Soykırımın gölgesinde iki devletli çözüm: Filistin’i tanıma kararları neyi değiştirir?
İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz dün Filistin’i tanımış, Fransa’nın ise bugün BM Genel Kurulu’nun 80. oturumunda Filistin’i tanıması beklenmektedir. Bu kararlar, Avrupalı devletlerin artık bu hususta ABD’den farklılaştığını göstermektedir.
12 Eylül 2025 Cuma günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde Filistin meselesinde iki devletli çözümün önemine dair bir oturum gerçekleştirildi. Yapılan oylamada 142 devlet iki devletli çözüm için olumlu oy kullanırken İsrail, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve irili ufaklı 8 diğer üye olumsuz oy kullandı. 10 devlet ise çekimser kaldı. [1] İlgili karar sonrası Filistin devletinin tanınmasına yönelik adımlar yeniden dünya gündemine oturdu.
Genel Kurul kararı, 28-30 Temmuz 2025’te kabul edilen İki Devletli Çözümün Uygulanmasına İlişkin New York Bildirisi’ni [2] de teyit etmiş oldu. Bununla birlikte, söz konusu kararların Filistin meselesinin çözümüne dair yeni bir vizyon sunduğunu ileri sürmek güçtür. Belgelerde, işgal altındaki Filistin topraklarının bir bütün teşkil ettiği, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı, İsrail ile barışçıl ilişkiler gerçekleştirecek egemen bir Filistin devletinin “kurulması” ve tanınması, Gazze’nin yeniden inşası ve Mahmud Abbas hükümetindeki Filistin yönetimine devredilmesi, Hamas’ın silah bırakması ve yönetimde rol almaması, Filistinli mültecilerin geri dönüşlerinin sağlanması, Filistin’in kalkınmasına yardım gibi hususlar ele alınıyor. Bunların pek çoğu zaten uzun zamandır dile getirilen hususlardır.
Koşulsuz destek dönemi bitti, İsrail yalnızlaşıyor
İsrail’in iki devletli çözümü rafa kaldırıp apartheid rejimine dayalı işgal ve ilhak uygulamalarını giderek artan bir şekilde dillendirmeye ve uygulamaya koyduğu inkar edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda karar ve bildiri, uluslararası toplumun ezici bir çoğunluğunun İsrail’in iki devletli çözümü ortadan kaldırmaya yönelik politikalarına karşı olduğunu ortaya koyması açısından önemlidir. Bu mobilizasyonla birlikte daha fazla devlet Filistin’i devlet olarak tanımaya başlamıştır. Böylece, Filistin’in uluslararası bir aktör olarak devletler ve uluslararası örgütler nezdinde daha fazla hak ve yetkiye sahip olma süreçleri kolaylaşacaktır.
Nitekim İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz dün Filistin’i tanımış, Fransa’nın ise bugün BM Genel Kurulu’nun 80. oturumunda Filistin’i tanıması beklenmektedir. [3] Bu kararlar, Avrupalı devletlerin artık bu hususta ABD’den farklılaştığını [4] ve İsrail’in eskiden olduğu gibi Batı ittifakından sınırsız destek alamayacağını göstermektedir. Bu sebeple, İsrail bu adımlardan duyduğu rahatsızlığı dile getirmekte, Filistin devletinin tanınmasının Hamas’ı ödüllendirmek olduğunu ifade etmektedir.
