Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın çalkantılı yılı
Büyük krizlerin ve kaosların yaşandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 2020 yılında büyük çalkantılara tanık olundu.
İsrail’le normalleşme 2020 yılında Ortadoğu’da en çok tartışılan ve bölge politikalarında köklü etkileri olacak bir gelişmedir. Aslında ABD Başkanı Donald Trump başa geldiğinden bu yana hayata geçirmeye çalıştığı sözde Yüzyılın Anlaşması planı ile Filistin-İsrail çatışmasını İsrail’in lehine çözmeyi amaçlıyordu. Bu planda iki devletli çözümden vazgeçilmiş olmakla birlikte, böyle bir şey olacaksa bile ancak yetkisiz ve topraksız bir Filistin Devleti öngörülüyordu. Kudüs, İsrail’in başkenti yapılıyor ve Filistinlilere de Kudüs’ün banliyösünde bir yer öngörülüyordu. Bu çerçevede Yüzyılın Anlaşması’nın ekonomik boyutu üzerine yapılan 2019 Bahreyn toplantısında aranılan destek bulunamadı. Başta Filistinliler ve Ürdün olmak üzerine İslam dünyasından gelen tepkiler üzerine bu plan uygulamaya konamadı.
Normalleş(tir)me adımları
Yüzyılın Anlaşması’na istediği desteği bulamayan Trump ve planın mimarlarından damadı Jared Kushner, bundan sonra Arap ülkelerine baskı yaparak veya rüşvet kabilinde tavizler vererek İsrail’le normalleş(tir)me stratejisini uygulamaya koydu. İlk normalleşme adımını atanlar zaten İsrail’le gizli ilişkileri olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn oldu. Aslında BAE, Arap Baharı’ndan sonra genel olarak Batı’nın, özelde ise İsrail’in müttefiki gibi hareket ediyordu. BAE, bu süreçte Muhammed bin Selman’ın başa gelmesine Trump’ı ikna ederek Suudi Arabistan’ı da yanına çekmeyi başardı. Ancak Suudi Arabistan İslam dünyasında oluşan tepkileri dikkate alarak ilk aşamada İsrail’le bir anlaşma yapmaktan kaçındı.
Suudi Arabistan’ın yine de diğer ülkelerin normalleşmesinde etkisinin büyük olduğu açık. Örneğin, Sudan ve Fas’a normalleşme anlaşması için baskı yapıldığı sır değil. Siyasi rüşvet olarak Sudan’ın terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarılması ve Fas’ın da Batı Sahra konusundaki tezlerinin diplomatik olarak desteklenmesi sözü Suudi Arabistan sayesinde yaşanan gelişmeler. ABD’de Biden’ın başkan seçilmesi de İsrail’le normalleşme çabaları açısından önemli. Uluslararası hukuka ve iki devletli çözüme önem verdiğini ifade eden Biden’ın, Trump kadar sınırsız destek vermese bile İsrail’e verilen diplomatik hediyeleri geri alması beklenmiyor.
Ortadoğu ve Türkiye açısından önemli olan bir diğer konu ise Körfez’de yaşanan yumuşamadır. 2017 yılında BAE ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği kampanya Katar’ı hava, deniz ve karadan kuşatmayı ve teslim almayı hedefliyordu. Trump da bu kampanyaya destek vermiş olsa da Katar’ın beklenenden daha dirençli çıkması, Türkiye’nin ve İran’ın desteği, Avrupa ve Rusya gibi önemli ülkelerin de karşı çıkması dolayısıyla bu girişim başarısızlığa uğramış; Körfez İşbirliği Teşkilatı’nda (KİK) bölünmeye zemin hazırlayarak amaçlananın tersi bir etkiye yol açmıştı.
Kriz bölgeleri ve Kovid-19’un etkileri
2020’de tüm dünyayı olduğu gibi Ortadoğu’yu da etkileyen bir diğer önemli konu şüphesiz Kovid-19 salgını oldu. Genç nüfusun yoğunluğu dolayısıyla bu bölgede Batı ülkelerine göre daha az ölümler yaşansa da Ortadoğu ülkeleri salgının etkisiyle petrol fiyatlarının düşmesinden ve turizmin durmasından olumsuz etkilendi. Üretici ülkeler yarı yarıya düşen petrol ve doğal gaz gelirlerinden olumsuz etkilenirken, petrolü olmayan ülkeler de Körfez ülkelerinden gelen işçi dövizleri, yatırım ve turizmin azalmasından zarar gördüler. Mısır, Tunus ve Fas gibi turizm ülkeleri de yine Batı ülkelerinden gelen turist sayılarının ve işçi dövizlerinin azalmasından olumsuz etkilendiler. Yine birçok Arap ülkesinde sağlık sistemi yetersiz olduğu için Kovid-19 kriz bölgelerini daha derinden etkiledi. Özellikle Yemen, Suriye ve Libya gibi ülkelerde virüsle mücadele neredeyse bırakıldı ve dış ülkelerin yardımları başladı.
