkıp daha geniş bir bölgesel ağın parçası haline gelmesine de zemin hazırlıyor. Türkiye bu adımla yalnızca güvenlik sahasında değil ekonomik ve diplomatik araçlar üzerinden de baskı kurma kapasitesini genişletmiş durumda. Bu kapsamda Süleymaniye, Türkiye açısından hem baskı hem de angajman aracına dönüşüyor.
Tüm bu gelişmelerin ardından top artık Ankara’da değil karşı tarafta. Türkiye bu süreçte hamlelerini yaptı. PKK’nın silahsızlanma süreci, KYB’nin PKK ile kurduğu taktiksel yakınlığı stratejik bağımlılığa dönüştürmemesi, SDG’nin sahada atacağı ayrışma adımları ve ABD’nin pozisyonu bundan sonraki denklemi belirleyecek.
Türkiye bu çerçevede hem sahada askeri baskı kapasitesini koruyor hem de diplomatik manevra alanını genişletiyor. Öte yandan Süleymaniye meselesinde KDP’yi stratejik muhatap konumuna yerleştirerek onu IKBY’nin iç siyasetinde “çözüm adresi” olarak öne çıkarıyor. Bu hamle KYB’nin fiili hakimiyetine rağmen siyasi çözüm mekanizmasının başka bir aktör üzerinden şekillendirildiğini gösteriyor. Zira KYB bugüne kadar attığı adımlarla hem IKBY hem Irak hem de bölgesel ve küresel siyaset açısından tam olarak bir güven mekanizması oluşturabilmiş değil. Nitekim özellikle 2017’deki IKBY referandumu ve Kerkük’ten IKBY güçlerinin çekilmesi sürecinden itibaren KYB ile KDP arasındaki uçurum gittikçe derinleşmiş durumda. KYB kendisine Bağdat ve İran rotasında yer bulmaya çalışırken bir taraftan da özellikle SDG/YPG üzerinden Batı ile temasını güçlendirmeye çalışıyor. Ama bu hiçbir taraf açısından güven vermiyor.
KYB her ne kadar sahadaki fiili güç konumunu korusa da bölgesel denklem ciddi bir biçimde değişime uğramış durumda. Özellikle Suriye’de Esed rejiminin devrilmesi ve İsrail’in Lübnan’daki Hizbullah’ın kapasitesini zayıflatmasının yanı sıra İsrail’le doğrudan bir savaşa giren İran’ın bölgesel ölçekte yaşadığı çöküş, Irak’taki denklemi de dönüştürücü bir rol oynayacak gibi. Türkiye’nin Süleymaniye hamlesini de bu açıdan okumak yerinde olur. Dolayısıyla Ankara’nın Süleymaniye üzerinde artıracağı etkinin en azından KYB üzerinde nüfuzu bulunan Tahran’ı dengeleyeceği için Washington tarafından desteklenmesi ihtimali güçleniyor. Diğer taraftan bu destek Suriye üzerindeki uzlaşıyla da perçinlenebilir. Bu gelişmeler KYB açısından da zorlayıcı bir durum ortaya çıkarıyor. KYB de bu yeni denkleme ayak uydurmak ve siyasetini gözden geçirmek durumunda.
Sonuç
Sonuç olarak Süleymaniye meselesi artık sadece sıradan bir idari yerleşim birimi ya da taktiksel bir güvenlik dosyası olmaktan çok daha fazlası. Bu mesele Türkiye’nin güvenlik politikası, IKBY’nin iç dengeleri, ABD’nin Suriye stratejisi ve bölgesel rekabetin tam ortasında şekillenen yeni bir jeopolitik denklem haline geldi. Ankara’nın uçuş yasağını kaldırma kararını bir “yumuşama” jesti olarak değil riskleri yöneterek diplomatik ve ekonomik araçlarla sahayı yeniden dizayn etme hamlesi anlamında okumak yerinde olur. Eğer PKK’nın silahsızlanma süreci kalıcı hale gelir, KYB İran’a stratejik bağımlılıktan kaçınır, SDG net bir ayrışma hattı çizer ve ABD bu tabloyu çatışma yerine denge yönünde okursa Süleymaniye istikrarsızlık kaynağı olmaktan çıkarak yeni bir bölgesel güvenlik mimarisinin taşıyıcı unsurlarından biri haline gelebilir. Aksi durumda ise Süleymaniye hem IKBY iç siyaseti hem Türkiye’nin güvenlik denklemine daha karmaşık bir katman ekleyerek yeni bir gerilim hattına dönüşebilir.
Kaynak: SETAV / Bilgay Duman