Filistin’i devlet olarak tanımak yeterli bir adım değil
Ancak belirtmek gerekir ki Filistin’in daha fazla devlet tarafından tanınması ile soykırımın durdurulması arasında doğrudan bir bağlantı kurmak mümkün değildir. Özellikle Avrupalı devletlerin giderek artan bir şekilde Filistin’i tanımayı dillendirmeleri, soykırım sürecinde İsrail’e verdikleri açık ya da örtülü desteği maskeleme yahut kendilerini temize çıkarma çabaları olarak da okunabilir. Zira, uluslararası hukuk açısından Filistin’in devlet olma niteliğinde iki sene öncesi ile bugün arasında bir fark olduğunu söylemek mümkün değildir. Filistin halihazırda 148 devlet tarafından tanınmaktaydı. Filistin’in birkaç devlet tarafından daha tanınması onun hukuki açıdan devlet olma niteliğini ciddi anlamda etkilemeyecektir. Şu an yapılması gereken soykırımın durdurulması ve ateşkesin sağlanmasıdır. Bunun için, Gazze Mahkemesi Başkanı ve BM eski Filistin Özel Raportörü Richard Falk’un ısrarla dikkat çektiği gibi, askeri bir müdahalenin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir. [5]
New York Bildirisi’nde kalıcı bir ateşkesin sağlanması da öncelikli hedef olarak yer alıyor. Ancak tüm bunlar için somut adımların atılacağı ifade edilse de ilgili hususların nasıl hayata geçirileceği halen muğlaklığını koruyor. Örneğin, bildiride ateşkesin sağlanması ve sivillerin korunması için Filistin’e BM tarafından bir takım istikrar kuvvetlerinin gönderilmesi öngörülüyor. Bunun ise Filistin yönetiminin rızası ve BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) iznine dayalı olarak gerçekleştirileceği ifade ediliyor. Ancak belirtmek gerekir ki Filistin’e uluslararası askeri kuvvetleri konuşlandırmak için BM Güvenlik Konseyi’nin iznine ihtiyaç bulunmuyor. İlgili bildiriyi hazırlayan devletlerin ezici bir çoğunluğu halihazırda Filistin’i bir devlet olarak tanımış durumda. Filistin devletinin daveti üzerine ilgili askeri güçlerin Filistin’e gönderilmesi uluslararası hukuka pekala uygundur. Nitekim, Filistin devleti geçtiğimiz aylarda devletlere resmi olarak bu daveti iletmiş ve yardım çağrısında bulunmuştur. [6] Böyle bir askeri misyonun ayrıca BM Güvenlik Konseyi’nin iznine bağlanması aslında meselenin çözümsüzlüğe yeniden mahkum edilmesinden başka bir şey değildir. Zira, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan ABD, Filistin için atılabilecek her türlü adımı veto edip Konseyi çalışamaz hale getirmektedir. Bu sebeple, barış için gerekli olan askeri müdahaleyi BMGK’den beklemek gerçekçi olmayıp devletlerin bu hususta gerekli olan siyasi iradeyi aslında sergilemeyeceklerinin bir ifadesidir.
Soykırımın durdurulması için askeri müdahale, 2005’de devletlerin kabul ettikleri Koruma Yükümlülüğü (R2P) çerçevesinde yerine getirilmesi gereken siyasi bir yükümlülüktür. Bu bağlamda, kendi vatandaşlarını soykırımdan korumakta aciz kalan Filistin devletinin çağrısına kulak vermek devletlerin yalnızca bir tercihinden ibaret değil aynı zamanda Koruma Yükümlülüğü bağlamında vermiş oldukları taahhüttün de bir gereğidir. [7]
Sonuç olarak, BM Genel Kurulu’nun 12 Eylül’de kabul ettiği karar, iki devleti çözümü ortadan kaldırmaya yönelik bir itiraz olması bakımından değerlidir. Ancak soykırımın durdurulması, Filistin devletinin tanınmasından öte, askeri müdahaleyi de içeren somut tedbirlerin alınması ile mümkündür. Bu noktada, devletler BM Genel Kurulu veya Güvenlik Konseyi’nin kararlarına ihtiyaç duymadan harekete geçebilirler ve geçmelidirler.
[1] https://news.un.org/en/story/2025/09/1165835
[2] United Nations A/CONF.243/2025/1/Add.1, https://www.diplomatie.gouv.fr/en/country-files/israel-palestinian-territories/news/2025/article/united-nations-high-level-international-conference-new-york-declaration-on-the
[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/fransa-cumhurbaskani-macron-eylul-ayinda-ulkesinin-filistin-devletini-resmi-olarak-taniyacagini-acikladi/3641331
[4] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/trump-filistini-tanima-karari-konusunda-ingiltere-ile-ayni-fikirde-olmadigini-belirtti/3691766
[5] Gaza Tribunal, “Time to ACT: Mobilizing Against Israel’s Planned Conquest on Gaza City and Central Gaza” https://drive.google.com/file/d/136l69KscGKHFhFHdbI52GpEl8DzSiwPS/view
[6] https://www.un.org/unispal/document/it-is-time-to-recognize-the-state-of-palestine-as-inherent-to-the-right-to-self-determination-of-the-palestinian-people-letter-from-the-state-of-palestine-a-es-10-1041-s-2025-488/?utm_source=chatgpt.com
[7] Gaza Tribunal, “Time to ACT: Mobilizing Against Israel’s Planned Conquest on Gaza City and Central Gaza” https://drive.google.com/file/d/136l69KscGKHFhFHdbI52GpEl8DzSiwPS/view
Kaynak: AA / Dr. Hasan Basri Bülbül