Geçen yıl bölgedeki kritik ve en çok tartışılan gelişme Türkiye’nin Libya müdahalesi ve Doğu Akdeniz’deki gerginlik oldu. 2013 Mısır darbesinden sonra aynı projeyi Libya’da hayata geçirmek isteyen darbeci kamp, Halife Hafter’e destek vermişse de Libya halkının direnci dolayısıyla sonuç alamamışlardı. Çözüm olarak Fas’ın Suheyrat kentinde 2016’da bir araya gelerek ortak hükümet kurmak üzere uzlaşmışlardı. Ancak darbeci Hafter bu hükümete de saldırarak iki yıl boyunca onu devirmeye çalıştı. Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Türkiye ile anlaşarak darbecileri ülkenin batısından çıkardı. Birçok ülkenin desteği ve dışarıdan paralı milis getirmeleri bu yenilgiyi durduramadı.
Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin hem sembolik hem de pratikte etkileri oldu. Sembolik açıdan, daha önce Suriye ve Irak’a müdahalelerine sessiz kalan ABD, İran’ın bölgedeki moral üstünlüğünü kırdı. Fiili olarak ise İran’ın Irak’taki etkinliğinden rahatsızlık duyduğu ve ülkeyi tamamen ele geçirmek üzere olduğunu düşünerek hamle yaptı.
Libya krizinde Türkiye, askeri desteğin yanı sıra ciddi düzeyde diplomatik destek de sağladı. Bir yandan Fransa ile İtalya arasındaki rekabeti, diğer yandan Rusya ile ABD arasındaki ihtilafı kullanarak darbeci cephenin birleşmesini engelledi. Batı ve Doğu olarak ikiye bölünen Libya, Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde siyasi çözüm sürecine girdi. Çatışma ihtimali tamamen bitmese de Türkiye ile Mısır arasında bir diyalog kurulmaya başlanması da çatışma ihtimalini azaltmakta. Türkiye de Libya ile yaptığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’deki haklarını tescilleyerek Akdeniz ve Kuzey Afrika açısından ciddi bir stratejik kazanç elde etti.
Süleymani suikastı
2020 yılındaki kritik olaylardan biri diğeri İran DMO Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani suikastı oldu. Süleymani Irak’ı ziyareti sırasında ABD silahlı insansız hava araçları (SİHA) ile Bağdat havaalanında öldürüldü. Aynı saldırıda onunla yakın işbirliği içindeki Irak Haşdi Şabi komutanı Ebu Mehdi el-Mühendis de öldürüldü. Süleymani, İran’ın Ortadoğu politikalarının mimarı olan ve dini (ve dünyevi) lider Ayetullah Ali Hamaney’e doğrudan bağlıydı. Süleymani, İran’ın Suriye’ye müdahalesini organize eden, ABD Irak’ı terk edince önce ülkede siyasi partiler kanalıyla ve DEAŞ geldikten sonra da Haşdi Şabi gruplarını kurarak İran’ın etkisini artıran kişiydi. Ayrıca, Yemen’deki Husi darbesi ve Lübnan’daki Hizbullah mücadelesi de onun koordinasyonu altındaydı.
Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin hem sembolik hem de pratikte etkileri oldu. Sembolik açıdan, daha önce Suriye ve Irak’a müdahalelerine sessiz kalan ABD, İran’ın bölgedeki moral üstünlüğünü kırdı. Fiili olarak ise İran’ın Irak’taki etkinliğinden rahatsızlık duyduğu ve ülkeyi tamamen ele geçirmek üzere olduğunu düşünerek hamle yaptı. Özellikle İran’a bağlı Haşdi Şabi gruplarıyla ABD elçiliklerine ve çıkarlarına sürekli füze ve toplarla saldırı yapılmasına Trump çok sert cevap verdi. İran ise göstermelik intikam saldırısı olarak boş bir alana füze saldırıları gerçekleştirmekle yetindi ve ABD ile gerginliği ciddi şekilde artırmaktan kaçındı. İsrail’in geçen ay, İran nükleer programının kilit isimlerinden fizik profesörü Muhsin Fahrizade’yi öldürmesi de aynı çerçevede Trump’ın giderayak İran’ı savaşa tahrik etmek için ve fakat Biden gelinceye kadar İran’ın böyle bir şeye kalkışamayacağı düşünülerek yapılmış olmalı.
Beyrut limanındaki patlamalar da geçen yıl gündemi belirleyen ciddi bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Lübnan 1970 ve 80’lerdeki iç savaştan önce Ortadoğu’nun Paris’i olarak görülürdü. Savaşın yıkımından sonra da İsrail ve Suriye işgalleri yaşandı. 2005’te Sünni Başbakan Refik Hariri suikastından sonra ülkede Hizbullah ve dolayısıyla İran çok etkili hale geldiler. Ülkede ikincil düzeyde Hıristiyan Maruniler üzerinden Fransa ve Sünniler üzerinde etkili olan Suudi Arabistan’ın da nüfuzu bulunuyor. Geçen yıl yoksulluk ve yolsuzluğa bir tepki olarak ülkede büyük gösteriler olmuştu ve hükümet düştüğü için siyasi istikrarsızlık devam etmekteydi. Böyle bir ortamda 4 Ağustos tarihinde gerçekleşen ve 204 kişinin hayatını kaybettiği, 6 bin 500 kişinin yaralandığı Beyrut limanı patlaması, ülkeyi bir kez daha sarsmış oldu. Şehrin göbeğinde, aktif olarak kullanılan limanda uzun süredir depolandığı anlaşılan üç bin tonluk patlayıcı maddelerin infilak etmesiyle şehrin neredeyse yarısı havaya uçtu.
İsrail’le normalleşme 2020 yılında Ortadoğu’da en çok tartışılan ve bölge politikalarında köklü etkileri olacak bir gelişmedir. Aslında ABD Başkanı Donald Trump başa geldiğinden bu yana hayata geçirmeye çalıştığı sözde Yüzyılın Anlaşması planı ile Filistin-İsrail çatışmasını İsrail’in lehine çözmeyi amaçlıyordu.
Böyle bir ortamda zaten ekonomisi can çekişen ve Kovid-19 yüzünden de zor günler yaşayan ülkede ekonominin can damarı olan Beyrut limanındaki hasar kolay telafi edileceğe benzemiyor. Sünni gruplar Hizbullah güdümündeki hükümeti bilerek Trablus limanını ihmal etmekle de eleştirmekte. Hizbullah ayrıca bu kadar çok patlayıcı maddenin şehrin kalbindeki limana getirilmesi ve tedbirsiz depolanmasıyla da suçlanıyor. Ama ülkeye neredeyse tamamen hâkim olan Hizbullah sorumluluğu kabul etmediği için net bir rapor yazılamadığı gibi yargı sürecinde de ilerleme sağlanamıyor. Ülkede özellikle Fransa ve İran uzlaşması dolayısıyla çok fazla bir değişiklik beklenmiyor. Lübnan, bizatihi önemli olduğu kadar, İsrail’e komşu olması, Suriye krizindeki rolü ve Doğu Akdeniz tartışmaları dolayısıyla da dikkat edilmesi gereken bir ülke.
Ortadoğu ve Türkiye açısından önemli olan bir diğer konu ise Körfez’de yaşanan yumuşamadır. 2017 yılında BAE ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği kampanya Katar’ı hava, deniz ve karadan kuşatmayı ve teslim almayı hedefliyordu. Trump da bu kampanyaya destek vermiş olsa da Katar’ın beklenenden daha dirençli çıkması, Türkiye’nin ve İran’ın desteği, Avrupa ve Rusya gibi önemli ülkelerin de karşı çıkması dolayısıyla bu girişim başarısızlığa uğramış; Körfez İşbirliği Teşkilatı’nda (KİK) bölünmeye zemin hazırlayarak amaçlananın tersi bir etkiye yol açmıştı. Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kaybetmesiyle Körfez bölgesinde normalleşme ihtimali doğdu ve dün yapılan, Katar Emiri’nin de davet edildiği KİK zirvesi üç buçuk yıl süren abluka sürecini resmen sona erdiğini gösterdi. Bu gelişmenin, Türkiye açısından da olumlu sonuçları olacağı öngörülebilir.
[Prof. Dr. Ahmet Uysal Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ORSAM) başkanıdır]